71’in Militan ve Kararlı Ruhu Yaşıyor: ŞAN OLSUN MAYIS’a

Türkiye 20 yıldır farklı bir Türkiye artık. 68’lerden başlayarak, 71 devrimcilerinin eylemlerinden bu yana Türkiye’de her şey daha farklı gelişiyor. Türkiye, 20 yıl öncesine göre, tarihini, değişik türde, farklı ve yeni bir unsurun katılmasıyla farklı yaşıyor. Türkiye insanı, hem farklı bir ülkede yaşıyor 20 yıldır, hem önceden tanıklık etmediği olaylara tanık oluyor hem de bu olayları, kimine katılarak, kiminden etkilenerek yaşıyor, deney biriktiriyor, eğitimini ilerletiyor, öncüler yetiştiriyor, öne çıkıp ileri atılan değerli evlatlarıyla, şehitler de vererek, yüceliyor. 20 yıldan bu yana mücadelenin yükseldiği de oldu düştüğü de; emekçi yığınlar coşkulu yıllar, haklar koparıp aldıkları meşruiyet dönemleri de yaşadılar, toplumsal muhalefetin hemen tümüyle ezildiği, seslerini yükseltemedikleri karanlık gericilik yılları da. Ama uzun yıllar geçerli olmayan bir faktör, 71 devrimcileri ve onların eylemleriyle ülke gündemine girmişti artık: Toplumsal siyasal muhalefet. “Anarşistler”, “teröristler” edebiyatına başlamıştı burjuvazi ve gericilik. Kemalizm’iyle, milliyetçiliğiyle, parlamentoculuğu ve darbeciliğiyle, “yukardan” hak bekleyişi ve reformculuğuyla yasalcılığıyla sistem içinde yer tutan, düzenin eklentisi “majestelerinin muhalifçiliği” aşılmıştı. Türkiye solu düzen dışılığa yönelmişti.
TİP ve TKP’nin Amerikan 6. Filosu’nu protesto gösterilerinin önüne kurduğu barikatın Deniz Gezmiş ve Devrimci Öğrenci Birliği’nce parçalanmasıyla başlanmıştı. Besleme şeriatçı-faşist milislerin özellikle öğrenci gençliğe yönelik silahlı saldırılarına karşı savunmanın geliştirilmesiyle başlamıştı. Anti-faşist, anti-emperyalist eylem içinde parlamentoculuk ve darbeciliğin çıkmazının pratikte ortaya çıkışıyla sürmüştü. Devrimci eylem, barışçıl hayalleri parçalamıştı. Emperyalizm ve özellikle Amerikan emperyalizminin yağma ve tahakkümü, burjuvazi ve gericiliğin sömürü ve baskısı ve reformcu, Kruşçev ve uzantılarının uluslararası ve ulusal gericiliklerle, emperyalizm ve faşizmle uzlaşma ve işbirliği rüzgârının oluşturduğu tepki zıddını doğurmuştu. Emekçi halkın, özellikle gençliğinin sömürü, yağma ve baskıya ve revizyonist reformcu uzlaştırıcılık ve yarıştırıcılığa tepkisi, kendini, ileri unsurlarının, öncü evlatlarının devrimci tutum ve eylemliliğinde açığa vurmuştu. Solcu insan, solcu tipi değişmişti. Kendisini değil halkı ve onun çıkarlarını düşünen, toplumcu, gözünü budaktan esirgemez, halkını emperyalizm ve gericiliğe peşkeş çekmeyen ve önemlisi eyleminde her şeyini, yaşamını ortaya koyan yeni türden muhalifler ortaya çıkmıştı. Dişinden tırnağına silahlı bir düşmana, emperyalizm ve faşizme karşı cesaretle ileri atılan, konulan sınırları ve entegrasyon kanallarını tanıyıp kullanmayan yeni solcu tipi oluşmuştu. Ve uzlaşma tanımayan, boyun eğmeyen bir mücadelecilik ve direniş ruhuyla, doğruluğu ve gerekliliğine inandığı en ileri mücadele yöntemlerini uygulamaktan kaçınmayan, uygulamalarından ürküntü duymayan, attığı her adımın bedelini karşılamaya hazır bir toplumsal muhalefet unsuru, temelleri sağlamlaşarak giderek gelişip genişleyecek olan devrimcilik ve toplumsal devrim faktörü, siyaset yapan herkes tarafından hesaba katılmak zorundalığıyla artık bir gerçek olarak gündemdeydi.
