Geçiş döneminde “çoğulculuk” diktatörlük ve demokrasi

“Küçük burjuva demokratlar, sınıf savaşımından nefretleriyle, ondan kaçınma hayalleriyle, keskin köşeleri ortadan kaldırma, yumuşatma, uzlaştırma girişimleriyle ayırt edilirler. Bu yüzden bu tip demokratlar, ya kapitalizmden komünizme geçişte bir tarihsel dönemin gerekliliğini kabul etmekten kaçınırlar, ya da, güçlerden birinin savaşımına önderlik etmek yerine, çekişen iki gücü uzlaştırmak İçin planlar düzenlemeyi iş edinirler.” diye yazıyordu Lenin, “Proletarya Diktatörlüğü Döneminde Ekonomi ve Politika” adlı makalesinde.
Sınıf mücadelesi deneyler birikimiyle ilerledikçe, küçük burjuva demokratlar “yumuşatma girişimlerini” inceltiyorlar. Bu incelik, kuşkusuz, “eskidiği” ve “çağ dışı” kaldığı iddiaları ileri sürülse de, Marksizm’in, Leninizm’in tezlerinin teorik olarak çürütülemezliği sonucudur da. İncelik zorunluluğu doğuran, hala sahip olmaya devam ettiği prestij nedeniyle, temel noktalarda inkarcılığın tecride götürmesi ve bundan kaçınmak amacıyla küçük burjuva demokratların, Marksizm’i açıktan reddetmeden reddedilmesi olanaksız temel teorik önermeleri söz konusu olduğundan Marksizm’in önünde boyun eğme zorunluluğu duymalarıdır.
Artık “saf” ya da “arı” “demokrasi”, adı takılarak savunulamıyor. Aynı içerik savunulsa da, bu, değişik biçimiyle yapılıyor. Bunu da yapanlar yok mu? Var, kuşkusuz. Gorbaçovcular, TBKP ve benzerleri açıktan inkârcılık yolunu tuttular, anti Marksist saflarda yer almaktan gocunmuyorlar. Batı ve Doğu Avrupa ülkelerinin revizyonist partileri açıktan saf değiştirdiler, Marksizm’in kendileri için bir “yük” haline geldiğini ilan ettiler. Onlar doğrudan burjuva gericiliğin saflarına koşuyorlar.
Bir de hala devrimci saflarda yapacak işleri olduğunu düşünenler var. Bunlar, “yumuşatma girişimlerini” inceltmeye yöneldiler. Kuruçeşme Partisi girişimcileri bunlardandır.
Kuruçeşmeciler, “geçiş dönemi”nin gerekliliğini reddetmiyorlar, “devrimci bir sosyalist işçi partisinin gerekliliği”ni de savunuyor görünüyorlar. Ama geçiş döneminin literatürdeki yerleşik adını değiştirdiler ve partinin öncü rolü ve geçiş döneminin gereğini anlamsızlaştıran politik çoğulculuğu savunma konumundalar.
Diktatörlük kavramından hoşlanmıyorlar, onun “kötüyü ve ‘olumsuza çağrıştırmasını gerekçe göstererek, proletarya diktatörlüğü kavramı yerine “sosyalist demokrasi” kavramını geçirdiler. Sorulursa proletarya diktatörlüğünü reddetmediklerini söylüyorlar; ama bu öyle bir reddetmeyiş ki, kendi istekleri ile bu sözcüğü bir kez bile ağızlarına almıyorlar. Her şey bir yana, bu tutumlarıyla, kendilerinin ve eğittikleri insanların proletarya diktatörlüğünün ve onun içerdiği zor’un gerektirdiklerinin karşısında bir konum oluşturmaları ve bu yönde bir şekillenmeye yol açmalarının kaçınılmazlığı ortada değil midir.
Demokrasi ve diktatörlük aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Her hangi bir sınıfın diktatörlüğü olmayan demokrasi yoktur, olamaz ve varlığını sürdürdüğü sürece devlet ve demokrasi, mutlaka bir sınıfın damgasını taşıyacak ve onun diktatörlüğü olacaktır. Öyleyse genel bir demokrasi propagandasıyla yetinilemez, sosyalist niteliği vurgulansa da, sorunun yalnızca demokrasi yönünü ortaya koyma noktasında durulamaz, savunulan hangi demokrasi olursa olsun, onun, hangi sınıfın, hangi görevlerle yükümlü ve ne tür işlevlere sahip bir diktatörlük olduğunu ve her şeyin ötesinde bir diktatörlük olup olmadığını tanımlamak zorunludur. Yalnızca demokrasi vurgulamasının, en iyi durumda, muğlâklığa, bulanıklığa kaçınılmazdır.
Kuruçeşmeciler, “sosyalist demokrasi” diye yazıyorlar, “devletin sönüp ortadan kalkmasının bir aracı, biçimi ve örgütlenmesidir”. Ve “sosyalist Demokrasi” tebliğlerinde yalnızca bir yerde adını anmaksızın proletarya diktatörlüğü devletini ima ederek, onun bir “mücadele örgütü de olduğunu” belirtiyorlar. Zor ve baskının dile getirilmesinden, hele konu devlet (ve demokrasi) olunca ancak bu denli kaçınılabilir.
Sosyalist demokrasi ya da doğru terminolojik kullanımıyla proletarya diktatörlüğünün sönmeye gidecek “kelimenin gerçek anlamıyla devlet olmayan bir devlet”, bir “yarı-devlet” olduğu bilinen temel bir Marksist tezdir. Ancak geçiş dönemi devletine ilişkin “sönmeye yönelme” dışında bir tanımlama faktörü gerekmez mi? “Sönmeye yönelme” geçiş dönemi devletinin tüm işlevselliğini ortaya koymaya yeter mi? Marksistler açısından sönmeye gidecek devletin, geçiş dönemi devletinin işlevleri kuşkusuz belirgindir ve bilinir; ama doğrudan konuya ilişkin bir tebliğde, geçiş döneminin, bu dönemin demokrasisinin ele alındığı, uzun uzun alınması gerekli demokratik önlemlerin üzerinde durulan bir propaganda belgesinde proletarya diktatörlüğü ve onun devlet olarak işlevleri belirtilmeden geçilebilir mi? “Geçiş döneminin en vazgeçilmez yönelişi, sosyalist demokrasinin temel özelliklerinin geliştirilmesi çabasıdır” saptaması yapan bir tebliğ, bırakalım proletarya diktatörlüğünün işlevlerinin üzerinde durmayı, onun adını bile anmaksızın sosyalist demokrasinin temel özellilerini nasıl geliştireceğini açıklamak durumunda değil midir?
Tebliğ bir tek yerde de işçilerin hâkimiyetinden söz ediyor: “İşçilerin sömürüden kurtulmalarının, burjuva hegemonyasını ve iktidarım merkezileşmiş bir politik eyleme dönüştürmeksizin ve kendi hâkimiyetlerini kuracak bir iktidar ve örgütlenme ağına sahip olmaksızın gerçekleşemeyeceğini tarihsel gelişmeler çeşitli defalar gösterdi. “Evet, işçi hâkimiyeti”. Nedir bu: bir diktatörlük mü, baskı ve zora başvurur mu, vuracak mı, bu hâkimiyet nasıl belirecek, hangi organlar aracıyla işlevselleşecektir, bir zor aygıtı var mıdır, yoksa yalnızca demokratik yöntemler üzerine kurulu bir “demokrasi” midir, “mücadele örgütü de” olduğuna göre, mücadele, yalnızca demokrasi mücadelesi ve yöntemleri de demokratik mi olacaktır; tebliğde bu soruların yanıtı yoktur?
Oysa Lenin’de sorun olağanüstü berraklığı içinde konmuştur: “… Kapitalist toplumun -ki komünizme doğru ilerliyor- komünist topluma geçişi, ‘siyasal bir geçiş dönemi olmadan olanaksızdır ve bu dönemde devlet yalnızca proletaryanın diktatörlüğü olabilir.” (Devlet ve İhtilal)
Ama tebliğ devletin sönümlenmesi üzerinde uzun uzun durmaktadır da, bu sönümlenme için kaçınılmaz olan proletarya diktatörlüğü ve onun burjuvazinin direnişini ezmek, restorasyon girişimlerinin ezmek gibi doğrudan zorla yerine getirilebilen görevlerinin adını bile anmamaktadır. Devletin sönmesi üzerine, “doğrudan demokrasi” (doğrusu demokrasisizlik) üzerine, uzak geleceğe ilişkin tartışmalar yürütülebilir, ama devletsizliğe, yani sınıfsız topluma ulaşmanın tek yolu olan proletarya diktatörlüğü ve onun gerekleri ve işlevleri üzerine tartışmak gerekmiyor! Yakın geleceğin tartışması, proletarya diktatörlüğünün bir belirişi olmaktan soyundurulan, zor ve şiddetten, devletin proletaryanın elinde de bir zor aygıtı olarak işlevlerinden hiç söz edilmeyerek yürütülen “sosyalist demokrasi” tartışmasıdır.
