TBKP ve yandaşları, yasallaşmak için, Godot’yu bekler gibi, tekelci burjuvazinin icazetini bekleye dursun, umutlarını bağladıkları Eylül reformları ile çeşitli siyasal reformlar ile Eylül rejimi oturmaya; ‘demokratik’ görünümlerle yerleşmeye başlıyor. Ulusal ve uluslararası güçler dengesindeki gelişmelere ve tekelci burjuvazinin siyasal tercihlerine uygun olarak, rejimin yeni siyasal tedbirler paketi, reformlar paketi açılıyor ve uygulanıyor.
Eylül reformları ile sistem kendini siyasal yönden takviye etmeyi hedefliyor, siyasetin normalleşmesi ve geleneksel kurallara uygun hale getirilmesi, kendi doğal seyrine girmesi, yeni siyasal yapıların yerine oturması amaçlanıyor. Önceden hesap edilmeyen etmenlerin devreye girmesini ve bunların sonuçlarını bir yana bırakırsak, bugüne kadar kat edilen yolda, sistem-içi Eylülvari seçimlerin peş peşe sıralanması, sistemin kendini ne ölçüde takviye ettiğinin göstergesini oluşturuyor. Dün sadece ANAP, Eylül politikalarının sürdürücüsü olarak görülüyordu, siyasal platformda gericiliğin DYP ve SHP gibi kolları için anti-Eylülcü bir söylem kullanılıyordu. DYP ve SHP gibi oluşumlara. Eylül karanlığından çıkışın seçenekleri olarak umut bağlanmıştı, özellikle son yerel seçimlerin ortaya çıkardığı sonuç, bu umudu artırdı; umut bağlananlar umut kırıcı davranışlarda bulunsalar da, gericiliğin yeni politikalarını yeni koşullarda sürdürmeye aday olduklarını ispatlama yarışına girmiş olsalar da, demokrasi için erken seçim çağrısı ve hazırlıkları bugün sol-reformculuğun siyasal faaliyetinin merkezinde yer alıyor.
Son yerel seçimler ve seçim sonuçları, siyasal sistemin, Eylül rejiminin var olan istikrarsızlığının hem bir sonucuydu, hem de istikrarsızlığın açığa çıkmasının yeni bir göstergesini oluşturdu. Son 3-4 yıl içinde yapılan seçim ve referandumları, istikrarsızlığın bir göstergesi ve sistemin yerine oturma çabaları olarak yorumlamak gerekiyor. Yerel seçim sonuçları istikrarı getirmedi, istikrarsızlığı derinleştirdi. Şimdi erken seçim tartışması siyasal gündemin ilk sırasında yer alıyor. Eylül rejiminin çizdiği sınırların dışına çıkmadan, siyasal istikrarsızlığa, gazete sütunlarında zaman zaman askerî-darbe korkuluğunun ucu gösterilse de, erken seçim yoluyla çözüm aranıyor. Eylül reformları ve Eylül rejiminin çerçevesi, erken seçim yoluyla, erken seçim sonucunda ortaya çıkabileceği tasavvur edilen istikrarlı ve normalleşmiş bir siyasal tablo ile tamamlanmak isteniyor. Olası bir erken seçim sonrasında, yeni dönemin koşullarına uyarlanmış biçimiyle Eylül politikalarının ve Eylül rejiminin, verili siyasal koşullarda önemli değişiklikler ortaya çıkmadığı sürece, SHP’li-DYP’li hükümetler eliyle sürdürülmesinin sisteme istikrar kazandırması bekleniyor.
Eylül şoku sürdürülmek isteniyor. 1 Mayıs kutlamalarında ve işçi eylemlerinde yaşandığı gibi, en sıradan hak istemleri bile, kan ve terörle bastırılmaya çalışılıyor. Ama Eylül şokunun atlatıldığı ve sınıf radikalizminin yeni bir ivme kazandığı görülüyor. Eylül rejiminin çizdiği çerçeve, her türden engellemeye karşın, genel greve doğru evrilen işçi eylemleri ile işçi direnişleri ile yeni demokratik muhalefet devreye girmesi ile zorlanıyor.
Sınıf hareketi ve sınıf hareketinin radikalleşme ve genişleme potansiyeli taşıması, yığınlarda alttan alta gelişen bir demokratik mayalanma, tekelci burjuvazinin istikrar arayışına, bir istikrarsızlık unsuru, ağırlıklı bir istikrarsızlık unsuru olarak dâhil oluyor. Tekelci burjuvazi, istikrarsızlığa mahkûm bir istikrar arayışına yöneliyor.
26 Mart 1989 yerel seçimlerinde, kitlesel memnuniyetsizliğin ilk işaretleri açığa çıktı ve işçi sınıfının kitlesel muhalefeti, radikal bir eylem çizgisine doğru evrilmeye başladı.
26 Mart seçimleri, aynı zamanda, ANAP iktidarı eliyle uygulanmakta olan 12 Eylül politikalarının reddedildiğinin bir göstergesini oluşturdu.
Eylül politikalarının reddedilmesi ile Eylül rejiminin sona ermesi, 12 Eylül’e ‘yol görünmesi’, elbette ki, bir ve aynı şey değildir.
Yerel seçimlerin hemen arkasından Adımlar Dergisi, “12 Eylül’e Yol Göründüğü”nü kapak manşeti olarak kullanıyordu.
Bu saptama bir tahlilin, bir tutumun doğal sonucu olarak ortaya çıkıyordu ve bir bakış açışım sergilemesi açısından dikkat çekiciydi: Demokrasiye bakış açısını ve yerel seçimler karşısındaki tutumu… Veya şöyle ifade etmek mümkün: Yerel seçimler karşısındaki tutum, demokrasi-devlet ve devrim konusundaki genel bakış açısının göstergesini oluşturuyor.
Bir alt başlıkta sergileyeceğiz. Yerel seçimlerle ilgili tutum, TBKP politikalarının sistemle, Eylül politikaları ile çok yönlü entegre olduğunu, daha önemlisi TBKP çizgisinin Eylül reformları ile uyum içerisinde somutluk kazandığını gösteriyor. ‘Ulusal mutabakat’ çağrıları somut politika üretiminin ana sloganı oluyor. Egemen politikanın ‘milli birlik ve beraberlik’ sloganı, TBKP jargonunda, ‘ulusal mutabakat’ çağrıları ile tekrarlanıyor. TBKP çizgisine yakınlığı ile bilinen Adımlar Dergisi’nde H. Kutlu imzası ile çıkan tüm makalelerin ana temasını, ‘ulusal mutabakat” çağrısı oluşturuyor.
Somut politika üretimi, ‘ulusal mutabakat’ temelinde gerçekleşiyor.
Adımlar Dergisi, Somut Programı Formüle Ediyor
TBKP, yerel veya genel ayırımı yapmadan her türden seçime çok önem veriyor, çok önem verdiğini göstermek için de somut politikalar üretiyor. ‘Ulusal mutabakat’ politikasına, en çok seçim dönemlerinde ihtiyaç duyulması gerektiğinin bilinciyle hareket ediyor.
26 Mart yerel seçimleri, parlamenter sistemin sadece eski ve yeni sözcüleri tarafından değil, TBKP ve yandaşları tarafından da genel seçim düzeyinde, genel seçim bakış açısıyla ele alındı. Demokrasinin gerçekleştirilmesi, 12 Eylül Dönemi’nin sona ermesi için, Adımlar gibi, Yeni Açılım gibi dergilerde, yerel yönetimlerin demokratik kurumlar içerisindeki yerine dikkat çekildi. 26 Mart yerel seçimlerinde izlenmesi gereken çizgiye özel bir önem verildi.
26 Mart yerel seçimlerindeki tutumuyla, TBKP, sistemin dolaylı değil, artık dolaysız bir gücü konumuna yükselmeye hazır olduğunu ilan etme fırsatını da yakalamış oldu. Parlamenter demokrasinin, şu andaki muhalefet güçleri SHP ve DYP ile ‘demokrasi’ platformunda aynı düzeyde bir yer işgal ettiğini ispat etmeye çalıştı. Yerel seçim sonuçlan, SHP ve DYP’yi muhalefet partileri olmaktan çıkarıp, iktidara aday partiler konumuna yükseltti. TBKP ise, dün de, bugün de, genel başkan ve genel sekreterlerinin hapiste olmasından dolayı, sadece isminden söz ettirebiliyor. Bir de 141-142 tartışmaları vesilesiyle anılıyor.
141-142 üzerine yapılan tartışmalar ve hep geleceğe ertelenen umutlar, somut bir durumu ifade ediyor. Demokrasi, 141-142 rakamları ile somutlanıyor. 141-142 rakamlarına eşitleniyor.