Türkiye devriminin yolunu 71 devrimcileri açtı. Artık uzlaştırıcılar, yatıştırıcılar yetersiz ve işlevlerini tümüyle gerçekleştirmede yeteneksizdirler. Bir uzlaşmazlık uçurumu açılmıştı çünkü. İşleri zordu. Bir yol, bir örnek vardı. Salt düşüncede karşı konulmakla kalınmamıştı, pratikte bir örnek konmuştu, düzen bir kez sarsılmıştı ve bir daha yıkıcı, dönüştürücü muhaliflerinden kurtulamayacaktı. Ve üstelik muhalifler, dersler çıkararak, kendilerini ve emekçi halkı eğiterek, tabanlarını genişleterek gelişeceklerdi.
Bugün, 71 devrimcilerinin eyleminden 20 yıl sonra, emperyalizm ve sosyal emperyalizm, burjuvazi ve revizyonizm yeni bir uzlaşma rüzgârı ve dönemi örgütledi. Dünya gericiliği, Gorbaçov’undan Bush’una kadar yeniden barış hayalleri üretiyor. Uluslararası ve ulusal alanlarda çıkarların karşılıklı dengelenmesi ve birliği, özgürlük ve barış dünyasının uzlaşma ve işbirliği ile kurulması, gerici propagandanın temel yönlerinden biri durumunda. Demirel “teröre karşı” hükümete destek veriyor. SHP “ulusal mutabakat hükümeti” öneriyor. TBKP’den Aydınlık’a kadar tüm bir reformcu revizyonist cephe ulusal konsensüs peşinde. Uzlaşmacılık yeniden moda. Ama bu moda özellikle Türkiye’de pek tutmuyor. Tüm bir burjuva iletişim aygıtının saatler ve sayfalar dolu propagandası, burjuva bürokratik-militarist mekanizmanın ideolojik, eğitsel ve kültürel olmakla kalmayan idari ve siyasal tüm yüklenişi, bu modayı kalıcı bir şekilde yerleştirmede yetersiz kalıyor. Oysa bu moda, 20 yıl önce yerleşikti Türkiye’de, yıkıcılıktan söz edilmezdi, en “ileri” muhalefet bile, hem de son derece dar ve gelişkin olmayan kanallardan düzene bağlanır, onu güçlendirirdi. Şimdi uzlaşmacılık propaganda ve girişimleri, beklenen toplumsal etkiyi gösteremiyorsa, bu, kuşkusuz, her şeyden önce, maddi toplumsal koşullar dolayısıyladır. Toplumu uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları temelinde kutuplaştırmış olan kapitalizmin egemenliği nedeniyledir. Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarıyla bölünmüş bir kapitalist toplumun güçleri ve insanları ne denli uzlaştırılmaya çalışılırsa çalışılsın, bu çaba temelde başarısızlığa mahkûmdur. Ancak bu çaba, Türkiye’de geçici bir başarıya da ulaştırılamıyor. Çünkü karşıtları ve onların elinde örnekleri vardır, açılmış bir yolları vardır, dönem dönem azalsa ya da çoğalsa da oluşmuş bir güçleri vardır. 71 devrimci eylemliliğinden bu yana karşıtı ve karşı koyucuları, siyasal ve ideolojik olarak reddedicileri olmayan bir siyasal ve toplumsal uzlaşma ve uzlaştırıcılık, bunun her hangi bir girişimi olanaksızdır. Ve burjuvazi ve gericilik açısından işin kötüsü, uzlaşma karşıtlığı, kararlı bir uzlaşmazlık, sadece siyasal alanda, toplumsal siyasal pratik ve eylem alanında belirli bir güç oluşturmakla kalmamaktadır, toplumsal düşünceye “sızmıştır”, ideolojik baskının en üst boyutlara vardırıldığı en karanlık baskı dönemlerinde de varlığına son verilmemekte, etkileri