Asfaltı Üreten Bölgenin Yollan Patika… Bölgesel Analiz -Bir Deneme (1979-1986)

Her şeyin bir vakti var,
Döllenmenin ve ölmenin,
Dikmenin vakti var,
Ve sökmenin,
Öldürmenin ve şifanın,
Yıkmanın vakti var,
Ağlamanın vakti var,
Ve gülmenin.
Enver GÖKÇE

3- SONUÇ
Çalışma, coğrafi konumu gereği adlandırılan Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesindeki 18 ili kapsıyor. Bu bölgenin ülke alanında payı, yüzde 28,5 olup, 222,3 bin km.dir.
Global olarak toplam GSYÎH’-da (79 fiyatıyla) 1979’da yüzde 9,4 olan Bölge’nin payı, 1986’da yüzde 8,9’a kadar geriler. İmalat sanayinde yaratılan katma değerin dağılımı (cari fiyatla) bakımından Bölge’nin payı ’80’egöre (ki yüzde 3,4) artar ve 1986’da yüzde 4,2’ye kadar yükselir. Fakat aynı yıllarda yalnız Bursa’nın payı, yüzde 3,6’dan 5,6’ya çıkar.
Bölge’de ekonomik faaliyetin hâkim öğesi tarım ve bunun da hayvancılık alt sektör dalıdır.
Bölge’nin faal nüfusunun tarımdaki payı (1985’de) yüzde 69,6 olup, aynı yılda GSYİH içinde ise yüzde 37,1 paya sahiptir.
Sermayenin kıt olduğu Bölge’de sanayi sınırlı gelişme gösterip; sağladığı geliri ve hammaddeleri esas olarak bölge dışına transfer edilen petrol, bakır ve krom madencilik alt sektör dalı etkindir.
’80’li yıllarda ağırlık verilen altyapı yatırımlarının, ülkede pazar bütünlüğüne etkisi; tarımda makinalaşma, karayollarında ulaşım ve haberleşme imkânlarının gelişmesine paralel olarak, önceden var olan Türkiye pazarının bütünleşmesini daha da hızlandırmıştır. Böylece, her yerleşim biriminin ülke pazarına ulaşma imkânını sağlayan dağıtım ve haberleşme kanalları artmıştır. Pazarın büyümesiyle birlikte, pazar için üretim belirli ürünlerin üretiminde ihtisaslaşma olabilir. Yani, küçük yerel pazardan büyük dış pazara açılma yerel tüketime dönük çeşitli ve standartlaşmamış üretimden, ihtisaslaşmış üretime geçişi gerektirebilir. GAP’ın gerçekleşmesi halinde, bu gelişmeyi daha da hızlandırması beklenebilir. İşte bununla, büyük tarımsal işletmeler yani büyük toprak mülkiyeti sahibi toprak ağalan, artı-ürünü kolayca değerlendirme fırsatı bulacaklar.
Pazarla bütünleşmeye ve ürünün o derecede kolayca değerlendirilmesine bağlı olarak, kırsal kesim pazar ekonomisi içine dâhil olacak. Bu gelişme kırsal kesimde, büyük toprak sahibi olanlar dışındakiler için borçlanma yoluyla yüksek riskler taşıyarak da olsa işletmeleri büyütme olanağı verecek.
Yani var olan toplumsal çelişkilerin artması ve keskinleşmesi süreci yaşanıyor.
Bu, iki gelişmeye neden olabilir: Birincisi, mülksüzleşme ve kırdan kopuş (şehre göç); ikincisi, kırda kalmaya olanak sağlaması (yani tarım işçileri, mevsimlik tarım işçileri, küçük miktarda toprağın ekilmesi ya da kiralanması) etkisinden bahsedilebilir.
Ayrıca iç pazarın genişlemesi sermaye birimini arttırır.
Toprak Sorunu;
Ülkenin ve özellikle Bölge’nin çözülmesi gereken bir toprak sorunu, topraksız köylülerin toprak mülkiyetine sahip olmaları gereği olarak vardır.