TBKP, sadece 141-142 platformunda değil, demokrasinin bütün cephelerinde, hep somut politikalar üretmeye, somut programlar geliştirmeye yöneliyor. Kendi solunu da hep soyut kalmakla, soyul sloganları tekrarlamakla suçluyor.
Adımlar Dergisi, solu, geçmişte yerel yönetimlere ilgisiz kalmakla, somut programlar geliştirmemiş olmakla eleştiriyor.
Adımlar, 26 Mart yerel seçimleri öncesinde ve sonrasında, yerel yönetimlere ilgisiz kalmadığını, somut programlar geliştirmiş olduğunu göstermiş oluyor. Sol açısından eleştirisinin doğruluğu-yanlışlığı bir yana, geliştirilen somut programla Adımlar’ın, siyasal yelpazenin sol taralında ser almadığı görülüyor.
Geliştirilen somut politikayı, yerel seçimler öncesinin Adımlar Dergisi’nden aktaralım: “Bir yerde SHP’li, başka bir yerde DSP’li ya da bağımsız adayı, hatta DYP’li desteklenebilir. Sol olarak ortak adaylar çıkarılabilir. Bu ancak çevre belediyelerde, küçük birimlerde yararlı olacaktır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, kimi yerlerde bağımsız adayların gösterilip desteklenmesinin büyük pratik önemi vardır. Kimi yerlerde DYP, SHP, DSP ya da bunlardan ikisi arasında mutabakat sağlanabilir.” (Adımlar, 26 Şubat-11 Mart 1989, sayı 5, sy.3)
TBKP, umudunu ve kaderini, mevcut siyasal göçler arasında bir mutabakat sağlanmasına ve siyasal istikrarın bozulmamasına bağlamış gözüküyor. Her somut olayda ‘ulusal mutabakat’ın sağlanmasını, siyasal faaliyetinin ve siyasal varlığının merkezine koymuş durumda…
TBKP gibi bir siyasal oluşumun, siyasal varlığına veya siyasal işlevine, olduğundan fazla bir anlam yüklediğimiz sanılmamak. Böyle olmadığı biliniyor. TKP-TBKP’nin Türkiye siyasal tarihinde, siyasal mücadelede işgal ettiği yer de biliniyor. TKP-TBKP varlığından ve gücünden çok, daha çok ismi ve tarihsel geçmişi ile öne çıkıyor. ‘Sol’ olarak biliniyor. ‘Sol’ olarak lanse ediliyor, sistemle geçmişten beri var olan entegrasyonu ve bugün bu entegrasyonun organik bir dönüşüme uğrama süreci görülmüyor, görmezlikten geliniyor. Her somut olayda, güncel politikalarda, TKP-TBKP’nin düzenle, sistemle var olan entegrasyonunu saptayabilmek mümkün hale geliyor.
Materyal eksikliği ve var olan olanakların sınırlılığı ve yasal sansür nedeniyle, zaman zaman kalemimiz tutukluk yapsa da, bu saptamaları belirgin birkaç noktası ile aktarabilmenin, düzen-içiliğe karşı mücadele açısından yararına inanıyoruz. Reformcu pratiklerle hesaplaşılmadan, yaşamın her gün yeni baştan ürettiği karmaşık, pratik sorunları kolaylıkla çözebilmek, genel doğruların slogan düzesinde tekrarında ısrar edilmediği sürece mümkün gözükmüyor.
Demokrasi anlayışı dışında TKP-TBKP çizgisinin reformcu. sistem-içi konumunu, artık her türden somut pratik karşısındaki TBKP tutumunda görebilmek mümkün. Mevcut parlamentonun değerlendirilmelinde, parlamento dâhil siyasal mekanizmanın kurumlarına karşı alınmadı gereken tutumda, seçim taktiklerinde. TBKP düzen partilerinden farklı bir çizgiye sahip olmadığını hep vurgulamaya çalışıyor. TBKP çizgisi ve pratiği 1980 öncesinden daha yoğun ve gözle görülür bir biçimde, ‘mutabakat’ politikası çerçevesinde şekilleniyor. ‘Mutabakat’ politikası, sistemle dolaysız bütünleşmenin, entegrasyon sürecinin tamamlanmasının başka bir ifade ediliş biçimi oluyor.
‘Mutabakat’ politikası, bazen ‘hükümetin yıpratılmaması’ gerektiği çağrılarında ifadesini buluyor, bazen de, 26 Mart yerel seçimlerinde Adımlar Dergisi’nin 26 Şubat-11 Mart 1989 tarihli 5. sayısından yukarıya aldığımız ibareden görülebileceği gibi, SHP ve DYP’nin desteklenmesine kadar varan bir seçim taktiğinde güncelleşiyor. Seçim taktiği-seçim mutabakatı siyasal sistemle, sistemin doğrudan siyasal örgütleri ile bütünleşme çizgisini yansıtıyor. Sistemle bütünleşme çizgisi, seçim taktiğinde güncel politik ifadesini buluyor.
26 Mart yerel seçimleri veya daha genel konuşursak herhangi bir genel seçimle ilgili olarak, herhangi bir siyasal örgütün izlediği seçim taktiği, son tahlilde bir taktiktir, güncel ve somut bir politikadır. Ve bu somut politika, sistemin dışına çıkmayan, devrimin gelişmesine hizmet etmeyen bir tutumu yansıtıyorsa, hatalı-yanlış bir taktik olarak, güncel politika düzleminde eleştirilebilir. Bu durumda sağ veya sol hatalardan, sağ veya sol taktiklerden söz edilebilir. Sosyal sınıf hareketinin tarihsel birikiminin nispeten zayıf olduğu sosyal sınıf hareketi ile siyasal hareketin aynı kanallarda buluşamadığı ve genç bir siyasal hareketin olumlu bir tarihsel-siyasal birikimin mirası üzerine oturmamış olduğu koşullarda ve tarihsel mekânda, Marksist veya devrimci-demokrat bir siyasal hareketin, siyasal faaliyetinin genel yönelimi ve mevcut parlamentoya bakış açısı doğru temeller üzerine oturmasına karşın, siyasal mücadelesinin herhangi bir aşamasındaki bir seçim platformunda, o siyasal hareketin sola veya sağa savrulan bir taktik politika izlemesini, bu savrulmaların müzmin boykotçuluk veya parlamentarizm hastalığı örneklerinde görüldüğü gibi, ‘savrulmalar politikası’ olarak genelleşmesi, bir çizgiye dönüşmesi durumunda sorun artık taktik tartışmasının dışına kaymış demektir, fazla yadırgamamak gerekiyor. Son on yıllık siyasal süreçte yapılan bir dizi genel ve yerel seçimde, bir o kadar halk oylamasında, Anayasa referandumunda, değişik siyasal yoğunluklar veya aydın grupları açısından boykottan boş oya, seçimlere bağımsız adayla katılmaktan düzenin reformcu alternatifinin desteklenmesine kadar uzanan bir dizi seçim taktiği gündeme geldi. Birçok kez, seçim-referandum taktiklerinde siyasal hareketin, kendi tabanından ve güncel politikalardan kopukluğu yansıdı, taktiksizlik taktik olarak şekillendi. Eylül Dönemi politikasızlık üretti veya Eylül’ün yarattığı zemin üzerinde politika üretimi kısırlaştı. Sürekli boykotçuluk taktiği veya seçim-demokrasi çağrıları somut bir politika saptanamamış olmasının, politikasızlığın adeta yeni bir ifade ediliş biçimi oldu.
Belli bir hata payı taşıyan siyasal taktikler, genel doğrultudan bir sapma olmaktan çok, güncel siyasal mücadelede, Eylül karanlığı koşullarında ortaya çıkan savrulmalar bütünlüğü içerisinde bir parça olarak şekilleniyor.
TKP-TBKP’nin yerel seçimlerle ilgili seçim taktiğinin şekillenmesinde aynı ölçütleri kullanmak, reformculuğa sapılmadığı takdirde, aşırı bir iyimserlik olur. TBKP’nin yerel seçim taktiğini, bir seçim taktiği, güncel bir politika olarak eleştirmek gibi bir hataya düşmeyeceğiz. Bu bazda bir eleştiri, reformculuğa, sistem-içi statülere taviz vermek anlamına gelir. Seçim taktiği platformunda eleştirilmesi, TBKP için haksızlık olur. TBKP’ni genel politikası, açısından işlevi ve demokrasiye bakış açısı yok kabul edilse, seçim taktiğini masumane bir savrulma, geleneksel bir sağ sapma olarak saptamak mümkün olabilirdi.
Ama Adımlar Dergisi’nde ifadesini bulan TBKP’nin seçim taktiği, sadece bir sonuç olması açısından, genel çizginin güncel ve somut bir yansıması olması açısından ve demokrasi konusu ile bağlantılı olarak bizi ilgilendiriyor.