Devlet kuşkusuz sönecektir; ama bunun için yapılacak şeyler vardır, bunun koşullarının yaratılması gerekmektedir. İktisadi koşulları vardır -kafa ile kol emeği, yönetenlerle yönetilenler, kır ile şehir arasındaki farklılıklara ve bu farklılıkları doğal kılan işbölümüne kölece buyun eğişe son verecek üretimin bolluk içinde gelişmesi, meta ilişkileri ve değer yasasının tüm etkilerinin, emeğe göre burjuva hukukunca bölüşümünün yok edilebileceği boyutlara varmalıdır. Siyasal koşulları vardır -emeğin komünist örgütlenmesi ve tüm toplumun bir fabrika disiplini içinde çalışmasına ulaşılması, burjuvazinin direnişinin ve restorasyon girişimlerinin bastırılması. Bu ikisiyle bağlantılı kültürel koşulları vardır- yeni insanın yaratılması… Tüm bu koşulların yaratılması için çoğunluk için demokrasi ve azınlık için diktatörlük olan proletarya diktatörlüğü gereklidir.
“… Kapitalizmden komünizme geçiş sırasında baskı gene gereklidir, ama şimdi bu baskı, sömürülen çoğunluğun sömüren azınlığa baskısıdır. Özel bir aygıt, baskı için özel bir makina, ‘devlet’ gene gereklidir, ama şimdi bu geçici bir devlettir: (Devlet ve İhtilal)
Lenin’in söz ettiği şey, geçiş döneminde “baskı için” “özel bir aygıta, “devlete” olan ihtiyaç, tebliğin zaaf noktasıdır. Tebliği, kesinlikle, bu “özel aygıtla”, onun işlevleriyle, sorunun sınıf düşmanlarına, kapitalizme ve onun unsurlarına karşı olan yönüyle, baskı yönüyle, kısacası diktatörlükle ilgilenmemektedir. Onun ilgilenmediği demokrasidir, özgürlüklerdir.
Demokrasi ve özgürlüklerin ve onların durmaksızın geliştirilip güçlendirilmesinin gereği ve önemini küçümsüyor değiliz; ama bu sorunun sadece bir yanıdır ve diktatörlükten ve özel bir aygıt olarak, baskı-aygıtı olarak devletten söz etmeden onlardan söz etmek olanaksızdır.
Sönmeye yönelik ve geçici de olsa geçiş döneminde bir devlet olacağı, bunun ihtiyaç halinde olduğu ve bu devletin proletarya diktatörlüğünden başka bir şey olamayacağı açıktır. Kuruçeşmeciler, zaman zaman “halk devleti”ni çağrıştıran sözcük ve cümleler kullanmakla birlikte “özgürlük devleti”, “demokrasi devleti” vb. kavramlar kullanmıyorlar. Bu konuda Gotha Programından bugüne tartışmalardan haberdardırlar. Özellikleri, geçiş döneminde baskı aygıtı olarak devlet ve onun görev ve işlevleri üzerinde durmamalarıdır. Yalnızca demokrasi ve özgürlüğe ilişkin edebiyat yapmaktadırlar. Ama bu konumlarıyla da, Engels’in Bebel’e mektubunda Gotha Programına yönelttiği eleştirinin hedefi olmaktan kurtulamıyorlar: “… proletaryanın devlete gereksinmesi olduğu sürece, o, bunu, özgürlük için değil, hasımlarını alt etmek için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi mümkün olduğu gün, devlet devlet olarak ortadan kalkmış olacaktır”.
Kuruçeşmeciler “özgür devlet”ten söz etmiyorlar, ama bir baskı aygıtı olarak devletten de söz açmıyorlar, geçiş döneminde devleti de reddetmediklerine ve konseyler, “öz-yönetim” ve “doğrudan demokrasi” üzerinde durmakla yetinip silahla direnenler dışında “herkesin” konseylerde örgütlenmesini öngördüklerine göre (bu silahlı direnişçilere karşı tutum da açıklanmamaktadır), tebliğleri, örgütlenmiş özgürlük ve demokrasinin ötesinde bir mesaj vermemektedir. Engels’in sözleri açıktır, bir devletten söz edilebildiği sürece, proletaryanın devlete gereksinmesi olduğu sürece, bu aygıt, özgürlük için değil, hasımları alt etmek için kullanılmalıdır. Tebliğde ise ne hasımlara ne de özel bir aygıt olarak proletarya diktatörlüğüne yer verilmemiştir. Oysa geçiş döneminde hem hasımlar hem de devlet kaçınılmazdır. Sakın, Kuruçeşmecilerin “sosyalist demokrasisi” w özgürlükleri hasımları da kucaklıyor olmasın ve üzerinde baskı kurarak kimse bulunmadığı ya da gösterilmediği için devlet de özgürlükçü bir devlet olarak, ancak örgütlenmesinin demokratik yönüyle öngörülüyor olmasın?
Kuruçeşmeciler proletarya diktatörlüğünü bürokratik despotluk olarak anlıyorlar, bu nedenle aslında ona düşmanlar:
‘Şüphesiz kapitalist üretim tarzının tüm veçhelerinin aşılmasında, yani geçiş sürecinde eski toplumun yarattığı sorunların üstesinden gelmek için son derece zorlu ve mücadelen tür süreç yaşanacaktır. O nedenle bu sorunların çözümü doğrultusunda alınacak olan bazı önlemler o anlarda vazgeçilmez olabilir yahut öyle görünebilir. Ancak hiçbir önlem teorik bir erdem haline getirilemeyeceği gibi (Stalin döneminde okluğu gibi), sınıfsız topluma radikal yönelişten uzaklaşmayı ve kopuşu da haklı gösteremez. Proletarya devriminin bürokratik önlemlerle sosyalist demokrasiye ve sınıfsız topluma ulaştırılamadığı tarihsel deneylerle görülmüştür. (Tebliğ)
Bu pasaj, kafa karışıklığının ürünü değilse, geçiş döneminde sert sınıf mücadelelerinin gerekli kıldığı önlemleri “bürokratik önlemler” olarak tanımlamaktadır. Burada her nasılsa geçiş dönemi, ‘zorlu ve mücadeleli bir süreç’ olarak belirtilmekte, ancak bu zorlu mücadelelerin gereksindiği zora dayalı önlemler, ya da bürokrasi devlet ve yönetmeye ilişkin bir sorun olduğundan, devlet aygıtı aracılığıyla uygulanan önlemler, devletle bürokrasi arasına bir eşit işareti konarak, vazgeçilmez olsa bile ‘bürokratik” nitelemesiyle yadsınmaktadır. Uygulamadaki olası hataları bir yana bırakırsak, geçiş döneminde, eski toplumdan miras sorunlar, burjuvaziyi ve kapitalizmin ilgilendirdiği ölçüde zora dayalı önlemlerle çözümlenecektir ve tek tek çeşitli önlemleri teori düzeyine yükseltmeye gerek yoktur, bu tür önlemler ve mücadele zaten proletarya diktatörlüğü ve geçiş dönemi teorisinde içerilmiştir. Kuruçeşmeciler, burjuvazinin direnişini bastırmak ve restorasyon girişimlerini önlemek için zorun teorik ve pratik gerekliliğini ortaya koyacaklarına, baskı ve zoru bürokrasiyle suçluyorlar. ‘Zorlu ve mücadeleli” geçiş dönemi demokratik önlemlerle “herkese” özgürlük içinde ve hiçbir kısıtlama olmaksızın aşılmalıdır.
