1 Mayıs’tan günlerce önce ülke çapında daha da yoğunlaştırılan baskı ve terör dalgasına karşın, İstanbul’dan Diyarbakır’a, Zonguldak’tan Adana’ya ülkenin belli başlı sanayi kentlerinde işçi sınıfımız 1 Mayıs’ı kutladı.
İstanbul, İzmir, Adana, Mersin, Zonguldak, Kırıkkale, İzmit, Bursa, Ankara, Kütahya, Tekirdağ, Trabzon ve Diyarbakır’da 1 milyonu aşkın işçi çeşitli biçimlerde 1 Mayıs’ı kutladı. İstanbul başta olmak üzere yurdun birçok yerinde işçiler ve gençler gösteriler yaparak 1 Mayıs kutlamalarına daha da anlam kazandırdılar. Petrol-İş Sendikasının yetkili olduğu yurdun çeşitli bölgelerindeki işyerlerinde 2 saat süreyle iş durdurulurken Zonguldak, Kütahya gibi kömür ocaklarındaki 100 bin dolayındaki işçi yarım saat süreyle ocaklara inmeyerek 1 Mayıs’ı kutladı. Ülke çapında 130 bin belediye işçisi ise gün boyu iş bıraktı.
İktidarın terörünün, patron ve Türk-İş ağalarının engelleme çabalarınım boşa çıktığını gösteren en anlamlı gösteri ve kutlamalar ise İstanbul’da gerçekleşti: Başta Belediye-İş, Deri-İş, Tümtis, Petrol-İş, Yol-İş, Tes-İş sendikalarının örgütlü olduğu işyerlerinde olmak üzere on binlerce işçi 1 ila 3 saat arasında iş bıraktı. Kazlıçeşme deri işçileri, Topkapı ambarlarının taşıma işçileri, Cevizli ve Cibali tekel işçileri, Kutlutaş, Birleşik Alman, Wyeth, Bufer-Bufalo-Beybi, Taşkızak, Permatik, Karayolları, Darphane, İSKİ-SUSER, Deteks, Çizmeci Kauçuk, Askeri Levazım, Adel Kalem, Derby, TEK, Farglas, Plastaş, Paşabahçe Cam, Eczacıbaşı, ÇBS, DSİ, İSBAK işçileri 1 Mayıs’ı kutlayarak işçi sınıfımızın kendi bayramına sahip çıkmasının simgesi oldular.
Elbette İstanbul’daki kutlamalar sadece işyerlerinde yapılan iş durdurma ve bildiri okumakla sınırlı kalmadı. Günün erken saatlerinde toplanarak İstanbul şubeler platformunun bildirisini okuyan Kazlıçeşme işçileri polis tarafından işgal edilmiş caddede yürüyüşe geçtiler. Polisle girişilen çatışmada dağıtıldıktan sonra da işçiler küçük guruplar halinde cadde ve sokaklarda gösterilerini sürdürdüyse de 200’den fazlası polis tarafından yakalanarak gözaltına alındı. Güngören’de ise, Belediye-İş 2 No’lu şube işçileri Merter’deki işçilerle birleşebilmek için Merter’e doğru yürüdüler. Yol boyunca polisle birkaç kez çatışarak ilerlediler, ama Merter’e ulaşamadan dağıtıldılar. Güngören’den hareket ettiğinde 1000’i aşkın bir kalabalık olan işçiler yarım saat boyunca, “İşçiler El Ele Genel Greve”, “Faşizme Ölüm Halka Hürriyet” gibi sloganlar haykırıp, kendi partilerinin pankartları altında yürüdüler. İncirli’den yürüyüşe geçen 1500 dolayındaki işçi ve genç ise, Coca-Cola işçileriyle birleşerek Merter’de Güngören’den gelen kardeşleriyle birleşmek amacıyla yürüdüler, ama Coca-Cola önündeki polis barikatını aşmayı başaramadılar. “Yasasın 1 Mayıs”, “İs Ekmek
Özgürlük”, ” Faşizme ölüm Halka Hürriyet” pankartlarıyla yürüyen göstericileri polis ancak takviye aldıktan sonra dağıtabildi. Her iki gösteride yüzlerce işçi ve genç gözaltına alındı. Tümtis’e bağlı Ambarlar işyerindeki işçiler ise, İstanbul Sendika Şubeleri Platformunun 1 Mayıs kutlama bildirisini okuduktan sonra başlarında sendikacıları olmak üzere dışarı çıkmak istedilerse de, daha önce işyerlerinin kapısını tutmuş olan polis güçlerini aşamadılar. Belediye İş 1 No’lu şubeye bağlı Ümraniye belediye işçileri ise, park ve bahçe işçileriyle birleşerek Bağlarbaşı’nda yaptıkları gösteri ile 1 Mayıs’ı kutladılar.
