Sınıf mücadelesinin diyalektiği, savaş boyunca yapılan her muharebeden sonra, düşmanın açığa çıkan her hain planı karşısında ve öncülerin ısrarla ve inatla sürdürdükleri bilinçlendirme faaliyetinin etki ve sonuçlarına bağlı olarak, sınıfın bilincindeki gelişmede de ifadesini buluyor. Doğrusu işçi sınıfımız eskisi gibi değil. Olup bitenleri, gerek yakın çevresinde ve gerekse sosyal, siyasal ve iktisadi planda ortaya çıkan gelişmeleri dikkatle izliyor ve daha bir bilinçle, daha bir derinlemesine yorumluyor, değerlendiriyor. Yalnızca gözlemekle ve değerlendirmekle kalmıyor, hem bireysel, hem de üyesi olduğu sınıfın bir parçası olma kavrayışının kökleşmesine paralel olarak kendisini köleleştiren ve insan dışı bir konuma sürükleyen kör yazgısını parçalamaya ve değiştirmeye soyunuyor. Üzerine çöken ve devinmesini engelleyen köhnemiş kurumların ağır ve dayanılmaz yükünü artık taşımak istemiyor; silkiniyor, uyandıkça kin ve öfke ile parlayan ama bilinçle ışıyan gözlerini azgın düşmandan ayırmadan ayaklan üzerinde doğruluyor; kendisini yok etmek isteyenleri yok etmeye yöneliyor.
Bu gelişimin belirtileri çeşitli vesilelerle kendisini gösteriyor. 80 sonrasının ilk büyük işçi grevlerinde, yerel ve genel seçimlerde kendine özgü biçimlerde ve “bahar eylemleri” olarak anılan yaygın işçi hareketlerinde bilinçli uyanışın tomurcuklarına rastlamak mümkündü. Yalnızca eylemlerde açığa vurmakla kalmayan bu bilincin gelişimi her olayın etkisi ve değerlendirilmesi koşullarında içten içe daha ileri düzeylere varıyor, başka faaliyetlerde de davranış ve düşünce kapsamında ortaya çıkıyor.
Ancak sınıfın bilincindeki ve mücadelesinden ilerlemeler ve gelişmeler gerici, sınıf düşmanı güçlerin faaliyetlerini yoğunlaştırmalarını da beraberinde getiriyor. Her türden reformist, revizyonist kişi ve eğilimler mücadelenin büyümemesi, yasakları ve düzeni hedeflememesi için tüm gayret ve imkanlarını kullanıyorlar. Bunlar sermayeye karşı, sözde emeğin yanında görünerek işçi hareketinin uysallaşması, egemen sınıflara ve onların baskı araçlarına tabi kılınmasını sağlamak için her yolu deniyorlar.
Sendika kongrelerinin yapıldığı dönemler de dâhil sınıf içindeki çeşitli mihrakların faaliyetlerini olağanüstü bir yoğunlaşma düzeyine çıkarmalarına sahne oluyor. Tabi aynı zamanda sınıf bilinçti, öncü işçilerin siyasi teşhir ve propagandayı daha çok arttırmalarına da…
Türk-İş’in 11-17 Aralık tarihleri arasında yapılacak genel kurulunun yaklaştığı şu günlerde, konfederasyona bağlı sendikalar da -ikisi hariç- genel kurul çalışmalarını tamamladı. 3 No’lu şubesi hakkında mahkeme kararı olduğu için Tez-Koop-İş, çalışma raporunu tamamlamadığı için de Selüloz-İş Türk-İş’e bağlı 32 sendikadan kongresini yapmayan iki sendikayı oluşturuyor.
