Üçüncü Yıla Merhaba…

Elinizdeki 23. sayısıyla Özgürlük Dünyası, yayın hayatının ikinci yılını bitirip üçüncüsüne giriyor. Özgürlük Dünyası iki yaşında. Özgürlük Dünyası ve çalışanları için iyi ve kötü anıları, zorlukları ve zorlukları kolaylıklara dönüştürme çabaları, hep ileriye doğru gitme kararlılığı ile dolu iki yıl. Bunlar, Özgürlük Dünyası’nı izleyenlerin yakından bildiği şeyler..
Deneysizlik ve maddi olanaksızlığa ilişkin olarak herhangi bir şey söylemeyeceğiz 2. Yıldönümümüzde. Deneysizliği önemli ölçüde aştık, maddi olanaksızlıkları ise şöyle ama böyle aşmayı öğrendik, bundan böyle de olağanüstü boyutlarda baskı ya da buna benzer bir durumla karşılaşmazsak, maddi olanaksızlıkla yüz yüze gelmeyeceğiz. Gelirsek, mutlaka aşmaya çalışacağız, aşacağız da…
Basın özgürlüğünün olmayışından, mevcut yasaların aşırı gerici ve çağdışı oluşundan, her gün yeni ve daha gerici yasalarla karşı karşıya kalışımızdan söz etmeyeceğiz. Basında genel olarak adından 2. Takrir-i Sükûn Kararnamesi olarak söz ettiren (ve gerçekte öyle de olan) 413, daha sonra ise eksikleri tamamlanarak piyasaya 424,425 No’lu Kanun Kuvvetinde Kararnameler olarak sürülen yasaların, işlerimizi ve genel olarak yayın hayatını ne kadar güçleştirdiğinden de… Bu ve buna benzer engelleme ve baskılardan söz etmenin, artık hiçbir anlam ve önemi yok. Çünkü Türkiye böyle bir ülke ve bu ya da buna benzer faşist ve gerici yasalarla mücadele ederek onları her ne pahasına olursa olsun aşmak ve delmek, kendine devrimci, demokrat ve Marksist diyen herkesin boynunun borcu. Türkiye’de yayın hayatına başlayan ve sürdürmekte kararlı olan herkes bilecek: Türkiye, basın-yayın ve örgütlenme konularında (ve daha birçok konuda) gezegenimizin en gerici, en tutucu ve en korkak ülkesidir ve yayın hayatında bildiği doğrultuda ilerlemek isteyenler, mevcut yasalardan, ama daha önemlisi, kullanılması hiç bir zaman hiç kimse tarafından engellenmeyecek olan yasal boşluklardan yararlanmak zorundadır. Türkiye’de gerçekleri yazmanın ve yayın yoluyla Türkiye halklarına duyurmanın bir yolu, yasal boşluklardan yararlanmak. Bunun dışındaki yol ise, kendini hiç bir yasa ile sınırlandırma zorunluluğu olmayan özgür basın yolu. Bu yol, devrimci komünistler tarafından pratikte sınanıp çelikleştirilerek bilinen doğrultuda başarıyla kullanılıyor.
Legal, yani yasal yayın, dili, yasal boşluklardan yararlanmada ustalık kazanması ve siyasi ilkelerinden taviz vermeden ne pahasına olursa olsun yayınını sürdürmesiyle önündeki zorlukları aşmak zorunda. Bunun dışında bir yayıncılık yok. Bunun dışındaki yollar tıkalı. Bunun dışındaki yollara bel bağlamak yanlış, ya da eski bir deyimle beyhude. Özgür basın ve onun yayın politikası bir yanda tutulursa, yukarıda saydıklarımız dışındaki yolları zorlamadan legal yayın faaliyeti sürdürmek demek, esasında sürdürememek anlamına geliyor. Keskin ya da sivri tavır ve söylemler ardına sığınarak meydanı gericiliğe bırakmak anlamına geliyor. Sözüm ona ilkeler ardına saklanarak zorluklardan kaçmak.. Görevi, gerçekleri halka duyurarak ve bu temelde halkı bilinçlendirerek gericiliğin teşhirini sağlamak olan basın (ya da daha doğru bir deyimle devrimci basın), ne işe yaradığı pek de belli olmayan (ve işin garibi hiç bir kitapta da yeri bulunmayan) bir “ilke”ye uygun davranmak adına devrimci yayın faaliyetini durdurursa, bu yaptığına ne ad verilir?