Genel-yerel ayırımı yapmadan seçim mekanizmasına yüklediği işlev ve seçim taktiği, TBKP’nin, kapitalist örgütler sistemi içerisinde erimesini, burjuva devlet mekanizmasının dolaysız bir yedeği olmasını ifade etmesi açısından önem taşıyor.
TBKP, Burjuva-Kapitalist Siyasal Örgütler Sistemi İçerisinde Yasal Olarak Erimeye Hazırlanıyor
TBKP politikalarına yandaşlığı ile tanınan Yeni Açılım dergisi soruyor:
“…sistemi etkileme yönünde gösterdikleri faaliyetlerle güçlenen politik konumlan politik iktidarın adım adım dönüşmesinin olanaklarını oluşturmaz mı?
(…)
“…kapitalizm çerçevesinde, içinde sosyalizme özgü öğeler taşıyan reformlar gerçekleştirmek mümkün müdür?”
Yeni Açılım sorularına olumlu yanıtlar veriyor -veya olumlu yanıtlar vermek için bu tip sorunları alt alta sıralıyor- ve yanıtlarını genel bir sonuçta toplayarak bağlıyor:
“… mutabakata dayalı demokratik politik yapılar (…) kapitalizm çerçevesinde (…) sosyalizme özgü öğeler” olacaktır. (Alıntılar için Yeni Açılım, Mart 1989, sayı: 11, Tartışmayı Daha da Somutlayabilmek İçin başlıklı yazı, sy. 12-15)
Yazı dizimizin ilk bölümünde göstermeye çalıştık, üzerinde tekrar duracağız, ‘mutabakata dayalı demokratik politik yapılar’ın başında parlamento geliyor ve TBKP artık parlamenter demokrasinin ve parlamento kurumunun yasal ve organik bir parçası olma için icazet bekliyor.
Yerel yönetimler, belediyeler, ‘mutabakata dayalı demokratik politik yapılar’ kategorisinde parlamentonun de önünde yer alıyor, öyle anlaşılıyor. Yeni Açılım Dergisi’nin sözünü ettiğimiz sayısı, hemen hemen tümüyle yerel yönetimlerin öneminin vurgulanmasına ayrılmış. Yeni Açılım’ın 11. sayısı ‘Yerel Demokrasiden Genel Demokrasiye’ kapak manşeti ile yerel yönetimler özel sayısı olarak çıkmış.
Yeni Açılım Mart-89 sayısında, bizi doğrularcasına, yerel seçim taktiği üzerine değil, bir kurum olarak yerel yönetimlere, belediyelere nasıl bakılması gerektiği üzerine teori ve politika oluşturuyor. Veya oluşmuş bir politikayı aktarıyor.
Yeni Açılım Dergisi, önce bir eleştiri veya bir suçlama ile başlıyor. Solu, yerel yönetimlere ilgisiz kalmakla suçluyor, somut programlar geliştirememekle eleştiriyor.
Yeni Açılım, yerel yönetimler konusunda, geliştirilen somut programı aktardığı için, kendisini, eleştirdiği-suçladığı solun dışına çekiyor. Ve somut yerel yönetim programını ‘çağdaş demokratik yerel yönetim anlayışı’ olarak formüle edip aktarıyor.
TBKP’nin çağdaş demokratik yerel yönetim anlayışının temel özelliklerini, Yeni Açılım sayfalarından, konumuzla doğrudan bağlantısı olmayan ayrıntıları atlayarak, yazımıza alıntı-sız aktarmayı, programın somutluğunu görmek açısından, gerekli görüyoruz.
Yeni Açılım’ın Mart-89 tarihli 11. sayısının hemen bütün sayfalarında, burjuva-kapitalist sistem içerisinde bir kurum olarak belediyelerin demokratikliği, özerkliği, katılımcı bir model oluşturması vurgulanıyor ve yerel yönetim mekanizmaları, ‘halkın karar organları’ olarak saptanıyor. Politik partilerin yerel yönetimlere partizanca bir tutumla yaklaşması sonucunda, bu organların temel özelliklerinin zedelenmiş olması Yeni Açılım’ca eleştiriliyor. Bir de, 1982 Anayasası ile merkezi yönetimin yerel yönetimlere göre güçlendirilmiş ve yerel yönetim organları üzerindeki vesayetinin artırılmış olmasının, özerkliğin ve katılımcılığın zayıflamasına neden olduğu saptaması yapılıyor ve sonuç olumsuz bir gelişme olarak karşılanıyor.
Bu olumsuz gelişmenin düzeltilmesi ve yerel yönetimlerin katılımcı-özerk-demokratik kurumlar olarak ‘temel özelliklerine’ kavuşmaları için, ‘çağdaş demokratik yerel yönetimlerin’ kurulması için, yerel yönetimler üzerinde merkezi yönetimin vesayetinin kaldırılması, yerel yönetim organlarının demokratik yapıya sahip özerk ve seçilen birimler olması, valilik ve kaymakamlık gibi atama yolu ile gelen kurumlar ile belediyeler arasındaki ilişkileri düzenleyecek yeni bir mekanizmanın yaratılması ve belediyelerin daha üst organlar olması ve belediye meclislerinin yetkilerinin artırılması; belediyelerin sendika vb. gibi meslek kuruluşlarıyla sıcak ilişkiler kurması; belediyelerin faaliyet alanlarının kapsamının genişletilmesi ve yeniden düzenlenmesi, öngörülüyor.
TBKP’nin ‘çağdaş demokratik yerel yönetim’ anlayışı Yeni Açılım sayfalarında, temel özellikleriyle bu şekilde formüle ediliyor.
TBKP, yerel yönetimlere ilgisiz kalmadığını ve somut programlar geliştirdiğini bu şekilde göstermiş oluyor.
TKP-TBKP’nin, kendisini, eleştir-diği-suçladığı solun dışında saymakla, haklı bir saptamada bulunduğunu, daha başından teslim etmemiz gerekiyor. Çünkü TBKP’nin, kendisine mal ettiği ve geliştirdiğini iddia ettiği somut program, solun değil, reformizmin, sosyal-demokrasinin programı… Terminolojik platformda bile, TBKP, sosyal-demokrasinin yerel yönetim politikasına ve programına sahip çıkıyor. Burada bir ‘geliştirme’ olgusundan söz etmek, belki de pek yanlış bir saptama olmaz. TBKP, sosyal-demokrasinin ‘çağdaş demokratik yerel yönetim’ programına sadece sahip çıkmıyor, gerçekten geliştiriyor da… Gelişen ise, sosyal yaşamın kendisi ve siyasal demagojinin sınırlarının da bu gelişmeye bağlı olarak genişlemesi. ‘Çağdaş yerel yönetim’ sloganı bugün, sadece sosyal-demokratlar tarafından değil, en gerici akımlar tarafından dahi kullanılabiliyor artık. (TBKP, hiç değilse slogan düzeyinde bir ‘mutabakat’ı şimdiden sağlamış durumda.)
Ama TBKP’nin ‘çağdaşlığı’ biraz geç kalmış bir çağdaşlık veya çağ-dışılık… Sosyal-demokrasinin, Ecevitçiliğin belediyecilik anlayışı, on beş yıllık bir gecikmeyle Yeni Açılım sayfalarına TBKP’nin ‘çağdaş demokratik yerel yönetim’ anlayışı olarak yansıyor. Dün CHP’nin savunduğu belediyecilik anlayışı ve politikası, bugün biraz daha geri çekilmiş biçimiyle SHP tarafından dile getiriliyor. Yeni Açılım, CHP’nin 1970 sonrasındaki belediyecilik anlayışına ve artık periyodikleşen ve bu yıl Bolu’da yapılan Taksim Toplantılarında, özellikle sosyal-demokratlar tarafından ortaya konan görüşlere sempati ile baktığını belirterek ve sayfalarını yerel yönetim konusuna ayrılan bir açık oturuma ayırarak, kendi somut programının, sosyal-demokrasinin ‘çağdaş’ yerel yönetim anlayışından kaynaklandığını zımnen de olsa kabul etmiş oluyor.
Sonuçta TBKP, Türkiye’de bugünkü yerel yönetim kurumlarını, SHP veya DSP’nin politika ve programıyla uyum sağlayacak bir tarzda, belediye meclislerinin yetkilerinin artırılması ve bu kurumların özerkliğini zedeleyen yasal hüküm ve uygulamaların giderilmesi kaydını düşerek, savunuyor ve benimsiyor. TBKP, burjuva-kapitalist siyasal örgütler sisteminin belirlediği sınırların dışına taşmamaya özel bir itina göstererek, mevcut yerel yönetim anlayışını ve kurumlarını reforma tabi tutmayı amaçlıyor. Sosyal-demokrat belediyecilik politikasını, kendi somut program olarak benimsiyor ve ilan ediyor.
