’71’İN MÜCADELE DENEYİMİ

Mayıs’ı anlamlı ve mücadeleci kılan günlerden ikisi 6 ve 31 Mayıs’tır. ’71 ‘in devrimci anti-emperyalist gençlik hareketinin yiğit önderlerinden ve THKO’nun kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın darağaçlarında; Kadir Manga, Sinan Cemgil ve Alpaslan Özdoğan’ın Nurhak dağlarında katledildikleri günlerdir 6 ve 31 Mayıs. 12 Mart karşı-devrimi onları öldürmekle halkın gelişen mücadelesinin önüne geçebileceğini sandı. Ama tam tersi oldu. 1971’in 31 Mayısı’nda Nurhak’larda, 1972’nin 6 Mayısı’nda darağaçlarında ölümsüzlüğe kavuşanların açtığı yoldan yüz binler yürümeye başladı.
’71’in devrimci önderlerinin gericilik tarafından katledilmesiyle birlikte o dönemin belli başlı devrimci örgütleri de -bu arada THKO- aldıkları ağır darbeler sonucunda dağıldılar; “sol” hareketler yenilgiye uğratıldılar. Ama onların kısa süren mücadele dönemleri, yıllarca üzerinde düşünceler ileri sürülecek, değerlendirmeler yapılacak ve ille de dersler çıkarılması gereken bir deney hazinesinin birikmesi anlamına da geldi. ’71 ‘de şehit düşen devrimci halk kahramanlarını anmak yalnızca onları olumlu yönden duygusal bir yaklaşımla düşünmekle kalmayıp, aynı zamanda giriştikleri mücadeleyi derinlemesine incelemek ve geride bıraktıkları birikimden kalıcı sonuçlar çıkarmak biçiminde de olursa amacına ulaşmış olacaktır.
Bu yazıda Deniz, Yusuf, Hüseyin, Kadir, Sinan ve Alpaslan’ı anmanın anlamına daha uygun düşeceği düşüncesiyle ’71’in “sol” hareketine ve THKO’nun gelişimine belli ölçüler içinde yer verilecek. Buna geçmeden önce de 6 ve 31 Mayıs’a gelinceye kadar yaşanan pratik gelişmeleri kısaca özetlemekte fayda görüyoruz.
27 Mayıs 1960 askeri darbenin ardından gelen dönemde mücadele ile elde edilen bir kısım hak ve özgürlükler artık bir ölçüde de olsa kullanılmaya başlanmıştır. Birçok Marksist ve sol yapıtın Türkçeye çevrilmiş olması sonucu ilk kez Marksist düşünceler tartışılmaya başlanmış, farklı görüşlerin ortaya çıkmasının belli ölçülerde ortamı doğmuştur. Latin Amerika ve Sovyetlerde yaşanan gelişmeler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yankı bulmakta, çeşitli görüşlerin ileri sürülmesine yol açmaktadır. Sol harekette yavaş da olsa bir ayrışma başlar. Bu yarışma aynı zamanda Marksizm-Leninizm’e ihanet eden Kruşçev-Brejnev revizyonizminin Sovyetler Birliğini revizyonist ve kapitalist bir ülkeye dönüştürdüğü, dünya devrimine karşı azgınca bir saldırıya geçtiği, onu pasifize etmeye çalıştığı döneme de rastlar. Bir yandan 50 yıllık koyu reformist-revizyonist gelenek hükmünü sürdürürken, diğer yandan PDA gibi akımların başını çektiği eğilimler tarafından cuntacı tezler yaygın bir şekilde piyasaya sürülmektedir. PDA, aynı zamanda, TİP ile birlikte pasifist teori ve düşüncelerin de belli başlı odaklarından biri durumundadır. Bu dönemde henüz proletarya partisi ya da Marksist-Leninist bir hareket mevcut değildir, geçmişte de olmamıştı. TKP adını taşıyan Şefik Hüsnü’nün yönettiği parti, hiçbir zaman kitleleri etkileyememiş ve sürekli sınıf uzlaşmacısı sağ oportünist bir çizgi izlemiştir. Ve zaten bu parti, 1951 tevkifatında dağılarak tamamen ortadan kalkmış bulunuyordu. Bu arada sivil faşist hareket de gelişmekte, saldırı ve cinayetlerini tırmandırmaktadır. Bu saldırılar karşısında öğrenci hareketi giderek radikalleşmektedir. Sivil faşistlerin yanında polislerin saldırıları da öğrenci hareketine yönelik olarak git gide yoğunlaşmaktadır. Polis ve sivil faşistlerin barbarlıkları karşısında önceleri korunma-savunma dürtüsüyle, öğrenci hareketi saflarında silahlanma eğilimleri baş gösterir. Sonraları bu eğilim, yerini yavaş yavaş silahlı mücadele düşüncesine bırakır. Bu arada Latin Amerika ve Sovyet Revizyonizminin etkileri de ayrı kollardan yayılmaktadır. Sovyet revizyonizminin geliştirdiği ‘barışçıl geçiş’ tezlerine duyulan tepki, gençlik hareketini Latin Amerika devrimlerine, Che Guevara’nın düşüncelerine yöneltir. Ayrıca Çin devrimi ve Mao Zedung düşüncesi de gençliği etkilemektedir. Gençlik hareketinde daha çok, bu iki görüşün, Che Guevara ve Mao Zedung’un fikirlerinin karışımı olan düşünceler etkindir. Bu koşullarda öğrenci hareketi, giderek silahlı çekirdekler çevresinde daralmaya başlar. 1971 Sol Hareketi işte böyle bir dönemde ortaya çıkar. THKO’nun 1970 sonlarında başlayan gelişimi de sözü edilen koşulların etkisi altında yön ve doğrultu kazanır.
