“…militarist darbelerin önlendiği, diktatörlüğün geri itildiği, güçlü bir ‘sivil toplum’un yaratıldığı bir Türkiye için, en geniş bir sınıfsal temel üzerinde demokratik bağlaşıklar örmeliyiz.” (Y. Açılım, Temmuz-1988, sayı: 3, s.50)
Her dönem kendine uygun düşen belli kavramları öne çıkarıyor, gündemin-ilk sıralarına yerleştiriyor. Veya şöyle de söylenebilir: Belli kavramlar, gelişmenin belli bir aşamasını adeta simgeler hale geliyor. Belli kavramlar, yaşanılan siyasal dönemlerin ideolojik-siyasal dışavurumunun ifadesi haline geliyor.
Bugün demokrasi, ülkemizin siyasal literatüründe en çok kullanılan kavramların ilk sırasında yer alıyor. Olgunun gerçekliğine değil, ama kavramın kendisine çok büyük anlamlar yükleniyor, adeta kutsanıyor. Demokrasi beklentileri, potansiyel siyasal oluşumların ve bugünden atılan siyasal adımların kaderini belirliyor. ‘Barış ve Demokratik Yenilenme Programları’, demokrasi sürecine yapılacak katkıların düzeyi ve çapı tartışılıyor. Veya sistemin bir parçası olarak demokrasi sürecine eklenmeler, artık açık ve ulusal bir politika düzeyine yükseltiliyor. Siyasal sisteme açık onay verildiği belgeleniyor ve mevcut parlamento, sistemin ‘en üst organı’ olarak ilan ediliyor. Tam ve eksiksiz parlamentarizm propagandası için, sisteme yeni ‘sol’ güçlerin eklenmesi gerekli görülüyor. Ulusal ve uluslararası platformdaki gelişmeler de bu tip eklentiler için uygun bir zemin hazırlıyor.
Demokrasi kavramına karşı duyulan saygınlık ve kavramın çekiciliği, elbette ki sadece günümüz siyasal kültürüne özgü değil. Bugünü şekillendiren demokrasi mücadelesi, yüzyıllık bir birikimin üzerine oturuyor. Yüzyıllık birikim, kendini genellikle aynı şekilde, aynı yönde tekrarlıyor. Bugün dünden kopmuyor, dünü aşamıyor. Dünün ilerici aydını ile bugünün solcu aydınını, birbirinden, yaşanılan tarihi koşullar ve nicel farklılıklar ayırıyor. Dün Yeni Osmanlı Aydını ve Jöntürkler, demokrasi beklentilerini Avrupa elçiliklerine başvurarak dile getiriyorlardı, meşruti bir monarşi için şu veya bu yolla padişahı ikna etmeye çalışıyorlardı. Bugün Avrupa elçilikleri, yerini, Avrupa kamuoyunun gücüne ve Avrupa Topluluğu’na giriş beklentilerine terk ediyor. Ek olarak da, sistemin olası siyasal iktidar değişikliğinin, nispeten daha reformcu bir yöne evrilmesi umudu, demokrasi umudunu da pekiştiriyor. NATO gibi, AT gibi uluslararası askeri-siyasal tekelci birliklerin varlığı, birer ‘gerçeklik’ olarak, demokrasinin ve demokrasiye geçiş beklentilerinin güvenceleri düzeyine yükseliyor. 1968’li-70’li radikal yılların anti-emperyalist eylem hedefleri, bugün ‘sol’ adına ‘programatik’ düzeyde demokrasi güçleri olarak formüle ediliyor. Geriye çekilmiş talepler, daha ‘gerçekçi’ bulunuyor. Programatik düzeydeki formülasyonların nedenlerini ve üzerinde şekillendiği siyasal-tarihi ortamın özelliklerini irdelemek gerekiyor, ama demokrasi kavramına duyulan özlemin, aynı zamanda, ülkemizde alttan köylü hareketleriyle, halk hareketleriyle desteklenen ve ilkel, ataerkil-feodal sosyal yapı ve değerlerle kesin bir hesaplaşmaya dayanan radikal bir demokratik devrimin tarihsel olarak gerçekleşmemiş, demokratik kurum ve geleneklerin oluşmamış olmasından, Türkiye siyasal tarihinde, nispeten ‘yumuşak’ dönemlerin hep bir istisna oluşturmuş olmasından; Eylül Karanlığının, seçimler ve referandumlar gibi açılımlarla kendini reforma tabi tutarak sistemi oturtmaya başlamasından ve diktatörlük teriminin genel ve soyut anlamda tepki toplamasından, bu tarihsel ve güncel arka planın olumsuz rolünden kaynaklandığı şimdiden söylenebilir. Bu tarihsel arka plan ve demokratik geleneklerden yoksunluk, belli