Cevizli Tekel işçileri işveren ve polisin önlemlerini aşıp cadde ve alanlara çıkamadılar ama fabrika bahçesinde saatlerce sloganlar atarak, halay çekerek 1 Mayıs ı kutladılar. Bu Cevizli Tekelin tarihindeki ilk kutlama olması bakımından da ayrı bir öneme sahipti.
Elbette, her yer ve her önemli olayda olduğu gibi 1 Mayıs’ta sadece coşku, mücadele isteği yoktu: keskin iddialar arkasında pasifizm, güçlerin boş yere harcanması gibi dramatik gelişmeler de yaşandı. 1 Mayıs öncesi Taksim fetişizmi yaratarak, (biraz yalpalamayla “dergiler platformu”nun “Taksimcilerin” peşine takılması da onları cesaretlendirdi) “1 Mayıs ya Taksim’de kutlanır ya da hiç bir yerde”, mantığı ile hareket edenler, Belediye İş’in 1 No’lu Beyoğlu Şube temsilcisi aracılığı ile çağrılar yayınlayarak, burjuva basınından da aldıkları “destekle” binlerce genç ve işçiyi işgal edilmiş Taksim çevresine topladılar, ama bu güçleri harekete geçirme cesaretini de gösteremeyerek “sol”culuğun yeni bir örneğini sundular. Sadece, 35-40 kişilik iki gösteri 200 kişi dolayındaki bir kalabalıkla yapılan çatışma ötesinde 1 Mayıs adına Taksim’de yapılan olumlu bir şey yoktu.
Yine aynı “Taksimci” anlayış, Edirnekapı Belediye İş 1 No’Iu şubeye bağlı temizlik işçilerinin işyerinden çıkarak yürüyüşe geçmelerini de engelledi. Kendisine “devrimci” diyen işveren vekili ile “Taksimci” sendikacılar el ele vererek keskin sözler arkasına saklanarak işçilerin mücadelesini engellediler. Ama her şeye karşın İstanbul işçi sınıfı 1 Mayıs’ı kutladı ve ders almasını bilenler için 1 Mayıs’ın nasıl kutlanması gerektiğinin ötesinde dersler sundu.
1 Mayıs’ta Çok taraf ve iki tutum
1990 1 Mayıs’ında da, mücadelenin kalbi ve beyni, ülke proletaryasının çoğunluğunu bağrında taşıyan, İstanbul’daydı. Özellikle işçi sınıfına yaklaşım, sınıfı kazanma ve mücadelenin nasıl ilerletileceği ve sınıflar mücadelesini yönetme açısından, İstanbul’da yaşananlar dikkate değer dersler sunmaktadır. Bu yüzden de, 1990 1 Mayıs’ını değerlendirirken İstanbul’da yaşananlar üstünde durmak bir zorunluluk olarak göründü bize.
Hiç kuşkusuz bir mücadele içinde elde edilen sonuç da önemlidir, ama işçi sınıfının mücadelesi gibi amaçları kapitalizmin sınırlarının ötesine ulaşan mücadelede, mücadele sürecinin bütününden çıkarılan dersler, çoğu zaman o anki mücadelenin elde etliği sonuçlardan çok daha önemlidir. Yakın geçmişte yaşadığımız 1 Mayıs süreci de, böyle, çıkarılacak derslerin olup bitenlerde daha önemli olduğu süreçlerden birisidir.