Okuyucularımız, bu söylediklerimizle, kimleri kastettiğimizi anlamışlardır. Bunlar, 413, 424 ve 425 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerin yayınlanmasından sonra, devrimci yayın faaliyetlerine ara veren devrimci dergiler… Bu dergiler, yayınlarına ara verdikten başka, siyasi ilkelerinden ödün vermeksizin yayınını sürdürmekte ısrar eden Özgürlük Dünyası’na veryansın ettiler. İlkelerden taviz verilemezmiş… Hangi ilkeler? Özgürlük Dünyası hangi konuda taviz verdi? Eğer bahse konu olan şey, Kürtlerle ilgili yayınsa, Özgürlük Dünyası özellikle bu kararnamelerin yayınlanması sonrasında bu konudaki yayınına hız verdi. Ve sadece ama sadece bu nedenden dolayı toplatıldı. Eğer sorun kararnamelere karşı mücadele etmek ve onları işlevsiz hale getirmekse, bu, yine, yayın faaliyetini sürdürerek ve bu yasaları zorlayarak olabilir.
Özgürlük Dünyası bunu yaptı, yayınını durduranlar ise, önce, “kazanılmış mevzileri mücadele etmeden terk etmeyelim” gibi güzel bir gerekçeye sarılarak ve onu fetişleştirerek işe başladılar. Yayınlarını durdurdular ve mücadeleyi, kendi yayınları dışındaki yayınlara konu olmaya çalışarak sürdürme yolunu seçtiler. Sonra daha kötüsü, seviyesi her zaman alaylı gülümsemelere konu olan ama aynı zamanda bu yasayı çıkaran ve belki de cumhuriyet tarihinin en baskıcı başbakanıyla konuşmak ve bu şekilde kamuoyu oluşturmak üzere Ankara’ya gittiler.
Bizce bu dergilerin, kamuoyunu kendi devrimci yayınlarıyla oluşturmaları daha doğru olurdu. Devrimci dergi ve gazeteler bu ve benzeri engellemelerle her zaman karşılaşacak. Belki bugünkünden daha ağır baskılara maruz kalacak. Her defasında mevzileri savunmak adına yayınını durdurmak mı gerekir; yoksa baskı, engelleme ve sansüre rağmen söylemek istediğini söylemenin çeşitli biçimlerini yaratarak ve bu şekilde hem mevzilerini terk etmeyerek ve hem de yeni yasaları delerek ve bu konuda ustalık kazanarak mı mücadele etmek gerekir? Yanıtı verilmesi gereken soru budur.
Yayınını durduran dergilerin, yaptıklarıyla, basın dünyasını harekete geçirmeyi ummaları bizce bir yanılgıydı. Yapılanlarla basın emekçilerini kazanmak amaçlanıyor idiyse bu, zaten gerçekleşmiş bir şey. Kaldı ki basın emekçilerini kazanmanın yolu da bu değil. Basın emekçileri her gün dergilerin yaşadığını yaşıyor. Dolayısıyla onları harekete geçirmenin yolu yayınını durdurmak olmaz. Ama amaç, basını kontrol eden ve çeşitli basın kuruluşlarını elleri altında bulunduranlara “demokratik” görevlerini hatırlatmaksa eğer, bu da yanlış bir çaba olur, çünkü bu odaklar, TC’nin birlik ve bütünlüğü için yayınlanan kararnamelerin içten bir destekçidirler ve devrimci yayın organlarına getirilen bu kısıtlamalara karşı olmadıkları gibi, çeşitli nedenlerden dolayı sevinmektedirler de.
Yukarıda değindiğimiz nedenlerden dolayı, çeşitli dergileri bir araya getiren platformlara, İlk günler çağrılı olarak katıldık. Ne var ki bu dergilerin temsilcileri 413,424 ve 425 sayılı KHK’lara karşı mücadelede uygulanacak yöntemler konusunda özgürlük Dünyası’nın anlayışına ters düşen ve bırakalım başarılı olmalarını, uygulanma şansı da olmayan biçimler önermeye başlayınca adım adım bu platformlardan uzaklaşmaya başladık. Çünkü öneriler, ya “miting düzenlenirse kaç bildiri dağıtacak, mitinge kaç kişi getireceksiniz?” gibi yayın organını yayın organı olarak değil, bir kitle örgütü ya da ona benzer bir başka şey olarak ele alan bir anlayışın ürünüydü ya da “matbaa kuralım” gibi hayalci bir yaklaşımı sergiliyordu. Devrimcilerin, dergilerini, dayanışmalarının ürünü olan bir matbaada bastırmaları iyi bir şeydi de, tüm olanakların birleştirilmesi bile bir rotatif almaya yetmezken, 413. sayılı KHK gereğince matbaa kapatılırsa ne olacaktı? Matbaanın kapatılmasını engelleyecek nasıl bir tılsım vardı? Hem henüz tüm olanaklar tüketilmemişken ve pekâlâ da kararnameye rağmen yayın çıkarmak olanaklıyken…
Nitekim dergi platformuna katılan dergiler, ya bir biçimde yayınlarını sürdürmenin yollarını aramaya başladılar ya da buna benzer bir başka yolla çıkış arama durumunda kaldılar. Platform toplamlarından geriye, yalnızca boşu boşuna kaybedilen zaman ve boşuna harcanan enerji kaldı.