Silahlanma süreci devam etmektedir. Aslında faşist komandoların ve polislerin öğrenci hareketini sindirmeyi hedefleyen silahlı baskınları ve cinayetleri karşısında başka çare de yoktur. Silahlanmayı pratik koşullar dayatmaktadır. Ancak silah ve diğer araçlar için de para lazımdır. Bunun için bir-iki banka soyulur. Devrimci mücadeleye hazırlanmak için pratik içinde eğitim yapmak gerektiği düşüncesiyle aktif eylemlere yönelinir. Bu amaçla özellikle ABD hedeflerine yönelik saldırılar yapılır. Bu çerçevede birçok yerde Amerikan askerleri dövülür, vs. Eğitimi daha da ilerletmek için Filistin’e gitmeye başlanır. Filistin’de silah vs. eğitimi yapılır, ancak diğer gruplarla birliktelik sağlanamaz. Birliktelik sağlansa, amaç, Küba’daki Granada çıkarmasına benzer bir çıkarmayı, Filistin’den Türkiye’ye yapmaktır. Bu gerçekleşmeyince dağınık gruplar halinde yeniden Türkiye’ye dönülür. Önceleri dağlarda ve kırlarda faaliyetlere başlanır. THKO’lular bu şartlarda kendi imkânlarıyla mücadeleyi sürdürmeye çalışırlar. THKO saflarında önderlerin de birer nefer gibi davranması düşüncesi hâkimdir. Bu anlayışın sonucu olarak, Deniz, Hüseyin, vs. gibi önder kadrolar da ayrımsız bütün eylemlerde yer alırlar. Önder kadroların özellikle şehirlerde yaptıkları birçok eylem, onların hızla deşifre olmasını getirir. Artık en küçük bir eylemi bile gizlice gerçekleştirme imkânları kalmamıştır. Her yerde kolayca teşhis edilmekte, dahası önder kadroların şehirlerde barınma olanağı kesinlikle kalmamıştır. Böylelikle ‘kıra aktarım’ başlar. Sonunda şehirde kalmış olanların da tamamı kıra geçer. Bu durumda öğrenci hareketinden ve Dev-Genç’ten tamamen kopulur, legal faaliyetlere sırt çevrilir. Köyler esas alınır. Amaç köylülerin arkaya alınmasıyla ‘kırlardan şehirlerin kuşatılması’ anlayışına dayanan halk savaşını başlatmaktır. Bu düşünce doğrultusunda kırlarda, propagandaya yönelik bazı eylemler yapılır. Bu eylemler de şehirler ve kamuoyunda büyük yankılar uyandırır. Artık, ‘laf değil, iş” düşüncesi geçerlidir. Pratiğe büyük bir önem verilmektedir. Ancak silah ve diğer donanımların sağlanması için para sıkıntısı yine kendini hissettirmektedir. Para ve maddi olanaklar sağlamak için yeniden şehre yönelinir. Ancak şehirde uzun süre kalmak düşünülmediği için hiçbir alt yapı hazırlığı yapılmamıştır. Barınma ve diğer bazı çalışmalar için doğru dürüst bir yer bile ayarlanmamışım Deniz’ler bu dönemde ODTÜ yurtlarında kalmak zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar. Bir jandarma botunun kurşunlanması ve bir polis otosunun taranması bu sıralarda yapılan başlıca eylemlerdendir. Aslında askere ve polise karşı saldırılarda bulunma konusunda, hümanist kişilikten gelen bir tereddüt söz konusudur. Bu nedenle asker ve polise yönelik silahlı eylemler oldukça az yapılmıştır. Ama ABD ve diğer bazı halk düşmanı kurumlara her fırsatta saldırı ve sabotajlarda bulunma perspektifi mevcuttur. Nitekim bu nitelikte birçok eylem de yapılmıştır.
Bu faaliyetlerin ardından yine kırlara dönme zorunluluğu doğmuştur. Kırlara bir motosikletle hareket eden Deniz’ler daha sonra Sivas’ın Gemerek ilçesinde komando birliklerince kuşatılır ve yakalanır. Arkasından Hüseyin bir araba ile köye gelirken bir akrabası tarafından ihbar dilerek yakalattırılır. Deniz ve Hüseyin gibi iki önder kadronun yakalanması THKO militanları arasında büyük bir boşluk duygusu yaratır. Bu defa yakalananların kurtarılması için bir eylem planı hazırlanır. Ne var ki şehre adam göndermek zordur. Bunun üzerine yine kırda yapılacak bir eylemde karar kılınır. Plan gereğince Kürecik’teki Amerikan üssü basılarak buradaki Amerikalılar kaçırılacak, karşılığında, yakalananların serbest bırakılması istenecektir. Bunun için THKO militanları iki kola ayrılırlar. Kaçırma eyleminden sonra önceden 16 ÖZGÜRLÜK belirlenen yerde, belirlenen araçlarla hareket edilerek buluşulacaktır. Plan doğrultusunda bir grup THKO’Iu dağdan İnekli’ye doğru inerlerken bir çoban tarafından görülürler. Çoban muhtara haber verir. Muhtar da Gölbaşı Jandarma Komutanlığı’na. Sinan’ın da içinde yer aldığı grup ihbarcı çobanı görmüşlerdir. Ancak ona ateş etmemişlerdir. Bir anlık boşluktan yararlanan çobanın gördüklerini bir çırpıda muhtara anlatması zor olmamıştır. Sinan ve arkadaşları İnekli ovasında daha iyi bir yere mevzilenmeye çalışırlar. Ancak bulundukları yere yaklaşan askerler tarafından görülürler. Bir süre sonra askerler ateş etmeye başlarlar. Sinan ve arkadaşları bir sürü fırsat çıktığı halde halk çocuğu kabul ettikleri askerlere isabet ettirecek şekilde ateş etmemekte direnirler. Uzun süre devam eden karşılıklı ateşten sonra jandarma kurşunları ilk olarak Alpaslan’ı, arkasından Kadir’i ve daha sonra da Sinan’ı vurur. Bir seneye yakın bir süre sonra da 6 Mayıs 1972’de Ankara Merkez Cezaevi’nde Deniz, Yusuf ve Hüseyin idam edilirler. Önder kadrolarının öldürülmesine bağlı olarak da THKO ağır bir yenilgi alarak dağılır.
THKO’nun da içinde yer aldığı “1971 ‘sol’ hareketi”nin başlıca iki temel özelliği vardır:
Birincisi, bu hareket, 1970’lere gelirken gelişen kitle hareketlerinin radikalleştirdiği yurtsever, devrimci, demokrat unsurların emperyalizme, faşizme ve feodalizme karşı tepkilerini, bunun yanı sıra aynı zamanda bunları yaşatma ve güçlendirme görevini üstlenmiş olan reformizme ve revizyonizme karşı tepkilerini ifade ediyordu. Ve bu nitelikleriyle olumlu bir yanı vardı.
