Haberler-Mektuplar

ÖZGÜRLÜK DÜNYASI’NA
Adana siyasi şube polislerinin 1.2.1990’da yapmış olduğu operasyon sonucu gözaltına alındık.
Gözaltına alınan insanlara, yaklaşık olarak 15 gün süreyle elektrik, falaka, soğuk su banyosu, askı, ters askı, çapraz oturtma vb. gibi bir dizi işkenceler uygulandı. Doktor raporuyla bunlar kanıtlıdır da.
Bu ülkede yaşayan, kendisine insanım, devrimci demokratım, sosyalistim diyen her birey ve kuruluş, kendi üzerine düşen sorumluluğunu üstlenmek ve haksızlıklara, sinsi planlara karşı koymak zorundadır. Bu insanlık borcudur.
Burada, kamuoyuna işkencenin kanıtlarını sunmayacağız, zaten dünya kamuoyunca dahi, markası tescillenmiş durumdadır. Açıklamak istediğimiz Adana siyasi polisinin, bir arkadaş hakkındaki ölüm fermanının gıyabında verilmiş olmasıdır. İşkenceci katillerin bunu yapacaklarından kuşkumuz yok. 4 yiğit yoldaşımızı İstanbul Tuzla köprüsünde katletmelerini unutmuş değiliz.
Adana siyasi polisi, Polat Yiğit isimli arkadaşın katledilmesinin ön provalarını bugünden hazırlamış durumdadır.
Mersin-Osmaniye Karakolu baskını, Çukurova sorumlusu, vb. gibi safsatalarla ve gözaltına alınan insanlara işkence zoruyla Polat Yiğit hakkında, bizzat kendilerinin hazırlamış oldukları senaryoları imzalattırmaktadırlar.
Belirttiğim gibi bunlar, Polat Yiğit’in infazı için hazırlanan ön provalardı ve bugün bu provalar tamamlanmıştır, infaz olması için Polat’ın elde olması yeterlidir.
Devrimciyim, demokratım, kendine insanım diyen tüm kesimleri, bu durumla ilgili olarak, bugünden haberdar ediyoruz. Faşist cellâtların infaz kararlarını teşhir ediyoruz.
Sosyalist basından istediğimizi ise, aynı şekilde bu soruna sessiz kalmamaları ve sayfalarında yer vermeleridir.
Yayın hayatınızda başarılar dilerim.
E Tipi Cezaevi K-15 Rauf Yanık

ÖZGÜRLÜK DÜNYASI’NA YURTDIŞINDAN BİN SELAM
Özgürlük Dünyası gittikçe yetkinleşiyor ve gerçekten artık doyurucu ve nitelikli yazılarıyla, yayın anlayışıyla bizi memnun ediyor.
Bizim en çok hoşumuza giden ve sevdiğimiz şey nedir biliyor musunuz? Örneğin biz kendi aramızda bir konuyu tartışıyoruz, güncel olan ya da bizim için gündeme gelmiş bir konuyu, fakat bu konuda bir eksiklik duyuyoruz, bir yazı bir açıklama vb. bekler durumda oluyoruz. Geçtiğimiz son birkaç sayıdaki yazılar buna örnek, işte tam bu sırada dergiyi alıyoruz, bir de bakıyoruz, bizim için ihtiyaç haline gelmiş o konu ya da sorun Özgürlük’te enine boyuna ele alınmış ve doyurucu olarak işlenmişi Bu derde deva gibi bir şey oluyor!
Bu anlayışa devam edilsin, güncel konular ya da gündeme gelmiş bir konuyu Özgürlük hemen yakalasın ve işlesin istiyoruz. Yalnız bu sayıda bu olmadı, bunu da geçerken söylemek istiyoruz. Örneğin bizler, Nisan sayısında uluslararası bir konuda geniş ve doyurucu bir yazı bekliyorduk, çıkmadı: Kontraların Nikaragua’daki seçim zaferi / Nikaragua’daki seçimler / Sandinistlerin yenilgisi / Nedenleri vb. Neden?
Derginin kapağında da daha çok kitlesel, mücadeleci ve coşkulu resimler çıksın. Son sayıda örneğin ağırlıklı yazı Serhıldan, gönül isterdi ki, 5. sayfadaki resim kapak olsun. Çok coşkulu, hareketli ve mücadeleci kitlesel bir resim.
Daha çok resim, daha çok desen, çizgi, DAHA FAZLA SAYFA, sayfa sayısını arttıramaz mısınız, hemen bitiveriyor okumaya başlayınca…
F. Almanya’dan Özgürlük Dünyası Okuyucuları

SEVGİLİ ÖZGÜRLÜK;
Geçen sayıda verdiğiniz birinci genel konferans muştusu büyük bir coşku kaynağı ve bu coşkuyla konferansı selamlıyoruz.
(…)
Biz kadınlar “analık hakkı” ve onun tamlayanı “kutsal aile” anlayışlarıyla çocuklarımızın, eşlerimizin yaşlı ebeveynlerimizin bakıcısı olarak evlerin ve ailelerin koruyucu stabilize direği olmak istemiyoruz. Bu tür kavramlar hep böylesi bir yaşam biçiminin ifade edilişinde kullanılmıştır.
Eğer çocukların bakımından sorumlu olmak bunu devlet ve toplum adına yükümlenmek anlamına gelerek, karşılığında çalışma ve ev faaliyetleri alanında çok yönlü bir üstlenmeyi gerektiriyor bütün bunlar için hak, ödül, onurlandırma gibi lütufları içeriyorsa analık hakkı gibi özel bir hak talebimiz yok.
Ailenin kutsallığına ve analık durumuna biyolojik bir nedensellik ve öncesiz olmak gibi bir tarihsellik atfediliyorsa buna inanmıyoruz. Tarihsel olan pek çok şey gibi gerçek boyutlarına ulaşabilmek için kutsallık örtülerinden vazgeçilmesi gerekiyor; analık, bacılık gibi akrabalık ilişkileriyle tanımlanmaksızın da kadınlardan söz etmek mümkün olabilir. Tarihsel gelişimin kadına doğal ve özgür bir gelişim olanağı yaratacağını biliyor ve öyle inanıyoruz.
Analık hakkı olarak bir tek şeyi talep edebiliriz belki; evlerden dışarı çıkmak, analık bağlarından ayaklarımızı ve beyinlerimizi kurtarmak. Agorafobik kadınların marazi ilgilerinden ve komplekslerinden kurtulmuş çocukların yürümeyi daha çabuk öğrenebileceğini biliyoruz. O vakit bütün kadınlar bütün çocukların anası olabilir, bütün erkeklerin baba olabileceği gibi.
Kendimize ve çocuklarımıza daha iyi bir dünya özlemi ve bunun için gerekli mücadele azmiyle. Saygılar.
Nedret-Ayla