bir aydın kitlesinde, hep toplumsal temellerinden koparılmış ‘hiç değilse Batı’daki kadar demokrasi’ özlemini depreştiriyor. Sovyet demokrasisinin bir sistem olarak, uzun sayılmayacak bir dönem sonunda restorasyona uğramasının ve bunun yarattığı hayal kırıklığının, dar pratikçilik ve azla yetinme geleneksel ideolojik şekillenmesi ile birleşmesi, aydını, güncel ‘gerçekçiliğe’ itiyor. ‘Gerçekçi’ anlayış sistemle bütünleşmeyi, sisteme eklemlenmeyi doğuruyor. Sistem eklemlenmiş aydını ve kolektif siyasal organizasyonları, kendi çarkında yeniden şekillendirip ehlileştiriyor, ehlileşen bireyi yeniden-üretip devşiriyor. Eylül Karanlığı, önemli bir bölüm mülteci ve yerli aydının tümüyle ehlileşmesine ve sisteme, içeride veya dışarıda entegre olmasına zemin hazırlıyor. Eylül Karanlığı, asıl tahribatını, ideolojik alanda yapıyor. Eylül Rejimi ile birlikte, ‘ilerlemecilik’, ‘yenilenmeciliğe’ dönüşüyor. ‘Yenilenmecilik’ sistemin siyasal kurumlarının yasal bir uzantısı konumuna yükselmeye çalışıyor. Böyle bir ‘yenilenmeyi’, ulusal ve uluslararası koşulların ortaya çıkardığı yeni gelişmelerin doğal bir sonucu olarak görmek gerekiyor.
Eylül Dönemi, Sisteme Entegrasyon Eğilimlerini Hızlandırdı
Geniş yığınların devrimci kalkışmasının yenildiği/bastırıldığı veya toplumsal dalganın, devlet organlarının fiziki gücüyle kırıldığı toplumsal koşullar, aynı zamanda, belirli özel durumları dışında tutarsak, sistemin geçici bir süre de olsa yeniden oturması, düzenin siyasal anlamda yeniden hâkim olması süreci ile tamamlanıyor. Sistem yeni bir siyasal-toplum-sal istikrar arayışına giriyor. Sistem, sadece siyasal platformda değil, ideolojik ve kültürel alanlarda da oturmaya, erozyona uğrayan egemenliğini yeniden kurmaya başlıyor. Yenilgi koşulları, ‘şerefli yenilgi’ koşulları hariç egemen, ilkel düşünce sisteminin, çeşitli tonlar taşıyan gerici felsefi akımların üretilmesine ve yaygınlaşmasına uygun bir zemin sağlar. Beyinler, kaderci-mistik, metafizik ve bireyci ideolojik bombardımanları algılamaya her zamankinden daha açık hale gelir. Sistem, siyasal anlamda varlığını ve ilerlemesini tehdit eden seçenekleri etkisiz duruma getirmekle, kendisine sonsuz bir özgürlük alanı açar. Kültür ve ideoloji cephesinde de seçeneksizdir. Sistemin, siyasi, ahlaki ve moral değerleri ve değer yargıları, siyasal zor eşliğinde yeni baştan ve takviye edilmiş bir biçimde yasallık ve meşruiyet kazanır. ‘Yeni’ eski değerler tek ve seçeneksiz değerler olarak lanse edilir. Sistem-karşıtı siyasal ve moral değerlerin, ya sistemin değerleri içinde eritilmesi, unutturulması, ya da evcilleştirilmesi gerekir. Sistem kendisini emniyette hissediyorsa ve korku şokunu atlatmışsa, devrimci toplumsal dalganın getirdiği değerleri evcilleştirmek ve sistemin uzun vadeli çıkarlarının hizmetine sokmak için, belli kanalları açık tutar. Devrimci dalganın eteklerinde büyüyen ve dayandıkları sosyal sınıf ve katmanların sosyal konumundan dolayı sistemle uzlaşmaya her zaman açık olan ideolojik-siyasal çizgi ve organizasyonlar, radikal çıkış döneminin döküntülerini de yedekleyerek, açık tutulan kanalları doldurur veya kendisine yeni kanallar açar. Yasa dışılık ve radikalizm mahkûm edilmeye çalışılır. Siyasette uzlaşmacılık-reformizm, organizasyonda yasallık ideolojisi açılan kanaldan ilerler. Radikal sınıf hareketinin yenildiği veya darbe yediği koşullarda, reformculuk genel kabul gören bir ‘muhalefet’ çizgisi düzeyine yükselir. Radikal, düzen karşıtı değerler ve değer yargıları, yer yer reformcu muhalefet çizgisi içerisinde törpülenir, eritilir. Devrimci-demokratik akımlar, bir bölümüyle reformculuğa evrilir.