26 Mart yerel seçim taktiği de bu somut programın üzerine oturuyor ve somut programıyla uyum sağlıyor. Sol veya demokrat –SHP, DYP- adayları seçmek, yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesine katkıda bulunacağı gerekçesiyle, seçimlerde SHP’li. DYP’li adayların desteklenmesini de içeren bir politika uygulanıyor.
TBKP’nin seçim taktiği bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. Burjuva-kapitalist örgütler sistemini benimseme ve onlar içerisinde erime politikası, birebir eşitlikte olmasa bile, doğal olarak, siyasal faaliyetin bir kesitinde, aynı sistemin dışavurumu olan reformcu gerici siyasal örgütlerinin desteklenmesi pratiğini getiriyor. Söylenebilir ki, TBKP’nin ‘mutabakat’ politikasının esası, yerel-Anayasal partilere değil, Anayasal kurumlara, mevcut siyasal mekanizmanın seçilmiş kurumlarına, parlamento gibi, yerel yönetimler gibi seçimle oluşturulan organlarına dayanıyor. TBKP, politik ‘mutabakat’ı artık, seçimle oluşturulan organlar içerisinde doğrudan yer alarak gerçekleştirmek istiyor.
Yazımızın daha önceki bölümünde görülüyor. TBKP, sistemin bir kurumu olarak parlamentoyu ve parlamentonun varlığını savunuyor. Yerel yönetim organları, belediyeler de sistemin birer kurumu olarak TBKP tarafından savunuluyor ve benimseniyor.
Bir olgunun savunulduğunun ve benimsendiğinin yüksek sesle ilan edilmesi için, illa da olgunun kendisinin çıplak sözcüklerle savunulması gerekmiyor. Birbiriyle bağlantılı halkalardan kalkarak da bütüne, olgunun kendisine ulaşmak mümkün. Daha çok da böyle bir yöntem benimseniyor.
TBKP, parlamento gibi, belediyeler gibi sistemin mevcut kurumlarını, yazımızın daha sonraki bölümlerinde göstereceğiz, sistemin diğer kurumlarını savunmak suretiyle, burjuva-kapitalist siyasal mekanizmayı hem teorik, hem de pratik düzlemde savunuyor, burjuva devletin ebediliğine olan inancını tazeliyor.
Eylül karanlığında TKP’nin epeyce yol aldığı anlaşılıyor. Sınıflar-üstü devlet anlayışı çerçevesinde, sisteme dolaysız entegrasyonu ifade eden sınıfsal çizgiler TBKP pratiğinde daha bir netlik kazanmış gözüküyor. Parlamentoya, yerel yönetim kurumlarına ve seçimle oluşturulan devletin diğer organlarına duyulan sempati bir yana, TKP Programı’nda, ordu sınıflar-üstü bir kurum ve güç olarak görülüyor, subaylar ve sosyal bir kategori olarak ittifak yapılacak ve kazanılacak güçler arasında yer alan küçük burjuvazinin bir uzantısı olarak tahlil ediliyordu. Daha sonra üzerinde duracağız, TKP burjuvazinin tekelci burjuvazinin gündeminde hep yer aldığından bu yana, devletin siyasal politikasının ve siyasal yönetim yöntemlerinin çok daha fazla devletin siyasal politikasının siyasal yönetim ve yöntemlerinin çok fazla uzağına düşmüyor. Devlet ve ordu tahlili, 1982 yıllarında, mantıki siyasal sonucuna varıyor. TBKP, Eylül Cuntası, hem de en vahşi döneminde yarı yarıya desteklediğini ‘Bizim Radyo’ kanalıyla açıklıyor. Cunta içinde ‘dış politika realist görüşleri ağır basan, ulusal çıkarları gözeten güçler’ olduğunu, Cuntanın politikasının ’emperyalistlerin en saldırgan kesimlerinin politikası ile çeliştiğini’, ‘Cuntanın MHP’ye vurduğunu’ tahlil ediyor. Cuntayı ‘faşist’ tanımı ile niteleyenleri kıyasıya eleştiriyor. ‘Maocu teröristler’ dediği devrimcilerin ezilmesinin politik çıkarlarıyla çelişmeyeceğini ilan ediyor. İşçi ve sendikacılar için “af” istiyor. Faşistlerin yanında, ‘Maocu teröristlerin’ içeride kalmasını arzuladığını açıklıyor. TBKP, her dönemde olduğu gibi, Eylül Döneminde de, olanakları ölçüsünde, burjuvaziye olan vefa borcunu ödemeye sürdürüyor. Burjuvazinin siyasal politikalarını kolaylaştırıcı bir tutum izliyor.
1980’li yıllarda TKP’nin genel siyasal politikasındaki bu “çıplak’ ilerleme’ kıstaslanırsa, TBKP’nin gibi seçimle oluşturulan organlar karşısındaki ‘olumlu’ politikasının entegrasyonla sonuçlanması ve sosyal-demokrasinin, Ecevitçiliğin yerli yönetim modeli TBKP’nin yerel yönetim programı arasındaki nüans farklarının da silinmesi üzerine TBKP’nin yerel söylenebilecek her şey, açık ki bir fazlalık oluşturur.
Ama bu fazlalığı göze alarak, kavrayış mantığı açısından, sosyal-demokrasi temellerinden koparılmış bir av kurumlar kavrayışı açısından, yerel yönetim organları ile sınırlayarak, temel birkaç nokta üzerinde durmayı gerekli görüyoruz.
TBKP, ‘Özerk Olmayan’ Yerel Yönetimleri Değil ‘Özerk’ Yerel Yönetim Sistemini Savunuyor
TBKP’nin yerel yönetim toplumsal örgütlenme sisteminden koparılması, burjuva-kapitalist örgütler sisteminin dışına çıkarılması mantığı üzerine oturtuluyor. Bu organların seçimle oluşturulması ve özerk statüleri, TBKP politikasının dayanak noktasını oluşturuyor. Burjuva-kapitalist yönetim sisteminin, bir yüzyıldan beri, normal siyasal dönemlerde genel oy politikasına dayandığını, seçimlerin ve genel oy politikasının hep burjuvazinin ekonomik-sosyal ve siyasal yasının sürdürülmesine göre şekillendiğini, sistemin özerk ve özerk olmayan kurumlarının, burjuva devlet mekanizmasının toplumsal-siyasal örgütler sistemini oluşturduğunu bu sayfalarda yeniden izah etmeye kalkışmanın, okuyucuya bir saygısızlık olacağını düşünüyoruz. Ayrıca TBKP ile devrimci teori, Marksizm’in genel ilkeleri temelinde bir polemik sürdürmek, ancak ortak bir teorik-siyasi payda saptama koşullarında mümkün hale gelebilir. TBKP politikalarını, Marksizm zemininde değil, dolaysız burjuva politikaları temelinde irdelemek, sosyal-demokrat politika ve pratiklerle kıyaslamak gerekiyor. Yeni Açılım, reformcu bir yayın organından farklı olmadığını gösteriyor. Belediye örgütlenmesini, yerel yönetim organlarını, onlara özerklik statüsü yükleyerek devlet organlarının dışına çıkarıyor, hatta karşısına koyuyor. Özerkliği tek başına bir olgu olarak ele alıp, özerklik statüsünü abartarak yerel yönetim organlarını, mevcut devlet mekanizmasının dışına taşımak, en iyimser bir tanımla, bir burjuva safdilliği olur. Yerel yönetim örgütlenmesi, burjuva devlet mekanizmasının, sistemin toplumsal örgütler zincirinin bir parçasıdır, burjuvazinin devlet mekanizmasının benzer aygıtlarıdır. Onların özerklik statüsü biçimseldir, ‘halk katılımcılığı’ vitrinin tamamlanması anlamına gelir. Belediye aygıtları, burjuvazinin toplumsal-siyasal örgütler zincirinin diğer halkalarından farksız olarak, ihaleler gibi, merkezi yönetimin müdahalesi ve denetimi gibi yollarla, sisteme, egemen ilişkiler bütünlüğüne, ekonomik ve siyasal açıdan bin bir bağla bağlıdır. Dahası, belediye örgütlenmesi Batı Avrupa’da komünal örgütlenme, şehir komünü devletin diğer güç organlarına ve bürokratik örgütlenmesine göre, daha eskiye dayanır ve neredeyse burjuvazi ile tarihsel olarak yaşıttır. Bugünkü yerel yönetimlerin kaynağı, Batı Avrupa’da 12. yy.da feodal kırın, feodal malikâne sisteminin çevrelediği ve dış dünyaya kapattığı kentlerde, burjuvazinin tarihsel öncülleri olan tüccar ve imalatçılara dayanan komünal örgütlenmelere, şehir komünlerine kadar uzanır. Komünal örgütlenme sahip olduğu milis örgütlenmesi ile milis güçleri ile feodal sosyal-siyasal ilişkilerin bağrında, başlangıcında