Zorluklarla da olsa yayın çıkarılabiliyor ama gelecekte, içinde bulunduğumuz zorlukların daha beteriyle karşılaşmamız mümkün. 2. Takrir-i Sükûn Kararnamesi öyle hafife alınacak bir bela değil. Her şeyden önce kurnazca bir düşüncenin ürünü olduğu belirtilmeli. Çünkü devlet, usta bir manevra ile sansürcülüğün birinci perdesini matbaa sahiplerine havale etmiş durumda. Özellikle Kürtler hakkında yazılan yazıların matbaa sahipleri tarafından kabul edilebilir olması gerekiyor. (Bu noktada dergi yazarları Ezop dilinin en süzülmüşünü kullanmak zorunda.) Yoksa matbaaların, uzun ya da kısa bir süre için kapatılması işten bile değil! İkinci perde, DGM savcılarının… Matbaa sahiplerinden sıyrılmayı başarabilen yazı mutlaka savcılıklara takılıyor. Matbaa sahipleri hiç değilse Kürt sorunu konularında hassas. Kürt sorunu dışına bir konu onları ilgilendirmiyor. Kürt sorunu konusunda tehdit edilmişler çünkü. Komünizm propagandası, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde baskı ve tahakküm kurması ve çeşitli devlet kurumlarına hakaretler DGM savcılarının ihtisas alanına giriyor. Haklarını teslim etmek gerek! En geç iki, bilemediniz üç gün içinde bütün “suç” delillerini toparlayıp toplatma kararını çıkarıveriyorlar. Ancak belirtmek gerek, çoğu kez, herhangi bir gerekçe göstermeksizin de toplatma kararı çıkabiliyor. İstim arkadan geliyor o zaman.
11. sayımızda 1. yılımızı tamamlamış ve durumumuz hakkında genel bir bilgi vermiştik. 3. sayımızla başlayan ve sonraları tuhaf bir gelenek haline gelen tek sayıların toplatılması kuralına uygun olarak o sayımız da toplatıldı. 9. sayımızdan sonra “gelenek” de ortadan kalktı ve dördü dışında tüm sayılarımız DGM savcısının ihtisas alanına girdi. 19.20. sayılarımız, 2. Takrir-i Sükûn kararnamesi sonrasına rastlamalarına rağmen toplatılmamayı başardılar. Böylece yirmi iki sayımızdan dokuzu dışındaki tüm sayılar toplatılmış oluyor. Birinci yılımızda toplanma oranı % 60 iken, ikinci yılımızda bu oran % 75’e yükseldi. Toplam ortalama % 62.5
Açılan davaların büyük çoğunluğu 142 maddeye muhalefetten. Bunların bir kısmı sonuçlandı ve Yargıtay’da kararın kesinleşmesini bekliyor. Üç tanesi para cezasına çevrildi. Karar kesinleşirse 35,5 milyon TL ödemek durumunda kalacağız.
Toplatılan sayılarımızdan iki tanesi kesin olarak beraat etti. Bunlardan biri, dergimizin ilk kez toplanmaya konu olan 3. sayısı. Diğeri de 14. sayımız. Bu dergileri geri aldık, ne var ki, Adliye’nin rutubetli depolarında okunmaz ve kullanılmaz hale gelmişti. Yine de aralarında işe yarar bir miktar dergi var. Dergiler beraat etse bile kullanılmasınlar diye üzerine su dökülerek küflenmeye terk edildiklerinden kuşkulanıyoruz. Dergilerin büyük kısmının çürümüş olması bu kanımızı doğruluyor, ama olsun. Düşmana inat çıkacağız.
Toplatılmalardan dolayı satış grafiğimizi tam olarak verebilmek mümkün değil. Toplatma olmadığı ya da toplamanın geciktiği aylarda Hür-Da’ya verdiğimiz dergilerin % 60-70’i satılıyor. Derginin erken, yani ayın ilk ya da ikinci gününde toplatıldığı sayıların satışı doğal olarak % 30-35’lere kadar düşüyor. Böylesi zamanlarda polis, dergiyi, bölge bayiliklerinden, yüzlük paketler halinde, henüz küçük bayiliklere dağıtılmamışken topluyor. Benzer durumla, çok geç çıkmış toplatma kararlarında da karşılaşıyoruz. Siyasi tercihlerine göre hareket eden bölge bayilikleri var ve bunlar, nasıl olsa toplatma olacak diye, dergileri dağıtıma çıkarmayarak polisin gelip alması için bekletiyorlar. İzmir başbayisi bunlardan biri ve yaptıkları tutanakla da sabit. Tokat başbayii ise Tokat’a sol yayın sokmuyor.