ÇANAKKALE SAVAŞI VE “ANZAK DAY”
Avustralya’da 25 Nisanda “Anzac Day” (Anzak Günü) diye bir gün kutlanır. 25 Nisan resmi tatildir. Avustralya burjuvazisi ve bu sınıfın devleti her 25 Nisan günü askeri-sivil gösteriler yapar. Televizyon ve basında “Anzac Day” üzerine yazılar yazılır, filmler gösterilir. Anılar tazelenir. Gürültü şamata içinde tarihi kahramanlık masalları anlatılır. Yapılan bu şamata ve gürültüyle ırkçı ve ayrımcı fikirler özellikle kendini Avustralya’nın sahibi olarak gören İngiliz soylu kesim içinde iyice yayılmaya çalışılır. Pompalanan bu ırkçı ve faşist propagandanın bugün pratik sonuçları pek önemli gözükmese de, Avustralya’ da yaşayan toplumun bir kesiminin (Türkiyelilerin) toplumun egemen kesimine düşmanın uzantıları olarak gösterilmesi ilerde kötü olaylara yol açacak bir durumdur ve bu özellikle faşistlerce 25 Nisanlarda körüklenmektedir.
“Anzac Day”, 202 yaşındaki Avustralya devletinin kendi doğum günü olan “Avustralya Day” hariç, geçmişiyle övündüğü, geçmişe ait bir kökünün olduğu şeklinde kendini topluma reklâm ettiği biricik gündür. “Anzak Günü” Avustralya’nın önemli bir kahramanlık günü sayılır ve onun için resmi tatil günüdür. Avustralya’nın her önemli merkezinde Anzac anıtları dikilmiştir. 25 Nisan Avustralya burjuvazisinin nezdinde bir ulusal kurtuluş mücadelesinin zaferle sonuçlandığı bir gün gibidir, belki daha da önemli.
Peki, ne olmuştu da bu tarihte, bu gün bu denli önem kazanmaktadır? Bayram seyrandır, kahramanlık simgesidir. Anzac Günü adını Avustralya-Yeni Zelanda Ordu Komutanlığından alıyor. Bu ordu 1. emperyalist paylaşım savaşına katılıyor ve özellikle Kuzey Afrika ve Çanakkale savaşlarında büyük kahramanlıklar (!) gösteriyor. Anzac kuvvetlerinin tarihe geçmesini sağlayan asıl savaş Gelibolu’da Osmanlı ordusuyla yaptıkları çatışmadır, İngiliz emperyalizminin çıkarları için savaşa katılan Anzac birlikleri efendileri tarafından Osmanlı ordusunun üstüne sürülür. Amaç, Çanakkale Boğazını yarıp İstanbul’un kapılarını açmaktır.
Alman emperyalizminin uşağı olarak ve birazcık da baklavadan kendisine pay umut ederek savaşa giren Osmanlılar Anzac birliklerine karşı Mustafa Kemal Komutanlığında inatla karşı koyarlar. Bu savaşta Osmanlı Ordusu çok büyük kayıplar vermesine karşın kurşunun önüne sürdüğü köylü Memetlerin cesetlerinden oluşan barikatları Anzac güçleri geçemez. Anzac kuvvetleri de büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalır.
Teferruatın dışında olayın hikâyesi kısaca böyle. Gerçekten de Avustralya burjuvazisinin geçmişinde ataları İngilizler gibi bin bir çeşit savaş serüveni ve vahşeti yok. Bir elin parmakları kadar ufak tefek savaş hikâyeleri var. Bunlar içinde en önemlisi Gelibolu. Bir de Avustralya’yı işgal sırasında silahsız yerli halkı modern silahların gücüne dayanarak bin bir çeşit zalimliklerle yok etmeleri. Burjuvazi kendi kökünü haliyle ve doğru olarak geçmişinde var olan savaş, sömürü, işgal ve talan gibi şeylerde arıyor. Bunlar üzerinde sağlamlığını ispatlamaya girişiyor. Kendine tarihsel dayanak buluyor.
Türkiye egemen sınıfları da Avustralya burjuvazisi de on yıllardır Gelibolu’da birbirine kırdırdıkları emekçilerin kemiklerini tepeleyerek timsah gözyaşları eşliğinde ırkçılığı körükleyerek vatan-millet-Sakarya ticareti yapıyorlar. Oysa Anzac ve Osmanlı ordularının çarpıştığı ve bugün burjuvazinin övünç malzemesi yaptığı savaş haksız bir savaştır. Yağmacı, insanlığı toplu yıkıma götüren bir vahşettir. Bu savaşın ne Osmanlıların çocuğu Türkiye burjuvazisi nede Avustralya burjuvazisi açısından da aslında (burjuvazinin talana amaçlarına göre) övünülecek bir yanı yoktur. Her iki devlet de efendilerinin çıkarları doğrultusunda savaşta maşa rolü oynamışlardır. Her ikisi de savaştan ağır kayıplarla çıkmışlar, Anzac birlikleri imha edilmiş, Osmanlının devlet varlığı son bulmuştur. Savaşta Avustralya-Yeni Zelanda ve Anadolu emekçilerinin ocakları sönmüştür.
Anzac şehitleri hatırasına bundan 5 yıl önce, 25 Nisan 1985 günü Avustralya’nın başkenti Canberra’da Türkiye ve Avustralya yöneticilerince bir tören düzenlenmiş, Canberra Parkı’na zamanın Türkiye Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu tarafından bir Atatürk büstü dikilmişti. Büstün dikiliş töreninde emperyalist Avustralya yetkilileri faşist Türkiye yetkilileriyle barış, dostluk ve kahramanlık nutukları atmışlardı. Aynı törende Melbourne ve Sydney’den gelen Devrimci Komünist sempatizanlarla öteki demokrat guruplardan oluşan 300 kişilik kitle okun sivri ucunu Türkiye yönetimine çevirerek bu olayı protesto etmişti. Nitekim V. Halefoğlu şiddetli sloganlar ve yuhalamalarla tören yerinden ayrılmıştı.
Bu yıl Türkiye ve Avustralya yetkililerince ortak törenlerden birisi de büyük ihtimal Türkiye’de yapılacak. Avustralya başbakanı eski Gelibolu gazileri eşliğinde Türkiye’ye gelip, insanların emperyalist yağma için boğazlandığı kanlı topraklar ziyaret edilecek. Gelibolu anıtında törenler yapılıp, eskiden birbirinin gırtlağını sıkanlar utanmazca el sıkışarak, barış, dostluk ve kahramanlık nutukları atacaklar katlettikleri emekçilerin kemiklerini tepeleyerek.
M. KARTAL Avustralya

