TBKP sekreteri ve başkanı 2,5 yıl önce uzun süreli mültecilik yaşamlarına son vererek Türkiye’ye dönmüşlerdi. Bu, aynı zamanda, partinin de, önderlerinden çok daha uzun olan mülteciliğinin sona erdirilmesi girişimiydi. TBKP açısından bir kötünün yerine bir diğeri geçiriliyordu. Mülteciler partisinin yerini, söylemde de devrim ve sosyalizmden vazgeçen, “barışçı”, “insancıl”, şiddetlen tümüyle arınmış, proletarya diktatörlüğü ve genel olarak Leninizm’i reddeden bir demokratizm partisi, “Marksistlerin” yanı sıra demokratları ve sosyal demokratları da kapsamayı öngörerek kendi içinde ve SHP ve DSP’den DYP’ye kadar “en geniş” güçlerle birleşmeyi hedefleyerek kendi dışında ve yönetim ve taktiklerinde mutabakatın, konsensüsün peşinde dolaysız ve gizlemesiz bir düzen eklentisi parti alıyordu.
Yeni amaç ve hedeflerini deklare ederek şiddetten, diktatörlükten, sınıf ayrımcılığından tümüyle uzak olduğunu açıklayan TBKP’nin sekreter ve başkanı Yağcı ve Sargın, partilerinin düzen tarafından benimsenmesini ve yasallaştırılmasını “zorlamak” üzere Türkiye’ye dönmüş, adalete güvenlerini belirterek teslim olmuşlardı.
TBKP’nin yasallaşması, ülkenin demokratikleşmesinde önemli bir boyut olacaktır. Ve Türkiye’nin yenilenme ve demokratikleşmeye ihtiyacı vardı.
Ülkenin demokratikleşmeye gerçeklen ihtiyacı var. Yenilenme, Gorbaçov Sovyetlerinden aktarılan bu slogan bir yana, demokrasi ülkenin gerçek bir ihtiyacı vc bunun için silah dâhil çeşitli yöntemlerle savaşan insanlar ve güçler var Türkiye’de. Beylerimizin seçtiği yöntem ise, teslim olarak ve burjuva düzen ile uyum içinde, onun güçleriyle mutabakat halinde, yasallaşmayı odağına alan bir “savaş” türü! Yıkıcı değil yapıcı, mevcut burjuva düzeni reformlarla iyileştirici, geliştirici türden bir demokratikleştirme genci yaklaşımı oluşturunca, yasallaşma, bunun için adalete sığınma da uygun “savaş” yöntemi oluyor!
Kuşkusuz uygun koşullarda Marksist bir partinin yasallaşmasına karşı çıkılamaz. Kötü olan, düzene entegre olucu, sığınmacı bir yasallaşmadır, sınıfsız toplum ve proletarya diktatörlüğü amaçlarından vazgeçilerek sağlanmaya çalışılan teslimiyetçiliktir. Ve en kötüsü, bunun demokratikleşmenin temel bir adımı olarak gösterilmesidir.
TBKP, yeni program ve yönelimiyle kendisini tam bir düzen partisi olarak ortaya koydu ve liderleri bir ulusal konsensüs sağlamak için ülkeye gelip adalete sığındılar. Ancak Türkiye burjuvazisi tahminlerinin ötesinde ilkeldi. Yönetme inceliklerinin görgü ve geleneklerine pek sahip değildi. Gerçi örneğin Abdülhamit Han bu inceliklere vakıf olduğunu bir ölçüde sergilemiş, örneğin Kürtleri yine Kürtlerden oluşturulmuş Hamidiye alaylarına kırdırmıştı, ama onun incelikleri de kırdırma ve ezme, baskı ve zorbalık temelinde gerçekleştirilen türdendi. Bu tutum, Cumhuriyet dönemi boyunca da sürdü. Kemalist diktatörlük, düzenle açık bir uzlaşma içinde olan, Kemalizm’in demokratik ve hatta sosyal devrimi bile zafere ulaştırabileceğini ilan eden, halisane ülkü ve duygularla zaman zaman yasal partiler kuran Ş. Hüsnü ve TKP’sine en çok birkaç yıllık sürelerle tahammül edebildi; onu kullanma, uygun şekillerde kanalize etme ve bu yolla düzeni güçlendirme yoluna gitmedi. Kuşkusuz, bunun önemli bir nedeni de, Ş. Hüsnü ve partisinin düzeni güçlendirmenin nicelik ve niteliksel önemde olanaklarını sunmada yetersizliği idi. Kemalizm, Şeyh Sait isyanı sırasında, tam da, Ş. Hüsnü feodalizme ve dinciliğe, emperyalizmin işbirlikçiliğine karşı mücadele edebiyatıyla katliam destekçiliğini açıklamışken, Takrir-i Sükûn yasasıyla, TKP’yi ve faaliyetini de yasakladı.