Onlara göre geçiş dönemi, burjuvazi dışında diğer sınıflar arasındaki mücadelelerin dönemidir, aralarındaki mücadele barışçıl yöntemlerle yürütülebilecek sınıfları ve mücadelelerini kapsayan bir dönemdir: “sınıfsız toplumu hedefleyen süreçte sınıfların varlığı, bunlar arasındaki mücadeleyi gündemde tutar. Burjuva egemenlik ilişkilerinin ortadan kaldırılmış ve burjuvazinin hâkimiyetine son verilmiş olması, işçi sınıfı ile diğer sınıflar arasındaki çelişkilerin çözülmesi demek değildir.” (Tebliğ)
Proletarya iktidara gelir gelmez, burjuvazinin egemenliğine hemen ve bütünü ile son veremiyor. Rusya’da tarımda burjuvazi ve kapitalizmin tasfiyesinin uzun bir süre alması örneğinin de gösterdiği gibi, proletarya diktatörlüğü altında burjuvazi, tüm sektörlerde olmasa da, daha bir süre varlığını sürdürebiliyor. Üstelik devrilip mülksüzleştirildikten sonra da hemen teslim olmuyor, direniyor. Yenilmiş olmasından duyduğu öfkeyle gücü artıyor. Elinde parası, kaçırdığı servetleri kalıyor, uluslararası desteği var olmaya devam ediyor. Örgüt tecrübesi, ara sınıfları, hatta yoksulları etkileme gücü, ideolojik etkisinin yanında, alışkanlıklar ve geleneklerden kaynaklanan gücü oluyor. Ve küçük üretim Lenin’in dediği gibi her gün her saat kapitalizmi doğuruyor. Kısacası, burjuvazi sınıf olarak tasfiye edildiğinde de, onunla hesaplaşma sona ermiyor; burjuvazinin direnişine ve kapitalizmin kalıntılarına karşı mücadeleyi sürdürmek gerekiyor. Lenin bu nedenle, “proletarya diktatörlüğü sınıflar savaşımının sonu değildir; onun yeni biçimler altında sürmesidir. Proletarya diktatörlüğü, yenilmiş ama direnmeyi bırakmak şöyle dursun, direncini daha da yoğunlaştırmış, yok olmamış, ortadan kalkmamış burjuvaziye karşı siyasal iktidarı eline geçirmiş bulunan proletaryanın sınıf savaşımıdır” (Halkı eşitlik ve özgürlük sloganlarıyla nasıl aldatıyorlar?) diyor.
Troçkistler proletarya diktatörlüğü altında sınıf mücadelesinin şiddetlendiği tezini Stalin’e atfederek O’nu suçlayadursunlar, “atfedilen sömürücülerin sömürülenlerin muzaffer öncüsüne, yani proletaryaya karşı verdikleri sınıf savaşımı kıyas kabul etmez ölçüde daha sert hale gelmiştir” saptamasını yapan Lenin, “Proletarya Diktatörlüğü” broşürünün taslağında “özel bir sınıf olarak proletarya tek başına sınıf savaşımını yürütmeye devam eder” der ve paragraf başlığı olarak şunu not eder: “sınıf savaşımının kendine özgü (daha yüksek) şiddeti”.
Aynı taslakta Lenin’in bir başka paragrafı ise şöyle: “Sömürücülerin direnişlerinin bastırılması. Bu, bu dönemin görevi (ve içeriği) olarak oportünistler ve ‘sosyalistler’ tarafından tümüyle unutulmaktadır.”
“Büyük Bir Başlangıç – Komünist Subotnikler” makalesinde, sarı Enternasyonal liderlerini kastederek şunları söyleyen de Lenin’dir: “Proletarya diktatörlüğünün de, sınıflar ortadan kalkmadıkça kaçınılmaz olan ve sermayenin alt edilmesinin hemen ardından gelen dönemde özellikle şiddetli ve özelikle değişik olmak üzere, biçim değiştiren bir sınıf savaşımı dönemi olduğunu kabul etmekten korkmaktadırlar. Proletarya siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra sınıf savaşımını bırakmaz, sınıflar ortadan kalkıncaya kadar sürdürür, kuşkusuz farklı koşular altında, farklı biçimde ve farklı araçlarla.” Bu farklı araçların başında gelen “özel bir baskı aygıtı” olarak proletarya diktatörlüğü devletidir.
Kuruçeşme tebliğine rağmen, burjuva egemenliğine son veren proletarya diktatörlüğü ile birlikte, sınıf mücadelesi işçi sınıfı ile diğer emekçi sınıflar arasındaki mücadeleden ibaret kalmıyor, burjuvazinin direnişi bastırılıyor, tasfiyesi sürdürülüyor ve bunun için alınan ve başlıca uygulama aracı özel baskı aygıtı olan zor önlemleri, bürokratik önlemler değil, proletarya diktatörlüğü teorisine uygun ve bu diktatörlüğün işlevlerinin başında gelen türden önlemler oluyor. Ama Kuruçeşmeciler, zora dayandığı ve “yukarıdan” bir yöne de sahip olduğu, devlet aygıtı aracılığıyla uygulandığı için, bu önlemleri “Stalinist” ve “bürokratik” buluyor, “aşağıdan” ve devleti düşman görüp karşısına alan “doğrudan demokrasi”nin önlemleri üzerine yazıp çiziyorlar. Hiçbir bürokrasinin “tam” ve ‘doğrudan’ olamaya cağını, ne denli “tam ve doğrudan” demokrasi haline gelirse, o denli demokrasi olmaktan çıkıp, demokrasisiz ve devletsiz, sınıfsız toplumun alışkanlık halini ve hiçbir güç tarafından düzenlenmeyi gereksinmeyen ilişkileri olabileceğini unutarak…
Proletarya diktatörlüğünün zor önlemleri ve burjuvazinin direnişinin bastırılmasını gereksinmediği “özgürlükçü” kavrayışı, Kuruçeşmecileri politik çoğulculuk fikrine, ne denli burjuva demokrasisinden farklılığını ileri sürseler de bir burjuva demokratik örgütsel biçim ve işlerlik olarak ortaya koymaktan kaynamadıkları “çoğulcu sosyalist demokrasi” savunusuna götürüyor.
‘İşçi iktidarına karşı, bunu devirmek ve yeniden burjuva hâkimiyetini kurmak için şiddete başvurarak savaşmayan ve bu iktidarın kurumlarının meşruiyeti çerçevesinde çalışmayı kabul eden tüm görüşler ve örgütlenmeler konsey seçimlerine katılabilmelidir.’ (Tebliğ)
Konsey, Sovyet ile aynı anlama gelmek üzere kullanılmaktadır ve iktidar organı olarak, önemli bir sınırlama yapıldığı düşünülerek, iktidara karşı silah kullanarak direnenler dışında herkese, her güce açık tutulmaktadır. Bunun anlamı şudur ki, burjuvaziye karşı bir mücadele ve iktidar organı olması gereken Sovyet örgütlenmesi burjuvaziyle birlikte örgütlenilen bir organ haline sokulmaktadır.
“Şiddete başvurarak savaşmayan” şeklindeki sınırlama nereden çıktı diye sorabiliriz? Şimdiye dek burjuvazinin direnişinin bastırılması gibi zora dayalı önlemlerin adı bile anılmıyordu ve üstelik bu ödemler “diktatörce” ya da bürokratik bulunarak uygulanması önerilmiyordu. Bu, yine önerilmiyor. Yine, ‘şiddete başvurarak savaşanlara karşı’ tutuma ilişkin bir açıklama yoktur ya da açıklama edilgendir: bu unsurlar, konsey seçimlerine katılamayacaklardır! Proletarya diktatörlüğüne karşı silah kullananlarla birlik savunulabilir bir şey olmadığı için böyle bir “sınırlandırılmış” çerçeveye ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor. Kuruçeşmeciler, “siz herkes için mi özgürlük ve demokrasi yanlışısınız”, “kimin için demokrasi”‘ sorularını bu şekilde karşılamaya çalışıyorlar. Hem düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü ve çok partiliği savunup hem de gerici de olsa çeşitli düşüncelerin örgütlenmesini reddedemezlerdi. Sınırı düşüncenin ancak silahlı eyleme, şiddete dönüşmesi durumunda koyuyorlar.
Kuruçeşmeciler, sınıf mücadelesinde sınıfların yerine tutum ve tavırları eylemi, hatta eylemin bir biçimini geçiriyorlar. Hasım, burjuvazi ve kapitalizm olmaktan çıkarılıyor, belirli bir eylem türü hasım, görülüyor. Bu, sınıf mücadelesinin yerine, aynı zamanda iyi niyeti koymaktır. Burjuvazi için silahlı mücadele dışındaki yollar tanınmaktadır. Barışçıl tutumlar içinde oldukça burjuvazi, yalnız meşru görülmekle kalmamakta, iktidara ortak edilmektedir.