1 Mayıs 1990’a gelen süreci bir kaç ay öncesinden başladığını göz önüne alırsak şöyle bir panoramayla karşılaşırız:
Hükümet, gerici ve faşist odaklar, 1 Mayıs’ın kullanmasını engellemek için ellerindeki her olanakla baskı ve terörü artırarak emekçileri 1 Mayıs’ı kutlamaktan caydırmak için çalıştılar. 1 Mayıs’ın bir işçi bayramı değil, anarşistlerin ve teröristlerin bayramı olduğunu “kanıtlayan” “düşünce” yazılarından, 1 Mayıs için kurt köpeği timleri kurmaya kadar varan ve nihayet 1 Mayıs günü büyük kentlerin ve fabrikaların asker ve polis işgaline uğratılmasıyla, kitlelere kurşun sıkılmasıyla sonuçlanan önlemlerle 1 Mayıs’ın kullanması engellenmeye çalışıldı. 1 Mayıs düşmanlığında bir sınır tanımadı gerici ve faşist çevreler.
TBKP’den DYP’ne kadar burjuva muhalefet partileri ise, “1 Mayıs’ı kutlamanın işçilerin hakkı” okluğunu söyleyerek sureti haktan yana görünmeye özen gösterirken, ama diye devam ettiler, “bu hakkı kullanırken işçiler kışkırtmalara kapılmamalı, yasalara uygun davranmalı, istikran bozucu eylemlerden kaçınmalıdırlar. Biz iktidar olunca zaten bu hakkı onlara vereceğiz. Zaten komünizm SB ve Doğu Avrupa’da bile iflas ettiğine göre atık bizim ülkemizde de işçilerin 1 Mayıs’ı kutlaması için bir sakınca kalmamıştır” vb. vb. Bu çerçevedeki demeç ve propaganda ile işçiler için bir mücadele günü olmayan bir 1 Mayıs kutlamasını savundular.
Burjuva basını, hükümet ve muhalefetin sözcüsü olarak bir yandan 1 Mayıs’tan çok 1 Mayıs’ın engellenmesi için alınan önlemlerin propagandasını yaparak, bir yandan da, ilericiliği kimselere bırakmamak için 1 Mayıs’ın artık bizde de kutlanması için (kutlanmaması demokratik görüntümüzü bozuyormuş) hükümete akıl vermeyi esas alan bir tutum takındı.
Görüntüyü, işçi sınıfının en büyük sendikası olma iddiasındaki Türk-İş tamamladı. 1 Mayıs’ın işyerlerinde yemek saatinde Türk-İş bildirisinin okunması biçiminde kutlanacağını duyurdu. 1970’li yıllarda 1 Mayıs’ı işçi sınıfının bayramı olarak bile kabul etmeyen Türk-İş için bu bir ilerleme sayılırsa da bu, 15-16 Haziranları 1960-1970’li yılların büyük grev direniş ve işgallerinde 1989’un “bahar eylemlerinden” geçen işçi sınıfımız, için kabul edilemezdi. Öyle de oldu. Zaten Türk-İş’ten daha ilerisini beklemeyen devrimci sendikacılar ileri işçiler, devrimci bir 1 Mayıs için çalışmalarını önceden başlatmıştılar. Bu çabaların bir sonucu olarak da, İstanbul sendika şubelerinin oluşturduğu platform ortaya çıktı.
Türk-İş üst bürokrasisini bir yana iterek kurulan İstanbul’daki 41 sendika şubesince oluşturulan Platform İstanbul’da kullanan 1 Mayıs’ın hareket ettirici gücü oldu. Türk-İş bürokrasisinin kenara itildiği bu dönem boyunca. Platform bütün işçi sınıfımızın istemlerini dile getiren tek meşru odak olarak işlev gördü.