rüşeym halinde de olsa, burjuvazinin iktidar organı olma işlevine sahipti, kendi gelişmesi içerisinde ‘ikili iktidar’ın bir unsurunu, ikinci unsurunu oluşturuyordu. Burjuvazinin komünal organları, kapitalizmin ve burjuva-kapitalist örgütler sisteminin kendi iç evrimi ve burjuvazinin egemen sınıf katına yükselmesi sürecinde, başlangıçtaki özgül özelliklerinden sıyrılıyor, milis örgütlenmesi burjuva devletinin militarist kurumları içerisinde eriyerek tarihsel işlevini tamamlıyor, komünal örgütlenmeler-belediye organları, tekelci burjuvazinin merkezi iktidarının tamamlayıcı-bütünleyici unsurları haline dönüşüyordu. Belediye aygıtları, bugün, Batı Avrupa’da, tarihten gelen belli özelliklerinin kalıntılarını, burjuva demokrasisi temelinde biçimsel olarak kısmen korumalarına ve kısmi görece özerk statülerine rağmen, tekelci burjuvazinin merkezi iktidar gücü içerisinde, bu gücün yerel düzeyde bölünmesini temsil etmiyor. Yerel yönetim organlarının varlığı ve hiyerarşik statüsü, merkezi iktidarı bir zaafını değil, tersine avantajını ifade ediyor. Merkezi siyasal iktidar, yerel yönetim organları aracılığı ile yönetim kolaylığı avantajından yaralanıyor, devlet mekanizması sisteminin dolaylı, siyaset-dışı bir kısım faaliyetlerini yerel yönetim organlarına aktararak -ki görece, kısmi ve denetimli özerklik statüsünün sınırları bu çerçevenin dışına taşmaz, özerklik statüsü sadece bu dolaylı faaliyetlerle sınırlıdır- hem yönetim kolaylığına kavuşuyor, hem de bu yolla merkezi denetim mekanizmalarını artırabiliyor. Tekelci burjuvazi ve merkezi iktidar yerel yönetim organlarına bu nedenle ihtiyaç duyuyor. Yerel yönetim organlarının, hiyerarşik sırasını bozmadan, giderek en büyüğünden başlayarak en küçük yerleşim birimlerine kadar uzatılması ve genişletilmesi, burjuvazinin sadece yerel yönetim örgütlenmesine duyduğu ihtiyacı değil, aynı zamanda yerel yönetimlerin merkezi iktidar için taşıdığı işlevi de ifade etmesi açısından önem taşıyor. Bu çerçevede, yerel yönetim organlarının, bir bölümüyle Avrupa tipi bir komünist partisinin veya yeşil bir partinin -bu partiler sisteme entegre olmamış olsalar bile- eline geçmiş olması, özel bir önem taşımıyor. Avrupa tipi bir komünist partisinin veya bir yeşil partinin merkezi parlamentodaki veya eyalet parlamentosundaki yeri ve işlevi neyse, yerel yönetim organlarındaki işlevi de bundan farklı olmaz. Olamıyor da… Tersine yığınların nezdinde, katılımcılığı artırıcı ve demokratik istemleri tatmin edici bir işlev gördüğü için, marjinal grupların yerel yönetim organlarında yer alması, çoğunluğu sağlaması, hatta yerel yönetim organlarında ‘iktidar olması’, bir yerde ve bir ölçüye kadar sistemin yararınadır da… Bugün İtalya’dan Yunanistan’a, Fransa’dan Hollanda’ya kadar, işbaşında olan komünist ve yeşil belediye başkanlarının varlığı, mekanizmanın işleyişi açısından özel bir anlam taşımıyor, sadece vitrinin değişmesi demek oluyor. Siyasal mekanizmanın örgütlenmesi, işlevi ve sürekliliği, sistemin çarklarının dönmesi için, yaşamsal öneme sahip. Çarkların dönmesinde ’emeği geçenler’, belli aykırılıklar taşısalar bile, bu hizmetlerinin karşılığı olarak, en azından, toplumda varolan saygınlıklarını pekiştirmiş oluyorlar. Burjuva siyasal iktidar mekanizması, yerel yönetimlerdeki küçük dalgalanmalarla sarsılmayacak kadar güçlü temeller üzerinde yükseliyor. Fiziki güç organlarına dayanmayan, kendini fiziki güç organları ile tamamlamayan, herhangi bir yönetim mekanizması, olsa olsa fiziki gücü kendine bağlamış mekanizmanın payandası olabilir. Fiziki bir güce dayanmadığı sürece, varolan bir hukuk sisteminin veya sosyal bir örgütlenmenin varlığı, siyasal örgütler toplamı ve bütünlüğü içerisinde, fazlaca bir şey ifade etmiyor. Yerel iktidar organı olma işlevini tarihsel ve siyasal olarak kaybetmiş olan ve halkın özerk silahını örgütlenmesine dayanmayan, milis gücüne sahip olmayan yerel yönetim organlarının, şu veya bu ölçüde iktidar organları işlevine sahip olması, merkezi iktidarın rolünü ve işlevini zayıflatması, en iyimser bir bakış açısıyla bile, mümkün olamıyor.
TBKP, kendisine Batı Avrupa komünist partilerine benzer tipte bir misyon biçiyor. Yeni Açılım Dergisi de, Avrupa’daki yerel yönetim sistemini, merkezi siyasal mekanizma içerisinde işgal ettiği yerden ve temel işlevinden soyutlayarak ve ona yerel iktidar rolü de vererek, Türkiye’ye taşıyor. Hem de, yerel yönetim sisteminin tarihten gelen herhangi bir ö/erk statüye sahip olmadığı ve merkezi iktidar organına bağlı olarak yukarıdan aşağıya örgütlendiği ve belediye başkanlarının dahi, bir devlet memuru statüsünde merkezi iktidarca görevinden alınabildiği bir ülkede…
Biliniyor, ama tekrar etmekte yarar var: Batı Avrupa’da bugünkü yerel yönetim sisteminin kaynağı, tarihsel olarak şehir komünlerine kadar uzanırken, bizde, yerel yönetim sistemi, daha başta merkezi yönetimin yerel düzeydeki nüfuzunun artırılması amacıyla 19. yy.ın sonlarına doğru oluşturulmaya başlanıyor. Daha sonra Cumhuriyet Döneminde, 1930 yılında çıkarılan ilk Belediyeler Yasası ile yerel yönetimler üzerinde merkezi yönetimin vesayeti kaldırılmıyor, tersine korunuyor, fiili uygulama ve sistemin tarihsel oluşumu Anayasal dayanaklarla pekişiyor. İktidar değişiklikleri ve farklı yerel yönetim modelleri, en popülist yönelimlerine karşın, merkezi iktidarın denetimine dayanan sistemi, özünde, dolaylı veya dolaysız yollardan takviye etmeye hizmet ediyor. TBKP açısından, neredeyse ‘anayasal bir model’ düzeyine yükseltilerek benimsenen ve hep övülen 1961 Anayasasına bu sistem, biçimsel ve son derece kısmi bir özerklik statüsünü reddetmeyen, ince bir hukuk mantığı ile oturtuluyor. 1982 Anayasasında ise, muhtemel yeni modellerin, uygulamada sistemi zayıflatacak veya ‘katılımcılığın’ burjuvazi açısından geçmişte Fatsa ‘modeli’nde ifadesini bulan ‘kurtarılmış bölgeler’ gibi tartışmalara yol açacak hukuki boşluklara sebebiyet vermemesi amacıyla olsa gerek, temelci burjuvazinin yerel yönetim sistemi, son derece açık, çıplak ve pervasız bir hukuk mantığı ile formüle ediliyor. Özellikle 1961 Anayasasının uygulanması sürecinde ortaya çıktığı görülen hukuki boşluklar, merkezi iktidarın denetimini artırmak ve sistemin örgütlenme hiyerarşisini, yerel yönetim organlarına da taşımak amacıyla büyük-kent belediyeleri ile ilçe belediyeleri arasında hiyerarşik bir sıranın kurulması, merkezi iktidarın denetiminde kullanılmak kaydıyla belediyelere ayrılan mali kaynakların artırılması ve belediyelerin merkezi yönetimle olan bağlarının geliştirilmesi, büyük-kent belediye başkanlarının yetkileri artırılırken belediye meclislerinin yetkilerinin kısılması, belediye meclisleri dışında atama yolu ile göreve gelen belediye encümenleri oluşturulması ve seçilmiş tüm organların merkezi iktidarca görevinden alınabilmesini kolaylaştıran yeni yasal düzenlemelere gidilmesi vb. gibi hükümler içeren 1982 Anayasası ile dolduruluyor. Anayasa’nın 123. ve 127. maddeleri ile, biçimsel planda dahi, neredeyse 1930 yılında çıkarılan ilk Belediyeler Yasasına geri dönüş yapılıyor.