İkincisi, bu hareket, kitle mücadelelerinin gerilediği ve bu hareketlerin esas olarak revizyonizm ve troçkizm tarafından etkilendiği şartlarda ortaya çıktı. Böylece onlar, “kızıştırıcı” (!) ve “kitleleri harekete geçirici” (!) silahlı eylemlerle kitle mücadelesini yeniden canlandırmaya sözde çalışırken pratikte kitlelerden kopuk, maceracı bir çizgi izlediler ve teoride de revizyonizme ve Troçkizme kapıları açtılar.
71 döneminde bu hareketlere önderlik eden ve hepsi de darağaçlarında, işkence hanelerde ve silahlı çatışmalarda kurşunlanarak şehit düşen yurtsever-devrimcileri, Türkiye halkının yiğit evlatları ve halk kahramanları olarak kabul edilir. Onlara, devrimci kişiliklerine duyulan saygı, halkın şehitlerine sahip çıkması sonucu, halkı aldatmak için onlara sahte övgüler düzen ve gözyaşları döken revizyonistlerin aldatmacalarından, demagojilerinden özünde farklıdır. Onlar, tıpkı 71 hareketinin önderleri yaşarken yaptıkları gibi, bu hareketin devrimci, demokratik tüm özelliklerine karşı çıkıyor ve onu karalamaya çalışıyorlar, sahte ağıtların ardında sahip çıktıkları ise bu hareketleri etkilemiş olan revizyonizm ve troçkizmdir. Marksist-Leninist hareket ise, bu mücadelenin devrimci, yurtsever, demokrat ve Marksizm-Leninizm’e açık olan yanma sahip çıkıyor. D. Gezmiş’in darağacında haykırdığı son sözü “Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi” olmuştu. Marksist-Leninistler, proleter devrimci hareket, onun vasiyetine sahip çıkıyor ve onun yapmak istediklerini yapıyor.
Ama şunu unutmamalıyız; bu görevi yerine getirebilmek için onların savundukları fikirlerde anti-Marksist olan, devrime yarar değil zarar getiren ve onu geçici de olsa yenilgiye götüren ne varsa hepsine savaş açmak ve onların yerine devrimci, Marksist-Leninist fikirleri geçirmek söz konusudur.

THKO ve Gelişmesi
Giriş:
THKO, 1970 sonlarından bugüne uzun ve zor bir mücadele içinde gelişerek devrimci demokratik bir örgütten Marksist- Leninist devrimci bir partiye dönüştü.
THKO, gelişme süreci içinde revizyonizmi, Troçkizmi, maceracılığı ve her türden oportünizmi alt etti; emperyalistlerin, burjuvazinin her türlü yozlaştırıcı etkisine karşı mücadele etti. ’70 sonlarında ve uzun bir dönem bir programa bile sahip olmayan 40-50 kişilik bir gerilla örgütü, bugün Marksist-Leninist bir program ve derinlemesine teorik temellere sahip devrimci bir parti durumundadır. Bu yazıda, dış şartlan ve çeşitli etkenleriyle birlikte THKO’nun ortaya çıkma ve gelişme süreci üzerinde duracak, bu sürecin genel bir değerlendirmesini yapacağız.
1971 “Sol” Hareketi: Elli Yıllık Revizyonizmin Günahının Kefareti.
Devrimci Parti kurulana kadar Türkiye’de gerçek bir Leninist parti inşa edilemedi. 1920 Eylül’ünde Baku’da 1. Kongresi’ni yapan ve 3. ENTERNASYONAL’e kaydolan TKP, bu yolda atılmış güçlü bir adımdı. Ama henüz son derece genç ve güçsüz olan ve bir programa bile sahip olmayan bu parti Kemalist burjuvazinin anti-komünist kampanyasının darbeleri altında çöktü; partinin önderi M. Suphi ve on dört yoldaşı katledildi; Anadolu’daki örgütlenmeler dağıtıldı. TKP’den geriye kalanlar Ş. Hüsnü’nün sağ oportünist, sınıf işbirlikçisi çizgisinin etkisi altına girdiler. Ş. Hüsnü TKP’si de 1951 tevkifatından sonra tamamen dağıtıldı. Ve 1970’lerde sosyal emperyalizmin ajanı durumundaki bir avuç mülteci, bu adla efendilerinin emperyalist ve yayılmacı emellerine hizmet eden ve faşist-feodal diktatörlüğün dizginlerini ele geçirmeyi amaçlayan bir sosyal-faşist örgüt kuruncaya kadar Türkiye’de TKP adını bir daha duyan olmadı.
1960’larda dünya çapında kapitalizmin genel krizi derinleşirken, ülkemizde de bu yılların özellikle ikinci yarısından itibaren kitle hareketlerinde bir canlanma ve demokratik ve ilerici fikirlerin kitleler arasında geniş bir yayılması görüldü. Ülkemizde 1930’lardan beri hüküm süren faşist-feodal diktatörlük şartlarında ilk defa oldukça geniş demokratik mevziler kitlelerin mücadelesiyle hâkim sınıflardan koparılıp alındı.
Bu dönemde “sosyalist” hareketin durumu da şöyleydi:
1961’de bir grup sosyal-demokrat, reformist sendikacı tarafından kurulan TİP burjuva demokrat bir aydan olan M. A. Aybar’ın yönetimine geçtikten sonra, ülke çapında adım adım gelişmekte olan yurtsever demokrat hareketin mihrakı haline geldi. Günümüz Türkiye’sinde kendisine devrimci sosyalist, komünist vb. adını veren, sayısı onlarla ifade edilebilecek akımların tümünün köklerini o günün TİP’inin içinde bulmak mümkündür.
1960’ların ikinci yansında başta öğrenci gençliğin ABD emperyalizmine ve dönemin faşist iktidarına karşı gelişen mücadelesi olmak üzere halk yığınlarının demokratik mücadelesinde güçlü bir kabarma görüldü. Faşist-feodal diktatörlük altında ilk kez işçilerin yaygın grev hareketleri ve köylülerin toprak işgalleri ortaya çıktı. Kitle hareketi çok kısa zamanda “sosyalist” hareketi de etkiledi ve onu radikalleştirdi.