KOCAMUSTAFAPAŞA’LI GENÇLİK SADIK CANARSLAN’I UNUTMAYACAK
Sadık Canarslan bundan 13 yıl önce 19 Nisan 1977 günü “Yurtlar Üzerindeki Faşist Baskılara Son” kampanyası sırasında afiş yapıştırırken dönemin İGD’li revizyonistlerince arkadan kurşunlanarak katledildi. K. Mustafapaşalı yurtsever devrimciler Sadık Yoldaşın cenazesine militan bir şekilde sahip çıktılar ve onu memleketine İstanbul çapında yapılan bir kitle gösterisiyle uğurladılar.
Gerek gençlik içinde gerekse halk içinde örnek kişiliği ile sevilen ve sayılan biri olan Sadık Yoldaş kararlılığı, bitmez tükenmez enerjisi, devrime bağlılığı ile bugün de gençliğin kalbinde yaşıyor.
Katledilişinin 13. yılında saygıyla anıyoruz.
K. Mustafapaşalı Devrimciler

Thatcher Hükümeti emekçi İngiliz halkından gerekli yanıtı aldı:
“Kelle vergisini ödemeyeceğiz”

“Kelle Vergisi” denilen yeni soygun yasası İngiltere ve Galler’de 1 Nisan 1990 tarihinden itibaren Gerici Hükümet tarafından yürürlüğe konuldu. Bir yıldır İngiliz emekçilerinin aktif mücadelesine rağmen yürürlüğe konulan Poll Tax nedir? Türkçesi “Kelle Vergisi” olan yeni soygun ve haraç vergisi olan Poll Tax, Toplum ödeneği ya da toplum vergisidir. 18 yaşını dolduran herkesin ödemek zorunda bırakıldığı vergi işsizlerin de aylık ya da haftalık ödemeler yapmasını öngörüyor. Poll Tax, Britanya’da emlak üzerinden alınan artan oranlı belediye vergisinin toplum vergisi adıyla toplumun her bireyine yaygınlaştırılmasıdır. Böylece vergide konu emlak olmaktan çıkıp 18 yaşını doldurmuş herkes olmaktadır.
“POLL TAX”la hükümetin hedefi nedir?
Bu yasa emperyalist İngiliz burjuvazisinin işçi sınıfı ve emekçilere yönelttiği yeni bir saldırıdır. Geçen 1988 Nisan ayında yürürlüğe konulan yeni “Sosyal yardım yasası” ile gelirlerine bağlı olarak yardım alan 16 milyon insanın ve başka yardım fonundan yararlanan 8 milyon kişinin gelirleri azaltıldı. Yardım alan herkes su ve belediye vergisinin en az % 20’sini ödemek zorunda bırakılıyordu. 1979 yılından bu yana İngiltere’de toplumun en yoksul % 10’luk kesimi vergilerin % 23’ünü, en zengin % 10’u ise vergilerin sadece % 16’sını ödemiştir. Nisan 1989’da İskoçya’da uygulanmaya konulan bu yeni vergi Nisan 1990 tarihinde de İngiltere ve Galler de yürürlüğe girdi. Geçen yıl İskoçya’da yürürlüğe konulduktan sonra bir milyonun üzerinde insan bu vergi yasasına karşı çıkarak Poll Tax denilen vergiyi ödemediler. Kişi başına Poll Tax vergisi belediyelerce belirlenecektir. Örneğin Hackney Belediyesi 499 Sterlin, Harringey Belediyesi 562 Sterlin olarak belirlemiştir yıllık vergiyi kişi başına… Yılda iki milyon Türk Lirası vergi alınacak 18 yaşını doldurmuş herkesten. Toplumun en zengini de en yoksulu da bu oranı eşit verecek, işte hedeflenen İngiliz işçi sınıfı ve emekçi halkının daha sistemli olarak soyulmasıdır.
Poll Tax’a karşı ayağa kalkan yüz binlerce emekçi
Bir yılı aşkın bir süredir Poll Tax’a karşı çeşitli kampanyalar ve mücadele biçimleri sergilendi İngiltere’de… Çeşitli sendikalar, kitle örgütleri, mülteci örgütleri, yabancı azınlık ve milliyetler, çeşitli parti ve gruplar Anti-Poll Tax federasyonu kurarak Poll Tax yasasının iptal edilmesi için mücadeleye girişti. Toplantı, gösteri, yürüyüş, imza toplamalar, basın toplantıları vs. vs… Ancak sonuç alınamıyor çünkü gerici Thatcher Hükümeti hiçbir ses dinlemiyor. Dediğim dedik kestiğim kestik diyordu. Tıpkı bizim 24 Ocak kararları ve onun uzmanlarından Özal Hükümeti gibi… Zaten Demir Lady ile Özal çok iyi arkadaşlardı. Aylarca süren kitlesel mücadeleler ve hatta uygulandığı ekonomik reçetelerden dolayı büyük oy kaybına, büyük güç kaybına uğramasına rağmen geri adım atmıyor “Demir Lady”… Özal’ın düştüğü oy oranlarının bile altına düşmesine rağmen gerici Thatcher Hükümeti aldırış etmiyor. Mart 1990 ayı içersinde onlarca büyük kitlesel eylemler düzenlendi ve bu eylemlere yüz binlerce emekçi ve işçi katıldı. Bu eylemlerde kitleler burjuvazinin koruyucu melekleri Polislerle çatışmalara girip burjuvazinin bina ve mallarını tahrip etmekten çekinmiyorlardı. Yüzlerce polis yaralanıyor yüzlerce halk yaralanıyor., binlerce insan tutuklanıyordu tüm İngiltere düzleminde, hatta Hackney Belediyesi’nin önündeki militanca eylemde polisler püskürtülüyordu bu eylemin bitiminde ise ikisi Özgürlük Dünyası okuru olmak üzere 50 kişi tutuklanıyordu ve ikinci gün hepsi serbest bırakılmak zorunda kalınıyordu.
Ve büyük eylem “Trafalgar Meydan Savaşı” başlıyor
Aylardır süren mücadeleler sonuç vermiyor yeni soygun yasası Poll Tax’ın yürürlüğe girmesine bir gün kala yani 31 Mart 1990 Cumartesi günü İngiltere düzeyinde yüz binlerce emekçi ayağa kalkarak gerici hükümetle çatışmalara girmekten barikatlar kurmaktan geri kalmıyor. Çeşitli kentlerde sokaklara dökülen ve polislerle dişe diş çatışmalara giren kitlesel eylemlerin en büyüğü Londra’da yapıldı. Kenington Parkta başlayan büyük çatışmalı yürüyüşe yüz elli bin dolayında işçi-emekçi katıldı. Türkiyeli Devrimci ve Komünistlerin de yığınsal katıldıktan bu kitlesel eylem İngiltere tarihinde (son elli yıllık) görülmemiş militanca eylemdi. Yürüyüşün noktalanacağı yer olan Trafalgar Sguare gelindiğinde kitlelerin öfkesi ve kini patlak verip saldırıya dönüştü. Polis otoları, resmi binalar, büyük tekellerin temsilcilikleri ve binaları tahrip ediliyor, barikatlar kuruluyor, ateşe veriliyor, tüm polislere taşlı sopalı saldırılar yapılıyordu. Bununla gerici Thatcher Hükümeti gerekli yamanı alıyordu emekçi İngiliz halkından. Öyle ki ünlü BBC Televizyonumun spikeri olayları görüntülerken TV seyircilerine “Burası Lübnan değil… Burası Londra Trafalgar Meydanı” diyordu. Eşine az rastlanır bu eylem sonucunda 478 kişi yaralanıyor, bir kişi ölüyordu. Yaralıların içerisinde 300 tanesi polislerdi. Yüzlerce insan tutuklanıyor ve iki gün sonra hepsi serbest bırakılmak zorunda kalmıyordu hükümet tarafından… Günlerce TV’lerin ve tüm basın organlarının birinci haberi olarak gündemi işgal ediyordu bu görkemli eylemler. Şimdi hükümet Poll Tax’ı nasıl uygulayabileceğinin hesabı içerisindedir. Çünkü yüz binlerce insan Poll Tax’a kayıt olmayacak ve kelle vergisini ödemeyecektir.
S.K.BİLEN / İngiltere