giderilememektedir; uzlaşmazlık, Türkiye’de toplumsal kültürün bir unsuru halindedir artık, 71 devrimcileri ve eylemleri, emekçi halkın yüz bin yılların içinden süzülüp gelen uzlaşmazlık ve direniş geleneklerini canlandırmış ve üstelik Marksist hareketin işçi hareketiyle birleşme yolunda attığı adımlar bu uzlaşmazlığın sağlam proleter temeline oturma yönünde mesafeler kat etmesiyle gelişmesine yol açmıştır. Ezilen bir halkın kararlı direnişi, salt askeri stratejik nedenlerle, coğrafi nedenlerle ya da örneğin Bekaa ile açıklanamaz. 71 devrimcilerinin canlandırdıkları Pir Sultan’ın direniş geleneği, onların yeniden açığa çıkardıkları halkların etine kazınmıştır uzlaşmazlık geleneği, emperyalist, sömürgeci yağma ve baskının yanı sıra temel bir hareket ettirici güç ve etkendir. Öncü devrimci siyasal örgütlenmeler, doğrudan örgütsel devamı olsunlar ya da olmasınlar, 71 devrimcilerinin ve onların uzlaşmazlıklarının devamı ve mirasçılarıdırlar. Grevinde, direnişinde, gösterisinde kararlı, uzlaşmaz ve militan mücadeleci bir tutum izleyen işçi, şiddeti içeren yöntemler kullanarak taban fiyatlarına tepkisini ortaya koymaya yönelen köylü, demokratik ve özerk üniversite ve bağımsız ve özgür bir Türkiye için uzlaşmaz bir tutumla mücadele eden genç, 71 devrimcilerinin mirasçısıdır.
Kendilerinin ve siyasal yönelişlerinin sınıf kökeni, içeriği ve tabam ne olursa olsun, bu uzlaşmazlık ve kararlılık, proleter bir sınıf özelliğidir. 71 devrimcilerinin bu proleter sınıf özelliğine hiç kimse dil uzatamaz ve bu özellikleri onların temel bir yönü olarak, küçümsenemez. Proletaryayı, uzlaşmacılıktan ve barışçıl hayallerine Kruşçev ve Gorbaçov, düzenin eklentisi oluşlarıyla TİP- TKP ve Aydınlıkçılar temsil etmedi, etmiyorlar, onlar geçmişin gücüdürler, 71 devrimcileri ise, uzlaşmazlıklarıyla, bu proleter özellikleriyle geleceğin temsilcisi ve gücüydüler. 20 yıl sonrasının geleceği, bir yönüyle onların eseridir. Onlar ya da onlar gibileri olmadan bugüne varılamazdı.
Günün bir başka modası, “insancıllık”tır, “hümanizm”dir, “global insani değerler ve talepler”dir. Bu moda, bir yandan yine bir temel uzlaşmacılık nesnesidir, kapitalist toplumun uzlaşmaz sınıf karşıtlığı temelinde bölünmüşlüğünün inkârından hareketle, burjuvazi ile proletaryayı “tek bir insan”da bütünleştirmeyi ve bu iki karşıt sınıfın çıkar ve taleplerinin uzlaştırılmış “tekniği”ni varsaymaktadır; öte yandan, “insani- değer ve talepler”, “hümanizm”, kapitalizmin insanı ve onun değerleri, burjuvazi ve burjuva değerler, özel çıkarlar, mülk ve mülkiyet düşkünlüğü, bireycilik, rekabetçilik gibi “değerler” üzerine, piyasada gerçekleşen değerler üzerine kurulmaktadır. Sovyetler Birliği ve bütün bir Doğu Avrupa sosyalizmin değerlerinin çiğnenmesiyle bu “yeni” ve çürümüş değerler temelinde yeniden örgütlenmektedir. Tüm kapitalist dünya ve onun bir parçası olan Türkiye’de bu değerler zaten insanlara yön veriyor olmakla kalmamakta, yeni bir hız ve atılımla güçlendirilmeye çalışılmaktadır.