Sisteme karşı toplumsal ayaklanmaların bastırıldığı veya toplumsal dalganın kırıldığı dönemlerde, toplumsal dalganın yeniden kabarabilmesinin nispeten uzadığı ve toplumsal-radikal muhalefet güçlerinin toparlanamadığı koşullarda, reformcu-uzlaşmacı akımlar, muhalefet cephesinde açılan siyasal boşluğu doldurur.
Eylül Dönemi ile birlikte, sistem, anti-faşist mücadele döneminin getirdiği siyasal değerleri, değer yargılarını bellekten silmeyi, boşalan bellekler sisteminin ‘yeni’ eski değerlerini yerleştirmeyi denedi.
Açık kalan kanallardan ‘sol’ tandanslı kavramlarla dile getirilen bazı değerler biraz daha evcilleştirilmiş olarak aktı. ‘Suskun’ ve ‘durgun’ bir ortamda siyasal boşluk, dün ‘sol’ cephede farklı ve değişik roller üstlenmiş olan, ama şimdi öne fırlayarak terfi eden bir aydınlar grubu tarafından dolduruldu, doldurulmaya çalışıldı. Bazı kavramların özü değişti, ölçütler de değiştirildi. Yeni ölçütler ve özü değiştirilmiş yeni kavramlar yayın organları kanalıyla, haftalık dergiler aracılığıyla beyinlere şırınga edilmeye çalışıldı. Eylül Dönemi, liberalizme gelişme ve çoğalma alanı açtı. ‘Burjuva liberalliği’ demokratlık payesine yükseltilerek ödüllendirildi. Liberal ideoloji iade-i itibar gördü. ‘Yeni sol’ tarafından, ‘liberal’ olarak tanımlanan ‘gadre uğramış’ ve mazlum görünüşlü eski bazı politikacılara demokrat payesi verildi. ‘Yeni sol’ yeni kavramlarla, eski düşüncelerini pazarlamaya başladı. Rekabetsiz bir ortamda, kalitesi henüz yeni müşterilerce fazlaca bilinmeyen bir malın, eski ve yeni alıcılar bulması mümkün oldu. Eski ‘sivil toplumcu’, yeni ‘yeni solcu’ düşünce ve pratiklerin ‘yeni’den ‘gündem’e getirilmesi teşvik gördü. ‘Yeni’ düşünceler, çeşitli ‘tez’lerle takviye edildi. TV ekranlarında ve gazete sütunlarında durmadan yinelenen ‘milli birlik ve beraberlik’ çağrıları, ‘sol’ görünümlü bazı yayın organlarında ‘milli consensus’ gibi terimlerle, parlamentarizm ve yasallık övgüleri ile ve Kemalist politika ve pratiklerin biraz daha sola çekilmiş yorumları ile tekrarlandı. ‘Sivil toplum’ tezleri ‘milli consensus’, ‘sınıflar-arası consensus’ çağrıları ile tamamlandı, takviye edildi. Mülteci radyo mikrofonlarını ve dergi sütunlarını dolduran ‘anarşi ve sol terör’ propagandaları, dışta ‘ulusal politika izlemeye’ yatkın görüldüğü söylenen ‘askersel devirge rejimi’ni sadece ‘anarşi ve terörün üzerine gitmeye’ ikna etmeye yönelik çağrılar, ‘barış ve demokratik yenilenme’ programları, SHP ve DYP destekçilikleri, seçimlerde SHP’ye oy verilmesi için paralı gazete ilanları ile aydın çağrılarının yapılması, NATO’culuk, AT’a katılmanın demokratik yararları üzerine üretilen politikalar vb. gibi sistemin sol yedek gücü olmanın ötesine geçememiş beyinlerin sistemli politika ve propagandaları, birtakım beyinleri boşalttı ve sistemin çok yönlü güncel propagandasına büyük ölçüde açık hale getirdi.