Almanya’da Çıkarılmak istenen “Yeni Yabancılar Yasa Tasarısı” karşısında Türk Hükümetinin ve diğer yetkililerinin tavrı üzerine kısa bir açıklama
Almanya’da Türkiyeli Demokratik İsçi Dernekleri Federasyonu (DİDF)’in “Yeni Yabancılar Yasa Tasarısı” ve Türk Hükümetinin ve diğer yetkililerin tavrı üzerine bir basın açıklaması yaptı. Aynen yayınlıyoruz.
Almanya ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde olan gelişmelerin Türkiye’deki demokratik kamuoyu tarafından ilgiyle izlendiği düşüncesindeyiz. Bu nedenle gelişmeler konusunda ülkemiz kamuoyuna zaman zaman seslenmek, bilgilendirmek görevimizin de olduğu düşüncesindeyiz.
Bilindiği gibi B.Avrupa’daki özellikle de Almanya’daki gelişmelerle ilgilenen sadece halk, devrimciler ve demokratlar değil, Türk devleti döviz akımını ne kadar çok artıracaklarının, arsa ve bina spekülatörleri yurt dışında çalışan işçilerin paralarını kendilerine nasıl kanalize edeceklerinin yoğun hesabını yapıyorlar. Türkiye’nin egemen güçleri her şeye para hayal eden gözlüklerle bakarlarken, yurtdışındaki işçilerin ırkçı, gerici ve faşist saldırılara maruz kalmaları karşısında kıllarını bile kıpırdatmamaları bir yana bu saldırılar ve sorunların çözümü karşısında onları uysal köleler olmaya çağırıyor, sahte hedefler gösteriyorlar. Bunun en son ve en ilginç olana Devlet Bakanı Mehmet Yazar’ın “Yeni Yabancılar Yasa Tasarısı”yla ilgili açıklaması Ve çağırışıdır.
M. Yazar Federal İçişleri Bakanı île yaptığı görüşmeden hemen sonra “Yasa taslağı”nın iyi olduğunu, Türk işçilerinin galeyana gelmemelerini, kanunsuz hareketlerde bulunmamalarını öğütledi. “Kanunsuz harekette bulunmamak”tan kastettiği şeyin “mücadele etmeyin” anlamına geldiğini biliyoruz. “Mücadele edin” diyecek hali yok ya sayın Bakan’ın. Ancak “bu yasa iyidir” açıklaması karşısında satış belgesi imzalayanların insanların gözünün içine baka baka gerçekleri nasıl çarpıttıkları konusundaki ustalıklarını değil, biçareliklerini de gösteriyor.
Yasa yapıcıların kendileri bile bu yasanın iyi olduğunu söylemeye cesaret edemiyorlar. Onlar açık oynuyorlar. Diyorlar ki; “biz AET dışındaki ülkelerden gelen yabancıların hakkından geleceğiz. Bir zamanlar getirip posasını çıkardığımız, iş güçlerinden fazlaca yararlanamayacağımız insanları ülkelerine göndereceğiz. Biz vampir gibi kanlarını emerek bitirdik. Hem Doğu Almanya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinden gelen ve gelecek insanlar getirip islediğimiz zaman geri göndereceğiz. Burada kalabilenleri ise hiçbir haktan (işsizlik parası, sosyal yardım vb.) yararlandırmayacağız. Politik faaliyet ve örgütlenmelerine müsaade etmeyeceğiz. Eşit siyasal, sosyal ve hukuksal haklar istemeleri epeyce rahatsız edici olmaya başladı, ikide bir faşist ve gerici rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerdeki baskı ve zulme karşı dayanışma eylemleri ve faaliyetlerde bulunmaları FAC’ın (Federal Almanya Cumhuriyeti’nin) dış politik çıkarlarını da etkiliyor. Bu yönlü faaliyetlere yasaklar getireceğiz vb.”
Evet, bunu diyorlar Alman Emperyalist burjuvazisinin temsilcileri. Yukarda aktardığınız gibi kabaca söylemiyorlar. Bunu allayıp-pullayıp açıklıyorlar.
Bu aktarılan, yabancılara karşı uygulanmaya çalışan politikanın çok ama çok özeti. Bu aynı zamanda yasalaştırılmaya çalışılan “Yeni Yabancılar Yasası”nın da özeti.
Durum bu iken Devlet Bakanı Bay Yazar; ‘yasanın iyi olduğunu’, bu ülkede yaşayan 1.5 milyon Türkiyeli’nin gözlerinin içine baka baka herkesi aptal yerine koyarak açıklıyor. Böylesi bir öğüt sadece Yazar’a ait olmadığı gibi yeni de değil. Birçok devlet yetkilisi, elçilikler, konsolosluklar yurtdışında bulunan işçilere yılbaşı mesajlarında “meslek öğrenin, oturma hakkı alın” şeklinde bolca öğüt verdiler. Türkiye egemen sınıfların yurtdışındaki temsilcileri saldırıların, buna karşın mücadelelerin de artığı dönemlerde her zaman “aman uslu durun”, “işinize sıkı sarılın”, “viziteye çıkmayın”, “doktora rapor yazdırmayın”, “çalışkanlığınızla iftihar ediyoruz” vb. diyerek, Türkiyeli işçileri gelişen sınıf hareketinin dışında tutmaya özen gösteriyorlar. Yurtdışındaki insanlarımıza da “kölece boyun eğin” çağrısı yapanların Yabancılar Yasası’na karşı mücadele edilmesini istemeleri tabi ki beklenemez. Onlar buradaki işçi ve emekçileri sadece döviz makinası olarak görüyorlar.
Bir yandan sözde Yunanistan’daki Türklere sahip çıkar, Bulgaristan’daki soydaşlarını bağırlarına basarlarken, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki insanlara sahip çıkmamalarının sebebi hikmeti nedir acaba?
(DİDF)