Rejimin genel yapısına ve niteliğine uygjn bir yerel yönetim sistemi şekilleniyor.
Bizdeki yerel yönetim sisteminin şekillenmesi ve siyasal rejime bağlı olarak taşıdığı özellikler üzerinde dururken, tarihsel bilgimizi aktarmayı veya altyapı-üstyapı arasındaki somut diyalektik bağa dikkat çekmeyi amaçlamıyoruz elbette ki, bu somut bağı temel kalkış noktası olarak alıyoruz. TBKP’nin, ele aldığımız konu açısından, yerel yönetim modelinde ifadesini bulan, devlet ve devrim perspektifine bu zemin üzerine oturtmaya çalışıyoruz. Özerklik statüsü ve tarihten gelen özellikler gibi konular üzerinde tekrar tekrar durmamızın nedeni, TBKP’nin, somut programını ve politikasını özerklik statüsü üzerine inşa etmesidir. Bakış açımızı diyalektiğin bütün yasalarından soyutlamış ve kendimizi sosyal yaşamın bütün gerçeklerinin dışına çıkarmış olsak bile, sorunu sadece özerklik perspektifi ile sınırlayarak ele alsak bile, ortaya TBKP’nin yerel yönetimlerle ilgili somut programının, tarihsel ve siyasal bir dayanaktan ‘somut’ olarak da yoksun olduğu sonucu çıkar. Zaten, Yeni Açılım Dergisi’nin yukarıda sözünü ettiğimiz sayısı, somut program dediği şeyi, 1982 Anayasasının ilgili hükümlerinin eleştirisi üzerine oturtuyor. Yeni Açılım, esas olarak 1982 Anayasasından, en çok yerel yönetimlerin özerkliğini ortadan kaldırdığı için yakınıyor. Temel yaklaşımı ve isteği de, 1982 Anayasasının özerkliğe ters düşen, özerkliği ortadan kaldıran hükümlerden ayıklanması ve yerel yönetimlerin yeniden ‘özerk’ kurumlar statüsüne kavuşması… Veya şöyle de tekrarlanabilir: TBKP, bugün artık 1982 Anayasasına tutunmaya çalışan ve Eylül politikalarının ‘ılımlı’ savunuculuğuna soyunan SHP’nin savunma ihtiyacı duymayarak ortada bıraktığı DSP’nin ise dinamik bir güç olarak siyaset sahnesinde yer almamasından dolayı sahipsiz bıraktığı Sosyal-demokrasinin ‘çağdaş’ yerel yönetim programını, kendi somut programı olarak yeniden diriltmeye çalışıyor.
TBKP. ‘özerk olmayan’ yerel yönetim sistemini değil, ‘özerk’ yerel yönetim sistemini benimsiyor ve savunuyor. Devamını da söylememiz gerekiyor: TBKP, artık sosyal-demokrat partiler düzeyinde kendini reforme eden, gericileşen ‘Avrupa komünizmi” partileri gibi, burjuva-kapitalist sistemi, kapitalist örgütler sistemini, ‘özerk olmayan’ yerel yönetimler aracılığı ile değil, ‘özerk’ yerel yönetimler aracılığı ile savunuyor, parti olarak burjuva-kapitalist örgütler sisteminin dolaylı değil, dolaysız ve yasal bir siyasal aracı düzeyine yükselmek istiyor.
TBKP, Yığınlardaki Dalgalanmayı Seçim Kanalına Sokmaya Çalışıyor
TBKP, parlamentodan yerel yönetimlere kadar uzanan, burjuva-kapitalist örgütler sistemi içerisinde yasal olarak da erimeye hazırlanıyor.
Başardığından ve başaracağından kuşku duyulmamalı.
Başardığı biliniyor. Eylül öncesinde, TKP’nin ve TİP’in sendikalar gibi yığın örgütlerindeki siyasal faaliyetlerinin özünün, bu örgütlerin sistem içindeki konumlarını güçlendirmekten ve yığınlardaki siyasal dalgalanmayı düzen içinde eritmekten ibaret olduğu, henüz belleklerdeki tazeliğini koruyor. Konumuz TKP-TİP tarihçiliği olmadığı için, sorunun bu yanı üzerinde durmuyoruz. Bugün TBKP’nin bu işlevinin genişleyerek sürdüğü biliniyor.
TBKP’nin sistem içerisinde, burjuva-kapitalist siyasal örgütler bütünlüğü içerisinde erimesi, onun birer kurum olarak sadece yerel yönetim organlarını, sadece parlamentoyu savunması ile gerçekleşmiyor; TBKP, bu politikasını doğal siyasal sonucuna da vardırıyor ve gene bir kurum olarak seçim mekanizmasına sarılıyor. Bu konuda, sistemin dolaysız organlarına göre, daha büyük bir siyasal duyarlık gösterdiği bile söylenebilir. Yüksek Seçim Kurulu bile, seçimlere katılmanın bir ‘yurttaşlık ödevi’ olduğunu belirtmekle yetinirken. Yeni Açılım ve Adımlar gibi aylık haftalık siyasi dergilerin sayfalarında, devrimcilerin ve tüm seçmenlerin yerel yönetim seçimlerine katılması isteniyor, çağrılar yayınlanıyor. TBKP ve yandaşlarının bu çağrılarını, daha önceki parlamento seçimlerinde ve halk oylamalarında da tekrarladıkları biliniyor. Bu yönlü bir çağrıyı mevzi bir tutumla değil, sistem lehine ideolojik-siyasal bir tutumla açıklamak gerekiyor. TBKP, majestelerinin muhalefet kanadında yer kapmak için, kraldan çok kralcı bir tutum sergiliyor. Daha da ileri gidiyor: Yeni Açılım, sözünü ettiğimiz sayısında, yerel yönetim organlarına ve yerel yönetim seçimlerine halkın ilgisiz kalmasından yakınıyor, ilginin artırılmasını istiyor. İlginin artırılması için, sorumluluğunun bilinciyle davranıyor ve ‘seçimlere katıl’ çağrısını tekrarlıyor. Tekrarlamakla da kalmıyor, solu yerel yönetimler ve seçimler konusunda, daha önceden sözünü ettik, somut programlar geliştirmediği için eleştiriyor. . ‘Seçimlere katıl’ çağrısı, TBKP’nin geliştirdiği somut programın başka bir ‘somutluğu’ demek oluyor.
Genel veya yerel ayırımı yapmadan, güncel deyimiyle ‘parlamenter demokrasi’nin Eylül gibi dönemlerle kesilmediği siyasal koşullarda, burjuva-kapitalist ilişkiler sistemi içerisinde siyasal faaliyet olarak yığınlar için, sadece dört veya beş yılda bir yapılan seçimlere katılma kanalları açık tutuluyor. Sistem, siyasal faaliyete, o da belli dönemlerde seçim kanalını açık tutarak, ama sadece bu çerçevede izin veriyor. Siyasal faaliyet ve siyaset yapma hakkı, seçimlere katılıp oy kullanma hakkı demek oluyor. Sistem, milyonlara, sadece belli periyotlarla yapılan seçimlerde, düzen partisi adaylarına oy verme özgürlüğü tanıyor. Bu da, demokrasi ve katılımcılık anlamına geliyor. Eylül rejimi, bu özgürlüğün kullanılmasını zorunlu hale getiriyor ve seçimlere katılmama tavrını para cezası ile cezalandırıyor.