1950 yılında 3 milyon 75 bin toplam aileden, yüzde 17,8 yani 547 bin aile topraksızdır Bu topraksız yoksul köylü ailelerin yüzde 74,9’u tarım işçiliğiyle, yüzde 8,7’si yalnız hayvan yetiştirmekle geçimini sağlamaktadır. Aynı yılda toplam ailenin yüzde 1,5’i (ve yüzde 5,7’si) işlenen toprağın (19 milyon 452 bin hektar) yüzde 24,8’e (ve yüzde 41,4’ü) sahiptir. Yani 500 (ve 200) dönümden daha fazla toprağa sahiptir. 20 dönümden az toprağı olan aile oranı yüzde 30,6 ve işlenen toprağın oranı yüzde 4,3’tür (1).
Hem toprak mülkiyetinin dağılımı, dengesiz ve hem de topraksız yoksul köylülerin aile sayısı oranı az değildir. Topraksız aileler ortalama dört nüfus olarak dikkate alındığında, 2 milyon 200 bin toplam nüfus olur ki, bu da ülke toplam nüfusunun yüzde 10,5’i demektir.
1962-1969 döneminde Türkiye’nin bütün illerinde uygulanan (ki bu birincisi) Köy Envanter Etütleri sonuçlarına göre, toplam çiftçi ailesi 4 milyon 131 bindir. Bunun 1 milyon 268 bin’i yani yüzde 30,7’i topraksız çiftçi ailesidir (2). Topraksız bu ailelerin yüzde 92,7’i tarım işçisi iken diğerleri ortakçı ya da kiracıdır (3). Ailelerin yüzde 60,7’nin toprağı 50 dönümden az iken, yüzde 0,45’in ailelerin toprağı 1500 dönümden daha fazladır. Yapılan çalışma açısından Bölge’ye ait bazı illerde topraksız ailelerin oram Mardin’de yüzde 40,8; Diyarbakır’da yüzde 46,8; Siirt’te yüzde 42; Urfa’da yüzde 53 ve Erzincan’da yüzde 38,2’dir. (4)
1950 ve 1960’lı yıllar sayımında yöntem farklılıkları ve eksikliklerine rağmen yine de mukayese yapılırsa; 1950’ye göre toplam aile sayısı yüzde 34,3 artarak 4 milyon 131 bin olur.
1950’ye göre topraksız aile sayısı mutlak olarak yüzde 131,8 artarak 1 milyon 268 bin’e yükselir. Toplam çiftçi ailesi içinde nispi oranları da artar yüzde 17,8’den 30,7’ye çıkar. 20 dönümden az toprağa sahip ailenin payı 1950’de yüzde 30,6 iken bu oran 1963’de yüzde 36,1’e yükselir. Fakat aynı yıllarda 500 dönümden fazla toprağa sahip ailelerin toplam ailede oram yüzde 1,5’ten 0,45’e geriler.
DPT’nin 1963 yılında yaptığı bir çalışmaya göre toplam aile sayısı yüzde 20’lik gruplara bölündüğünde, bu gruplara işlenen topraktan düşen payın gelişimi (azdan çoğa doğru) yüzde 1,5; yüzde 5,0; yüzde 11,5; yüzde 20,5 ve yüzde 61,5 olur. (5)
DPT’nin araştırmada dikkate aldığı toplam aile sayısı 3 milyon 514 bin’dir. Bazı aksaklıklarına karşın, toprakta yoğunlaşma gözleniyor.
Yine Köyişleri ve Kooperatifler
Bakanlığı tarafından ülke düzeyinde 1981 yılında, 34805 köyde yapılmış bulunan Köy Envanter Etütlerine göre ülkede var olan 5 milyon 283 bin çiftçi ailesinden 1 milyon 434 bin’i topraksız olup, toplam çiftçi ailesi içinde oram yüzde 27,1’dir. Yani her dört çiftçi ailesinden birisi topraksızdır. Bu etüde göre ülkenin en geri kalmış Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da topraksız çiftçi ailesi oram yüzde 42’dir. Bu bölgede bazı illerde topraksız çiftçi ailesi oranı yüzde 27,1 olan Türkiye ortalamasının da çok üzerindedir. Örneğin: Topraksız çiftçi ailesi oranı Bitlis’te yüzde 58; Muş’ta yüzde 54; Kars’ta yüzde 52; Hakkâri’de yüzde 46; Diyarbakır’da yüzde 45; Siirt’te yüzde 45; Ağrı’da yüzde 44 ve Urfa’da yüzde 42’dir (6).