PERDECİ- Mehmet ESATOĞLU
Önlemler neyi önler?…

Büyük bir masanın etrafında oturmuştular
Büyük çok büyük
Ülke kadar
Masa etrafında yumuşak koltuklar
Yüzler asık, yüzler gergin Kaşlar çatık
Garip bir soluk sesi egemen havaya

Dışarıda mevsim bahar
Dışarıda çiçeğin nabzı tıkırdamada
Dışarıda saf bir kuş
Nevruz sarkılan mırıldanıyor

Masanın etrafındakiler
Kuşu, çiçeği duymaktan uzak
Alt dudakları öne çıkmış
Gözleri dalgın, gövdeleri gergin oturuyorlar
Ülkenin kara bahtı gibi
Önlerinde bir tomar kağıt
Kağıtların üzerinde önlemler
Önlemler önlemek için
Kendi kaderini tayin etmek isteyen her bir şeyi
Dışarıda bahar var ama
Önlemler kan kokuyor
Önlemler kıyım kokuyor
Önlemler ölüm kokuyor
Masaya bir el uzandı
Kağıtlardan kağıt beğenir gibi
Çekti aldı bir yaprağını
İlk kez okuyormuşçasına
Bir an satırların arasındaki anlamı düşündü
Satırlarda kelimeler
Kelimeleri oluşturan harfler
Harfler zırh kuşanmış
Haçlı ordusuna benziyor
Kağıdı elinde uzun bir süredir tuttuğunu fark etti
Kafasını kaldırınca masanın çevresindekilerle
Göz göze geldi
Masanın karşısındaki yüzler bu uzun incelemeye
Bir anlam verememiş
“İtiraz mı var” gibisinden bakıyorlar
Ellerinde birer kalem
Kalemler hançer misali
Hazırlanıyorlar imzalan saplamağa