Derginin satışında karşılaşılan pürüzler bunlardan ibaret değil elbette. Polislerin bazen keyfi bazen de örgütlü tutumları sonucu büfe bayileri üzerinde yaratılan baskılar dergi satışını düşürüyor. Büfeciler, Özgürlük Dünyası’nı görünür bir yere koymasınlar diye tehdit ediliyor. Kimi zaman, hakkında toplatma kararı olmasa bile polisler dergilere keyfi olarak el koyuyorlar Dergileri aldıklarında tutanak da imzalamadıkları için, büfe sahipleri, dergilerin parasını, Hür-Da’ya satılmış gibi ödemek zorunda kalıyorlar. Bu yüzden de dergileri görünmez yerlere koyuyorlar, ya da hiç satmama tutumu içine giriyorlar. Okuyucularımızın, bu durumu göz önünde bulundurarak hareket etmeleri gerekiyor. Çünkü bayilerde genel olarak dergi var ve satıcı sormadan dergiyi ortaya çıkarmıyorlar. Kuşkusuz bunlar da aşılacak, aşacağız. Her şeye karşın aylık siyasal-kültürel bir teorik dergi olarak Özgürlük Dünyası en çok satılan dergi durumunda ve bu da bizi sevindiriyor.
7000 civarında bir satış ilk bakışta ve sürdürdüğümüz misyonun geçmişteki yayın faaliyeti göz önünde bulundurulduğunda az gelebilir. “Neden bu kadar az?” diye soranlar oluyor. Evet az. Ne var ki 12 Eylül depreminden geçmiş bir Türkiye’de yaşadığımız düşünülürse, bu rakamın teorik bir dergi için pek az olmadığı görülür. Hemen hemen hiç tanıtımı yapılmadığı, satışı arttırmak için ilan verme yoluna pek az gidildiği (İlan fiyatlarını çok yüksek olduğunu bu arada söyleyelim. Örneğin iki sütuna 5 santimlik, yani 45 santimetre karelik bir ilan Cumhuriyet gazetesinde indirimli olarak 650.000 TL. Cumhuriyet gazetesi dışındaki gazeteler Marksist dergilerin ilanını almıyor. Cumhuriyet, aldığı ilanı 413. KHK’ya göre sansür ediyor vb.) hatırlanırsa, satışların neden arttırılamadığı dahi iyi anlaşılır.
İlan, yalnızca tanıtım açısından önem taşımıyor. Ayın ilk günü çıkma garantisi olmayan dergiler için ilan, okuyucularına, piyasaya çıktığını haberini vermesi açısından önemli. Gerçekten, bazen yasal engellerden, bazen kâğıt bulunamamasından ya da bir başka yasal zorunluluktan dolayı, genellikle söz verilen tarihte çıkılamayabiliyor. Böyle olunca dergi okuyucuları derginin çıktığını öğrenemedikleri için ilan bekleme durumunda kalıyorlar. O arada ilan verilmemiş ve hele hele ardından toplatma kararı da çıkmışsa, dergi satışı epeyce düşüyor. Bu bakımdan ilan verme ile toplatma kararının çıkması arasındaki hassas dengeyi, hem bizim ve hem de okuyucularımızın iyi kollaması gerekiyor. Ne oluyorsa bu arada oluyor çünkü. Türkiye’ye özgü bu kovalamada kimin daha atik olduğu büyük önem taşıyor. “Malı kapan götürüyor”
Özgürlük Dünyası siyasi ilkelerinden ve Marksizm-Leninizm’den ödün vermeden yayınını sürdürecek. Bu süreçte karşılaştığı zorlukları öyle ya da böyle aşacak. Zaman olacak dilini, zaman olacak üslubunu değiştirecek. Ama değişmeyecek olarak kalacak olan şey, doğru bildiğinden emin olduğu görüş ve düşüncelerinin propagandasının hemen her koşulda olanaklı olduğudur. Devrimci basın, koşulları göz önünde bulundurarak gerekli esnekliği uygulamada başarılı olursa, olanakları gerekli enerji ile zorlayabilirse, kalıcı olabilmek ve kalıcı bir yayın geleneğini oluşturmak mümkündür. Yeter ki azmedilsin, yeter ki bu mantık inatla hayata geçirilebilsin.
Özgürlük Dünyası doğru bildiği yolda yürüyecek…

Eylül 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