İşletilen toprağın aileler arasında dağılımı konusunda bilgi, makalede yer almamakta; çünkü, 1981’de yapılan çalışmanın yayımının halen bitmediği belirtiliyor.
1962-1969’a göre 1981’de çiftçi ailesi yüzde 27,9 artarak 5 milyon 283 bin’e yükselir. Aynı yıllarda topraksız çiftçi ailesi nispi olarak (yüzde 30,7’den 27,1’e) azaldığı halde, mutlak olarak yüzde 13,1 artarak 1 milyon 434 bin olur.
Bu dökümün anlamı şu; 1980’li yıllarda Türkiye genelinde ve özelinde incelemenin yapıldığı Bölge’de toprak sorunu; çözüm bekleyen sosyo-ekonomik bir sorundur.
Yani kısaca;
1- Toprağın mülkiyetinin dağılımı dengesiz,
2- Toprak işleyenin mülkiyetinde (kiracı, yarıcı toprağı işliyor ama toprağa sahip) değil,
3- Bütün bunların sonucu olarak toprak mülkiyetinin dağılımının yer aldığı bu yapıda olan tarım sektörü de yeterince verimli olamamaktadır.
Bu anlamda toprak sorunun çözümü sektör bazında gelişmelere sebep olacaktır.
Yani ne olacaktır?
Tarım sektöründe verimliliğin artmasına bağlı olarak hem pasta ve hem de düşen paylar büyüyecek ve ayrıca da ülke daha hızlı kalkınacaktır. Onun için bu sektörde;
1- Toprak mülkiyetinin daha adil dağılımının sağlanması, yani toprağın işleyenin olması,
2- S aktörde kredi piyasasına tefecilerin hâkimiyetine son verilmesi,
3- Oluşturulacak örgütlenmelerle (Köylü Birlikleri, Kooperatifler) teknolojik gelişmeden sektörün yararlandırılması türünden çözümlerin bugünkü sosyo-ekonomik yapı içinde sağlanması imkânsızdır.
Çünkü toprak sorunun varlığı sistemin kendisiyle özdeştir.
Bu sebeple, toplumsal dinamiğin lokomotifi işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesinde müttefiki yoksul köylülüktür. Bu güç birliği, ÖZGÜRLÜĞE ve EKMEĞE güvenli yürümenin önemli bir adımıdır.
Kentli nüfusun artıyor olmasının sonuçları:
1- Kırsal kesimin daha da parçalanması ve kente kitlesel göç olması,
2- Kente gelenlerin ya işçileşmesi ya da işsizler ordusuna katılması,
3- Düzensiz bir kentleşme nüfusunun ve işsizliğin yoğunlaşması,
4- Kentleşen nüfus artışının iç pazarı genişletmesi şeklinde sıralanabilir.
1980 somasında beş yıl içinde kentli nüfusta, yüzde 10’a varan artışı sağlayacak değişimin ve böylece Cumhuriyet tarihinde ilk defa toplam nüfusunun yandan fazlasının kente olmasının sebebi ayrıca bir araştırma konusu.
Fakat bilinen şu ki, kenti bu derece çekici kılacak bir ekonomik gelişmeden bahsetmek mümkün değil.
Toplumsal bir gerçek: Kente kitlesel göç olduğu…
Bu halde, göçün nerelerden daha fazla olduğu ve nerelerde yoğunlaştığı önem kazanıyor. Bunu açmak açısından nüfusun doğum yerine göre dağılımı bir ipucu verebilir. Fakat bu çalışma ’85 nüfus sayımının tüm sonuçları yayınlanmadığı için şimdilik yapılamıyor.
18 ilin toplam nüfusu 1965’e göre 1970’te yüzde 15,2 (ki 49 il toplamı yüzde 13,0) artarken, bu oran ’80’de yine 1965’e göre yüzde 41,5 (49 ilinki, yüzde 42 )’dir. Nüfusun doğum yerlerine göre dağılımı dikkate alındığında, 18 ve 49 ilin nüfusu 1965’e göre 1970’de yüzde 18,3 ve 12,2 artarken, 1980’de yüzde 57.6 ve 38,8 oranında artar (7).
