Aydın Çubukçu’nun Mantık ve Diyalektik adlı yapıtı geçtiğimiz Kasım ayında yayınlandı. Kitap, devrimci çevrelerde ilgiyle karşılanırken, “teorik konularda” laf etmekten hoşlanan “Marksist çevreler” tarafından, en azından şimdilik, sessizlikle karşılanıyor.
Kuşkusuz Aydın Çubukçu, bu kitabı, 12 Eylül sonrasının azgın terörü altında, ancak yaşayanların anlayabileceği çok güç koşullarda hazırladı. Salt bu bakımdan bile Aydın’ın başarısı ne denli övülse azdır. Ama Mantık ve Diyalektiğin yayınlanması, Aydın’ın kişisel başarısının da ötesinde, ülkemizdeki Marksist birikimin bir göstergesi olması bakımından bütün Marksist Leninistler ve Marksizm’e gönül verenler için bir övünç kaynağıdır.
Bugüne kadar ülkemizde, Mantık ve Diyalektik’in üzerinde durduğu konular ya akademik çevrelerce ele alınmış ve konu içeriğinden boşaltılmış kavramlar yığını içinde anlaşılmaz hale getirilerek felsefenin “anlaşılmaz laf kalabalığı olduğu” biçimindeki geleneksel önyargılar güçlendirilmiş, ya da G.Politzer vb. gibi Batı ve Doğu Avrupalı sözde Marksist teorisyenlerce, “basitleştirme” ve “herkesçe anlaşılır olma” iddiası arkasından Marksizm basitleştirilmiş, kaba materyalist formüllere indirgenmiştir. Sözlük ve ansiklopediler bu kabalığı daha da kışkırtırken, resmi eğitim ise genel olarak mantık ve felsefe eğitimini en bayağı kalıplar içinde sunarak bir felsefe geleneğinin yerleşmemesi için elinden geleni yapmıştır. Bu ise, yaşananlardan da açıkça gördüğümüz gibi, çok geniş bir çevrede Marksizm Leninizm’in kaba bir biçimde anlaşılmasını (gerçekte bu anlaşılmadığı anlamına gelir) getirmiş, küçük burjuva sosyalizmi için verimli bir temelin oluşmasına yol açmıştır. Dahası, Marksizm’i açıkça tahrif eden revizyonist ve reformcu çevreler bile çok geniş alanda Marksizm adına etkinlik kurma olanağını elde etmişlerdir. Sadece bu alanda revizyonist ve reformcu diyalektik yorumlarına alternatif olması bakımından bile Mantık ve Diyalektik, teorik mücadele alanında seçkin bir yere sahip olacaktır.
Öte yandan Mantık ve Diyalektik, liberallerden revizyonistlere her soydan Marksizm düşmanlarının “Marksizm-Leninizm öldü”, “Marksizm-Leninizm yeni sorunlara yanıt vermiyor, aşılmalıdır” iddialarının Marksizm’e gerçekte düşman olmayan devrimci demokrat çevrelerde bile kafa karışıklığı yarattığı koşullarda yayınlanarak, Marksistlere Marksist teoriyi savunmada önemli bir dayanak sunarken, bütün bu iddialara da kendiliğinden bir yanıt olmuştur.
Yaşadığımız günler ve yıllar, teorik mücadelenin öneminin son derece arttığı, giderek daha da artacağı günler ve yıllardır. Özellikle tartışmalar ayrıntıya indikçe, bugün herkesçe kabul gördüğü sanılan pek çok konuda bile farklılıklar ortaya çıkacaktır. Ve her teorik mücadelede de olduğu gibi son hesaplaşma diyalektiğin reddi ya da kabulünden öte, diyalektiğin nasıl kavrandığı üstünde olacaktır. Mantık ve Diyalektik, sorunu aktüel yanıyla alıp, güncel olandan hareket etmiyorsa da, soruna gerek yaklaşım olarak, gerekse kavrayış olarak Marksist bir tutum takınarak tartışmanın teorik yanı için güçlü bir dayanak sunuyor.
Aydın Çubukçu, yapıtında, konusunda yayınlanmış örneklerin formülasyoncu, tanımlar arasında sıkıştırılmış kalıplar içinde bir mantık ve diyalektik “anlatma” yaklaşımından kaçınıyor. Söylemek istediklerini bir tarihsellik ve toplumsallık içinde sunuyor: Özellikle ilk kitapta, Thales’den Marks’a uzanan insanlık mantığının serüveninin özetlenmesi alışılmış tanım ve örneklerle “sorunu aydınlatma” yöntemi yerine sorunu tarih içinde diyalektiğin Hegel ya da Mark’sın kafasından çıkma bir felsefe değil, tersine insanlık düşüncesinin ulaştığı aşama olarak ortaya koyarak, diyalektiğin metafizik kalıplar içinde açıklanmasını aşan bir yaklaşım getiriyor. Böylece okuyucu, mantığın antik çağda, felsefenin bir alanı olarak başladığı serüvenini diyalektikle “mantığın doğa toplum ve bilinç hakkındaki en genel ve soyut bir bilim” haline gelmesiyle tamamlandığını rahatlıkla izleyebiliyor. Dahası, alışılmış, idealizm kötü materyalizm iyi, metafizik kötü diyalektik iyi ayırımının kendi başına bir anlamı olmadığı, “zeki idealizmin aptal materyalizmden, diyalektik materyalizme daha yakın” (Lenin) olduğu gerçeği bu tarihsellik içinde daha iyi anlaşılıyor.