Parlamenter avanaklığın aralarında bütün gücüyle hüküm sürdüğü, devrimci mücadelenin her türlüsünden ödleri kopan burjuva liberalleri olan TİP yöneticilerine karşı, küçük burjuva radikal MDD hareketinin yükselmesinin ve TİP yönetimi süratle tecrit olurken, bu hareketin özellikle gençlik kitlelerini etkisi altına almasının en önemli etkenlerinden biri buydu.
Bu dönemde TİP yönetimi, Kemalist burjuvazi eliyle Türkiye’de feodalizmin tasfiye edildiğini, demokratik devrimin tamamlandığını, köylülerin devrimci potansiyelini kaybettiğini, gündemde olanın parlamenter yoldan ve anayasal reformlar aracılığıyla gerçekleştirilecek bir “sosyalist devrim” olduğunu ileri sürer ve gelişen yurtsever demokrat kitle hareketlerini “anarşizm-goşizm” diye aforoz ederken; bir zamanlar Ş. Hüsnü’nün sağ kolunu teşkil eden “eski tüfek” M. Belli’nin başını çektiği MDD hareketinin önde gelenleri Türkiye’nin henüz demokratik devrim aşamasında bulunan yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olduğunu ve ülkemizde “tam bağımsızlık ve gerçek demokrasi”nin “devrim” yoluyla gerçekleşeceğini savunmaktaydı. Ama onların savunuculuğunu yaptığı MDD tezi de Marksist-Leninist nitelikte değildi. MDD teorisyenleri, o dönemde özellikle Arap ülkelerinde ortaya çıkan Nasır tipi “radikal cunta” hareketinin Türkiye’de de gerçekleşmesinin an meselesi olduğu hayalleriyle tüm hesaplarını “küçük burjuva radikalleri” adını verdikleri reformist bir cunta önderliğinde “gençlik ordu ittifakı”na dayalı bir askeri darbeye bağlamış, bu hareketin teorisini yapmaya çalışıyorlardı. Onların kafasındaki “devrim.” Böyle bir cuntasal darbe ve “milli demokratik iktidar”da cuntanın “diğer demokratik ve devrimci güçlerle birlikte kuracağı” (!) bir “devrim konseyi” idi. Aslında hem TİP yöneticileri hem de MDD teorisyenleri, ideolojik gıdalarını genelde Kruşçev revizyonizmi ve özelde Ş. Hüsnü oportünizminden alıyorlardı. Bu farkla ki TİP yöneticileri, modern revizyonistlerin Avrupa ülkeleri için tezgâhladığı “parlamenter yolla barışçı geçiş” teorisine sahip çıkarken; Mihri Belli ve şürekâsı, yine modern revizyonistler tarafından yarı-sömürge, yan-feodal Asya, Afrika ve L. Amerika ülkeleri göz önüne alınarak geliştirilen “kapitalist olmayan yol” tezini savunuyorlardı. Bu akımların her ikisi de
Ş. Hüsnü’nün oportünist tezlerinden beslenebiliyorlardı, çünkü o, hayatın belli dönemlerinde Kemalistlerin önderliğinde ülkemizde demokratik devrimin ve hatta sosyalist devrimin tamamlanabileceği yolunda tezler geliştirdiği gibi; Türkiye için “Prusya tipi kapitalizme geçiş teorisi”ni de savunuyordu ve 1946’daki “demokratikleşme” güldürüsü sırasında gırtlağına kadar parlamenter avanaklığa batmıştı. Başka deyişle onda burjuva kuyrukçuluğunun bütün varyantlarını bulmak mümkündü.
MDD teorisyenleri cuntacılıklarına bağlı olarak, Marksizm-Leninizm’in bütün temel fikirlerini çarpıttılar. Bunun en çarpıcı örneği, belli başlı Marksist klasikleri yayınlayan bunların yönetimindeki bir yayın evinin Marksizm-Leninizm’in devrimci özünü iğdiş edebilmek için bu eserleri bile eksik, yanlış ve tahrif ederek yayınlamasıdır.
Bütün bunların yanı sıra, bu revizyonistler, cunta ile yaptıkları pazarlıklarda, kendilerine daha iyi imkân ve mevkiler elde edebilmek için bir koz olarak gördükleri devrimci gençlik ve aydın hareketini etraflarında tutabilmek uğruna halk savaşı adına bol bol “Guevaracılık” yapmaktan da geri durmuyorlar; “radikal cunta” için ortam hazırlayabilmek amacıyla anarşizmi ve her türden bireysel terörizmi de kışkırtıyorlardı.
1970’lere gelirken MDD hareketi ikiye bölündü. Mahir Çayan’ın başını çektiği bir grup Aydınlık Sosyalist Dergi etrafında toplanırken, M. Belli’nin sadık takipçisi Doğu Perinçek’in başını çektiği bir başka grup da Proleter Devrimci Aydınlık dergisini çıkarmaya başladı. Bu ayrılığın kökeninde iyice belirginleşmemiş olmakla birlikte, M. Çayan’ın küçük burjuva ihtilalci ve Guevara-Marigella tarzı gerilla savaşına yönelen çizgisiyle, M. Belli ve D. Perinçek’in cuntacı-refor-mist çizgisinin ayrışmaya başlamış olması yatıyordu. Bununla birlikte, başlangıçta her iki tarafta da esas olarak egemen olan M. Belli’nin cuntacı tezleriydi. Nitekim M. Belli bu ayrılık su yüzüne çıktığında, başlangıçta D.Perinçek tarafına eğilim gösterdi. Ancak MDD hareketinin başlıca sosyal temelini teşkil eden ve giderek radikalleşen öğrenci gençlik içinde öteden beri pasifist ve revizyonist nitelikleriyle ün salmış PDA önderliği süratle tecrit olunca, M. Belli bu hareketi (gençlik hareketini) cuntacılarla pazarlığında bir koz olarak kullanabilmek ve güçlü görünmek için M. Çayan’ın tarafına katıldı.