Biraz sonra
Kağıtla kalem buluşacak
Kalemin kağıdın üzerinde
Zikzaklar yaparak oluşturacağı şekil
Ölüm yağdıracak bir bölgeye
Bölgenin adı: O Diyar
Masadan biri “Soğukkanlı olalım” dedi
Birazdan kalemin kağıt üzerinde çıkartacağı hışırtı
Sorumluluğumuz bizim. Palavraya gerek yok
Önlem gerek biliyoruz yani
Öyle istiyorlar
Yönetiyormuşuz gibi tafralanmayın
Özetle öyle tavsiye ediliyor
Yani isteniyor, öyle olacak
Düşünün
İmzalarınızı koyunca kağıtların bağrına
Ulusal bütünlük marşı çalacak bir yanda
Bakalım kimler katılacak bu koroya
Tabii itirazlar olacak
Oyunun kuralı gereği
Bir kaç önlem biçimine itiraz
Genel olarak olabilir
Bu kadar açık anlatılınca masanın etrafındakiler
“Hık” bile diyemediler
Sadece yutkundular “Gurk” diye
Masa
Masanın üzerinde önlemler
Masanın üzerinde ölüm dansı
Sessizlik uzadı bir süre
Uzayan sessizlik
İtiraz gibi durdu
Bu sessizlikten tedirgin biri
“Cumhuriyet tarihi” gibi
Büyük sözler gevelemeğe yeltendiyse de
Söz döndü dolaştı geldi
Altmış beş yıl önceki önlemlere
Takrir-i sükûn
Eski önlemin adı
Altı gazete kapatmakla başlamışlar önlemlere
Yazı yazan herkes tutuklanmış
Doğudan Batıya sürgün
İşkenceler
Ölümler
Toplu kıyımlar
Hepsi ama hepsi önlem adına
Altmış beş yıl sonra bir gün bir masa
Masanın üzerinde yine önlemler
Eski bitmek bilmez ulusal bir türküye karşı
Bu türkü çok zamandır söylendi
Kimi zaman ağır ağır
Kimi zaman bangır bangır
Herkes duydu anladı
Sağır sultandan gayrı
Sağır sultan da duysun diye
Türküyü söyleyenler
Bir akşam vakti
Ateşin başında
“Şimdi mavzer yoldaş konuşsun” dediler
Mavzer konuştu
Bütün sesler kesildi
Bütün teskin etmeler
Bütün aldatmalar
Bütün vaatler
Sustu.
Yalnız mavzer konuştu.
Kısa bir suskunlukta arayı boş bulanlar
Başladılar bol keseden dağıtmalara
Dizi dizi incisin
Kalkınmadan birincisin
Al sana baraj
Al sana cereyan
Al sana telefon
Al sana kadro
Al sana ücret zammı
O Diyar’dakiler duyduklarında
Dudak ucu gülücükle baktılar
Sus payına
Şaştılar mavzerin kerametine
Sordular birbirlerine şaşkın
Neredeydi bunca zaman
Bunca bolluk
Madem vardı, vereceklerdi
Niye vermediler
Hey gidi mavzer hey
Önlemler masada imzayı beklerken
Askerler vardı O Diyar’a gitmek üzere
O Diyar’ı kuradan çekmişler
Endişeli esprili konuşmalar yapıyorlar
Ölüm üzerine
Başlarında bir asker
Başladı anlatmağa
Korkmuyorsunuz, titremiyorsunuz hayret
Bilmiyorsunuz olacakları
Pusu gördünüz mü, kurşun yediniz mi
Çok kararlılar çok
Çok gözleri kara
Birkaç ay önce
Bir gece çatıştık
Vurduk, vurulduk
Sabaha karşı bize destek gelince
Geri çekildiler
Kimi ölmüş, kimi yaralı
Yaralıları yüklüyoruz cemselere
Omuzlarından tutup kaldırmak isterken
Bir asker bombayla parçalandı aniden
Yaralı elinde tutuyormuş bombayı
Çıkarmış pimi yatarken yüz üstü
Yalnızca parmak ucuyla
Tutuyormuş mandalı
Gece yansı gözlerinde garip gözlükler
Çıktılar tatbikata
Karanlık bir araziye
Ellerinde tüfek, tüfekte ışıldak gizli
Karanlıkta birileri dolaşır karşı yakada
Elde tüfek, salarsın ışığı
Dolaşır ışık karşıdakinin kafasında
Yüreğinde, gözünde, canında
Işık dolaşır lakin
Karşısındakinde yoksa gözlük
Göremez üzerinde dolaşan ışığı
Göremez yanı başında gezen ölümü
O Diyar’ın insanları için.
Hem yalanlar
Hem ışıldaklı tüfek
Avlanırlar birer birer
O Diyar’ın insanları
Düşerler toprağın üzerine
Özgürlüğü düşleyerek
Düşler özgürlüğü göremeden
Yalnızca toprağın ucunda
Parmak ucuyla hissederek
Yazıyor… Yazıyor…
Savaş mı var savaş
Evet yapılacak savaş
Önlemler der ki:
Yapılacak, yazılmayacak
Tarihe bile geçmeyecek
Saklanacak
Uydu çağında tüm dünyadan
İnsanlardan…
Çığlıklar yükselecek
Ama duyulmayacak,
Çünkü susulacak
İnsanlar sürülecek
Nereye gittikleri bilinmeyecek
Bütün bunları
İktidar
Muhalefet
Vesaire… fet
Şakşaklayacak bütünlük adına
Bu önlemler yazılmadan bir gün önce
Sözüm ona haktan hukuktan yana bir yazar
Bilirsiniz köşesinde
Dirhemle tartar hukuku
Mahkemelerde mafya babalarının nara atarak
Serbest kaldıklarını bilmez gibi
Hukuktan dem vuruyor hala
Sıralıyor köşesinde bu güne dek olanı biteni
Ve talihsizce haykırıyor
Teröre karşı ne yapılırsa yapılsın helal
Durdurun terörü inecek var
Masanın etrafındakiler imzayı atmadan önce
İçlerindeki küçük tereddütçüğü
Bu sözlerle yendiler
“O” bile helal diyor
Durduralım terörü
Demek ki milli birlik beraberlik
Bunu istiyor
Tam da süper yöneticimizin istediği gibi
Bir milli maç anı
Gol atacağız
Ve herkes itirazsız
“Gol” diye bağıracak
Golü kim atacak
Golü kim yiyecek
Kimse sormayacak
Hazır mısınız?
Kapatın sözüm ona hak-hukuk demokrasi perdesini
Hazır mısın “Türküm, doğruyum, çalışkanım” korosu
Bu tüyler ürpertici konuşma üzerine
Masanın etrafında kalemler kalktı havaya
Tam imzalar inecekken
Biri (kendisi ve aslı O Diyar’dandı ama
Şu andaki yeri masa etrafı)
“Beyler” dedi, “önlemler güzel, kararlısınız
Ya tam susturmağa
Ya da kan kusturmağa
Biliyorsunuz, aslım o Diyar
Ama yanınızdayım
Sürgün diyorsunuz,
Sansür diyorsunuz
Ümük diyorsunuz
Can diyorsunuz
Bir zamanlar,
Beni de sürüm sürüm sürmüştüler
Döndüğümde ne evim kalmıştı, ne barkım
Birden aklıma geliverdi” de
Masanın etrafındakiler göz ucuyla bakıştılar
Kalemler yeniden gerildi imzaya
Önlemler bağırıyor bangır bangır
O Diyar’da
Özgürlük ateşi
Yakam
Yaktıranı
Yazanı
Yazdıranı
Bastıranı
Omuz vereni
Arka çıkanı
………..
………..
(Bu arayı tarih dolduracak)
Bakalım altmış beş yıl sonra bu hikaye
Nasıl yazılacak…