Burjuvazinin direnişini bastırmak-bu proletarya diktatörlüğünün bir işlevi ve kaçınamayacağı bir görevdir. Peki ama burjuvazinin direnişi yalnızca silahlı biçimler altında mı ortaya çıkar? Ve hele silaha başvurmak dışında her türlü yöntem meşru kılındığına göre, burjuvazi, her türlü araçtan yararlanarak gerekli gücü toplamadan neden silaha başvursun? Silaha sarılmak zamanını bekleyecek kadar tecrübeli burjuvazinin “meşru” yollarla, bu durumda büyük olasılıkla kapitalizme barışçıl dönüşü sağlayacağı söylenebilir. Ya da silaha sarıldığında, yine bu durumda, sadece silahını doğrultması bile yeterli olacaktır. Çünkü kale içeriden zaten fethedilmiş durumda bulunacaktır.
Barışçıl hayallerle bir yere varılmıyor. Ya burjuvaziye tümüyle karşı olunacak ya da onunla birleşilemese ve iyi niyetle ayrı durulmaya çalışılsa bile, onun yolu açılacaktır.
Burjuvazi direnişini ve restorasyon girişimlerini yalnız silahla mı yürütür? Burjuvazinin silahlı direnişi proletarya açısından en istenir ve en az tehlikeli yoldur. Ama burjuvazi gücünü silahtan çok, henüz tümüyle mülksüzleştirilemediği koşullarda mülkiyet ilişkilerinden ve parasından, mülksüzleştirildikten sonra bile, toplumsal ilişkilerinden, alışkanlıklarından, geleneklerden, örgüt tecrübesinden, geçiş dönemi boyunca etkisi giderek sınırlandırılsa da varlığını sürdüren meta ilişkilerinden, uzunca bir süre ortadan kaldırılamayacak olan küçük üretimden, emeğe göre bölüşüm ve genel olarak burjuvazi hukukundan ve örgütlü uluslararası desteklerinden alır. Burjuvazinin silah dışında, ondan çok daha fazla yararlanacağı etkileme ve bunları direnişinde ve restorasyon girişimlerinde kullanma olanakları vardır. O, emekçileri hileler ve yanılsamalarla aldatmada olağanüstü deneylidir ve üstelik geçiş döneminde henüz onu besleyecek yaygın bir kapitalizmden miras unsur ve koşullar vardır. Revizyonist grupların iktidarı ele geçirme deneylerini hep birlikte yaşadık. Burjuvazinin tasfiyesi ve direnişinin ezilmesinin çok sonrasında bile, hala uygun zemin var olmaya devam ettiğinden yeni burjuva unsurların ortaya çıkması olanaklıdır, birçok Doğu Avrupa ülkesinde iktidarı bu unsurlar ve pek de fazla silah kullanmadan ele geçirdiler.
Gerekli olan, burjuvazinin yalnız silahlı kalkışmasına değil, her türlü direnişine ve restorasyon girişimine karşı kararlı bir tutum ve hangi yöntem kullanırsa kullansın burjuvazinin bütün direniş ve restorasyon çabalarını amansızca ezmektir.
“Proletarya devriminden sonraki ilk dönemde” diyor Lenin, “esas olarak, burjuvazinin direnişini alt etmek, sömürücüleri yenmek, gizli tertiplerini ezmek biçimindeki ana ve temel görevle uğraşmamız doğal ve kaçınılmazdı.” (Komünist Subotnikler) Bu tertipler doğrudan burjuvaziden kaynaklandığı gibi, onun siyasetini izleyen küçük burjuva demokratlar ve oportünist gruplar aracılığıyla da gerçekleştirilebilir, ve başlıca böyle olur. Lenin, “Proletarya Diktatörlüğü” broşürünün taslağında buna bir paragraf ayırmıştır: “kapitalizme ve onun en yüksek aşamasına uygun düşen yeni direniş biçimleri (tertipler + sabotaj + küçük burjuvaziyi etki altına alma vb. vb.) Sömürücülerin direnişi alaşağı edilmelerinden önce başlar ve dana sonra iki yönden yeğinleşir. Sonuna dek bir savaşım ya da W dökerek işi tatlıya bağlamak’ (Kari Kautsky, küçük burjuvazi,
“sosyalistler”) .”
Kuruçeşmeciler burjuvazinin tertipler, hileler, sabotajlar, küçük burjuvaziyi etki altına alma vb. yollarına bürünen türden “şiddete başvurulmamış”, ama şiddetin uzlaşmaz sınıf karşıtı olarak burjuvazinin konum, genel yönelim ve tutumunda içkin olduğu ve her zaman için silahlı şiddete dönüşebilecek direnişine ses çıkarmamakta, bunu meşru kılmaktadır. Bu tutum, proletarya diktatörlüğünün devrilmesi için yolu açma, onu işlevsizleştirme, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf karşıtlığı ve proletarya diktatörlüğünün teori ve pratiğine ilişkin olarak bunun gereklerini kavramama tutumudur. Bu tutumla sosyalist demokrasiyi kurup yaşatmak ve geliştirmek olanaksızdır. “İktidarın kurumlarının meşruiyetini kabul” ediyor görünen görüş ve örgütlenmeleri meşru varsaymak, proletarya diktatörlüğünün devrilmesi yanlısı olmakla eş anlamlıdır.
“Karşı devrim safında fiilen yer alanlar hariç politik grupların, eğilimlerin ve partilerin tam örgütlenme özgürlükleri olmadığı müddetçe, işçi ve ücretli çalışan kitlelerin demokratik hak ve özgürlükleri sosyalist demokrasi altında geliştirme olanakları da olamaz, örgütlenme özgürlüğüne ilişkin her türlü kısıtlama, işçi sınıfı karşısındaki gücü oluşturan burjuvazinin değil, bizzat işçi sınıfının politik haklarının kısıtlanması potansiyelini barındırır. (…) O nedenle konsey iktidarını ve anayasasını tanıyan ve meşruiyetini savunanların her türlü örgütlenme haklarının bulunması sosyalist demokrasinin temel koşullarından biridir.” (Tebliğ)
Kuruçeşmeciler önüne gelenin önüne geleni “kesmesinin” önünü almak kaygısıyla “karşı devrim safında fiilen yer almayanların” ya da “şiddette başvurarak savaşmayanların” düşüncelerini ifade etme ve örgütlenme haklarının olması gerektiğini savunuyorlar. Silaha başvurarak iktidarı fiilen devirme tutumu içine girmeyenlerin karşı devrimciler oldukları ve bastırılıp ezilmeleri gerektiğine kim karar verecek, burada objektif bir kıstas nasıl bulunacaktır sorusunu ortaya atarak ve Stalin’e atıfta bulunarak sözde birilerinin sınıf adına kişisel ya da zümre diktatörlüğünü, bürokratik diktatörlüğü mahkûm etmeye çalışmaktadırlar. Oysa bu demokrat tutumlarıyla onlar tam da proletarya diktatörlüğüne saldırmaktadırlar. Kim karar verecek Çeşitli örgütlenmeler ve faaliyetlerinin karşı devrimci olduğuna? Ve bu karan vermek için karşı devrimcilerin silaha sarılmasını beklemek mi gerekecek? Proletaryanın burjuvazinin direnişini bastırmakta tutarlı ve kararlı davrandığı durumda olağanüstü keskin sınıf mücadelesinin genel kural olduğu burjuvazinin alaşağı edilmiş sonrası dönemde, karşı devrimcilerin silaha sarılmaları hemen hemen kaçınılmazdır. Öte yandan, karşı devrimci tanımlaması yapacak olan da proletaryanın kendisidir, Sovyetlerdir; başında partisiyle, sendikalar, gençlik örgütleri vb. den güç alarak, iktidar organları olarak Sovyetlerde örgütlenmiş proletaryadır, onun diktatörlüğüdür. Lenin burjuvazinin örgütlenme ve seçme-seçilme özgürlüğünü savunur ve Sovyetler bunu uygularken kim karar vermiştir? Söz konusu olan Lenin’in kişisel tasarrufu muydu? Proletarya diktatörlüğü için çerçeveler çizmeye, “şiddetle başvurarak savaşmak”, “karşı devrim safında Fiilen yer almak” gibi aynı anlama geldiği düşünülen sınırlar koymaya gerek yoktur. Kuşkusuz “fiilen karşı devrimci” olanlar, yoksa ilerde karşı devrimci olabilecekler değil bastırılacak ve özgürlükleri tanınmayacaktır ve devrim ve diktatörlüğünün kararlaştırıcı ve uygulayıcı gücünün sınırı yoktur.