Proletarya, bu burjuva, küçük burjuva değer ve özlemleri, gelenekler ve alışkanlıklardan güç alarak yayan bir küçük burjuva atmosferle ona kaynaklık eden, burjuva sistem tarafından etkilenmiş ve kendine bağlanmış, küçük burjuva uzlaştırıcıların bilinç ve ruh hallerinde cirit attığı bir dizi toplumsal tabaka ve geçiş tipleriyle çevrili durumdadır. Etkiye açıktır. Burjuva, küçük burjuva yozlaştırıcı akımlar çeşidi devrimci gruplaşmaları da etkilemektedir, ama bir noktaya kadar. Yine bir örnek vardır, Marksist hareket tarafından geliştirilmekte olan 71 devrimcilerinin yeni insan tipi örneği, geleceğin insanı örneği.
71 devrimciliği dönemi, evet, bir kahramanlık dönemiydi, ama bundan fazla bir şeydi, bir kahramanlık destanından ibaret değildi. 71 devrimcileri uzlaşmazlıkla ve kahramanlıkla öne atıldılar, ama sıradan bir kahramanlık değildi 71 eylemcilerinin kahramanlığı, önemli ve temel bir özelliğe sahipti. Bazıları küçümsüyor, siyasal ve ideolojik çizgileri savunulmadan onlara sahip çıkılamaz deniyor, 71 devrimcileri, sahip çıkılıp örneği sürdürülmeksizin geleceğe uzanmanın olanaksız olduğu bir özellik sahibiydiler. Bu onların bir diğer proleter özelliğiydi. Kendi özel çıkarlarının peşinde değillerdi, onları güdüleyen özel değil toplumsal çıkarlardı. Onlar sınıfsız toplumun, kolektif insanın değerleriyle davranıyorlardı. Toplumsal çıkar ve değerler için feda etmekten kaçındıkları hiç bir şey yoktu. Kendi mülkleri, atölyeleri, tarlaları, dükkânları için mücadeleye girmemişlerdi. Siyasal ve toplumsal hedef ve projelerin tamamen belirgin ve doğru olup olmamasının, bu noktada önemi yoktu. Küçük bir grup olarak örgütlenmişlerdi -başlangıçta kim küçük grup olarak örgütlenmez ki- ama kolektif bir ruhla hareket ediyorlardı. Kuşkusuz önderleri vardı ve kişilere güven anlayışı belirgindi, ancak, kendi aralarındaki ilişkileri ve emekçi halka ve çıkarlarına yönelik tutumları kolektif bir temele oturuyordu. Hem günlük hem de siyasal yaşamlarında karşılık ve özel çıkar gözetmeme, dayanışma, yoldaşlar ve halk için kendini feda etme, halka ve devrim davasına bağlılık, bunun gereğini en zor koşullarda yerine getirme, ’71 devrimcilerinin şaşmaz özellikleri arasındaydı. Bu dayanışmacı, toplumcu özellikler, proleter özelliklerdir, yeni insanın, sosyalist insanın özellikleridir. Ancak bu özellikleri taşıyan militanlarıyla, ancak 71 devrimcilerinin tüm yaşamlarıyla ve canlan pahasına pratik olarak ortaya koyduktan dayanışma, halka ve devrim davasına bağlılık yolunda yürüyen proletaryanın Marksist hareketi sosyalizmi kurmaya ve onun yeni insanının yaratmaya yetenekli olacaktır.
71 ‘devrimcilerinin kitabında halka zarar vermek yazmazdı, eylemlerine yön veren ilkelerin başında halkın çıkarlarına uygunluk geliyordu. İnsani değerler ve insan-severlik adına bugün ortalıkta dolaşanlarla kıyaslanması olanaksız insan severlerdi ve onlardan temelde ayrılıyorlardı. 4 Amerikalıyı kaçıran Deniz ve diğer yoldaşlar, sıradan askerler olmaları karşısında öldürmeye elleri varmayarak onları serbest bırakacak denli milliyetçilikten uzak ve hümanisttiler. Ama bu hümanizmleri, bugün moda olan gibi, emperyalistler ve gericilikle emekçi halk arasındaki çıkar zıtlıklarının üzerini örtüp, onları uzlaştırmaya çalışan, insani değerler adına teslimiyeti öngören türden bir “hümanizm” değildi. Devrimci hümanizmdi.