1 Mayıs ve sonraki gelişmeleri doğru değerlendirebilmek için, platformun çalışmalarına kısaca göz atmak gerekir: Platformun oluşmasından kısa bir süre sonra Platform işyeri sendika temsilcileri ya da işçilerin seçeceği herhangi bir temsilcinin katılacağı işyeri temsilcileri toplantısı çağrısı yaptı ve Nisan ortasında gerçekleşen bu toplantıya çeşitli işyerlerinden 700 dolayında temsilci ya da baş temsilci katıldı. Belki de temsilciler yaşamlarında ilk kez görüşlerini serbestçe ifade edecek bir ortamda konuşup tartışma olanağı buldular. Herhangi bir toplantıda olamayacak kadar canlı tartışmalar oldu. Toplantının demokratik ortamı içinde değişik siyasi eğilimler bildiri vc konuşmalarla kendi görüşlerini de açıkça ortaya koyma olanağı buldular. Marksistler, daha platformun oluşması süreci içinde, 1 Mayıs’ı sadece devrimcilerin ya da sınıfın bilinçli kesimlerinin birlik ve mücadele günü değil, bütün sınıfın birlik ve mücadele günü olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bugünkü koşullarda 1 Mayıs’ın diktatörlüğün saldırılarının püskürtülmesi ve yeni mevzilerin kazanılması için sınıfın birleşik devrimci eyleminin hazırlanmasında bir adım olması gerekliğini ileri sürerek; bunun için de, üretimin durdurularak her fabrikanın, her sokağın ve işçi semtlerinin kitlesel gösterilerle 1 Mayıs alanı haline getirilmesi çağrısını yapmıştı. Ve bu çağrı temsilciler toplantısında büyük bir kabul görmüş, konuşmacıların ezici çoğunluğu 1 Mayıs’ın kutlanmasında esas alınması gereken şeyin sınıfın üretimden gelen gücünün kullanılmasını ve bütün kentin 1 Mayıs alanı haline getirilmesini savundu. Bazı temsilciler ise, Taksim’e çıkılması için ısrar ettiler. Bütün bu önerileri göz önüne alan Şubeler Platformu “Taksim’i de dışlamadan”, 1 Mayıs’ta üretimin durdurulması ve en yakın alanlara yürünerek birleşen güçlerin Taksim’e yönelmesi doğrultusunda karar aldı. Özel olarak karar şöyleydi:
* 1 Mayıs, üretim durdurulup sokaklara çıkılarak, her yer 1 Mayıs alanı haline getirilerek kutlanacak. Alanlarda toplanan güçler Taksim’e yürüyecek.
* 1 Mayıs miting tertip komitesi oluşturularak Taksim’de yasal bir miting için başvurulacak, eğer yasal izin verilmezse kutlama yukarıdaki biçimde gerçekleştirilecek. Şubeler tertip komitesine birer temsilci verecek ve tertip komitesinin işlerini seçilecek bir yürütme komitesi yürütecek.
* İktidarın baskıları ve Türk-İş yönetiminin uşaklık politikası bir basın açıklamasıyla kınanacak.
Bu kararlar Otomobil-İş dışındaki tüm şube temsilcilerinin ortak kararı olarak çıktı. Otomobil-İş ise, ağababalarının politikaları doğrultusunda davranarak, yasal olmayan hiçbir organizasyona katılmayacaklarını açıkladı.
Öte yandan, bazı sol siyasi dergiler 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili bir platform oluşturarak, Sendikalar Platformunda temsil edilmek üzere başvuruda bulunmuşlardı. Bu yüzden, toplantıda bu başvuru da incelenip karara bağlandı ve “dergilerin 1 Mayıs’la ilgili karar hakkına sahip olamayacağı” gerekçesiyle bu başvuru reddedildi. Haklı olarak Platform, dergileri bir kitle örgütü olarak görmediğini, eğer Şubeler Platformunda görüşlerini savunanlar varsa zaten kararların alınması ve oluşturulmasında rol oynayacaklarını, bunun dışında dergilerin kitle örgütleriyle aynı platformda söz ve karar sahibi olamayacaklarını belirtiyordu. Bunun üzerine dergiler platformu da, çıkardıkları ortak özel sayıda sendika şubeleri platformunu destekleyeceklerini açıkladılar.