Eylül Dönemi ile birlikte, muhalefet cephesinin bir kesiminde rotaya çıkan siyasal boşluk, ‘düşman kardeşler’ tarafından dolduruldu ve ‘milli consensus’ dolaylı yoldan ve rejimin gölgesinde pratik bir geçerliliğe büründü. Dünün demokrat, anti-faşist birtakım aydınları gazete köşelerinde ve kamuoyu önünde, ‘can ve mal güvenliğinin sağlanması’, ‘demokrasinin bir an önce ve yeniden tesis edilmesi’ gerekçeleriyle, ‘geçici’ olarak ‘askeri yönetime destek verdiklerini’ ilan ettiler. Dün ‘can ve mal güvenliklerini’ devrimci anti-faşist potansiyelin yaygınlığına borçlu olanlar, Çorum’da, Adana’da kurulan barikatlara, Tariş Direnişine övgü düzenler, Fatsa’da yeni bir yerel yönetim modeli keşfedenler, bir bölümüyle, yeni yönetimin yeni dilini kullanmaya, ‘Terzi Fikri edebiyatı’ yapmaya başladılar.
Toplumsal sınıf çatışmalarının 1970’li on yıllardan 1980’lere evrilmesi, devrimci-radikal değerlerin, yasal, reformcu değerlerin ve değer yargılarının yeniden iade-i itibar kazanmasına, bir yönüyle kaynaklık etti. Egemen düşünce ve algılama tarzının, reformcu evrimleşmeyle kesiştiği noktada ve yeni reformculuğun eteklerinde, sisteme entegrasyon eğilimleri hızlandı.
TBKP, Parlamenter Sistemin Yeni Bir Yasal Unsuru Olmak İçin Kapıları ‘Zorluyor’
Bugünkü TBKP çizgisi, sisteme artık yasal anlamda da entegre olmaya soyunan, TKP-TİP reformculuğunu, düzen içiliği ifade ediyor. TBKP, biçimsel ve geleneksel olarak taşıdığı bazı özelliklerden ve unvanlarından da sıyrılarak siyasal sistemin, yasal-siyasal kurumları arasında yer almak için kapıları ‘zorluyor’. ‘Çok partili demokratik sistem’in yasal bir unsuru olmaya aday gözüküyor. Eylül Karanlığı, siyasal sistem ve demokrasi platformunda, ‘çok partili demokratik sistem’in reformcu-liberal partileri ile TBKP gibi yasal olmayan partiler arasındaki siyasal farkları ve biçimsel ayrılıkları büyük ölçüde ortadan kaldırmış durumda. Kavramsal farklılıkları ve bir takım vurguları saymazsak, güncel sorunlar ve demokrasi hedefleri alanında, ‘Barış ve Demokratik Yenilenme Programı’ ile bir SHP Programı ve politikaları arasında çok yönlü ayırım noktaları saptayabilmek bile mümkün olmuyor. Hatta TBKP, bir an önce yasallık kazanabilmek için, çok daha fazla açıklık politikası izliyor ve açık veriyor.