Buna rağmen, kitle hareketindeki kabarış, 15-16 Haziran işçi direnişiyle zirvesine ulaşıp İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildiğinde, ordunun M. Belli (daha yüzsüzce ve açık-seçik) Doğu Perinçek (daha ince ve üstü kapalıca) vb. tarafından gizlenmek istenen karşı-devrimci niteliği ve cuntacılara bağlanan umudun kofluğu geniş ölçüde ortaya çıktı. Bir süre sonra da, M. Çayan ve D. Gezmiş gibi radikal gençlik liderleri gençlik kitlesini de peşlerinden sürükleyerek M. Belli’yi yalnız bıraktılar. Aynı şekilde, 15-16 Haziran direnişini izleyen dönemde, iflah olmaz cuntacı PDA şeflerinin başım çektiği saflarda da, İbrahim Kaypakkaya önderliğinde yine küçük burjuva ihtilalci bir nitelik taşıyan bir muhalefet hareketi gelişmeye başladı.
PDA şefleri, 12 Mart’a gelinceye kadar yayın organlarında, “işçiler ‘ordu-işçi el ele’ diye bağırıyorlar. Subayları omuzlarına alıyorlar.” diye yazarak, işçi sınıfına yol gösteren (!) bu “proleter devrimciler” (!); “köylüler ‘yaşasın gerçek Türkiye ordusu’ diyerek yolu açtılar” diye yazarak köylülüğe yol gösteren (!) ve işçi-köylü ittifakını işçi ve köylülerin faşist diktatörlüğe ve orduya birlikte alkış tutmaları olarak anlayan ve gösteren bu alçaklar 12 Mart askeri faşist hareketini sıcağı sıcağına “yurtsever subayların hareketi” olarak bütün diğer revizyonistlerle birlikte alkışladılar.
12 Mart sırasındaki “sol” hareket -ki başlıca temsilcileri THKO, THKP-C ve TKP/ML-TİKKO idi- böyle bir ortamda elli yıllık revizyonist mirasa ve modern revizyonist ihanete bir tepki ve onun günahının bir kefareti olarak doğdu ve gelişti.
1971’de yapılan AEP 6. Kongresi’nde, Enver Hoca revizyonizmin tahribatına ve kitle mücadelelerinin yükselmesine işaret ettikten sonra bu “solcu” hareketi ortaya çıkaran şartları şöyle belirtiyor:
“… Gerçekten bugün devrimci mücadele, revizyonistlerin dışında ve onların arzulan hilafına gelişmektedir. Buna rağmen revizyonist teori ve uygulamaların tehlike ve zararları küçümsenemez. Aralarında dürüst devrimcilerin de bulunduğu birçok insan, gerçi revizyonistlerin reformcu yolunu reddetmekte ve onu eleştirmektedir; fakat devrim ve onun gelişme yolu hakkında başka bir yanlış anlayışa kapılmışlardır. Bu, onların küçük burjuva sosyal durumlarından Marksist-Leninist ideolojik şekillenmelerinin eksikliğinden ve anarşist-Troçkist ve darbeci anlayışların üzerinde yaptığı etkilerden ileri gelmektedir.” (Revizyonizm ve Maceracılık Yenilgiye, Marksizm-Leninizm Zafere Götürür, sf. 65)
Enver Hoca küçük burjuva ihtilalciliğinin teori ve pratiğini de özlü bir şekilde şöyle anlatıyor:
“Bunlardan bazıları, devrimi askeri bir darbe veya birkaç ‘kahraman’ın eseri olarak görüyorlar. Ve sanıyorlar ki, tıpkı ‘küçük bir motorun büyük bir motoru” harekete geçirmesi gibi bir mücadele grubunun “aktif eylemleriyle” devrimin patlaması için şart olan devrimci durum sunî olarak yaratılabilir. Bunlara göre, kapitalist toplumda kitlelerin devrimci birikimi, her an patlamaya hazırdır. Yeter ki dıştan bir darbe vurulsun, kitleler onları otomatik olarak izleyeceklerdir.” (age.)
’71 “sol” hareketinin dayandığı sosyal temelin -küçük burjuvazinin- durum ve gerilla mücadelesinin gelişmesi sürecinde karşılaştığı kaçınılmaz başarısızlıklar, küçük burjuva ihtilalciliğinin kendi içinde çeşitlenmesine yol açmıştı. Kır gerillası -Guevaracılık-, şehir gerillası -Marigellacılık-, bileşik savaş -Bravoculuk- ve Asya’da köylülüğe dayanan “solculuk” ayrımları oluştu. Ama dünya çapında olduğu gibi ülkemizde de, THKO gibi Guevara’nın, THKP/C gibi Marigella’nın,TKP/ML-TİKKO gibi köylü “solculuğu”nun yolundan gitmeye çalışan tüm ’71 ihtilalcilerinin durumları, sosyal konumları ve hareketlerin niteliği Enver Hoca’nın tanımlamasına aykırı düşmedi. İradenin rolü mutlaklaştırıldı; kitlelerin iradesi ve mücadelesi yerine bir grup adamın iradesi ve mücadelesi geçirildi. Devrimin kitlelerin eseri olduğu kavranmadığı gibi, devrimin iradi zorlamayla olgunlaşabileceği, bunun için öncü gerillanın harekete geçmesi gerektiği ve silahlı mücadelenin şartlarının her zaman var olduğu ileri sürüldü. Objektif durum dikkate alınmadı ve devrimi ekonomik ve sosyal gelişmenin olgunlaştırabileceği reddedildi.
Küba devriminin bazı özellikleri, özellikle Küba’da devrimi olgunlaştıran gerçek durum ve kitlelerin yükselen mücadelesi göz önüne alınmadan, gerilla kolunun rolünün tek yanlı olarak mutlaklaştırılması ve bu devrime önderlik edenlerin ideolojik doğrultusu, küçük burjuva ihtilalciliğinin yaygınlaşmasına yol açan etken oldu.