Doğum yerlerine göre sayım varsayımına göre 18 ilden diğer yerleşim birimlerine göç olduğu açıkça anlaşılıyor. Doğu’dan diğer bölgelere göç: Bölgesel göç…
İstanbul için yaptığım çalışmada bu ilin toplam nüfusu 1980 yılına göre 1985’de yüzde 23,2 artar. Bu oran, doğum yeri 18 ile ait olanında ise yüzde 28,6’dır (8)
1980’ler öncesi için yapılan gözlemin, İstanbul örneğinde görüldüğü gibi 1985 yılı içinde geçerli olduğu anlaşılıyor.
Kitlesel göçün etkin kaynağı: 18 ilin oluşturduğu Bölge…
Bölgesel göç…
Kente (ya da diğer bölgelere) göçü cazibeli kılacak ne bir ekonomik kalkınma yaşanıyor ne de yatırımların yapılıyor olmasıdır. Çünkü milyonlarca işsiz kentlerde yaşıyor.
O halde, neden kent tercih ediliyor? Kırı ya da Bölge’yi yaşanmaz kılan ne?
Toplumsal refahı paylaşım hiç değil…
Toplumsal ve sosyolojik bir gerçek: Kürtlerin var olduğu…
Ortadoğu’da Kürtlerin yoğun olarak bulunduğu toprak parçası üzerinde birden çok ülke bulunduğu için, bu bölgeler; o ülke ismiyle birlikte Kürdistan olarak adlandırılır.
Sosyolojik bir gerçek: Kürtçenin var olduğu…
Bütün nüfus sayım (1980 ve 1985 dâhil) forumlarında ana diliniz nedir? diye soru var olduğu halde, nüfusun ana diller itibariyle dağılımı yalnızca 1965 yılma ait yayınlarda yer alır. Diller; Türkçe, İslâm azınlık dilleri (Abazaca, Acemce, Kürtçe, Kirmanca, Lazca, Zazaca, Çerkezce) diğer azınlıklar, Latin ve Slav dilleri, diğerleri başlığıyla yayınlanır. Diğer sayım sonuçlarında yayınlanmamıştır.
Neden yayınlanmaz?
1965 sayımına göre toplam nüfus 31 milyon 391 bin ve bunun yüzde 90,1’i Türkçe; yüzde 7,6’ı Kürtçe ve yüzde 1,2’i Arapçadır. Kürtçenin nüfusu 10 bin’den daha az yerde çoğunlukta konuşulduğu da verilen bilgilerde yer alıyor. (9)
Kaynak transferi; derinleşen ekonomik krizin olduğu koşullarda iç ticaret hadlerinin düşüyor olmasına bağlı olarak, tarımda işsizliğin arttığı ve kaynakların yoğunlaşmasına bağlı olarak ekonomide tekelleşmenin güçlendiği gözleniyor.
Her ne kadar burjuvazi tarafından sanayileştik safsatası işleniyorsa da, toplumsal gelişmenin önünde sanayileşme diye bir ekonomik sorun vardır.
Şöyle ki;
İmalat sanayisi katma değerini sektörler itibariyle dağılımı (1980-1985) incelendiğine görülen, o ki, imalat sanayinde büyük ölçüde yapısal değişme olmamıştır. Gıda, içki ve tütün gibi tüketime dönük sanayi dalının hâlâ en yüksek payı aldığı görülüyor (yüzde 42,8’den 34,4’e gerileme). Kimya ve petrol ürünleri (yüzde 4,1 ‘den 10,9’a) ve makina ve teçhizat (binek otomobili nedeniyle) üretimi (yüzde 8,1’den 18,8’e) büyümüş olduğu hesaplanıyor (10).
1980 sonrası önemli yapısal değişim olmadığı gibi ’80 ile ’85 yılı karşılaştırıldığında görülen o ki, statik yapı korunmuş görülmektedir.
Ayrıca imalat sanayisi ürünlerinin mal gruplarına (tüketim, ara ve yatırım malları) göre dağılımı 1972 ve 1985 yılı rakamları incelendiğinde görülen o ki, tüketim malları yüzde 46,6’dan 41,4’e; ara malları yüzde 39,4’ten 43,4’e ve yatırım malları yüzde 14,0’dan 15,2’ye büyümüş (11). Yani ciddi bir yapısal değişimin olmadığı gibi, yatırım mallan üretiminin ağırlığı da artmamıştır.