Türk burjuvazisi yönetme inceliklerinden geleneksel olarak uzak. Türkler, tarihsel olarak, üretken yerleşik toplumsal yapılar yerine göçebelik ve (en yerleşik dönemlerde bile) yağmacılıkla, zoralım ve haraççılıkla karakterize oldular; şiddet ve incelikle yönetme yerine boyun eğdirme, tahammülsüzlük, şefe ve iktidara muhalefet tanımama, zorbalık hemen tek yöntemleri oldu.
Bu tarihsel özellik, Osmanlı’nın gerileme dönemiyle birlikte içine düştüğü kaynak sıkıntısı ve en sor ülkenin sömürgeleşme sürecine girmesiyle pekişti, incelikli yönetim, egemenlerin, sömürücü sınıfların ezilen ve sömürülenlerin belirli kesimlerinin belirli kırıntılarla satın alınmasını gereksinir. Bu olanağa uzun boylu sahip olmayan Türk burjuvazisi için baskı ve zorbalığın hemen tek yönetim yöntemi olarak kullanılması alternatifsizleşti. Modernize oldukça burjuvazi ince yöntemler uygulama girişimlerinde de bulunur oldu. Çekinerek, ürkekçe ve baskı ve zorbalık gelenek ve yöntemlerinin ağırlığını sürekli hissettirerek.
TKP’nin yasallaşma girişimi ve Yağcı ile Sargın’ın adalete sığınmaları karşısında burjuvazi geleneksel tutumunu aldı. Hem de bir yandan Sovyetler Birliği ile ekonomik ve ticari ilişkilerini hızla ve büyük ölçekli olarak geliştirirken. Devlet yönetimi, A’sından Z’sine Sovyetler ve Doğu Avrupa’daki gelişmeleri hayranlık ve memnunlukla karşılarken.
Yağcı ve Sargın Türkiye’ye giriş yapar yapmaz tutuklandılar ve 2,5 yıl tutuklu kaldılar. Burjuvazi onlardaki cevheri görüyordu, ama hemen kabul gösterip benimsemeyecek kadar ilkeldi. Biat etmelerine rağmen 2,5 yıl “çile” çektiler. Hem dış koşullan elverişliydi (SB ve Doğu Avrupa’daki gelişmeler ve onlarla girilen ilişkiler) hem de TBKP amaç ve hedeflerini en açıl; haliyle ve burjuvazi açısından hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak “insancıllıkla” ortaya koyuyordu. Barış, barışçıllık, yasal çerçeveye uyum, düzen ve düzen güçleriyle tam mutabakat, her türlü şiddetlen arınma ilanı, burjuva parlamentarizmin bugün ve gelecek açısından benimsenmesi, çoğulculuk, burjuva demokratizmi, proletaryanın ve sınıf ayrımlarının yok olması, sınıf zıtlık ve çatışmasının yerini insanlık ve insanlığın global sorunlarının alması -bunlar, ilericisi gericisiyle, tüm ulusal güçlerle birlikte ve herhangi bir yıkıcılık girişiminde bulunmaksızın ülkeyi yenileştirip demokratikleştirecek olan TBKP’nin açıkça ilan ettiği “yeni” hedefleriydi. Leninizm yoktu, proletarya diktatörlüğü yoktu, proletarya bile yoktu artık TBKP’nin lügatinde. Ama burjuvazi, tüm bu gizlenmeyen teslimiyetçi tutuma rağmen TBKP’nin yasallığının önünü açmadı ve Yağcı ile Sargın’ı yıllarca “içerde” tuttu. Tümden ehlileşmiş olmasına ehlileşmişlerdi, ama hiçbir zaman çizmeden yukarı çıkmayacak şekilde, neyin ne olduğunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmayacak şekilde uysallaştırılmaları, bunun için tamamen diz çöktürülmeleri ve burunlarının sürtülmesi gerekiyordu. Biat etmelerine rağmen yıllarca zor altında tutuldular, durumu iyice kavramalıydılar.