TBKP, bugünkü siyasal sistemin, belli dönemlerde siyasal örtüsü olma işlevini sürdüren parlamentarizmi, artık, temel bir politika olarak benimsediğini açıkça ilan ediyor. TBKP, askeri darbelerle ‘demokrasi’nin çok sık kesintiye uğramadığı, uğramayacağı bir Türkiye hayal ediyor, askeri darbelerin olmayacağı bir Türkiye projesi çiziyor. Parlamentonun, en yüksek organ olarak, burjuva çoğulculuğunun kurallarına uygun bir biçimde, varlığını sürdürmesi, demokrasinin gerçekleşmesi için gerekli ve yeterli sayılıyor. Açıklıkla ‘demokratikleşme’nin anlamı vurgulanıyor: “Önce demokratikleşme derken neyi amaçladığımızı belirtelim: Demokratik bir rejimin başlıca gerekleri parlamentonun halkın özgür iradesini yansıtması ve en üst organ olması”… (Y.Açılım, sayı: 5, sy.8) “…tüm devlet organlarının parlamentonun denetiminde olması, parlamentonun en üst organ olması.” (agy, sy.9)
TBKP savunucuları, TBKP’nin sistemin politik bir gücü, politik bir unsuru olduğunu belirtmeye, Partinin siyasal sistemin ‘demokratikleştirilmesi’ için ‘mutabakat’ ve ‘işbirliği’ çağrısını sürekli vurgulamaya özel bir çaba gösteriyorlar: “Bugün için önemli ve acil olan, 12 Eylül’den tümüyle çıkılması (…) bu ise ancak sivilleşmeden, demokratikleşmeden, ama tüm partilerin, güçlerin mutabakat, işbirliği ile olanaklıdır. Yapıcı, birleştirici politikalar izlenmelidir.” (agy, sy.10)
TBKP, parlamenter sistemin temel politik bir sistem olarak savunulmasında SHP ve DYP’den farklı olarak ‘sorumlu muhalefet’ yapmanın kendi yasallaşması ve sistemin selameti açısından daha yararlı olacağı düşüncesiyle olsa gerek, mevcut hükümetin yıpratılması politikasının karşısında olduğunu açıklıyor: “…sadece hükümet sorunları çözmüyor diyerek bir gerçeğin ifade edilmesi, bu yolla hükümeti yıpratmayı hedeflemek çözümsüzlüğü sürdürmekten başka bir işe yaramayacaktır.” (agy, sy.10)
‘Yapıcı ve birleştirici politikalar’ın ‘hükümetin yıpratılarak’ ‘çözümsüzlük’ üretilmesine karşı ‘milli bir politika’ düzeyinde ele alındığı anlaşılıyor.
‘Milli politikalar’ın gerçekleşmesi için de, ‘bütün tarihsel politik akımlar bir araya gelmelidir’ şiarı ile ‘demokratik bağlaşıklar’ politikası izleneceğinin yazılı garantisi veriliyor:
“…militarist darbelerin önlendiği, diktatörlüğün geri itildiği, güçlü bir ‘sivil toplum’un yaratıldığı bir Türkiye için, en geniş bir sınıfsal temel üzerinde demokratik bağlaşıklar örmeliyiz.” (Y.Açılım, sayı: 3, sy.50)
‘Demokratik bağlaşıklar’ TBKP ile birlikte ‘…demokrasiyi yıkmak isteyenlere karşı savunmak’ görevi ile karşı karşıya bulunuyor.
‘Demokrasiyi yıkmak isteyenler’in hangi güçlerden ibaret olduğu, ‘Demokratik Yenilenme Programında’ belirtilmiyor, ama 1980 öncesinden farklı olarak (UDC CHP’nin sol kanadına kadar uzanıyordu) ‘demokratik bağlaşıklar’ politikasının dinci gericilerden ‘ülke sanayisine katkıda bulunan sanayicilere’ kadar geniş bir yelpazeyi içine aldığı anlaşılıyor.
Elbette çeşitli genel ve özel sorunlara ilişkin tek tek politikaların da bu yelpaze içinde yer alan siyasal-sosyal güçlerin ortak hedeflerine aykırı olmaması ve bunlarla var olan eylem birliklerini olanaklı kılması gerekiyor. Bunun doğal siyasal sonucu da, NATO’da kalmanın ve AT’a katılmanın bir politika düzeyine yükseltilmesi oluyor. NATO içinde sadece ulusal bir politika izleneceğinin güvencesi veriliyor: “Türkiye NATO içinde kendi meşru güvenlik çıkarlarına uygun bir politika izlemelidir.” (Program Tasarısından)
AT’a katılma politikası ise, ufak-tefek itiraz ve kaygılar taşısa da, demokratik parlamenter sistemin sürekliliği, bir daha kesintiye uğramaması için önemli bir güvence sayılıyor.