Ankara Ekin Tiyatrosu “Netekim”le İstanbul’da
İçinde bulunduğumuz sezonda Ankara’da kurulan Ekin Tiyatrosu Nail Güreli, Mustafa Kamil Zorti, Muzaffer İzgü, Rıfat Ilgaz, Haşmet Zeybek, Baskın Oran, İlter Sağırsoy’un kimi kitaplarından oyunlaştırdıkları “Biz Bu ihtilali Niye Yaptık” adlı oyunu Ankara’dan sonra İstanbul’da sergilemeye başladı.
“Netekim”, adından da anlaşılacağı üzere Kenan Evren’in MGK Başkanı olduğu dönemde yaptığı kimi konuşmalardan oluşuyor. Faruk Güvenç konuşmaların arasına döneme ilişkin insanlarımızın sorununa ilişkin çektiği hayat pahalılığı başta olmak üzere birçok sorununa ilişkin büyük oyunlar eklemiş. Özellikle cezaevinde siyasi suçtan yatıp çıkan gencin çevresince yalnız bırakılışı, Dama çıkan memur, seçim oyunu, oyunun öne çıkan bölümleriydi.
Ekin tiyatrosu son yıllarda nitelikli örnekleri giderek artan muhalif tiyatro cephesinde yeni bir soluk. Genç oyuncu kadrosu, sahnede büyük bir coşkuyla oynayarak deneyim eksikliğinden gelen hataları affettiriyor.

Devrim Şahitlerini Anma ve Parti İle Dayanışma Gecesi
Program: Abdülkadir Konuk, Berivan-Dilan, Abuzer Karakoç, Nizamettin Ariç
DİA, Folklor, Tiyatro. Koro
Yer: Solle de La Mutualite 5. Rue St. Victor
75005 PARİS Moubert Mutualite
Tarih: 13.05.90 H: 13.00 I Giriş: 50 F.F.

BASIN AÇIKLAMASI
ANAP iktidarının 10 Nisan 1990 günü çıkardığı 413 sayılı “Kanun Hükmünde Kararname ‘ikinci bir “Takrir-i Sükûn” yasasıdır. Bu kararname ile egemen ideolojinin yıllardır sürdürdüğü Kürt Halkım yok sayma, asimile etme ve kitle çizgisine yükselen mücadelesini ezme politikaları daha da üst düzeylere sıçratılmak istenmektedir.
Çıkarılan son kararnamenin amaçlarından birisi de katliam boyutlarına varabilecek gelişmelerden halkların bilgilenmesini önlemektir. Bu noktada yaşanan olaylara duyarlı olan sosyalist basını da topyekûn susturma hesapları yapılmaktadır. Matbaalar üzerinde keyfi olarak oluşturulan baskıyla sosyalist basının yayın yaşamına son verilmeye çalışılmaktadır. Bugün sosyalist basın üzerinde somutlaşan baskılar giderek bütün basın özgürlüğünü ortadan kaldırmayı hedeflemekledir.
Gelişen bu saldırılar karşısında sosyalist basın olarak bizler, susmayacağımızı Delirtiyor, tüm ilerici, demokrat, devrimci, yurtsever, demokratik güçleri sansür: ve sürgün kararnamesine karşı ortak mücadeleye çağırıyoruz.
413 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname Kaldırılsın!
Yeni Takrir-i Sükûn Yasalarına Hayır!
Sansüre ve Oto sansüre Hayır
Çağdaş Yol, Devrimci Mücadele, Yeni Çözüm, İşçilerin Sesi, Özgürlük Dünyası, Yeni Öncü, Yeni Demokrasi, Deng, Emek, İktidar Yolu, Kıvılcım, Siyaset, Zafere Doğru, Komün, Hedef Emeğin Bayrağı, İşçinin Gazetesi, Medya Güneşi, Sosyalist Atak, Toplumsal Kurtuluş, Sorun.

BEŞİKÇİ “YARGILANIYOR”
23 yıldan bu yana yaşamının büyük bir bölümünü sadece yazdığı kitaplar nedeniyle cezaevlerinde geçiren İ. Beşikçi, geçtiğimiz Şubat ayında yayınlanan “Devletlerarası Sömürge Kürdistan” adlı kitabında DGM tarafından, bölücülük propagandası keşfedildiğinden dolayı, tutuklanmıştı, İ. Beşikçi, 18 Nisan günü ilk duruşmaya çıkarıldı.
Mahkeme salonu alışılmışın dışında kalabalıktı. Çeşitli Baro’lardan 125 dolayında avukat savunma için salona gelirken çok sayıda aydın, demokrat ilerici yurttaş, İHD üyeleri ve devrimci ve demokrat dergilerin çalışanlarında oluşan kalabalık bir izleyici topluluğu da salona dolmuştu. Ama salon yeterince büyük olmadığında çok sayıda kişi de salon dışında beklemek zorunda kaldı.
Beşikçi, yaptığı kısa konuşmada, kitaplarını propaganda amacıyla yazmadığını, ama sadece gerçeği ortaya çıkarmak için bilimin yöntemleriyle soruna yaklaştığını, bu araştırmalarının da kendisini resmi ideolojinin öne sürdüğü tezlerin karşıtı sonuçlara götürdüğünü, vardığı sonuçların bugünkü yasalara göre suç olmasını gerçeği değiştiremeyeceği, bundan sonra da bu tutumunu sürdüreceğini söyledi. Resmi ideoloji yok dedi diye Ortadoğu’da yaşayan 40 milyonluk bir halkın yok sayılamayacağını belirten İ. Beşikçi baskı yasadışı ve yasal terörün gerçekleri değiştiremeyeceğini, doğru karşısında yanlışın er geç yenilgiye uğrayacağına inandığını ifade etti. Beşikçi’nin bu aydın onuruna yakışır tutumu (ki özellikle sön günlerde aydın çevrelerdeki resmi ideolojiye tam teslim olmadan sonra da bu tür onurlu tutumların önemi daha da artıyor.) izleyiciler tarafından da alkışlarla karşılandı.
Mahkeme İ. Beşikçi’nin tutukluluğuna karar verdi. Ama bu herkesçe beklenen bir şeydi ve bu karar ne Beşikçiyi sarstı ne de Beşikçi’nin onurlu tutumundan hoşnut kalan izleyicilerin umudunu azalttı.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ
“Susmak sorumluluğu paylaşmak demektir”