Günümüzde Sovyet emperyalizmi ABD emperyalizmi gibi yayılmaya çalışmakta ve sözde kurtuluş savaşlarını “destekleme” ve “devrimci şiddet”i savunma maskesi altında karşı-devrimci şiddeti savunmakta ve her yerde uygulamaktadır. Devrimci şiddetin gerekliliğini başlıca çıkış noktası yapan küçük burjuva ihtilalciliği, özellikle aydınların şahsında, bu yüzden bugün, modern revizyonizmden ve onun merkezini oluşturan Sovyetler Birliği’nin siyasi faaliyetinden daha fazla etkilenmektedir. Eski ve yeni “solcular”, aynı küçük burjuva sosyal konuma sahiptirler ve bu tabakanın siyasi işlevini yerine getiriyorlar, revizyonizmden daha az ya da daha çok etkilenmelerine -ki arada büyük bir fark yoktur- bakarak, bugün onların karşı-devrimci bir rol oynadıklarını ileri sürmek, genel olarak küçük burjuvazinin karşı-devrimci bir konumda olduğunu iddia etmek demektir ki, bu yanlıştır. Küçük burjuvazi devrimden objektif olarak yararı olan bir tabaka olduğu gibi; hatalı ve devrime götürmesi mümkün olmayan bir ideolojik siyasi formasyona sahip olmasına rağmen, mevcut düzene, emperyalizme ve faşizme karşı yönelen küçük burjuva ihtilalci hareket; örneğin Rusya’nın ya da diğer emperyalistlerin ve gerici sınıfların, belirli eylem ve tutumlarından yarar-lansalar da, bütünüyle destekleyecekleri ve geliştirmeye çalışacakları bir hareket olamaz. Daha çok yaralanmaya, daha çok kendi emellerine hizmet ettirmeye çalışabilirler. Ama “solculuk”un devrimci karakteriyle, emperyalizmin, burjuvazinin ve gericiliğin karşı-devrimci karakteri çelişir.
Ortaya çıkış şartları ve genel nitelikleri üzerinde durduğumuz ’71 “sol” hareketi, üç yıla yakın bir süre sürdü ve sonunda küçük burjuva ihtilalci örgütlerin önder kadrolarının tümünün katledilmesiyle, tutuklanması ve örgütlenmelerinin dağıtılması ve yenilgisiyle son buldu.
Küçük burjuva ihtilalci hareketin yenilgisinden sonra, bu hareketlerin saflarında belli başlı üç eğilim ortaya çıktı.
Bazıları yılgınlığa kapılarak devrimci mücadeleden yüz çevirdi.
Bunlardan bir kısmı her türlü mücadeleden elini eteğini çekti ya da revizyonist-reformist hareketlere katıldı; bir kısmı ise, açıktan açığa karşı-devrimciliğin, ihanetin batağına yuvarlandı, faşist ve sosyal-faşistler haline geldiler.
Bazıları, mücadelenin en güç anlarında sindikleri halde, 12 Mart döneminin sona ermesiyle birlikte, eski küçük burjuva ihtilalci çizginin sadık izleyicileri olduklarını, bu çizginin tamamen doğru ve Marksist-Leninist bir çizgi olduğunu iddia ederek; özellikle devrimci öğrenci hareketi içinde 12 Mart’ta katledilen küçük burjuva ihtilalci önderlerin sahip oldukları prestijden yararlanarak devrim ağalığı yapmaya kalkıştılar. Aslında bunların yaptığı, küçük burjuva ihtilalci geçmişin devrimci yanlarını törpüleyerek, onun revizyonist-Troçkist tezlerine sahip çıkmaktı. Böylece de bunlar, büyük ölçüde sosyal emperyalistlerin ve revizyonistlerin kanadı altına sığınarak, etkileri altında tutukları kadarıyla, devrimci gençlik potansiyelini revizyonistlerin ve reformistlerin sınıf uzlaşması kanalına akıtma görevini üstlendiler.
’71 ihtilalci hareketine katılan birçok devrimci ise, 12 Mart döneminin azgın faşist terörünü en ağır şartlarda kararlı bir şekilde göğüsledikten sonra, içine girilen dönemde, halka, devrime ve mücadelede can vermiş olan yoldaşlarına karşı duydukları sorumluluk ve bağlılıkla Marksizm-Leninizm’e sarıldı ve geçmiş mücadelelerini yeniden gözden geçirerek; yenilginin sebeplerini doğru olarak tespit etmeye, farkına vardıkları hatalarını düzelmeye ve devrim yolunda daha sağlam ve daha kararlı adımlarla yürümeye gayret etti.
THKO, tek tek birkaç döküntü dışında bütünüyle bu yolu tuttu. Sürekli, Marksizm-Leninizm’i kavrama yolunda kolektif bir faaliyet yürüttü, hatalarının kaynağını araştırdı ve bunları tespit ettikçe, halkı ve kadroları eğitmek amacıyla açık özeleştiriler yaparak düzeltti. O, bu faaliyetle örgüt hayatını devamlı canlı tuttu. Bu yüzden, her dönüm noktasında yeni gelişmeleri ayak uyduramayan bir avuç iflah olmaz tecrit edilerek örgüt dışına atılırken, örgütün ezici çoğunluğu, uyumlu ve kolektif bir biçimde hareket etti. Bunların hizip kurma çabaları her seferinde hüsrana uğradı.
1970’den Bu Yanı THKO’nun İdeolojik-Siyasi ve Örgütsel Gelişmesi:
THKO, 1970 sonlarında DENİZ GEZMİŞ, YUSUF ASLAN, HÜSEYİN İNAN, SİNAN CEMGİL,
CİHAN ALPTEKİN ve diğer bir grup radikal gençlik lideri tarafından kuruldu. Başlangıçta, örgütün, revizyonizmin “sosyalist” harekette yarattığı bunalımın silahlı eylemler yoluyla aşılmasına katkıda bulu nacağı ve gerilla savaşı halkasını yakalayarak “öncü”yü ve kitleleri örgütleyeceği düşünülüyordu.
THKO militanları, başlangıçta yaygın bir örgütlenme çalışması yapmadılar. İdeolojik ve siyasi bir faaliyet hemen hemen yürütmediler. O zaman örgütte hakim olan düşünceye göre, silahlı mücadeleyle birlikte yürütülmeyecek böyle bir faaliyet, savaş içinde çelikleşmemiş ve revizyonist-reformist etki altında bulunan birçok kadronun örgüte dolarak onu yozlaştırmasına yol açacak ve öte yandan ideolojik mücadele adı altında sürekli gevezelik yapan revizyonistlerden fark kalmayacaktı, örgütte o zaman “öncü savaş” ve “öncü savaşçı” anlayışı hakimdi. Ve her türlü mücadele yöntemini devrimci bir biçimde kullanacak yerde, mücadele yöntemlerinden bazıları “lekeli” olarak nitelenip onlardan uzak durmak tercih ediliyordu.