‘Bilimsel diktatörlük kavramı, hiçbir şeyin sınırlandırmadığı, hiçbir yasanın, hiçbir kuralın gemlemediği ve doğrudan doğruya zora dayanan bir iktidara uygun düşer (…) diktatörlük, yasaya değil, güce dayanan sınırsız iktidar anlamına gelir. İç savaş sırasında her utkun iktidar ancak diktatörce olabilir.” (Diktatörlük Sorunu Tarihine Katkı-Lenin)
“Proletaryanın devrimci diktatörlüğü, burjuvaziye karşı proletarya tarafından şiddet kullanılarak kazanılmış, şiddet kullanılarak sürdürülen ve hiçbir kanunun sınırlamadığı bir yönetimdir.” (Dönek Kautsky)
Şiddete başvurmayan burjuvalara Özgürlük öyle mi? O zaman mülksüzleştirilmesinler de! Burjuvazi üzerindeki şiddetin sınırlandırılması durumunda, uygulanan şeyin proletarya diktatörlüğü olduğundan söz edilemez. Sosyalizm burjuvaziyle birlikte kurulmayacaksa, öngörülen sosyalizm, kapitalizmin onun içinde “eriyip onunla bütünleşeceği” bir “sosyalizm” değilse, proletarya diktatörlüğü, “şiddete başvurmayan” burjuvazi için özgürlükler ve demokrasi olamaz, alaşağı edilen burjuvazinin mülksüzleştirilmesi ve direnişinin ezilmesine yönelmezlik edemez. Ona örgütlenme özgürlüğü sağlayamaz.
‘İlk kez para balaları için değil, yoksullar için demokrasi, halk için demokrasi haline gelen demokrasinin son derece büyük bir genişlemesiyle eş zamanlı olarak, proletarya diktatörlüğü, ezenlerin, sömürülenleri, kapitalistlerin özgürlükleri üzerine bir dizi kısıtlamalar koyar, insanlığı ücret köleliğinden kurtarmak için onları sindirmek zorundayız, direnişlerinin zor yoluyla kırılması gerekir; açıktır ki, baskının olduğu yerde, şiddetin olduğu yerde ne demokrasi vardır, ne de özgürlük.” (Devlet ve İhtilal)
Burjuvazinin sınırlanmamış bir zorla, diktatörlükle bastırılması ve özgürlüğün, özel olarak örgütlenme özgürlüğünün tam olmaması durumunda, neden ‘kitlelerin demokratik hak ve özgürlüklerini sosyalist demokrasi altında geliştirme olanakları da” olmuyor ve neden “her türlü örgütlenme hakkının olması sosyalist demokrasinin temel koşullarından biridir”? Sosyalist demokrasi için emekçi kitlelere özgürlük yetmiyor mu, burjuvaziye de ml özgürlük sosyalist demokrasinin koşulu? Oysa proletarya diktatörlüğü tam da emekçiler için demokrasi ve özgürlük, sömürücüler için diktatörlük ve kısıtlama değil mi?
Lenin örgütlenme özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olan toplanma özgürlüğü için bakın neler söylüyor? “Toplanma özgürlüğü”, ‘arı demokrasi’nin, istemlerinin bir örneği olarak görülebilir. Sınıflardan kopmamış bulunan her bilinçli işçi, sömürücüler alaşağı edilmelerine karşı bir direnç gösterdikleri ve ayrıcalıklarını savundukları dönem boyunca ve böyle bir durum içinde, bunlara toplanma özgürlüğü vaat etmenin saçma bir şey olduğunu hemen anlayacaktır.” (Komünist Enternasyonal 1. Kongresi, Açış Konuşması)
Kuruçeşmeciler “biz burjuvazi için örgütlenme özgürlüğü istemiyoruz ki” diyeceklerdir? Peki, kimin için istiyorsunuz? “Konseyin meşruiyetini kabul” ediyor görünen herkes için… Silaha sarılanların özgürlüğünü zaten kimseye kabul ettiremezsiniz!
Örgütlenme özgürlüğünü küçük burjuva demokrasisi için mi istiyorsunuz? Menşevikler, sosyalist devrimciler ve benzerleri için mi istiyorsunuz? Kimse proletaryayla birleştikleri ve karşı devrimin safına geçmedikleri sürece özgürlüklerine bir şey demiyor. Kimse Bulgaristan örneğinde olduğu gibi proletarya partisiyle cepheler kurmuş ve onunla politik uyuşma içinde partilerin varolma haklarını reddetmiyor. Bulgaristan örneği Stalin zamanında gerçekleşti ve tebliğcilerin iddialarının tersine tek partiyi mutlaklaştırarak ele almayan Stalin, bu nedenle Bulgar Komünist Partisini eleştirmedi. Sorun, silahla ya da silahsız karşı devrime kayan partilere özgürlük sorunudur. Çok partililiği öngörüp görmeme sorunudur. Menşevikler, SR’ler /sağ ve sol kanatlarıyla/Rusya’da, karşı devrime yöneldikleri gibi, aynı şey benzer partiler tarafından Almanya, Macaristan ve başka yerlerde de yapıldı. Bu partiler önce Sovyet iktidarını meşru görüyorlardı ve Lenin, bu durumda bunların “bin kez daha tehlikeli” olduklarını söylüyordu.
“Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisin bugünkü liderlerinin gerçek kimliği (bütün etkilerini yitirdikleri iddiasının gerçeklere uymadığı ve eylemde proletarya için, kendilerine komünist adı takmış olan ve proletarya iktidarını ‘desteklemeye’ söz vermiş bulunan Macar Sosyal Demokratlarından bile daha tehlikeli olan) bu liderlerin ne oldukları, Almanya Kornilov’unun serüveni sırasında, yani Kapp ve Löttwitz darbesi sırasında bir kez daha belli olmuştur. (…) Bu baylar devrimci gibi düşünüp muhakeme yürütemiyorlar. Bunlar, Sovyet iktidarı ve proletarya diktatörlüğü iktidarından yana olduklarını ilan etlileri tekdirde, proletarya için bin kez daha tehlikeli olacak olan, durmadan ağlayan küçük burjuva demokratlardır, çünkü pratikte proletaryaya yardımda bulunduklarına bütün özdenlikleriyle inanarak her zor ve tehlikeli anda bulunmaktan, geri kalmayacaklardır.” (Sol Komünizm, 119)
Bunlar proletarya diktatörlüğü yanlısı olduklarını ilan ettikleri ve buna uygun davrandıkları takdirde, kuşkusuz yasaklanmayacaklardır. Ama işte tam da bu noktada çoğulculuk yanlılarıyla Marksistler arasında ayrılık ortaya çıkıyor: Çoğulcu tebliğciler, yukarıdaki pasajda Lenin’in sözünü ettiği türden partilerle birlikte proletarya diktatörlüğünü sürdürmeyi, onları iktidara getirecek mekanizmaları oluşturmayı, parlamentoya dönüştürülecek Sovyetlerle sosyalizmi inşa etmeyi öngörmekte; Marksistler ise iktidar öncesi iktidara gelebilmek ve geldikten sonra iktidarı sürdürebilmek için bu partiler ve önderlerinin yüzünü açığa çıkarıp, onlardan kurtulmayı ve etkiledikleri kitleleri onların etkisinden kurtarmayı, küçük burjuva demokrasinin tereddütlü, kararsız yolundan ve yalpalamalarından ayırıp temel sosyalizmin gücü haline getirmeyi savunmaktadırlar.
“Komünist Enternasyonal 2. Kongresinin Temel Görevleri Üzerine Tezler”in de Lenin böylesi partiler ve önderlerine karşı Marksistlerin tulumunu olanca açıklığıyla ortaya koyar, uzunca aktarıyoruz:
“Siyasal iktidarın proletarya tarafından fethi, proletaryanın burjuvaziye karşı sınıf savaşımına son vermez; tersine, bu savaşımı daha geniş, daha sert ve daha amansız duruma getirir. Reformizmin, ‘merkez’in vb. görüş açısını tamamen ya da kısmen benimseyen tüm işçi hareketi grup, parti ve militanları, savaşımın son derece keskinleşmesi sonucu kaçınılmaz olarak ya burjuvazi yanında, ya duraksayanlar içinde, ya da (en tehlikelisi) muzaffer proletaryanın pek güvenilmez dostları arasında yer alırlar. (Reformizmle) savaşım bu eğilimlerin yanlışlığını göstermekle yetinmek; bu tür eğilimler gösteren her işçi hareketi militanın içyüzünü, katı yüreklilikle ve acımasızca ortaya koyması gerekir; yoksa proletarya, burjuvaziye karşı kesin savaşa kim ile birlikte girişeceğini bilemez. Bu savaşım, eleştiri silahı yerine her an silahların eleştirisini geçirebilecek bir savaşımdır ve geçirirde. Deney bunu göstermiştir. Reformist ya da ‘merkezci’ olarak davranan kimselerin teşhirindeki her tutarsızlık ya da her güçsüzlük, kısa görüşlü kimseler için bugün yalnızca teorik anlaşmazlık’ olarak görülen şeyi, yarın karşı devrim yararına kullanacak olan burjuvazi tarafından proleter iktidarın devrilme tehlikesini düpedüz artırma anlamına gelir.”