Öte yandan dış koşulların elverişli oluşunun yanı sıra içerde de bunca teslimiyetlerine rağmen hapiste tutulmalarıyla, TBKP’lilere “haksızlık” yapıldığını düşünenler artıyordu. Demirci bile, bırakılmalılar, “bunu ben söylüyorsam önemlidir, çünkü ben yıllardır anti-komünist düşünceyi temsil ettim” diyor, bırakalım adamları, komünizmle filan ilgileri yok, demeye getiriyordu. Kendisini lam bir burjuva parti olara}; ortaya koyan TBKP ileri gelenlerinin “hapislerde sürünmesi”, şimdilerde moda olan demokratik görüntüye bürünen Demirci gibi burjuvaların da “vicdanını sızlatmaya” başlamıştı! Sorun, doğal ki vicdan değil, siyaset sorunuydu, Demirel ve benzerleri siyasal olarak böyle bir yükten kurtulmak, daha iyi bir demokratik görüntüye kavuşmak ve demokrasi mücadelesinin gelişmesi karşısında TBKP’nin cürümü neyse o kadar olacak yatıştırıcı olanaklarından faşist diktatörlüğün sağlamlaştırılması lehine yararlanmak düşüncesindeydiler. Ve burjuvazi Yağcı ile Sargın’ı salıverdi. Yasallaşma işi henüz kenarda duruyordu, ama yakında bir formüle bağlanacaktı.
TBKP, Yağcı ile Sargın’ın mücadeleyle, bıraktırıldığı iddiasında. Adımlar, “Kutlu Sargın bırakılmadı, bıraktırıldı.” diyor. Bakın hele! öyleyse, “içeri” girerken de, hapsedilmediler, ettirildiler, öyle mi? Yazı, “bunda aydınların, basının, demokratik örgütlerin, SHP’nin, SP’nin, DYP’nin, DSP’nin, gençlerin, kadınların ve Marksist solun katkıları var. Uluslararası dayanışmanın payı var” diye devam ediyor. Ve bir iddia: “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, düşünce, inanç, politik görüş, ideolojik farklılık gözetilmeksizin bir konuda, demokrasi, düşünce örgütlenme özgürlüğü ve insan hakları konusunda bir araya gelinmiştir. İşte bu güçler, Türkiye’yi demokratikleşme sürecinde ileriye götürecek katılımcı, çoğulcu demokratikleşmenin sosyal-politik güçlerini oluşturuyorlar.”
İdeolojik, politik farklılıklar, düşünce, inanç farklılıkları önemli olmaksızın SP, SHP, DYP, DSP, TBKP’nin bir araya gelişi, bunların Yağcı-Sargın’ı bıraktırışı… Ve bu güçlerin Türkiye’yi demokratikleştirecek güçleri oluşturması… Hangi konuda bir araya geliyor bu güçler? Komünizmin yasallaşması ve ülkenin demokratikleştirilmesi! Sayılan güçlerin çoğu bu ülkeyi yıllarca bu yasak ve daha başkalarıyla yönettiler ve parmaklarını kımıldatmadılar bu iki konuda, Üstelik bugün de kımıldatmıyorlar. Her şey bir yana, SHP’den 12 Eylül’e karşı tek bir laf duyan var mı? Demirci ve İnönü ulusal harekelin silahla ezilmesi için açık çek vermiyorlar mı? Bunların bir grevi bile destekledikleri görüldü mü? Bunlar ne tür bir demokrasi gücü oluyorlar? Bizzat bu güçlerle kurulacak demokrasinin ne menem bir demokrasi olacağı ve TBKP’nin ne tür bir demokrasi savunuculuğu yaptığı belli değil midir? TBKP, evci bu sayılan güçlerle kendisine özgürlük tanınması ama düzene muhalif düşüncelerin şiddeti içeriyor gerekçesiyle suç konusu teşkil etmeye devam etmesi konusunda anlaşıyor. Proletarya diktatörlüğünün savunulmasının, TBKP’ye özgürlük tanınmasından sonra da, bugün olduğu gibi ve aynı şekilde, hatta daha ağır bedelle cezalandırılması konusunda beylerimizin bir itirazı yoktur. Sadece kendisini ilgilendiren yasakların kaldırılmasını isliyor demokratik yenilenmecilerimiz. Ve “bu yasakların aşılabilmesi için ulusal mutabakat temelinde, bu gün ortaya çıkmış olan demokrasi güçleri kararlı biçimde mücadeleye devam etmeliyiz” diyorlar. Ulusal mutabakatla kurulacak demokrasi TBKP’ye hayırlı olsun!