Bugün olanca burjuva ve revizyonist propagandaya rağmen, bu yönde baskı ve “köşe dönücülüğün” kanallarının alabildiğine açılmasına rağmen, dayanışmacı ruh, toplumcu tutum ve amaçlar, özverili, devrim, proletarya ve halkın davasına bağlı militan mücadeleci tavır etkisizleştirilemediyse, bunda uzlaşmaz sınıf karşıtlığı üzerine kurulu kapitalist sistemin mücadeleye yol açıcı temel neden olmasının yanında, 71 devrimcilerinin oluşturduğu geleneğin de rolü reddedilemez.
Emekçi halkların binlerce yıllık tarihsel deneyiminden süzülmüş bir başka geleneği daha canlandırdı 71 devrimcileri: “ferman padişahın dağlar bizimdir”. Bu, sadece bir direniş ve baskıya silahla karşı koyuş geleneği değil, düzenin baskı ve zoruna rağmen mücadele, düzenin koyduğu sınırları kabullenmeyen, yasallığı esas almayan mücadele geleneğidir de. 71 devrimcileri kendilerini yasalarla sınırlamayan bir örgütlenme ve mücadele anlayışlarıyla ileri atıldılar.
Eylül sonrası, olası baskılardan kaçışla birlikte “Gorbaçov demokratizmi”nin de etkisiyle yasalcılık yeniden moda olmuştu. Bu da, bir geleneğin devamıydı; Şefik Hüsnü yasalcılığının, TİP yasalcılığının devamı. Çıkmazı çok yaşanmıştı. Yasalcılar, her birkaç yılda bir toplu tevkifattan geçiriliyor, bir süre “mücadelece ara veriyor, sonra yeniden yasal sınırlar çerçevesinde başlıyorlardı. Son gelişmelerle, bugün yasalcılık yeni bir çıkmazla karşı karşıya. Ama canlandırılmış bir gelenek var. Yasalcılık yapmayanlar var. Kendi yöntemleriyle kitlelere ulaşanlar, seslerini duyuranlar var. Siyasal mücadele alanında bu geleneği ortaya koyanlar, devrimin yolunu açanlar değiller midir? Sinan ve diğer yoldaşlar Nurhaklarda şehit düşerken hem silahlı direniş hem de yasalarla sınırlanmama geleneğini aktardılar geleceğe, ölümleri sonunu getirmedi, bu gelenek her iki yönüyle birlikte yaşıyor.
Toplumsal muhalefet, maddi toplumsal koşulların, kapitalist, emperyalist sömürü, talan ve baskıların biriktirdiği patlayıcı madde stoklarının harekete geçirici gücü yanında devrimci geleneklerden de güç alarak varoluyor ve gelişiyor. Darağaçlarında uzlaşmazlığı, kararlılığı, davaya ve halka bağlılığı şiar edinip “Yaşasın Marksizm Leninizm’in Yüce İdeolojisi” diye haykıran Deniz-Yusuf-İnan’ın, Kızıldere’de “dönmeye değil ölmeye geldik” deyip teslimiyeti reddeden Mahir ve Cihan’ın, işkence tezgâhlarında yarattığı uzlaşmazlık ve direniş destanıyla ser verip sır vermeyen Kaypakkaya’nın yaratıp canlandırdıkları devrimci gelenekler, bugün de devrim ve sosyalizm mücadelesinin itici güçlerinden birini oluşturuyor.
Varsın “goşizm”le, “anarşizm”le suçlansınlar, açtıkları yoldan yürünmeden devrimci olunamaz, devrim ve sınıfsız toplumun zaferi sağlanamaz.

Mayıs 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