Sabah sabah alıyorsunuz gazeteyi elinize. Koca puntolarla bir manşet: “Kararname yumuşatıldı”. Söz konusu, şu meşhur 413 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, manşeti atan da Cumhuriyet Gazetesi olunca, pür dikkat haberi okuyorsunuz. Türkiye’de bir günde ne değişti de, iktidar böyle önemli bir konuda geri adım attı diye… İyi niyetli ve sabırlıysanız, haberin son satırına kadar umudunuzu yitirmiyorsunuz. “Yumuşatılan” bir şeyler bulmayı umarak! Ne var ki, manşet haberin başı da sonu da döne dolaşa aynı şeyi anlatıyor: Kararname kapsamındaki uygulamalar için yargı yolu açılmış.
Yani sürgün berdevam… Yani basına getirilen ağır müeyyideler berdevam… Yani Güneydoğu’da uçan sinekten kuşkulanıp köylüleri kırıp geçirmeye, gözaltına almalara berdevam… Ama iktidar, lütfedip “bağımsız” yargı organlarına başvurabilmeniz imkânını vermiş!
Doğal olarak tepki duyuyorsunuz. Ama iktidara değil. İktidarın niteliğine, baskıcı karakterine bu ilk örnek değil çünkü. Asıl, Cumhuriyet’e tepki duyuyorsunuz. Kararnamedeki değişikliği, bir “yumuşama” olarak niteleyip özü sakladığı, çarpıttığı için.
Ne var ki, şöyle kabaca bir taramayla, Cumhuriyet’in bu haberinin, işlevine ve yayın anlayışına çok da uygun olduğunu görüyorsunuz. Ve “kararname yumuşatıldı” başlığını “yerli yerine oturtuyorsunuz.
Kendilerine sorulsa, “Babıâli’nin en ilerici gazetesi” Cumhuriyet… Oysa yarım yüzyılı aşan yayın hayatında, başlangıcıyla bugünü arasındaki fark olsa olsa “iki adım ileri, bir adım geri”… 1940’lı yıllarda Alman faşizminin yanında yer alan Cumhuriyet Gazetesi, bugün de “Türkiye Cumhuriyeti devletinin yanında” saf tutan bir gazete. Yayan politikası da, bu çizgiyi aşmıyor, aşamıyor,
Babıâli’nin Cumhuriyet’ten “geri” gazetelerinin bile atmadığı manşetleri atıyor Cumhuriyet. Güneydoğu haberlerini, devlet süzgecinden geçirip öyle veriyor. Cumhuriyet’e göre, Güneydoğu’da “askerler şehit” oluyor, “bölücü teröristler de ölü olarak ele geçiriliyor”. Cumhuriyet Gazetesi, bu konuda devletin radyo televizyon kurumu ile aynı dili kullanıyor. Her ikisi de PKK militanlarını bölücü terörist olarak niteliyor; her ikisi de “ele geçirmenin yöntemlerinden birinin öldürmek olduğu” mesajıyla, katliamları meşrulaştırıyor.
Dahası, PKK içindeki bir karışıklıktan en az devlet ve onun kurumları kadar medet umuyor. O kadar ki, konuya ilişkin “hayali haberlerin” üstüne telaşla atılıp kendisini gülünç duruma sokuyor, örneğin, Milliyet Gazetesinde yer alan (ve sonradan bir şaka sonucu kazara yayınlandığı açıklanan) “PKK içinde arbede” haberini, BBC’den alıp incelemeden basıyor; ertesi gün de özür dilemek zorunda kalıyor.
Cumhuriyet, güya en çok karşı çıktığı “düşünce suçları” konusunda da aynı tavrını sergiliyor. Haydar Kutlu-Nihat Sargın ikilisine açlık grevi sırasında sayfalar ayıran ve neredeyse günde kaç gram kaybettiklerini bile yazan Cumhuriyet, sıra devrimcilere geldiğinde Resmi Gazete hüviyetine bürünüyor. Veli Yılmaz ile Osman Taş’ın açlık grevleri kısacık bir haberle geçiştiriliyor. Üstelik Babıâli’nin “profesörleriyle” dolu Cumhuriyet, haberin en önemli unsurunu vermiyor. Gazetenin haberinde, 748 yıla hükümlü Veli Yılmaz ile 661 yıla hükümlü Osman Taş’ın Bartın Cezaevi’nde açlık grevine başladıkları belirtiliyor yalnızca. Peki, kim bu Veli Yılmaz? Kim bu Osman Taş? Ne yapmışlar da bu kadar yıla mahkûm edilmişler? Yok! Cumhuriyet, Yılmaz ve Taş’ın Halkın Kurtuluşu Gazetesi yazı işleri müdürleri oldukları için yüzlerce yıla mahkûm olduklarını “atlıyor”. Bu bilgiler, yumuşatıldığını iddia ettikleri 413 sayılı kararname kapsamına girmediğine göre, bu “atlama” akla bir tek şey getiriyor: Cumhuriyet, gerçekle “düşünceden korkuyor”.
Düşünceden korkan Cumhuriyet Gazetesi’nin, 413 sayılı kararnameden de ödü patlıyor. O nedenle, örneğin gazetenin hukuk servisi artık ilan servisinin yerini Uluyor. Kitap, dergi, ölüm, anma ilanları önce hukuk servisine gidiyor, Cumhuriyetin avukatları onaylarsa ancak o zaman ilan servisine gönderiliyor. Kuşkusuz, 413 korkusu, ilanlarla sınırlı kalmıyor. Güneydoğu haberlerinden, devrimci basma yönelik haberlere kadar pek çok alanda ya susuyor ya da devlet ağzıyla yayın yapıyor. Bu konuda kendisini bile inkâr ederek, 413 öncesindeki haberlerinde “PKK militanları” derken 413 sonrasında “bölücü teröristler” edebiyatına başlıyor.
Ve kimileri, Cumhuriyet’in “altın yılı”nı yaşadığını iddia ediyor. Gerekçe olarak da uzun zamandır ilk kez tirajının 150 binleri bulması gösteriliyor. Doğru! Cumhuriyet, geçen yıllara oranla daha çok satıyor. Ama neden, nasıl? Nedeni açık. Din ticareti yapılıyor. Demokratiklik görüntüsü altında, bir azınlığın duyguları sömürülerek… Evet, Cumhuriyet, Aleviliği kullanarak tirajını artırıyor. Yazı dizileriyle, röportajlarla, tanışmalarla, mektuplarla Aleviliği gündeminden hiç indirmiyor. Türkiye’deki Aleviliğin, azınlık olmaktan kaynaklanan ilerici yanını ön plana çıkararak, aslında din ticareti yapıyor. Bu sayede de altın yılını yaşıyor.
Bir yandan da, “kadınsı sosyalizmin”, “kapitalizmle buluşmuş sosyalizmin” etrafında dönüp dolaşarak, Erdal İnönü’ye kızmanın ilericilik olduğunu sanarak yumuşak yumuşak muhalefet yapıyor.
Ve bütün bunlara bakınca, insanın aklına, bu yazı için “Cumhuriyet yumuşatıldı” başlığından başkası gelmiyor.
Haziran 1990