Burada, Belediye-İş 1 No’lu ve İtfaiye şubelerinin, tabi onları destekleyenlerin tutumları üstünde ayrıca durmak gerekiyor: Bu eğilimin Platformdaki sözcüsü Hıdır BAL’dı. Platform içinde başını Hıdır Bal’ın çektiği bu gurup platform çalışması boyunca dayatmacı, şantajcı bir tutum izledi. Sınıfa ve mücadeleye karşı herhangi bir sorumluluk duymadan, kendi gurup çıkarlarını her şeyin önüne koydu. Bu grup, gerçekte sadece Belediye-İş Beyoğlu şubesi ve İtfaiye Şubesini temsil ettiği halde, bütün Belediye-İş’i temsil ediyor gibi tutum aldı ve ta ki Belediye-İş 2 No’lu ve Anadolu şubelerinin açıkça tavır koymasına kadar bu tutumlarının sürdürdüler. Sürekli olarak “Taksim varsa biz de varız, yoksa kalkar gideriz” tavrını devam ettirdiler. En son şube temsilcileri toplantısında ise: “1 Mayıs Taksim dışında kullanamaz, biz evraklarımızı hazırladık, isteyen gelir katılır, yoksa platformu terk ediyoruz” tutumunu takındılar. Ancak, bu sefer tepki sert oldu. Platform çoğunluğu “isterseniz çekip gidin” deyince tutumlarından (şimdilik) vazgeçtiler. Ancak bölücü ve şantajcı tutum miting başvurusu sırasında da devam etti. Miting için ayrı bir tertip komitesi oluşturdukları gerçeği ortaya çıktı. Bütün bu gelişmeler karşısında Şubeler Platformu sorumlu bir tutum takınarak sorunları soğukkanlı bir biçimde çözmeye çalıştı. Ama zaman zaman gereksiz tavizler de verdi. Bunlardan birisi de H. Bal’ın tertip komitesinin başkanlığına seçilmesini kabul etmesiydi. Çünkü bu kişi platformu temsil ettiğini ve Yürütme Komitesine karşı sorumlu olduğunu unutarak (unutacağı tahmin ediliyordu) kendi anlayışı doğrultusunda konuşmalar yapmayı, demeçler vermeyi sürdürdü. Her fırsatta platform kararlarını bir tarafa iterek, “Taksimci” eğilimin propagandasını yaptı. Tertip Komitesinin basın bildirisini basına okumak yerine son anda eline sıkıştırılan açıklamayı Tertip Komitesinin açıklaması gibi okumaktan çekinmedi. Taksim’de miting izni verilmeyeceği belli olduktan sonra bile H. Bal “Ne pahasına olursa olsun Taksim’e çıkılacak” çağrılarını sürdürdü ve bu konuda burjuva basınından da büyük destek gördü. Çünkü burjuvazi için bir avuç devrimcinin Taksim’e çıkması önlenebilir bir şeydi, ama yüz binlerce işçinin iş bırakması ne önlenebilir ne de katlanılabilir bir şeydi. Ama Şubeler Platform’unu işlevsiz kılmak için bütün bu çabalar yetmeyince, bir başka yönelişe girildi. Nisan’ın son haftası içinde yapılan 1 Mayıs Yürütme Komitesinin toplantısı sona ermek üzereyken Belediye-İş 1 Nolu Şube ve İtfaiye şubeleri ile kalabalık bir dergi temsilcisi gurubu toplantının genişletilerek sürmesini istediler. Platform Yürütme Komitesi, buna karşı çıkmasına karşın toplantıyı karar organına dönüştürdüklerini ilan ederek bir dizi “çoğunluk kararı” aldılar. Alınan “kararlara” göre:
* 3 sendika ve 3 dergi temsilcisinden oluşacak yeni bir yürütme kurulu oluşturulacak.
* Tüm güçler 1 Mayıs günü Taksim’e çekilecek ve kutlama saat 12’de Taksim’de yapılacak.