Kuşkusuz işçi sınıfının genel ve tek tek işkollarına ilişkin durumları kongrelere de yansıdı. Kongrelerde çeşitli biçimlerde ortaya konulan düşünceler giderek artan hoşnutsuzluğu, ekonomik ve siyasi saldırılar karşısında sınıfın neler yapabileceğini ve alınan kararlar hakkındaki değerlendirmeleri içeriyordu. Bir çok revizyonist, reformist, sınıf işbirlikçisi, gerici sendika yöneticisi koltuklarını nasıl koruyacaklarının ve seçim hilelerinin derdinde iken devrimci işçiler türlü baskı ve engellemelere karşın kürsülerden baskı ve zulmü teşhir ederek mücadele ve örgütlenmeyi daha da geliştirme çağrısı yaptılar. Sınıf bilinçli işçiler genel kurullar öncesinde ve devamı boyunca yaptıkları konuşmalar ve dağıttıkları bildiri ve broşürlerle mücadele ateşini körüklediler. Tüm bu gelişmeler işçi hareketinin gelişimi konusunda fikir edinme açısından ipuçları içermekteydi.
İşçi sınıfının mücadelesini engelleme, düzen sınırları dışına çıkışını önleme ve içerden hançerlemedi burjuvazinin gönüllü uşağı ve aşağılık maşası olan sendika ağaları işlevlerini kongrelerde de büyük bir hırsla gerçekleştirdiler. Onlar daha delege seçimlerinde delegelerin demokratik yöntemlerle belirlenmesini alçakça bir tutum içinde engelleyerek “kendi adamlarını” delege diye orta yere sürdüler. Kendilerinden bağımsız hareket eden, denetleyemedikleri delegeleri ise her yoldan sindirme ve yıldırma çabası içine girdiler, işi ihbarcılığa kadar vardırdılar. Bunlar kendi arabalarına koşmayı başaramadıkları devrimci işçileri “gizli örgüt üyesi”, “terörist”, “bölücü” vb nitelendirmelerle polise hedef göstermeye çalıştılar. Özellikle grev yasağının da bulunduğu askeri alanda üretim yapılan işkollarında delege seçimleri subayların ve süngülerin baskısı altında tam anlamıyla işçilerin dışında yapıldı. Oyların sayımı yapılırken işçiler oy sandıklarından uzak tutuldular, yaklaşmak isteyenler askeri yöntemlerle engellendiler. Sonuçta bu gibi gerek zora, gerekse çeşitli dalaverelere dayalı yöntemlerle daha işin başında işçilerin genel kurullarda gerçek anlamda temsil edilmesine ve iradelerinin gerçekleşmesine olanak verilmedi. İş bununla da bitmedi; yine özellikle sözü edilen işkollarında işçiler üyesi bulundukları sendikanın kongresine sokulmadılar, polis aracılığıyla genel kurul yapılan salona girmeleri engellendi.
Sınıfın bağımsız mücadele ve örgütlenmesine engel olmaya çalışan sendika ağaları tepesine çöreklendikleri sendika yönetimlerini kullanarak, işçilerin tüm hareketlerini kontrol ve baskı altında tutma çabasındalar. Yalnızca mücadeleyi pasifize etmeye ya da burjuvazi için zararsız ve kabul edilebilir düzeyde tutmaya çalışmakla kalmayıp, sendikalarda oluşturdukları “mafya” tipi ilişkiler ağıyla bir yandan koltuklarını garantiye alırken bir yandan da patronlarla birlikte sınıfın azgın bir biçimde sömürülmesinden pay almaktadırlar. Bu durum onları ayrıcalıklı bir konuma getirmekte, bu ayrıcalıklarını korumak, sürekli kılmak için de ne pahasına olursa olsun yönetimde kalmayı kendi çıkarları açısından vazgeçilmez saymaktadırlar.