“Özellikle, proletaryanın burjuvazi ile her türlü işbirliğinin, her türlü ‘işbirlikçilik’in alışılmış ilkesel yadsınması ile yetinilemez. Basit ‘özgürlük’ ve ‘eşitlik’ savunucusu, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet varlığını sürdürdükçe, özel mülkiyeti bir anda kaldırabilecek durumda hiçbir zaman olamayacak olan proletarya diktatörlüğü döneminde, burjuvazi ile işçi sınıfı iktidarını bal gibi baltalayan bir ‘işbirliği’ durumuna dönüşür. Çünkü proletarya diktatörlüğü, sömürücüler için kendi ezme ve sömürme işlerini sürdürmekteki ‘özgürlüksüzlük’ün, varlıklı ile varlıksız arasındaki ‘eşitsizlik’in, devlet tarafından, tüm devlet iktidarı aygıtı tarafından onaylanması ve savunulması anlamına gelir. Proletaryanın zaferinden önce, ‘demokrasi’ üzerine teorik bir ayrılıktan başka bir şey değilmiş gibi görünen şey, yarın, zaferden sonra, kaçınılmaz bir biçimde, silah gücü ile çözülecek bir sorun durumuna gelecektir. Öyleyse, ‘merkezci’ ve ‘demokrasi savunucularına karşı savaşımın tüm niteliğinde köklü bir dönüşüm olmaksızın, yığınların proletarya diktatörlüğünün gerçekleştirilmesine, hatta başlangıç niteliğindeki bir hazırlanmasına bite olanak yoktur.
“(…) Proletarya diktatörlüğünün hazırlanması, yalnızca her türlü reformizmin, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet varlığını sürdürmedikçe her türlü demokrasi savunucusunun burjuva niteliğinin açıklanmasını, gerçekte işçi hareketi içinde burjuvazinin savunulması anlamına gelen bu eğilimlerin belirtilerinin göstergesini gerektirmekle kalmaz, ama sadece siyasal değil, sendikal, kooperatif, kültürel vb. tüm proleter örgütlerde, eski önderler yerine komünistlerin geçirilmesini de gerektirir. (…) İşçi aristokrasisi ya da burjuvalaşmış işçi temsilcilerini, şimdiye değin olduğundan yüz kere daha gözü pek bir biçimde, bütün görevlerinden uzaklaştırmak ve yerlerine işçileri, hatta en deneyimsiz işçileri geçirmek zorunludur; yeter ki, bunlar, sömürülen yığına bağlı ve sömürücülere karşı savaşımında bu yığının güvenini kazanmış kişiler olsun.
“(…) küçük burjuva emperyalist önyargılar tarafından umutsuzca bozulmuş (…) bu önderlerin içyüzleri acımasızca ortaya konmalı ve işçi hareketinden kovulmalıdırlar.
“(…) 2. Enternasyonal eğilimi gösteren bölüntülerin partiden çıkarılması.
” 2. Enternasyonalin, reformistler ve ‘merkezcilerin gerçek bir toplumsal ‘dayanak’ıdır bu azınlık/işçi aristokrasisi-ÖD/; bugün, hatta belki de burjuvazinin başlıca toplumsal dayanağı. Kuşkusuz (…) proletaryanın zaferinden sonra burjuvazinin hatırı sayılır bir sayıda beyaz muhafızını sağlayacak olan katmana karşı açık istemli, geniş ve ivedi bir savaşım olmaksızın, burjuvaziyi devirmek için hiçbir hazırlık çalışması olanaklı değildir.”
Lenin, proletarya diktatörlüğünün hazırlığı için bile reformistler ve onların dayanağı işçi aristokrasisine karşı amansız mücadele, etkilerinin kırılması ve partiden ve kitle örgütlerinde bile tüm görevlerinden atılmalarını istediği politik gruplar ve önderlerine Kuruçeşmeciler iltifat ediyor, onların çoğulcu yapı içinde örgütlenmelerini ve etkilerini yaymalarını teşvik eden projeler tasarlıyor ve propaganda ediyorlar. Aslında Kuruçeşmeciler Lenin’in sözünü ettiği türden önderlerdir. Şimdiden kendi özgürlüklerini ve haklarını savunuyorlar.
Üstelik Lenin, “Bolşevizm eğer bundan önce. 1903-1917’de Menşevikleri, yani oportünistleri, reformistleri, sosyal şovenleri yenmeyi öğrenmemiş ve onları acımasızca proletaryanın öncü partisinden atmamış olsaydı, 1917-1919’da burjuvaziyi yenemezdi.” (Kurucu Meclis Seçimleri ve Proletarya Diktatörlüğü) derken, Kuruçeşmeciler “işçi partisi içinde eğilim hakkım”, reformist, oportünist unsurlarla örgütsel birliği savunmaktadırlar. Bu anlayış ve onun doğrultusunda örgütlenecek partiyle proletarya diktatörlüğünün yaşatılması bir yana kurulması olanaklı değildir, böyle bir parti ancak burjuva düzene bağlı bir muhalefet partisi olabilir.
Burada proletarya diktatörlüğünün bir başka işlevine değinmeliyiz. Proletarya diktatörlüğü, proletaryanın geri tabakaları da dâhil olmak üzere emekçi halkı kazanmanın, onları proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımında tereddütlerini gidermek ya da zararsız kılmak ve tarafsızlaştırmak zorunda olduğu küçük burjuvaziyi giderek ve başlıca ikna ve örneklemeler yoluyla sosyalist inşaya katmanın aracıdır. Bu ikisini bir arada söylemek gerekirse, proletarya diktatörlüğü, yığınların kazanılması ve örgütlendirilmesinin aracıdır, emeğin komünist örgütlenmesi işlevine sahiptir. Tebliğde öngörülenin tersine, proletarya diktatörlüğü, çeşitli sınıf ve katmanların, bunların değişik sektörlerinin birbirleriyle çelişen özel çıkarlarını gerçekleştirmek üzere değil, sınıfları kaldırmaya ve bunun için emeğin komünist örgütlenmesini gerçekleştirmeye yetenekli tek sınıf olan proletaryanın ve onun öncüsünün ardında örgütlenmesi ve bunun için kazanılmasının aracı olabilir ve olmalıdır. Lenin, burjuvazinin direnişinin kırılması dâhil olmak üzere, proletaryanın ve onun diktatörlüğünün şu üç temel görevini şöyle sıralıyor.
“Sosyalizmin (komünizmin birinci evresi) kapitalizm üzerindeki zaferi, gerçekten devrimci tek sınıf olan proletaryadan, şu üç görevi yerine getirilmesini ister. Birincisi; sömürücüleri ve en başta, onların başlıca iktisadi ve siyasal temsilcileri olan burjuvaziyi devirmek; onları mutlak bir yenilgiye uğratmak; dirençlerini ezmek; sermaye boyunduruğu ve ücretli köleliğin yeniden kurulması yolunda, ne olursa olsun, onlardan gelecek her girişimi olanaksız kılmak. İkinci görev: proletaryanın devrimci öncüsü, onun komünist partisi ardında, yalnızca tüm proletaryayı ya da onun engin, ezici çoğunluğunu değil, ama tüm emekçiler ve sermaye tarafından sömürülenler yığınını da sürükleyip götürmek, gözü pek, sarsılmaz ve amansız bir savaşımın akışı içinde onları yetiştirmek, örgütlemek, eğitmek, disipline sokmak; (…) kendi pratik deneyi temelinde, ona proletaryaya devrimci öncüsünün yönetici rolüne güven vermek. Üçüncü görev: burjuvazi ile proletarya arasında burjuva demokrasisi ile Sovyetler iktidarı arasında, (…) tarım, sanayi ve ticaretteki küçük patronlar sınıfı içinde olduğu kadar, bu sınıfa karşılık düşen aydınlar, müstahdemler vb. tabakası içinde de kendini gösteren kaçınılmaz duraksamaları etkisizleştirmek ya da zararsız kılmak.