Yağcı-Sargın nasıl “bıraktırıldılar”? Beylerimiz bir “ölüm orucu” başlattılar. Burası Türkiye. Ölüm orucunun anlamını bilmeyen pek az insan yaşıyor bu ülkede. Hele siyasete değmiş insanlar arasında onun anlamını bilmeyene rastlanamaz. Bu ülkede insanlar ölüm oruçlarında öldüler. Ve TBKP’nin Yağcı ve Sargın’ın “bıraktırıldığına” yol açtığını söylediği mücadelenin (!) merkezinde bu ikisinin yattığı “ölüm orucu” yer alıyordu. Beylerimiz topu, “demokrasi güçlerinin seçkin temsilcilerine atarak, “ölüm orucuna ara vermelerine ilişkin açıklamalarında, bu dostlarının görüş ve arzularını şöyle özetlediler: “Gerek daha da üstün ve sonuç alıcı bir dayanışmanın örgütlenebilmesi, gerek iktidarın kendi içindeki tartışmayı sonuçlandırarak ülke ve dünya kamuoyunun ısrarla talep ettiği sonuca ulaşabilmesi için kaçınılmaz bir süreye gereksinim duymaktadırlar. Oysa grevde geçecek bu sürede sağlığımızla ilgili olarak derin endişe ve kaygıları bulunmaktadır”. Ve sonuç: “… kamuoyunun ortak talebini göz önünde bulundurarak, bugün bayram öncesinde açlık grevimizi bir süre ertelemeyi uğun gördük.” Bırakmıyorlar “ölüm orucunu”, erteliyorlar; ama bu eylem odağında sürdürülen “mücadele” ile “bıraktırılıyorlar”! Ölüm orucunun dejenere edilmesi bir yana bir de “mücadele” ile “bıraktırıldıklarını” iddia ediyorlar! Ve henüz “bıraktırılmaları” öncesi iddiaları: “… halkımızın barışçı, demokratik, aydınlık geleceğine sahip çıkacak güçlerin var olduğu, ülkenin sahipsiz olmadığı gösterilebilmiştir. Umutsuzluk ortamında demokrasi güçleri ciddi bir umut ışığı yakmayı başarmışlardır.” Halkın geleceğine sahip çıkanlara, ülkenin sahiplerine bakın! Kendilerini övüyorlar -grevi yanda bıraktıkları halde-, hadi anladık, ama ülkenin sahiplerinin SHP, DYP ve benzerleri olduğunu neden ikrar ediyorsunuz? Doğru, ülkenin bugünkü sahipleri bunlar ve arkalarındaki burjuvazidir. Ama halkı ve geleceğini karıştırmayın. Bakın, proletarya ve geleceği lafı etmemekle ne iyi ediyorsunuz!
Adımlar’ın sayfaları Yağcı-Sargın’ı “bıraktırtan” “yaratıcı” eylem biçimlerinden örneklerle dolu! Üç kişi kafasına huni geçirmiş “gösteri” yapmış, beş kişi özgürlük fidanı dikmiş, sekiz kişi Güney Afrika devlet Başkanı’na iltica talep eden telgraf çekmiş, birileri ne ilgisi varsa, organ bağışı yapmış, bir küçük grup psikiyatri kliniğine başvurmuş! Korkunç “güçlü” eylemler! Daha orijinalleri de var, saymıyoruz. Ama “ilginç” olanı şu: sayılan eylemler içinde bir komünist partisinin tabanını oluşturması gereken işçilerin kişisel olarak bile katıldıkları tek bir eylem yok, emekçilerin tek bir eylemi yok. TBKP yanlısı küçük bir grup aydın “eylem” yapıyor, zaten eylemlerin orijinallikleri de bunun göstergesi. Başka kim ne yapıyor? DemireI ile İnönü demeç veriyorlar, SP’lilerin demeçleri ve 2000’ne Doğru’nun yayınları var. Esas destek Cumhuriyet ve Güneş gibi burjuva basın organlarından geliyor. Ve bu “eylemler” Yağcı-Sargın’ı “bıraktırtıyor”! Kim “bıraktırtıyor”? Burjuvazi. Yani, bırakılıyorlar.