THKO, 1971 başlarında ülkede devrimci durumun silahlı mücadele açısından tamamen elverişli olduğunu ve o şartlarda silahlı mücadele yürütmeyen bir örgütün hiçbir zaman gerçek bir “iktidar alternatifi” olamayacağı görüşündeydi. Buna uygun olarak kırlarda silahlı mücadelenin başlatılması için asgari şartların yaratılmasını amaçlayan kısa bir hazırlık döneminden sonra tespit edilen bir bölgede oluşturulacak bir gerilla kolunun faaliyete geçmesi kararlaştırıldı. Kırda bu hedefe yönelik çalışmalar sürdürülürken, şehirlerde de bu faaliyeti desteklemeyi amaçlayan silahlı eylemlere girişildi ve 1971 “ol” hareketi böylece başladı.
THKO, o dönemde, siyasi çizgisine uygun olarak yayınladığı birkaç bildiri dışında herhangi bir yayın faaliyeti yürütmedi.
1972 Mart ayında yazılan “TÜRKİYE DEVRİMİNİN YOLU” broşürü, THKO’nun Türkiye devriminin çeşitli meseleleri hakkındaki görüşlerini toparlayan ilk resmi belgedir.
Broşürde, ülkemizde silahlı mücadelenin objektif şartlarının sürekli var olduğu, mevcut şartlarda silahlı mücadele yürütmeyen “ordusuz” bir örgütlenmenin kaçınılmaz olarak düzen örgütü haline dönüşeceği, parti kadrolarının silahlı mücadele, yani halk ordusu saflarından çıkacağı; bu yüzden ilk aşamada gerekli olan aynı zamanda işçi-köylü ittifakının da organı olacak bir halk ordusu kurmak olduğu ve süreç içinde partinin, başlangıçta partinin fonksiyonlarını da yerine getireceği ve getirdiği düşünülen bu ordu saflarından doğacağı savunuluyordu.
Broşür, yine THKO’nun o dönemde savunduğu kırların temel alınması gereğinden hareket ederek, şehirlerde işçi sınıfı içinde yürütülecek mücadelenin tayin edici önem taşımadığı, mevcut rejimde legal mücadele yürütme imkânı son derece sınırlı olduğu için silahlı mücadele dışında ve anında ona bağlanmayan ekonomik ve demokratik haklar için bir mücadelenin sürdürülemeyeceği yolundaki görüşleri sistemleştiriyordu. Arada bununla çelişecek görüşlere de yer verilmekle birlikte broşürün savunduğu siyasi çizginin özü buydu.
Broşürde revizyonizmin kuvvetli etkileri görülüyor ve o zaman “sosyalist” hareket içinde yer alan bütün siyasi akımlar tarafından değişik biçimlerde savunulan elli yıllık revizyonist tezler, genel olarak doğru kabul ediliyordu. “TÜRKİYE DEVRİMİNİN YOLU” broşüründe formüle edilen Kemalizm, devlet ve ordu meselesindeki görüşler de revizyonizmin etkisi altında ve Ş. Hüsnü’den beri ileri sürülen görüşlerin bir tekrarı niteliğinde idi.
Yine revizyonizm ve Troçkizmden derin etkilenmeye bağlı olarak “TÜRKİYE DEVRİMİNİN YOLU”nda revizyonizmin karakteri ve sınıf niteliği kavranamıyor ve Sovyetler Birliği revizyonist bir ülke olarak nitelendirilmekle birlikte, burjuva, kapitalist ve sosyal-emperyalist olarak görülmüyordu.
Broşürde birçok Marksist-Leninist genel doğru da sıralanmakla birlikte, açıkça görülmektedir ki, onun savunduğu görüşler, özü itibariyle revizyonizmin ve Troçkizmin etkisi altında şekillenmişlerdir.
THKO militanları hatalarda ayak diremediler, aksine onları amansız ve acımasızca eleştirdiler. Tersinin doğru olduğuna ikna oldukları her şeyden vazgeçtiler, vazgeçebildiler. Çünkü kendi çıkarlarını savunmuyorlardı, devrim inancıyla doluydular.
Türkiye’de Marksist gelişmenin ve THKO’nun orijinalitesi, Marksist bir akımın ya da partinin ve Marksist teorik-siyasi birikimin hemen hiç olmadığı şartlarda, küçük burjuva ihtilalciliğin demokrat, anti-emperyalist ve ihtilalci mirasına sahip çıkan, ama ideolojik-siyasi temelini eleştirip reddederek bunun küçük burjuvaziye ait olduğunu, revizyonizm ve Troçkizmden derinden etkilendiğini tespit ve ilan eden Marksizm’in, örgütsel alanda, bir küçük burjuva ihtilalci örgüt olan THKO’nun kendi özeleştirisi ve niteliğinin değişimiyle Marksist bir örgüte dönüşmesi yoluyla gelişmesidir. THKO, gelişim seyri içinde parti öncesi bir örgüt iken, halka verilen söze bağlı olarak bir süre sonra Leninist, Devrimci bir partiye yerini bırakarak örgütsel yaşamının sonunu getirmiştir. Böylece ülkemizde bir özlem olmaktan çıkıp gerçeklik kazanan Devrimci Proletarya Partisi’nin kuruluşu tamamlanmıştır.
THKO’nun devrimci burjuva demokrat bir örgütten marksist bir örgüte dönüşmesini mümkün kılan başlıca iki etkenden biri; THKO militanlarının devrime: olan inançları ve kararlılıkları, bu uğurda herhangi bir şeyi feda etmekten kaçınmamalarıdır.
İkinci tayin edici etken, THKO’nun geçmiş mücadelesi içinde öne çıkmış, mücadelede uzlaşmacılığa ve teslimiyetçiliğe düşmemiş, devrimci kararlılığa ve önemli bir prestije sahip, birçok eksiklikler taşısalar da, Marksizm’e yönelen, kendilerine bu doğrultuyu esas alan ve bu doğrultuda önemli belli adımlar atan THKO militanlarının hemen tümüyle dağılmış olan örgütü toplayarak merkezi bir yapıya sahip Marksist bir örgüt olarak yeniden örgütlemeyi ve merkezi organ GMK’yi kurmayı başarmalarıdır. O nispeten yaygın ve kendi sosyal temelini örgütlemiş, dolayısıyla sınırın özellikleri indisine silinmezcesine mal olmuş ve küçük burjuva mülkiyet özlemiyle şekillenmiş bir örgütlenme değildi. Böyle bir örgüt olması halinde Marksist bir örgüte dönüşmesi büyük ölçüde imkânsız olurdu. THKO Türkiye’de Marksist bir parti ya da grubun bulunmadığı şartlarda, önlerinde hazır bir halde Marksist bir alternatif bulunmayan, bunun ve somut olarak devrime giden yolun arayışı içindeki aydınların devrimci bir örgütlenmesiydi. Örgüt olarak, son derece az sayıda-yenilgi döneminde kendi çıkarlarını, mülkiyet kaygılarını ve kariyer hırslarını gerçekleştirmek için içine sızmaya çalışanlar dışta tutulursa, Marksizm’e açık, ondan etkilenen, devrim inancı ile dolu üyeye sahipti.