TBKP’nin politikası, demokrasi ve parlamenter sistemin sürekliliği gibi vurguları önemsemezsek, sanayici ve işadamlarının çıkarlarına aykırı düşmüyor, SHP ve DYP gibi gerici siyasal odakların politika ve pratikleriyle önemli bir farklılaşmayı temsil etmiyor. SHP, hükümet alternatifi bir parti olduğu hesaplarıyla, genel sekreteri aracılığıyla, yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için, sanayi ve ticaret odaları gibi, TÜSİAD gibi tekelci-üst kuruluşların kapılarını aşındırma ihtiyacı duyarken, TBKP, hem kendisini ve politikalarını ciddiye alıyor, hem de kendisinin sistem tarafından ciddiye alınmasını istiyor (*), yasallaşmasının hiçbir mahsur taşımayacağının yazılı güvencesini veriyor: “Barış ve demokrasinin kazanılması, küçük büyük bütün sanayici ve işadamlarının çıkarlarıyla uyum halin-de”dir. (Program Tasarısından)
TBKP, emperyalistlere ve yerli tekellere güvence veriyor, devrimcilerin önüne de, devlet aygıtlarını Barış ve Demokratik Yenilenme Programı doğrultusunda etkileme gibi mütevazı bir görev koyuyor. Devrimci-demokratların ve düzen-karşıtlarının bir baskı gücü oluşturmasını yeterli görüyor. Olası bir SHP Hükümeti veya SHP-DYP karması bir hükümet karşısında veya başka almaşıklar karşısında (‘demokratik yenilenme’ sistemici hükümet değişikliğine tekabül ediyor), TBKP tarafından, devrimcilerin bir baskı gücü olarak etkilemesi ve ittifak yapması gerektiği belirtilen SHP’nin ilericiliğinin ve demokratlığının vurgulanmasının yanında, DYP’nin burjuva-demokrat fikirlere, politik öncülleri DP ve AP’ye göre daha açık olduğu ve daha ileri politikalar izlediği saptaması yapılıyor. Program Tasarısında, ileriye yönelik yazılı taahhütte bulunuluyor şimdiden. ‘Burjuva demokratik partilerin varlıklarını sürdürdükleri’, ‘büyük köylünün üretim araçlarının devletleştirilmediği’, ‘İslam kültürünün insancıl öğelerinden’ ilham alan bir TBKP ‘sosyalizminde DYP gibi partilerin varlığına izin verileceği’ beyan ediliyor. (Program Tasarısından ve Y.Açılım Dergisinin 3. sayısı, sy. 20’den) TBKP, biraz sosyalize edilmiş bir kapitalizm modeli ve parlamenter demokrasi savunuculuğu ile, biçimsel ve geleneksel olarak savuna-geldiği bazı ağırlıklardan da kurtularak entegrasyon sürecini tamamladığını ve Eylül Karanlığının ürettiği liberalizmin gerçek sahibi ve uygulayıcısı olduğunu gösteriyor. Şimdi yasallaşmak için Eylül reformları sürecinin oturmasını ve siyasal alanda tamamlanmasını bekliyor. Eylül reformları sürecinin hızlanması için bir ‘baskı unsuru’ olarak, ‘devlet aygıtlarını etkileme’ politikası izliyor. ‘Devlet aygıtları’ ise, ‘yasallaşma izni’ için, işi ağırdan almayı tercih ediyor. TBKP’nin biraz daha ehlileşmesi, Avrupa komünistleri kadar olmasa bile, hiç değilse bir ölçüde ve bazı konularda anti-Sovyet politikalara yönelmesi isteniyor, ulusal ve uluslararası dengelerin yerine oturması bekleniyor. En önemlisi de, TBKP gibi ‘komünist’ ‘sosyalist’ partiler için açılacak hukuki-siyasi boşluktan devrimci, radikal düzen-karşıtı örgütlenmelerin, bir mevzi olarak yararlanmaması için, burjuvazi, yüzyıllık tecrübesi ile ihtiyatı elden bırakmadığını ve yeni tedbirler paketi peşinde olduğunu gösteriyor.
(Sürecek)
Mayıs 1989