TBKP, kendi burjuva konum ve tutumlarını açıkça ortaya koyuyor, burjuva hedef ve amaçlarını gizlemeden açıklıyor; ama yine de vermeye çalıştığı bir görüntü var. “eylemci”, “mücadeleci” görünmeye çalışıyor, açıktan reformcu konumunu savunuyor, ama reformları koparıp aldığını iddia ederek yine de “radikal” ya da “militan” bir görünüm vermeye çalışıyor. “Eylemci” parti! Ama bu parti 1 Mayıs öncesi yayınladığı bildiri ve gazetelere verdiği ilanlarda itidal tavsiye ediyor, “huzursuzluk çıkarmak” isteyenlere karşı, 1 Mayıs’ı adına layık bir biçimde kutlamak isteyenlere karşı ateş püskürüyordu. Yasakçılardan daha çok yasaklara uymayacaklarını açıklayanlara, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen işçilere “toplumun huzur ve sükûna ihtiyacı var” diyordu.
Bu “eylemci” parti taraftarlarının yaptıkları “orijinal eylemler” ve İnönü ve Dem ire)’in demeçleriyle Yağcı-Sargın “bırakılınca” ne oluyor? “Toplumsal meşruiyet” sağlanmış, geriye “hukuksal meşruiyetin çözümlenmesi” sorunu kalmış oluyor. İşle TBKP Başkan Yardımcısı Mehmet Karaca’nın iddiası: “Konu dar anlamda bir TBKP olayı değildir. Demokratikleşmede bir nitel değişikliğe yol açma sorunudur.”
TBKP, bu tür “eylemcilikle”, Demirel’in tanıklığıyla vs. yasallaşınca, “hukuksal meşruiyeti” de gerçekleşince, demokratikleşmede nitel değişikliğe yol açılacak! Bu demokrasi güldürüsü, aslında şimdiden sahnelenmeye başlandı. Sözlü ve burjuva gazetelerine yansıyan TBKP propagandasında “toplumsal meşruiyetin kazanılması”, yani Yağcı-Sargın’ın “bıraktırılması” temel bir demokratik adım ve büyük bir ilerleme olarak gürültüyle lanse ediliyor. Daha “içerde” yalnızca 141-142. maddelerden tutuklu onlarca kişi var. Cezaevleri siyasi mahkûmlarla dolup taşıyor, sadece 1 Mayıs kutlamasına katıldığı için 100’e yakın işçi ve genç tutuklu. Gazeteciler sorumlu müdürler var. Açlık grevindeler. Ne demokratikleşmesi, ne adımı? Ve Yağcı-Sargın’ın düşünüp tartışma için süre bıraktığı hükümetin en ileri düzeyde bu maddelere ilişkin olarak yapmayı tasarladığı değişiklik, maddeleri TBKP’nin durumuna uyarlamak. Yani gerçekten devrimci ve Marksist fikir ve düşünceleri şiddeti içeriyor gerekçesiyle ceza kapsamında bırakacak türden bir değişiklik yoluna gitmek. Ve üstelik bu maddeler kalksa, TBKP yasallaşsa, hatta her türlü düşünceyi savunmak özgürlüğü noktasına gelinse ne olacak? Demokratikleşmiş mi olacağız? Üstelik TBKP’nin talebi kesinlikle her türlü düşüncenin savunulabilir olması değil. 141 ve 142. maddeler tümden kaldırılsa olacak olan nedir? 146 var Uğur Mumcu’nun dediği gibi. Mumcu bu maddenin uygulanmasını öneriyor gerçek Marksistlere ve devrimcilere karşı. 