Sistemin, milyonlar için normal koşullarda yeterli gördüğü siyasal faaliyete katılma kanalları, TBKP için de yeterli olur. TBKP, sistemin açtığı kanalda, sistemle bütünleşiyor. Tek arzusu, bu kanalın Eylül gibi ‘ara dönem’lerle kesintiye uğramaması, bir sistem olarak sürekliliğini koruması…
Sistemin politik mekanizmaları ve siyasal ideolojisi, Yeni Açılım sayfalarında, seçim mekanizmasına ve oy kullanma özgürlüğüne dizilen övgülerle ve bunun teori düzeyine yükseltilmesiyle, ‘sol’ cepheden tekrarlanıyor, yeniden-üretiliyor. Hem de, de-politizasyonun kırılmaya, özellikle işçi sınıfının, sendikal bürokrasiye karşın, genel greve doğru evrimleşen grev ve direnişlerle, işçi komiteleri gibi örgütlenmelerle siyaset sahnesine yeniden damgasını vurmaya başladığı ve seçim-dışı siyasal katılımcılık kanallarının önünün açıldığı siyasal koşullarda… Bugün Eylülcüler bile, artık de-politizasyon politikasını sürdüremiyorlar, sınıftaki ve yığınlardaki dalgalanmayı siyaset-dışı taleplerle sınırlı tutmaya özen gösteriyorlar. TBKP, neredeyse depolitizasyon politikasının sürdürücüsü bir konuma savruluyor. Seçim ve seçimlere katılma çağrıları ile yığınlardaki dalgalanmayı, seçim kanalına sokmaya çalışıyor. TBKP, yığın hareketinin bir istikrarsızlık, aynı zamanda, TBKP’nin yasallaşması olasılığının gerçekleşmesi demek olan ‘demokrasiye geçiş’ sürecinin tamamlanmasının sekteye uğraması anlamına geliyor. Onun için seçim mekanizması, sadece meşru bir siyasal kanal olması açısından değil, aynı zamanda, ‘demokrasinin kurulması’ bakımından da büyük önem taşıyor. Yeni Açılım’ın tıpkı SHP ve DYP gibi; yerel seçimlere genel seçim düzeyinde önem vermesi, ancak bu çerçevede özel bir anlam kazanıyor.
TBKP, egemen siyasal değer yargılarına sarılıyor. Yığınların ilgisizliğinin nedenini, sistemin siyasal mekanizmalarının ve burjuva devlet aygıtının yapılanmasının dışında arıyor. Sistem, yığınları siyasetin, siyasal faaliyetin dışında tutuyor, seçimler ve oy verme mekanizması kararlaştırılmış-oluşturulmuş bir siyasetin onaylanması işleminden ibaret oluyor. Kararlaştırılmış-oluşturulmuş bir siyasetin onaylanması da, ancak ‘ilgisiz’ bir tutumla mümkün olabilir. Seçimler ve oy verme işlemi, siyasetin, siyasete katılmanın en ‘ilgisiz’ yanım oluşturur. Burjuva-kapitalist sistem içinde, seçime katılma ve oy verme siyaseti, en ilgisiz siyasettir, siyaset-dışı bir siyasal faaliyettir, sadece sistemin, siyasal vitrininin tamamlanmasına hizmet eder. Marksist bir siyasal örgütlenme için veya sistem karşıtı radikal bir muhalefet hareketi için, seçimler, özel bir siyasal anlam kazanamaz, özel bir siyasal işlem özelliği gösteremez. Seçimler, genel veya yerel, sadece bir fırsattır, proletaryanın dünya görüşünün ülkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır. Seçimlere katılma veya boykot etme veya daha farklı pratik tutumlar alma, farklı siyasal koşullara tekabül eden farklı siyasal taktiklerdir. Parlamento kürsüsünden yararlanma amacıyla seçimlere katılma siyasal bir tutumu, seçimlere ilginin artması ve gerici burjuva partilerine oy verilmesi çağrısı ise çok daha değişik bir tutumu ifade eder. Uygun siyasal koşullarda birincisi devrimin, devrimci mücadelenin gelişmesine, ikincisi ise sistemin ve sistemin kurumlarının güçlenmesine hizmet eder. Seçimlerin genel veya yerel olması, bu açıdan özel bir fark göstermez. Düzen-karşıtı alternatif siyasal-sosyal örgütler, Sovyetler-halk meclisleri gibi, pratik bir gerçeklik düzeyine yükselmemiş olsa bile ve hatta en durgun siyasal koşullarda dahi, bir işçi sınıfı partisi, davasına ihanet etmediği sürece, sistemin seçim mekanizmasını onaylayarak ve seçimlere katılma çağrısı yaparak, kendisini, burjuva kurumlarının bir unsuruna dönüştüremez.
Burjuva-kapitalist seçim mekanizmasını, üstelik bu mekanizmanın burjuva demokrasisinin bir unsuru düzeyinde gerçekleşmediği tarihi ve siyasal koşullarda, ele alış tarzıyla ve bu mekanizmaya hak etmediği işlevler yüklemek suretiyle TBKP, sistemin mekanizmaları ile arasında varolan siyasal-olmayan mesafeyi biraz daha kısaltmış oluyor.
Yeni Açılım, Eski Bir Teoriyi ‘Evrimci’ Yönüyle Yeniden Diriltiyor
TBKP, yerel yönetim modelleri üzerine yaptığı tahlil ve saptamaları ve yerel yönetimlerle ilgili somut programım pratik sonuçlarına da vardırıyor. Veya pratik siyasal sonuçlara varmak ve güncel tutumlar saptamak için, somut programım ‘derinleştiriyor.’ Demokrasinin dolaysız bir unsuru olmak için, öncelikle yerel yönetim organlarından başlamanın gerektiği sonucuna varıyor. Yerel yönetim seçimlerine bağımsız adaylarla katılarak, bağımsız adayları veya SHP’li -DYP’Ii-DSP’li adayları destekleyerek Yerel yönetim organlarında yeni bir güç olarak siyaset sahnesine çıkmak istiyor. Kendi somut programım uygulamak için, yerel yönetim organlarına, daha uygun bir alan olarak bakıyor. Tabandan, sistemin alt-örgütlenme birimlerinden başlayarak, tepeye doğru yükselen bir rota içinde, siyasal örgütler sistemine dâhil olma arzusunu dile getiriyor. Bu bakış açısı ve bu yöndeki bir arzu, Yeni Açılım Dergisi’nin 11. sayısında yer alan ‘Yerel Demokrasiden Genel Demokrasiye’ kapak manşeti ile yenileniyor.
TBKP, perspektifini, burjuva demokrasisi ile sınırlıyor, burjuva-reformist bir siyasal misyon kazanmaya çalışıyor, burjuva demokrasisinin yetkinleşmesini de TCK’nın 141-142. maddelerinin kaldırılmasına indirgiyor. Burjuva demokrasisinin en ‘katılımcı’ organları olarak nitelendirdiği yerel yönetim organlarında yer almak veya önemli bir güç olmak da, herhalde, ‘devrim’ ile eşdeğerli olsa gerek. Genel ve merkezi yönetimin ele geçirilmesi anlamında değilse bile, yerel yönetimlerin ‘ele geçirilmesi’, ‘kurtarılması’ anlamında, ‘kurtarılmış bölgeler’ inşa edilmesi anlamında, ‘evrimci’ anlamda bir ‘devrim’…
Bu saptama, ilk bakışta, aşırı zorlanan bir mantığın ürünü gibi gözükebilir. TBKP reformizmine duyulan tepkinin zorlama yorumlara yol açtığı, bu tip aşırı zorlamaların tam olarak yerine oturmadığı düşünülebilir.
Böyle bir saptamanın, öncelikle bize ait olmadığının, bu tip saptamaları, TBKP yandaşlarının yeni teori ve yorumlarından çıkardığımızın bilinmesi gerekiyor. Her siyasal tutum teorik bir temele dayanıyor veya tersinden söylersek, teorik-ideolojik bir bakış açısından yola çıkılarak siyasal politikalar ortaya konuyor. TBKP’nin siyasal politikaları ve somut yorumlara ilişin somut programlan, onun sorunları teorik platformda tahlil ediş yöntemlerinden kaynaklanıyor.
TBKP, artık çağımızın niteliklerinin değişmiş olmasından, Marksizm’in eskimiş, Marksist yönetimin geçerliğini kaybetmiş olmasından hareket ediyor. Diyalektik düşünce tarzının ve diyalektiğin genel ilkelerinin, pratik yaşamla, nesnel olgularla artık uyuşmadığım saptıyor. TBKP, nesnel olgularla, yaşamın somut gerçekleri ile ‘mutabakat’ içerisinde olmadığım gösteriyor, ‘devrimci’ sözcüğünü de literatürden çıkardığını, ‘devrimci’ değil, ‘evrimci’ olduğunu resmen belgeliyor. Kapitalizm çerçevesinde reformlar’ hedefini bir politika düzeyine yükselmiyor, ‘reformlar teorisi’nin açık teorisini yapıyor. ‘Evrim ve devrim süreçlerinin iç içe geçmesi’ formülünde iadesini bulan burjuva- idealist metafizik mantığı, yeni bir tarzda, ‘evrimci’ yönüyle diriltiyor. ‘Evrimci’ ve ‘parçası’ felsefi bakış açısı, ‘yerel demokrasiden genel demokrasiye’ sloganında pratik siyasal ifadesini buluyor.