(…)
“(…) ancak ve ancak proletaryanın, tek devrimci sınıf olan bu sınıfın tümü, ya da çoğunluğu tarafından desteklenen öncüsü, sömürücüleri alaşağı ettikten, onları ezdikten, sömürülenleri kölelikten kurtardıktan ve yaşama koşullarını, mülksüzleştirilen kapitalistler zararına iyileştirdikten sonra ancak ve ancak sert bir sınıf savaşımından sonra ve böyle bir savaşım içindedir ki, en geniş emekçi ve sömürülenler yığınlarının proletarya çevresinde, onun etkisi ve onun yönetimi altında yetiştirilme, eğitim ve örgütlendirilmesini gerçekleştirmek, onları özel mülkiyet rejiminden doğmuş bencilliklerinden, bölünmüşlüklerinden, kusurlarından, güçsüzlüklerinden kurtarmak ve özgür emekçilerin özgür bir birliği durumuna getirmek olanaklı olacaktır.”(KE, 2. Kongresinin Temel Görevleri Üzerine Tezler)
Lenin’de çoğulculuk fikrinin izine bile rastlanmadığı açıktır. O, proletarya diktatörlüğü altında, öncüsü yönetimindeki proletaryanın, ezilen ve sömürülen yığınları kazanması ve duraksayan unsurları tarafsızlaştırması, onları örgütlenmesi üzerinde durmakta, proletaryanın öncüsünün altını çizmektedir. Tebliğde üzerinde durulan, ama koşulları, çok partililiğe, proletarya diktatörlüğünün bozuşturulması anlamına gelmek üzere “doğrudan demokrasi”ye, grup ve sektörlerin özel çıkarları ve aralarındaki rekabetin kapitalistçe kışkırtılmasına dayanan ayrı örgütlenmesine ve bunun teşvikine, emekçilerin, üretenlerin, özyönetimcilik temelinde ve “bürokratik” düşman güç ve aygıtlar gibi görülen parti ve devlet karşısında ve onlardan korunmalarının esas alındığı türden “doğrudan” örgütlenmelerinin gerçekleştirilmesine bağlanan “özgür üreticilerin birliğinin sağlanması”, Lenin’de burjuvazi ve kapitalizme karşı amansız ve sert sınıf mücadelesi içinde proletarya partisinin önderliğinde bir “sürükleyip götürme”, “yetiştirme”, “örgütlenme”, “eğitme”, “disipline sokma” olarak, proletarya diktatörlüğü devleti tarafından yerine getirilecek bir etkinlik ya da işlev olarak konmaktadır. Tebliğ, kazanılması gereken tabaka ve sektörlerin küçük burjuvaziden, onun alışkanlıklarından vb. gelen, son çözümlemede, ortadan kaldırılması için mücadele edilen özel mülkiyet rejiminden kaynaklanan bencillikleri, bölünmüşlükleri, kusur ve güçsüzlükleri temelinde örgütlenmesini teşvik edip öngörürken, Lenin, saydığı kusurları giderecek bir eğitim ve örgütlendirme işlevini öncü partiyle proletarya diktatörlüğü devletine bırakmaktadır. Bu kusurları gidererek emeğin komünist örgütlenmesini ve toplumun bu temelde yükseltilmesini ancak ve ancak, partisi öncülüğünde devlet olarak örgütlenen proletarya gerçekleştirebilir. Bu Lenin’in tezidir, teorisidir.
Lenin’in bir başka pasajı da şöyle:
“Zafere ulaşmak için, sosyalizmi kurmak ve sağlamak için proletarya iki katlı ya da ikili bir görevi yerine getirmelidir: birincisi, sermayeye karşı, devrimci savaşımdaki üstün yiğitliğiyle, tüm çalışan ve sömürülen halk yığınlarını kendi yanına kazanmalıdır; onları kazanmak, örgütlenmek ve burjuvaziyi alt etmek ve direnişini bütünüyle kırmak savaşımında onlara önderlik etmelidir. İkincisi, tüm çalışan ve ezilen halk yığınını olduğu gibi, bütün küçük burjuva grupları da, yeni ekonomik kuruluş yoluna, yeni toplumsal bağlar, yeni bir emek disiplini, bilimdeki son gelişmeler ve kapitalist teknoloji ile geniş ölçekli sosyalist üretimi yaratan sınıf bilincine sahip işçilerin yığınsal birliğini birleştiren yeni bir emek örgütlenmesi yaratma yoluna yönelmelidir.” (Komünist Subotnikler)
Kısacası başka görevlerin yanında proletaryanın şöyle bir görevi var: proletaryanın geri yığınları da dâhil olmak üzere emekçi halkı, tebliğin sözde kendilerinin özel çıkarları olduğunu ileri sürdüğü, çarpıtılmış, özel mülkiyet rejiminin bir sonucu olan türden “çıkarlar” peşinde, çeşitli tabaka ve grupları birbirleriyle kapitalizmden miras rekabet içinde kendi başına, yanılsamalı ve kapitalist sistemden bütünüyle kopmamış, onun tümüyle dışında ve karşısında olmayan türden örgütlenmelere terk etmemek, kesinlikle böyle örgütlenmelerin, sözde demokratik çoğulculuk adına teşvik ve propagandasını yapmamak, ama, partisi aracılığıyla kazanmak, onlara önderlik etmek. Bunu aynı zamanda, sosyalist kuruluş için küçük burjuva tabakalar açısından da uygulamak.
Peki, bu kazanma nasıl olacak, koşulları nelerdir? Proletaryanın iktidara gelmeden önce emekçilerin çoğunluğunu ve hatta küçük burjuvazinin çoğunluğunu kazanmasının olanaksızlığı üzerinde durmak gerekmiyor. Bu, Lenin’in 2. Enternasyonal oportünizmiyle uzun uzun tartıştığı bir sorun. Kazanma, proletarya diktatörlüğü koşullarında olacak. Peki, proletarya partisinin ve onun iradi müdahalelerinin gerekliliğini sözde kabul eden tebliğcilerin “kazanma” adını anlamadan, bu tabakaların aşağıdan, “doğrudan demokratik” ve çeşitli partiler içinde örgütlenmesi olarak ortaya koydukları biçimde, salt taban inisiyatifi aracılığıyla mı olacak. Hayır, kuşkusuz. Taban inisiyatifi, bu inisiyatif ve kitlelerin dinamizminin canlandırılıp harekete geçirilmesi kuşkusuz çok önemli ve temel bir sorundur. Ama bunu da hareketlendirip teşvik etmek üzere, partisi öncülüğünde devlet olarak örgütlenmiş proletaryanın elindeki aygıtı kullanması, tüm eğitim olanaklarından yararlanması, bunun yanında giriştiği sosyalizmi kurma işinde maddi örnekler ortaya koyması ve emeğin komünist örgütlenmesine girişmesi gerekiyor. Burada kullanılacak olan, o, Kuruçeşme tebliğcilerinin hiç sevmedikleri, hakkında korku yayıp, “doğrudan demokrasi” vb. lehine anti propagandasını yaptıkları devlet aygıtıdır.
Bizim demokrasi yandaşı, “doğrudan demokrasici” tebliğcilerimizin adını anmadan ve incelterek savunmakta oldukları şu eski “tutarlı” ya da “arı demokrasi” tezlerinin savunucularını eleştirerek Lenin şöyle diyor:
“Bunlar küçük burjuva demokrat önyargılarını ve (sınıf ‘eşitliği’ konusunda, ‘tutarlı’ ya da ‘arı demokrasi’ konusunda, büyük tarihsel sorunun oyla çözümlenebileceği vb. vb. konusunda) yanılsamaları sınıf savaşımının yerine koyuyorlar. Bunlar, iktidarı ele geçirdikten sonra, böylelikle proletaryanın sınıf savaşımına son vermediğini, farklı bir biçimde ve farklı araçlarla onu söndürdüğünü anlamayacaklardır. Proletarya diktatörlüğü, devlet gücü gibi bir aracın yardımıyla yürüttüğü proletaryanın sınıf savaşımıdır, amaçlarından birini emekçi halkın proleter olmayan kesimlerine uzun deneyimleri ve uzun bir dizi pratik örnekler aracılığıyla proletarya diktatörlüğünden yana olmanın kendileri için burjuva diktatörlüğünden daha yararlı olduğu ve bir üçüncü yolun da bulunmadığını göstermek olan bir sınıf savaşımıdır.