168 var, 159, 312 var. Bu yasanın, TCK’nın tümden değiştirilmesi, Anayasa ve Anayasal düzenin, bunun temeli olarak sınıf iktidarının değiştirilmesi olmadan bu ülke demokratikleşir mi? Hem TBKP bu noktada mı? Hayır? Onlar, kendi yapılaşmalarını demokratikleşmede “nitel değişim” olarak anlıyorlar. Zaten, DYP ve SHP ile ve hunili, telgraflı “eylemlerle” gerçek bir demokratikleşmeye ulaşılabilmesi olanaklı olabilir mi? Ülkede dağlar ve ovalarda günlerce süren silahlı çatışmalar olur ve insanlar öldürülürken, üniversitelerden, fabrikalardan, atölyelerden toplanan gençler ve işçiler ülkenin yansının köylüleri işkenceden geçirilirken TBKP yasal olsa ne olur olmasa ne olur? Böyle bir yasallaşma demokratikleşmede nitel değişikliğe yol açabilir mi? Demokrasinin kazanılması, gerçek bir nitel değişiklik ancak devrimle olanaklıdır. DYP ve SHP’nin güçlerini değil, karşı güçlerini oluşturacağı, ulusal mutabakata değil, işçi ve köylülerin, gençlerin, ulusal hareketin burjuvazi ve gericiliğe karşı, diktatörlüğe karşı mücadelesine dayanacak, düzeni değiştirecek bir devrimle olanaklıdır. TBKP ise, safını böyle bir devrim karşısında belirliyor.
Hem genel yaklaşım ve amaçlarını ortaya koyuşuyla, programı ve hedefleriyle hem de somut olarak TBKP yasallaşması-demokrasi ilişkisi ve Yağcı-Sargın’ın “bıraktırılmaları” konusundaki pratik tutumuyla.
TBKP “bıraktırılma”nın koşullarını özenle “es” geçiyor, “demokratikleşme” ve “nitel değişiklik” propagandasına hız veriyor. Bu noktada tamamen burjuva gericiliğiyle birleşiyor.
TBKP’lıler ne zaman ve hangi koşullarda “bıraktırıldılar” ne zaman hangi koşulları “demokratikleşme”de adımın koşulları olarak nitelendiriyorlar?
Burjuvazinin, uluslararası birlik-dayanışma-mücadele günü 1 Mayıs’ı savaş ilanıyla karşıladığı ve mücadeleci işçilere silahla saldırdığı, 3000 kişiyi gözaltına alıp 100’e yakınını tutukladığı koşullar mı demokratikleşmede adım atılan koşullardır? 413 sayılı Takrir-i Sükûn kararnamesiyle işçilere, emekçilere, ulusal harekete, basına… demokrasi ve sosyalizme karşı yeni bir haçlı seferi başlatılan koşullar mı demokratikleşme koşullarıdır?
İnsanların 1 Mayıs kutlamaları, üniversite özekliği gibi gerekçelerle “içeriye” alınmalarının arttığı ve -hemen tüm tutukluların bu ve benzeri nedenlerle açlık grevine başladığı- tek kişilik hücreli yeni cezaevlerinin yapımına hız verildiği koşullar mı demokratikleşmenin göstergesi sayılacak? Bu yeni cezaevleri niçin kuruluyor, yasakların kalkmasıyla “bıraktırılacak” olan insanların salıverilmesi için mi yoksa eski ve yeni koyulan yasak maddelerine muhalefet edenleri sığdıracak yeni yerler olarak kullanılmak için mi?
Yağcı-Sargın hemen 1 Mayıs sonrasında “bıraktırıldılar”. Burjuvazinin bir “demokrasi” görünümüne ihtiyacı vardı, 1 Mayıs savacı ve tutuklamalarını, 413’ü, yeni cezaevlerini, türlü baskı ve zorbalığını gözlerden gizlemek ve üstelik “demokrasi” lafazanlığı yapabilmek için. TBKP bu lafazanlığı burjuvaziden daha çok yaparak onun tam bir aleti olduğunu ortaya koymaktan başka bir şey yapmadı. 1 Mayısa işçilerin tutuklandığı, 413’lü, yeni “demokratik” cezaevli demokrasi adımını ancak TBKP “attırabilirdi” burjuvaziye. Burjuvazinin aletliği ve çoğulcu “demokratizm” TBKP’ye ve liderlerine çok yakışıyor.
Haziran 1990