* Platformun daha önce aldığı, üretimi durdurma ve bütün alanları 1 Mayıs alanı yapma çağrısını da yanlış bulmuyorlar, ama fabrikalar önündeki gösteriler kısa kesilmeli ve Taksim’e yetişilmeliydi.
Sendika Şubeleri Platformu Yürütme Komitesi bugün sonra yaptığı toplantıda bu kararlan tanımadığını, kutlamanın daha önceki platform kararlan doğrultusunda gerçekleştirileceğini, Platform ve Yürütme Komitesi’nin kararlarını sürekli olarak ihlal eden H. Bal’ın Tertip Komitesi başkanlığından alındığını açıkladı. Ama burjuva basını bu açıklamayı “Sendikalar bölündü” diye manşete çıkarırken H. Bal’ın açıklamalarına yer vermeye devam elti. Böylece de Örgütsüz pek çok devrimci ve demokratın Taksim’e gelerek güçlerin bölünüp heder edilmesinin yolu H. Bal ve burjuva basınının gayretiyle açık tutuldu.
Gelişmelerin izlenmesinden de açıkça anlaşılacağı gibi 1 Mayıs’ın nasıl kutlanacağı doğrultusunda SHP’den Marksistlere kadar uzanan ve görünüşte birbirinden farklı değişik biçimler öne sürülüyordu, ama gerçekte iki farklı kutlama anlayışı savaştı. Bunlardan birincisi, biçim ne olursa olsun kutlamayı işçi sınıfı ve emekçilerin dışındaki güçlerin gerçekleştirmesini savunuyordu; ikincisi ise, 1 Mayıs’ın işçi sınıfının birlik ve mücadele günü olmasından kalkarak kutlamayı sınıfın üretimden gelen gücü dâhil bütün olanaklarını kullanarak, sınıfın bizzat kendisinin yapmasını savunuyordu. İşte 1 Mayıs’tan iki ay kadar önce başlayarak süren taktikler arasındaki çatışmanın temelinde bu iki karşıt anlayış yatıyordu.
Soruna biraz daha yakından bakalım: Türk-İş ağaları ve TBKP 1 Mayıs kutlamasını artık başka türlü yapamayacakları için kabul ettiklerinden, bir salon toplantısı ve bir bildiri ile geçiştiriyorlardı. İşçilere sahip çıkar görünerek oy potansiyeline yatırım yapanlar ise, bir gurup SHP’linin Atatürk anıtına çelenk koyarak ve Partide kendi aralarında bir toplantıyla sorunu kendilerince çözüyordu. Türk-İş, SHP ve TBKP’nin, her üçünün de tulumlarının temelinde aynı 1 Mayıs’ı işçi sınıfı dışında kutlama, sınıf adına, onun temsilcisi olarak 1 Mayıs’ı benimseme tutumu vardır.
1 Mayıs illa da Taksim’de kutlanmalıdır diyen, Belediye -İş 1 Nolu ve İtfaiye şubeleri ve onların destekçileri ile Şubeler platformu ile “Taksimci” tutum arasında gidip gelen “Dergiler Platformu”nun tutumu ise, niyet ve görünüş olarak devrimcidir, ama 1 Mayıs’ı işçi sınıfının birlik ve mücadele günü olarak değil de, işçi sınıfı adına devrimcilerin kutlayacağı bir gün olarak görme bakımından öncekilerinden farklı bir dünya görüşünden yansıyan bir tutum değildir. Dahası bu tutum, sınıfa güvenmeme, devrimciliği sınıfa yukarıdan emirler yağdırma, onun adına konuşma olarak görme hastalığının, TKP’nin işçi sınıfına hor bakan mirasının devrimci küçük burjuva çevrelerde tezahürüdür.