Sabit sermaye yatırımlarında imalat sanayinin payı; 1963-1977 yılları arasında uygulanan beşer yıllık üç planda ortalama yüzde 20,04’den yüzde 28,2’ye kadar yükselir ve sonraki plan döneminde yüzde 25,6’ya iner. Eylül çocuğu Özal’ın yönetiminde uygulanan 5. BYKP’nin de yıllar itibariyle imalat sanayinin payı yüzde 22,3’ten 14,8’e geriler ve ortalaması yüzde 18,2’ye kadar düşer.
Bu halde bugünkü var olan imalat sanayi yapısı, ’80’li yıllar öncesinde yapılan imalat sanayisi yatırımlarının ürünüdür.
Demek ki, “sanayileştik” edebiyatı yapılıyor.
Bu incelemeler ışığında Bölge’nin sorununa; ekonomik, toplumsal ve sosyolojik yönünün yani ulusal ve sosyal bütünlüğü içinde bakılması halinde kalıcı çözümlerin sağlanması mümkün olacaktır.
Aksine, hayır! Olmayacaktır!
İnceleme sırasında toplumsal bütünlük dikkate alındı. Ama biliniyor ki toplumsal bütünlüğün parçaları sınıflardır.
Hâkim üretim ilişkisine bağlı olarak Bölge’nin var olan konumu, burjuvazinin ve büyük toprak ağalarının egemenliklerinin ürünüdür. O halde, bu sınıflar varlıkları gereği olarak dünü ve bugünü savunuyorlar.
Sınıfsal anlamda da ülke yapısıyla benzerlik olduğu görülüyor.
Bir başka yönden; çalışan/çalıştıran, işçi/işveren-burjuvazi ya da emek/sermaye çelişkilerinin yaşandığı bugünkü koşullarda çalışma hürriyeti: Emeğin çalışma “özgürlüğü” anlamına geldiği gibi, aynı zamanda çelişkinin diğer tarafı açısından da sermaye birikiminin, o anlamda sömürüyü artırmasıdır. Yani emeğin sırtından “har vurup harman savurmadır.”
Yine yukarıdaki temel çelişkinin hâkim olduğu çok uluslu bir ülke yaşantısında devletin “bağımsızlığı” ve “hürriyeti”: Öz olarak ulusal baskıyı, asimilasyonu ve Siyonizm’i resmi tez olarak kabullenmedir.
Yaşananlar farklı mı?
Hiç de değil!
Sorunların varlık boyutu birliktelik gösteriyor…
O sebeple; Bağımsızlık, Özgürlük ve Emek yani sosyal ve ulusal mücadelenin birlikteliği…

KAYNAKÇA:
1- İstatistik Umum Müdürlüğü, 1950 Ziraat Sayımı Neticeleri, Ankara, 1956, sf.124 ve Yahya Kanbolat, SBF Maliye Enstitüsü, Ankara, 1963, sf.33-35, Aktaran, Doç. Dr. Suat Aksoy, 100 Soruda Türkiye’de Toprak Meselesi, Gerçek Yayınevi. 1969, sf.103.
2- Prof. Dr. Ziya Gökalp, Mülayim, Cumhuriyet, 3 Nisan 1985.
3- Yıldırım Koç, 11. Tez, Kitap, Şubat 1986, sf. 173.
4- DİE, yayım no: 477,1965, sf.6 ve Köy Envanter Etütleri, Köy işleri Bakanlığı yay., Ankara, 1963-1967, Tablo 29, Aktaran, Doç. Dr. Suat Aksoy, age, sf.110.
5- DPT, Gelir Dağılımı Araştırması, 1963. Aktaran, Doç. Dr. Suat Aksoy, age, sf.113.
6- Prof. Dr. Ziya Gökalp, Mülayim, Cumhuriyet, 3 Nisan 1985.
7- DİE, 756 ve 1072 no’lu yayınları, Ankara.
8- DİE, 990 ve 1237 no’lu yayınları, Ankara.
9- DİE, yay. no: 568. Ankara, 1969. Tablo 18.
10- İSO, 1989/1.
11- İSO, 1987/13.

Haziran 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