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi bir basın açıklaması yaparak 413 sayılı kararnameyi eleştirdi ve herkesi kararnameye karşı çıkmaya çağırdı.
“İnsan Hakları Derneği kurulduğundan bu yana, insan hakan ihlallerine karşı çıkmak ve insan haklarının gündelik yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmesi için mücadele vermede oldukça zorlandı.
Son on yılda insan haklarını hiçe sayıldığı ciddi dönemler yaşandı. Son yıllarda insan hakları konusunda yaşadığımız bir adım İleri iki adım geri politikalarıyla bu gün yeni ve oldukça ciddi bir döneme gelmiş bulunuyoruz.
Derneğimiz, insan hakları ihlallerine karşı mücadelesini sürdürmeye devam edecek. Bu mücadelede insan haklarını gözeten bir demokrasinin ancak demokrasi ile korunabileceği inancını kararlılıkla savunmaya da devam edecek.
Bugün bu açıklamayı yapmamızın nedeni, insan haklarının askıya alınacağını belirten ünlü 413 sayılı kararname, Kanun Hükmündeki bu kararnameyle Türkiye’de demokrasiyi “koruma” adına daha fazla baskı ve hak sınırlandırmaları bir anlayış olarak meşrulaştırılmak isteniyor. Yaşama, barınma, ifade, savunma örgütlenme özgürlüğü gibi temel insan haklarının sınırlandırılması, bu sınırlamanın meşrulaştırılması hiçbir demokraside söz konusu edilmez. Bu temel haklar, Birleşmiş Milletler insan Haklan Evrensel Sözleşmesi başta olmak üzere Türkiye’nin de altına imza attığı bir dizi uluslararası antlaşma ile korunmaktadır.
Yürürlükteki Olağanüstü Hal Yasası ve 413 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile darbe vurulan insan hak ve özgürlüklerini kısaca örneklemek istiyoruz: İçişleri Bakanlığı, Bölge Valisinin teklifi üzerine yayın yasaklama, izne bağlama, toplatma, matbaayı kapatma ve para cezası düzeyinde Türkiye’nin her yerinde sansür uygulayabilecektir. Bu kararname sonucunda önce haftalık “2000’e Doğru” dergisinin basılması ardından hemen tüm sosyalist dergiler engellenmiştir. Kararnamenin yarattığı baskı ve tehdit ortamının yanı sıra matbaalar güvenlik güçlerince dolaşılarak, hangi yayınları basmamaları gerektiği “tebliğ edilmiştir”. Bu sansürün Güneydoğu’da yaşanan olaylar nedeniyle başlatıldığı ortadır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana gündemde olan Kürt sorunu konusunun baskıyla çözümlenmesi olanaksızdır. Bugün daha önce komünizm umacısına benzer yeni bir Kürt sorunu umacısı yaratılarak insan hakları askıya alınmakta ve tüm Türkiye’nin üzerine karanlık çökertilmektedir.
Kararnamenin yayınlandığının ertesi günü büyük gazetelerimizden birinin muhabiri, İnsan Hakları Derneği Tunceli Şube Başkanı Ali Özlerin gözaltına alınmasını haber yapamayacaklarım, kararnamenin bunu engellediğini belertmiştir. Kararnamenin bunu engelleyip engellemediği bir yana yaratılan baskı ve sansür havasının sonuçları ağır bir biçimde yaşanmaya başlanmıştır. Savunulan düşüncelere bakılmaksızın, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmak derneğimizin kuruluşundan bu yana başlıca amaçlarından biri olmuştur. Bugün sosyalist dergilere yöneltilen dolaylı engelleme ifade özgürlüğüne vurulmuş ciddi bir darbedir, yarın olabilecekler konusunda da açık ipuçları vermektedir.”
Kararname ile sendikal çalışmaların kısıtlandığını gerek bölge halkının gerekse bölgede çalışan kamu personelinin sürgün edilebileceklerini ve haber alma özgürlüğünün ortadan kaldırıldığı bildirilen basın açıklaması şöyle son buluyor
” Bu kararnamenin arkasındaki anlayışa bakılınca Türkiye’de insan haklarının gözetilmesinden bahsetmek mümkün olmayacaktır, Çünkü bu anlayış sorunları baskıyla çözmeye yönelen bir anlayıştır. Türkiye’nin yaşadığı olağanüstü müdahale dönemlerinde, insan haklarını askıya alma, baskıcı önlemler ve özgürlükleri kısıtlama anlayışı hiçbir sorunu çözmemiştir. Suskun toplumlar yaratmayı hedefleyen önlemler 21. yy.ın eşiğinde, demokrasi ile yönetildiği söylenen bir ülkede savunulamaz, karşı çıkılmalıdır.
Türkiye suskun bir toplum olmamalıdır. İnsan hakları hiçbir gerekçeyle askıya alınmamalıdır.
Bu konuda susmak sorumluluğu paylaşmak demektir.”
İHD İstanbul Şubesi

Mayıs 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