71 hareketinin yenilgisiyle THKO’nun örgütsel yapısı da hemen tümüyle dağılmıştı. Birbirinden kopuk, küçük ve etkisiz gruplar küçük burjuva ihtilalci çizgiyi sürdürmeye devam ediyorlardı. Bunların yanı sıra, devrim ağalığına ve gangsterliğe özenen lümpen özellikli unsurlar da THKO’nun prestijinden yaralanmaya çalışıyorlardı. Bu arada zaten Marksizm’e açık olan THKO militanlarının asıl önemli kesimi, Marksizm’den giderek daha çok etkileniyorlar, inceliyorlar, Marksizm’i öğreniyor ve kabul ediyorlardı. Geçmiş siyasi çizgiyi savunup sağlamlaştırmaya çalışsa da, THKO içinde ilk özeleştiri girişimi olan “GEÇMİŞİN ÖZELEŞTİRİSİ” broşürü bu örgütsel dağınıklık ortamında yazıldı. Marksistlerin örgüt içinde inisiyatifi ele alarak THKO’nun merkezi yapısı GMK’yi kurmaları ve merkez organ olan YOLDAŞ dergisini yayınlamaya başlamaları tarihine kadar, THKO içinde -sadece içinde değil, dışına da yansıyarak- yoğun bir sınıf mücadelesi dönemi yaşandı. Bu dönem boyunca küçük burjuva ihtilalciliği, Marksizm’in militanlar üzerinde ve örgüt içinde gelişmekte olan etkisine güçlü ve merkezi bir direniş örgütlemeyi başaramadı. Ve bu dönem tüm olumsuzluklara karşın merkezi bir yapıya sahip THKO’nun yeniden örgütlenmesiyle son buldu.
Daha sonraları yenilginin nedenlerinin araştırıldığı bir sürece girildi. Bir yandan Marksizm’den öğrenerek, diğer yandan kitle mücadelelerinden güç olarak devrimin kitlelerin eseri olduğu, sübjektif etkeni bir grup ihtilalcinin, “öncü savaşçıların” temsil edemeyeceği ve devrimi gerçek durumun olgunlaştıracağı kavranmaya başlandı. Devrim için her türlü fedakârlığa hazır olan THKO militanları bir taraftan da uluslararası Marksist-Leninist hareketin modern revizyonizm karşısındaki başarılarından da etkileniyordu. Ama Marksizm’den etkilenilse de, Marksizm’in temel ilkeleri kavranamayınca; bir müddet, özellikle sağcı, revizyonist akımların küçük burjuva ihtilalciliğini eleştiri maskesi altında, onun devrimciliğine, devrimci ruhuna ve kararlılığına saldırması karşısında; Marksist bir platform yerine, küçük burjuva ihtilalci bir platformda geçmiş harekete sahip çıkılmaya çalışıldı.
Bir yandan Marksizm’den öğrenip, diğer yandan kitle mücadelesinin güçlü çekim kuvvetiyle ilerlenirken, devrimin kitlelerin eseri olduğu, esas olarak kavranıldı ve “öncü savaş” anlayışı reddedildi. “Öncü savaş” anlayışının reddi ile merkezini Sovyet revizyonizminin oluşturduğu uluslararası modern revizyonizme ve sosyal emperyalizme karşı tavır alınması ve uluslararası revizyonizm ile aramıza oldukça belirgin kalın bir çizgi çekilmesi aşağı yukarı aynı tarihlere rastlar.
THKO’nun devrimci bir partiye doğru ilerlemesinin etkenlerinden birisi de, belli bazı aksamalar olsa da, örgüt-içi hayatın canlılığı ve ideolojik hayatta süren dişe diş mücadele idi. Bu anlamda yapılan hatalar karşısında anında yapılan muhalefet ve yapıcı eleştirilerin önemli rolü büyük olmuştur.
Uygulamaya konulmadığı halde teoride THKO tarafından bir süre savunulan revizyonist ÜÇ DÜNYA TEORİSİ de belirtilen örgüt içi eleştiriler sonucunda AEP 7. Kongresi’nin ve Enver Hoca’nın yol göstericiliğinde reddedildi.
Devlet biçimi olarak değil de hükümet biçimi olarak görülen faşizm anlayışı da eleştirilerek, özeleştirisi verilerek reddedildi. “Faşizm tırmanıyor” tespitleri mahkûm edildi.
Kuşkusuz ÜDT’ni de, “Faşizmin tırmanışı” teorilerini de reddedebilmek kısa sürede bir çırpıda gerçekleştirilen olaylar niteliğinde değildi. Söz konusu yanlış görüşlerin her birisinin reddi ve özeleştirilerinin verilmesi, uzun sürelere yayılan çetin örgüt-içi mücadeleler sonucu mümkün olabilmiştir.
THKO’nun devrimci bir partiye dönüşmek üzere örgütsel varlığına son vermesinin ardından yaklaşık on yıl geçti. Devrimci parti geride kalan tarihsel dönemde bir dizi önemli badireler atlattı. Ancak bugün O, Deniz Yusuf, Hüseyin’in; Kadir, Sinan, Alpaslan’ın uğruna can verdikleri devrim davasını zafere ulaştırmak için var gücüyle savaşıyor; başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin kurtuluş mücadelesinde, doğrudan doğruya kitleler içerisindeki somut yol göstericiliği ile, militan tutumuyla ezilen sınıflar için biricik umut olma işlevini sürdürüyor.
Darağaçlarında, Nurhak’larda ve daha birçok alanda devrim uğruna can verenler ölümsüzdür.

Mayıs 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