Yönetimde kalmaları sayesinde sendikaları adeta kendi malikânelerine çeviren bu “sendikal mafya babaları” sendikal demokrasinin en büyük düşmanlarından biri olarak işçilerin karşılarında konumlanmaktadırlar. Devrimci işçiler sendika ağalarının tahakkümüne son verilmeden sendikal demokrasinin gerçekleştirilemeyeceğini kongrelerde ısrarla ortaya koymuşlardır. Sendikal demokrasinin olmayışı sadece sendika ağalarının tutum ve davranışlarında somutlanmıyor. Kongrelerde açığa çıkan bir başka gerçek de sendika tüzüklerinin anti-demokratik kurallar içeren bölümlerinin ağırlıkta olmasıdır. Bazı genel kurullarda işçiler bu tüzük maddelerini deşifre ederek değiştirilmesini sağladılar.
Sendika ağalarının doğal olarak işçilerin eğitimi gibi bir sorunları da olamazdı. Nitekim bazı sendikalarda eğitim için önemli oranlarda ödenek ayrılmasına karşın sendikaların birçoğunda eğitim etkinliklerinin emaresine rastlanmamıştır. Eğitim için yapılan seminerler, dağıtılan broşürler, gösterilen filmler vb. ancak bilimsel yaklaşımlar esas alınarak yürütüldüğünde amaca ulaşılmış olacak, yoksa sendika ağaları denetiminde bazı çalışmalar yapılsa bile bunlar gerici, karşıdevrimce şoven fikirlerin yayılmasına ve aşılanmasına yarayacağından yalnızca zarar vereceklerdir.
Farklı görüşlerden işçilerin, ortak çıkarlarından olduğuna inandıkları konularda birlikte hareket etme eğilimleri kongrelerde yansıyan başka bir olgu oldu. Ancak bu anlayış mevcut düzen partilerine duyulan tepki nedeniyle her türlü siyasi partiye karşı olmayı içeren bir tutuma da kaynaklık edebilmektedir. Varolan yasal burjuva partilerine tepki duymakta işçiler elbette ki haklıdırlar. Ama bu tepkiyi kendi çıkarları ve kurtuluşları için mücadele eden devrimci siyasi partilere de genellemeleri örgütlenme kavrayışındaki eksikliklerin giderilmesini gerektiren niteliktedir.
Aynı şekilde kötü sendika yönetimlerine duyulan tepki bütün sendikalara genellenebilmekte, bu da sendika karşıtlığını geliştirebilmektedir. Oysa kötülük sendikal örgütlenmenin kendisinde değil, onu idare edenlerdedir. Dolayısıyla sendikalara işçi karşıtı nitelikler kazandıran sendika ağalarına yönelmek gerekirdi. Devrimci işçilerin bütün kitle örgütlerinde, işçilerin bulunduğu her yerde ve bu arada gerici sendikalarda bile çalışmalarının önemi ve gerekliliği bilinmektedir. İşçilerin zararlı bir bölünmesine yol açan kimi örgütlenmeler ise elbette savunulamaz.
Kurtuluşu ancak sömürü düzeninin yıkılarak yerine sosyalizmin kurulmasıyla mümkün olan işçi sınıfı, kendi çıkarları gibi ezilen ve baskı altında olan diğer emekçi katmanlarının da çıkarlarını savunma durumundadırlar. Bu aynı zamanda kendi sınıfsal çıkarları açısından da gereklidir. Çünkü düşmanı, onun tarafından ezilen tüm diğer kesimlerle birlik olmadan alt etmek olanaklı değildir. Kongrelerde işçiler yetersiz de olsa diğer kesimlerin sorunlarını dite getirmişler, dayanışmalarını belirtmişlerdir. Ancak ezilen ulus ve bu ulusun yaşadığı bölgede yaşanan vahşet ve katliamlar ya pek cılız bir biçimde -o da bizzat o bölgeden olan işçilerce- dile getirilmiş, ya da hiç söz konusu edilmemiştir. Unutulmamalıdır ki başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz. Ezen ulusun işçileri ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını en tutarlı bir biçimde savunma görevine sıkıca sarıldığı oranda tarihsel misyonunu yerine getirebilecektir.
Aralık 1989