Mantık ve Diyalektik’in ikinci kitabı ise, diyalektiğe ayrılmış. Ama bu bölümde alışılmışı aşan özelliklere sahip: Diyalektik denince, yaygın olarak onun dört yasasının açıklanması akla gelir. Ama Aydın Çubukçu, zoru seçerek kendisini diyalektik yasaların sözünü etmekle sınırlamamış, bu yasaların arkasındaki kategorileri açıklamayı esas almış. Öz ve Görünüş, Olanak ve Gerçek, Nedensellik, Rastlantı ve Zorunluluk, Nitelik ve Nicelik kategorilerini (ulamlarını) özgün bir yaklaşım ve örneklerle açıklamış.
Kategoriler, kuşkusuz ki diyalektiğin en karmaşık konusu. Sorunun ustaca ortaya konmuş olması Çubukçu’nun zengin birikimi ve konuya hâkimiyetinin bir göstergesi oluyor. Özellikle konunun ortaya konmasında, gerek idealizmin, gerekse kaba materyalizmin kavrayışının eleştirilmesi ve her iki sözde karşıt eğilimin metafizik yaklaşımları eleştirilirken seçilen örneklerin, revizyonist teorisyenlerin aksine toplumsal olay ve olgulardan olması, Aydın Çubukçu’nun teoriyi bir beyin jimnastiği olarak değil, Marks, Engels, Lenin gibi, eylem kılavuzu olarak gördüğünü ifade ediyor.
Mantık ve Diyalektik, sadece içerik ve yöntem bakımından değil, dili kullanım bakımından da örnek olacak bir yapıt; Gerek sözcüklerin, gerekse kavramların yerli yerinde kullanılmasında gösterilen özen kitabın değerini artırıcı bir öğe olarak ortaya çıkıyor.
Mantık ve Diyalektiği okuyanların kimileri yapıtın “ağırlığından” yakınıyorlar. Bir bakıma haklılar, ama bunda Çubukçu’nun bir sorumluluğu yok. Her şeyden önce konunun kendisi diyalektik materyalist dünya görüşünün en karmaşık yanı. Buna yukarda sözünü ettiğimiz, diyalektiği kalıplaşmış kimi formülasyonlarla ve örneklerle öğrenme alışkanlığı ve bundan da öte felsefi konulara yatkın olmayan bir kültür ortamından geldiğimiz düşünülürse, Mantık ve Diyalektik gibi konuyu son derece açık ortaya koyan kitapların “ağır” görülmesi anlaşılır olur. Ancak, önümüzdeki dönemin Mantık ve Diyalektik’in öne çıkardığı konuların tartışıldığı bir dönem olacağı var sayılırsa, Marksist Leninist saflarda yer alanların çok daha karmaşık tartışmaları anlamak için çaba göstermesi gerekeceği daha iyi anlaşılır.
Elbette, Mantık ve Diyalektik gibi yapıtları kolayca anlamanın bir yolu yok, ama bu tonların öğrenilmesinin olanaksız olduğu anlamına gelmez. Biraz gayret ve biraz yöntemli çalışma “ağır” konuyu ilginç hale getirebilir. Özellikle anlamı bilinmeyen kavramlar için bir felsefe sözlüğüne başvurulursa konular daha anlaşılır hale gelebilir. Özellikle de, doğa gibi, toplum gibi düşüncenin ve tabii kavramların da bir tarihi olduğu, içeriklerinin bu tarih içinde anlam kazandığı gözden kaçırılmazsa her şey daha iyi yerli yerine oturacaktır.
Ünlü düşünür Rene Descartes, “Tanrı insanlara aklı eşit dağıtmıştır, kimilerinin daha akıllı olması aklı kullanma yönteminden gelir” demişti. Aklın, ne tanrı ne de doğa tarafından verilmiş (ya da dağıtılmış) bir şey olduğu bir yana bırakılırsa, doğru düşünmenin bilgi edinmede belirleyiciliği konusunda Descartes’a hak vermek gerekir. İşte, Mantık ve Diyalektik de doğru bilginin yöntemini öğretiyor. Mantık ve Diyalektik insanlık mantığının insanın mantığı olduğunda artık bir mantık bilimine de ihtiyaç kalmayacağını ortaya koyarak herkesi mantık bilimine ihtiyaç olmayan bir dünya kurmak için mücadeleye çağırıyor.
Mart 1990