Bu çevrelerin 1 Mayıs ve sonrasında yaşadıkları panikte bu anlayış daha da açık biçimde kendini gösteriyor: bu çevrelere bakılırsa, 1990 1 Mayıs’ı bugüne kadar yaşanan en kötü 1 Mayıs’tır, devrimciler pasiftir, işçiler korkak ve pısırıktır vb. vb. Çünkü onlar Taksim’de düşündükleri eylemi yapamamışlardır, öyleyse ülkede hiçbir şey olmamış, 1 Mayıs kullanmamıştır! Ama bugüne kadar hiç 1 Mayıs kutlaması yapmamış yüzlerce işyerinde işçiler çeşitli biçimlerde 1 Mayıs kutlamasına katılmış; birçok işyerinde on binlerce işçi şalter indirmiş, yüzlerce işçi ve genç pankartlar ve sloganlarla sokaklarda yürümüş, polisle çatışmış, İstanbul’un en azından birkaç alanı daha 1 Mayıs alanı olmuş, sınıf ilk kez yasa ve yasaklamalara karşın, sendika bürokratlarını da bir kenara iterek 1 Mayıs ve onun ideallerine sahip çıkmış, bunun onlar için hiç bir anlamı yoktur. Çünkü onlar için gerçek olan sadece kafalarının içindeki plan ve projelerdir, bunlar değil de başka şeyler gerçekleştiğine göre, ya hiçbir şey gerçekleşmemiştir ya da gerçekleşenler ve gerçekleştirenler tu kakadır.
Taksim’de olan neydi?
Taksim’de ne olduğunu herkes biliyor, ama bir kez de bizim tekrarlamamızda bir sakınca yok. “Taksimciler” Hıdır Bal’ın sözcülüğünde “1 Mayıs’ın Taksim’de ne pahasına olursa olsun, kullanacağı” doğrultusunda, doğrusu iyi bir propaganda yürüttüler. Sendikalar Platformu’nun çağrılarına pek itibar etmeyen burjuva basını da, işine böylesi geldiğinden olacak günlerce H. Bal’ın açıklamalarına yer verdi. Bu, birçok iyi niyetli, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen devrimcinin 1 Mayıs günü polis ve asker tarafından tam bir işgale uğramış Taksim çevresinde toplanmasına yol açtı. Başka alanlarda 1 Mayıs’ı kutlamış olan birçok devrimci de, o kutlamalardan sonra, Taksim’deki kutlamaya katılmak için Taksim çevresine gelmişti. Ama daha sabahın erken saatlerinden itibaren bütün sokakları tutan polis yoldan geçenler de dâhil yüzlerce kişiyi elindeki bütün araçları ve belediye otobüslerini de kullanarak, gözaltına alarak çeşitli karakol, şube vb. yerlere gönderiyordu. Buna karşın çok sayıda devrimci sokak ve caddelerde bir çağrı bekledi durdu, öyle ya, bir takım güçler daha dün “ne pahasına olursa olsun 1 Mayıs’ı Taksimde kutlayacağız” demişti. Ama “Taksimci” eğilimin sözcüsü ve destekçileri ortada yoktu. Gerçekle ise, H. Bal herkesin gösteri çağrısı beklediği saatlerde, Taksim çevresinde arabayla şöyle bir dolaşmış, “Taksim’e çıkılamaz” kararını vererek çekip gitmişti. Herhalde “pahanın” biraz pahalı olduğunu görmüştü. Ama H. Bal gerçekten çizgisine çok bağlı bir kişi olmalı ki, açıklamalarını 1 Mayıs’tan sonra da sürdürdü; ertesi gün yine gazetelerde günün adamıydı; şöyle diyordu: “1 Mayıs günü Taksim’e 5000 arkadaşımızı gönderdik, bunlardan 3000’i gözaltına alındı, ama Taksim çevresinde yine de 2000 arkadaşımız, vardı, öyleyse kimse 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmadığımızı söyleyemez”. Bu demagoji ile ancak Demirel yarışabilir, ama bu açıklamayı burjuvazi bıyık altından gülerek, devrimciler ve işçilerse uygun küfürlerle okumuş olmalı.
Elbette Taksim’e giden devrimciler oraya 1 Mayıs’ı kutlamak için gitmişlerdi ve bir kaç bölgede polisle çatışmalar ve bu çatışmalarda yaralananlar oldu. İTÜ Öğrencisi Gülay Beceren polis kurşunlarıyla ağır yaralandı ve felç oldu. Ama bu çatışmalar bile, “Taksime çıkılmaz” fetvasını verenlere rağmen olan çatışmalardı.