“(…) Yalnızca proletarya burjuvaziyi bozguna uğratabilirdi, ve ancak burjuvazinin bozguna uğratılmasından sonra, proletarya devlet gücü gibi bir aracı kullanarak, halkın küçük burjuva tabakalarının sempati ve desteğini kesin olarak kazanabilirdi. “(Kurucu Meclis Seçimleri ve Proletarya Diktatörlüğü)
Devlet gücü kullanılacak. Hem emekçi ve hem de küçük burjuva tabakaların kazanılmasında. Ve bu kazanmanın kendisi, sınıf mücadelesi konusudur. Proletarya bu kazanma için, proletarya diktatörlüğü altında sınıf mücadelesi vermek ve kazanışı ancak bu şekilde gerçekleştirebilmek durumundadır. Yoksa 2. Enternasyonal oportünistlerinin kazanmayı iktidarın alınması öncesi oylamalara bağladığı gibi, özünde ondan farklı olmayan türden oylamaları, “silahlı direnişe başvurma yan” herkesin oy hakkıyla katıldığı konsey (Sovyet) oylamalarını, burjuva, küçük burjuva vb. partiler arasındaki oylamaları kazanmanın gerçekleştirilmesinde yalnız bunda da değil iktidarın kimin elinde olacağının kararlaştırılmasında sınıf mücadelesinin yerine geçirmek, proletarya diktatörlüğünü işlevsizleştirerek devrilmeye götürmek ve aslında proletarya diktatörlüğü adına burjuva diktatörlüğünün savunulmasıdır. Bu yolla kazanma başarılamaz ve zaten tebliğcilerin kazanma diye bir sorunları da yoktur; onların sorunu “üreticilerin özgürce” ve kendiliğinden, “doğrudan” ve salt taban inisiyatifiyle örgütlenmesidir. İstedikleri partiyi kurup onun içinde örgütlenmesidir. Bunun teşvikidir. Tebliğcilerin “sosyalist işçi partisi” ise bu inisiyatifi geliştirmekle yetinecektir. Kuşkusuz, isteyen parti kurmaya girişebilir. Ama bu girişimlere izin verip vermemek, yasası zor olan proletarya diktatörlüğüne, egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryaya, onun sınıf çıkarlarına, mücadelesine ve bu mücadelenin koşullarına bağlıdır. Bu, eğer, bir restorasyon girişiminin filizlenmesi ise kuşkusuz ezilecektir. Ve zaten, devlet gücünden yararlanarak emekçi ve sonra küçük üretici kitlelerini (kooperatif vb. içinde örgütleyerek) kazanan, kitleleri kendine bağlayan proletarya ve öncüsü karşısında, eğer bu öncü kitlelerden kopmazsa ve kopmamışsa restorasyon girişiminin aracı olmayan örgütlenmelerin sosyalist kuruluşun ileri dönemlerinde ortaya çıkması doğal değildir.
Lenin, emekçi kitlelerin kazanılmasını burjuva ve reformist, oportünist eğilim ve partilerle ilişkisini şöyle kuruyor:
“Bütün kapitalist ülkelerde, proletaryanın yanı sıra, ya da proletaryanın devrimci amaçlarının bilincinde olan ve bu amaçları gerçekleştirmek için savaşma yeteneğinde olan bölümün yanında burjuvaziyi ve burjuva demokrasisini izleyen (İkinci Enternasyonalin ‘sosyalistleri’ de dâhil), siyasal olarak olgunlaşmamış çeşitli proleter, yarı-proleter, yarı-küçük burjuva tabakalar da vardır, çünkü bunlar aldatılmışlardır, kendi güçlerine güvenleri yoktur, ya da proletaryanın gücüne güvenmemektedirler ivedi gereksinmelerinin, sömürücülerin mülksüzleştirilmesi yoluyla karşılanabileceği olanağından habersizdirler.
“Emekçi ve sömürülen halkın bu tabakaları, proletaryanın öncüsüne müttefikler sağlar ve ona kararlı bir halk çoğunluğu getirir; ama proletarya bu müttefikleri ancak devlet gücü gibi bir araçla kazanabilir, yani burjuvaziyi alaşağı ettikten ve burjuvazinin devlet aygıtını yıktıktan sonra.” (Age.)
Kazanma sorunuyla ilişkisi açısından burada bir parantez açarak, proletarya diktatörlüğünün, proletaryanın tek başına iktidarda olduğu ve bu iktidarı başka her hangi bir sınıfla paylaşmadığı, ama proletarya ile diğer emekçi sınıf ve tabakalar arasında özel bir ittifaka dayandığını belirtmek gerekiyor, çünkü tebliğde farklı bir görüş var, onlar proletaryaya iktidarı paylaştırıyorlar (bunu önce, proletaryanın hegemonyasını bir yana bırakarak, bir burjuva parlamentosuna dönüştürdükleri ve bir dizi burjuva, küçük burjuva, reformist vb. partinin oy dalaşı ve gevezeliklerinin alanı haline getirdikleri, “savaşçılar” dışında herkese açtıkları “konsey” fikri dolayısıyla, sonra da şu açıklıkla ortaya koyuyorlar): “(Konseyler) işçi sınıfının müttefiki olan emekçilerin ve tüm ezilenlerin de iktidarın parçası olmalarını sağlarlar.”
“Siyasal egemenliği eline almış olan sınıf, egemenliği, ona tek başına sahip olacağı bilinciyle almıştır. Bu, proletarya diktatörlüğü anlayışına girer.” (Rusya Ulaştırma İşçileri Kongresinde Söylev)
Ve proletaryanın yönetici güç olduğu özel ittifak’a ilişkin:
“Sovyetik devlet örgütü, kapitalizm tarafından en çok bir araya getirilmiş ve en iyi yetiştirilmiş sınıf olarak proletaryanın yönetici rolüne uyarlanmıştır. Bütün devrimlerin ve bütün ezilen sınıf hareketlerinin deneyi, dünya sosyalist hareketinin deneyi, bize, yalnızca proletaryanın, emekçi ve sömürülen nüfusun geri ve dağınık katmanlarını bir araya getirecek ve ardından sürükleyecek durumda olduğunu öğretir.” (KE. 1. Kongresi Açış Konuşması)
“Proletarya diktatörlüğü, emekçilerin öncüsü proletarya ile, proleter olmayan birçok emekçi katmanlar (küçük burjuvazi, küçük patronlar, köylüler aydınlar, vb.), ya da bu katmanların çoğunluğu arasındaki, sermayeye karşı yöneltilmiş, sermayenin tamamen devrilmesini, burjuvazinin direncinin ve restorasyon girişimlerinin tamamen ezilmesini, sosyalizmin kuruluşunu ve kesin olarak pekişmesini amaçlayan özel bir sınıf bağlaşması biçimidir. Özel koşullar içinde, yani amansız bir iç savaş koşulları içinde oluşan özel türde bir bağlaşmadır bu; sosyalizmin gözü pek yandaşlarının duruksun, bazen de ‘yansız’ (o zaman bağlaşma, savaşım için bir anlaşma olmaktan çıkar, bir yansızlık anlaşması durumuna gelir) bağlaşıkları ile bağlaşması, iktisadi, siyasal, toplumsal ve ideolojik bakımlardan farklı sınıflar arasında bir bağlaşmadır bu. Bu bağlaşmanın somut biçimlerinin, koşullarının, görevlerinin irdelenmesinden, ‘özgürlük’, ‘eşitlik’, ’emek demokrasisinin birliği’ üzerindeki genel sözler ile yani meta üretimi çağının ideolojik bayağı artıklarının yardımı ile kendilerini ancak Kautsky, Martov ve hempaları türündeki çürümüş Enternasyonalin (…) kahramanları kurtarabilirler.”(Halkı Eşitlik ve Özgürlük Sloganlarıyla Nasıl Aldatıyorlar?)
Tebliği, proletarya diktatörlüğü sözcüğünü kullanmamakla ve pratik olarak ve teorisini de muğlâklaştırmakla kalmamakta, proletarya diktatörlüğü yerine bir başka şey koymaktadır, proletaryanın başka sınıflarla ve hatta burjuvaziyle birlikte iktidarını. Ama burada proletaryaya’ yer kalmamaktadır. Lenin’in 2. Enternasyonal “kahramanları” için söyledikleri, benzer sözcük ve gerekçelerle proletaryanın diktatörlüğü ve onun özel bir bağlaşma biçimi oluşunun somutu üzerine, “doğrudan demokrasi” vb. dışında tek laf etmeyen tebliğcileri de hedeflemektedir.

Nisan 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