Kısacası, Taksim hülyası, işçi sınıfına tepeden bakanlar, sınıfsız, bir 1 Mayıs kutlama iddiasındakiler için gerçek bir iflas oldu. Ama daha önemlisi, bütün bu olup bitenlerden ders alabilmek, mücadele anlayışını gözden geçirebilmektir. Eğer bu yenilgi bu konuda uyarıcı olursa Taksim bir yenilgi olmaktan çıkar, hem bu gruplar için hem de Türkiye devrimci hareketi için bir kazanç haline gelebilir.
işçi Sınıfının Mücadelesinde Bir Dönemeç. 1 Mayıs 1990
Her şey den önce, 1990 1 Mayıs’ı bugüne kadar 1 Mayıs kutlamasına katılmamış on binlerce işçinin çeşitli biçimlerde kutlamaya katılması ile işçi sınıfımız için başlı başına bir kazanç olmuştur. İşçi sınıfı bugün kopartılan “sosyalizm iflas etti ” yaygaralarına hak ettiği cevabı vererek, kendi mücadele gününe ve sosyalizm ideallerine sahip çıkmıştır. Ayrıca 1 Mayıs’ta yapılan tutuklamaları ve saldırıları protesto için 1 Mayıs sonrası yaptığı eylemlerle sınıf dayanışmasının en iyi örneklerini vermiştir.
Öte yandan her mücadelede, özellikle nispeten kısa süre içinde uygulanan laktiklerde, mücadeleye katılan siyasi eğilimler ve sınıfın öncüsü, bu mücadele içinde öngörülerini, sloganlarının geçerliliğini, kadrolarının yetenek ve kavrayışını, sınıf mücadelesini yönetme yetkinliğini vb. pek çok şeyi deneme imkânını bulur; doğrularını geliştirme ve yanlışları giderme fırsatını yakalar, sonraki mücadeleler için daha hazırlıklı olma olanağını elde eder. Kuşkusuz 1990 1 Mayıs’ı bu açıdan da pek çok olanak sunmuştur. Doğru tespit ve sloganların sınıf tarafından nasıl kabul gördüğü, sınıfa rağmen ve onun dışında geliştirilen plan ve projelerin reddedildiği açıkça görülürken, inisiyatifli davranılan her yerde sınıfın gerektiği gibi tutum takındığı açıkça ortaya çıkmıştır.
1 Mayıs 1990’ın önemli kazançlarından birisi de, İstanbul Sendika Şubeleri Platformudur. Bu platform, hatalarına, eksiklerine ve zaaflarına karşın kurulduğu andan itibaren sınıfın meşru bir mücadele merkezi olarak görev yaptı. 1 Mayıs’tan sonra da varlığını sürdürerek tutuklanan işçilere, devrimci sendikacılara ve gençlere sahip çıktı, öyle görünüyor ki, eğer bu Platform, sendika üst bürokrasisinden gelen baskıları ve kendi içindeki bölücü ve geriye çekici eğilimleri göğüsleyebilirse, bir mücadele merkezi olarak sınıf hareketinin ilerlemesinin önemli bir dayanağı olma olanağını ele geçirecektir. Bu ise, sınıf hareketinin çoktan beri eksikliğini duyduğu bir olgudur.
Bütün bu gelişmeler göz önüne alındığında, kimi çevrelerin yaymaya çalıştığının aksine, 1990 1 Mayıs’ı sınıf için kaybedilmiş bir 1 Mayıs değil, kazanılmış bir 1 Mayıs’tır. Dahası sınıf hareketi için daha önce görülmemiş olanaklar ortaya çıkararak, ileri bir atılış için dayanaklar yaratmıştır. Yeter ki ortaya çıkan olanaklar gerçek haline getirilebilsin.
Yeni mücadeleler eski mücadele gelenekleri ve yeni olanaklar üstünde yükselir. İşçi sınıfımız ikisine de sahiptir.
Haziran 1990