Teorik bakış açısını özetlediği ve ele aldığımız konuyla ilgili olarak TBKP’nin politik tutumlarına teorik anlamda kaynaklık ettiği için. Yeni Açılım Dergisi’nin ilgili sayısından, biraz uzunca bir alıntıyı, okuyucuyu sıkma pahasına da olsa, sayfalarımıza aktarmamız gerekiyor.
Yeni Açılım yazarı, “devrimci solda (…) evrim ve devrim süreçlerinin iç içe geçmesi sorunu” üzerinde tartışılması gerektiğini düşündüğünü belirtiyor. Ve düşüncelerini detaylandırma gereği duyuyor:
“… geçmişte bu görüşü Mahir Çayan getirdi. O bunu, ‘artık her durumda silahlı mücadele verilebilir’ tezini gerçeklendirmek için savunuyordu. ‘Silahlı propagandayla suni dengenin bozulması’ hemen devrimi gündeme getiriverecekti. Devrim uzaktan çıkmış gelmiş, evrimin içine bu kadar derinlemesine girmişti. Sorun onu açığa çıkarmaktı.
Mahir Çayan’ın yaklaşımı aşırı iyimser olmakla eleştirilebilir, ama burada, konumuz açısından önemli olan, onun da evrim ile devrimi kesin hatlarla ayıran eski şemanın artık işlemediğini görmüş olmasıdır.
Günümüz ve önümüzdeki dönem için şöyle düşünmek acaba daha doğru değil mi: Toplumsal gelişme sürecini evrim aşaması-devrim aşaması diye birbirinden kesin hatlarla ayrılan aşamalara ayırmak yerine, ‘evrim içinde devrim’ ve ‘devrim içinde evrim’ kategorilerine başvurabilir miyiz? Bu, olayların nesnel gidişine daha uygun olmuyor mu?
Örneğin kapitalizm çerçevesinde militarizmsiz, kaba şiddetsiz, ekolojik, kültürel vb. bir gelişme yolunda atılan her adım, kapitalizm’ olmaktan çıkaracak yanlar da taşımayacak mı? İşçi sınıfının aydınların, öteki emekçilerin, sistemi etkileme yönünde gösterdikleri faaliyetlerle güçlenen politik konumları politik iktidarın adım adım dönüşmesinin olanaklarını oluşturamaz mı?
Öte yandan, mülkiyet ve iktidar yapısında ağırlık emekçilerden yana geçtikten sonra da, sıçrama döneminde de mutabakat yöntemi kullanılacağı için, gelişme adım adım, doğal bir süreç içinde olmayacak mı?
Biz bu yaklaşımları, öncelikle modern toplumların (Türkiye’de yavaş da olsa, giderek modernleşiyor) çeşitlilik toplumları olması, insanların yaptıkları işleri gönüllü olarak, bilerek, anlayarak yapmaya eğilimli hale gelmekte olması, toplumsal yaşam mekanizmalarının artan ölçüde karmaşık, keskin kopuşları kaldıramaz hale gelmesi vb. gibi faktörlere dayanarak öne sürüyoruz. (…)
Devam edelim: Günümüzde reformlar için mücadele ile devrim için mücadeleyi birbirinden ayırmak ve birinciyi ikinciye bağlamak mümkün müdür? Yoksa asıl sorun reformun, reform hedefinin içinde devrimi, devrimci unsuru ifade edip, gündeme getirmek mi? Bu, kapitalizm çerçevesinde, içinde sosyalizme özgü öğeler taşıyan reformlar gerçekleştirmek mümkün müdür, sorusuyla bağlıdır.” (Yeni Açılım, sayı: 11, sy. 14-15)
Yeni Açılım, ‘militarizmsiz, kaba şiddetten uzak’ bir kapitalizm tahayyül ediyor ve böyle bir sistemi de ‘kapitalizm’ olmaktan çıkarıyor. Hayal ettiği yeni kapitalist sistem içerisinde ‘sosyalizme özgü reformlar’ gerçekleştiriyor.
Yeni Açılım yazarının ‘sosyalizme özgü öğeler’ dediği şey de, yerel yönetim organları dâhil, burjuva devlet mekanizmasının bütünlüğünü oluşturan kurumlarda, herhalde TBKP ağırlığının hissedilmesi anlamına geliyor. Yeni Açılım, bu durumu, hayal edilen, ‘yeni kapitalizm’ çerçevesinde ‘iktidar yapısında ağırlığın emekçilerden yana geçmesi’ olarak formüle ediyor. Ve burjuvaziye karşı şimdiden, ‘sıçrama dönemlerinde’ bile ‘mutabakat’ yöntemi kullanılacağının güvencesi veriliyor. TBKP, mevcut statükonun korunması ve varolan siyasal iktidar mekanizmasının, kapılarını TBKP’ye de açması anlamında evrimleşmesi, ‘evrim’ içinde ‘devrim’ geçirmesi için, tekelci burjuvazinin imdadına koşuyor, ‘mutabakat’ politikasını tekrarlıyor.
Sistemle ‘mutabakat’ içerisinde olan gerici bir politik akımın felsefi anlamda materyalizmi ve yöntem anlamında diyalektiği birer şema olarak nitelendirmesini normal karşılamak gerekiyor. Burjuva siyaseti kaynağını, materyalizmden değil, doğal olarak idealizmden, burjuva dünya görüşünden alır. Yeni Açılım, son felsefi izlerini de silerek taşıdığı eski etiketten tamamen kurtulma çabası ile sahip olduğu siyasi misyona uygun davranıyor.
Yeni Açılım şemaları yıkmıyor, varolan şemalara biçimsel olarak da uyum sağlıyor, dikilmiş putlar önünde vecd içinde secdeye varıyor. Materyalizme ve diyalektiğe reddiye düzüyor, ‘ret’ cephesindeki konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor.
Sağlamlaştıracağından kuşku duyulmamalı.
(Sürecek)
EK:
SEÇENEK: YEREL SOVYETLER, YEREL HALK MECLİSLERİ
Yeni Açılım Dergisi, Mart-89 tarihli sayısında, ‘çağdaş’ yerel yönetim anlayışını sergilerken, ‘çağdaşlığını’ köy ve mahalle örgütlenmesine kadar genişletiyor ve muhtarlık tipi bir örgütlenmenin, günümüzdeki gereksizliğine işaret ediyor.
Gerekçe olarak da, bilgisayar çağında bulunmamız gösteriliyor. Yeni Açılım, bilgisayar çağı ile muhtarlık tipi bir örgütlenmenin varlığını yan yana düşünemiyor.
Teknolojiyi bilgisayar-öncesi düzeye indirdiğimizde, muhtarlık kurumunun varlığı ve gerekliliği, Yeni Açılım’ın herhangi bir tartışması ve itirazı ile karşılaşmıyor. Herhangi bir kurumun varlığı, insanlığın içinde bulunduğu teknolojinin, bilimsel ve teknik gelişmenin düzeyine bağlı oluyor. Teknolojik gelişmenin, bilgisayar düzeyinde olması, bugün muhtarlık kurumunun varlığını gereksiz hale getiriyor. Teknolojik ilerlemenin bilgisayar çağını aşması, bilgisayar-ötesi bir gelişme düzeyine erişmemiz durumunda, o gelişme düzeyinde, alttan başlamak üzere, artık yeni örgütler, yeni bir takım kurumlar daha gereksizleşecek. Teknolojik gelişmenin evrimleşme düzeyine bağlı olarak, siyasal-toplumsal örgütler, sırasıyla, tarihsel ve siyasal ömürlerini tamamlayacaklar toplumsal yaşamdaki yerlerinden düşecekler. Bugün sadece muhtarlık kurumunu atıl hale getirebilmiş olan bilimsel-teknolojik gelişme düzeyi, yarınki devasa gelişmesi sürecinde, bütün bir toplumsal-siyasal örgütler sistemini, dev devlet mekanizmasını da, en tepe noktasına varıncaya kadar işlevsiz hale getirecek. Yeni Açılım’ın teknoloji mantığından ilerleyerek, teknolojik mantık silsilesini izleyerek bu sonuca varabiliriz. Yeni Açılım’ın bakış açısına yön veren, temel perspektiflerini yönlendiren ‘bilimsel-teknik devrim teorisi’nin günümüz ve gelecek için öngördüğü muhtemel bazı sonuçları, bu mantık çerçevesinde özetleyebiliriz.
Toplumsal örgütler ve siyasal kurumlar, altyapıda üretim ilişkilerinin düzeyine, ekonomik gelişmenin düzeyine sosyal sınıflar arasındaki ilişki ve çelişkilerin gelişme seyrine ve tarihten gelen özelliklere bağlı olarak oluşurlar ve her zaman bir sınıf niteliğine sahip olurlar. Toplumsal-siyasal örgütlerin ve kurumların, bir bölümüyle işlevsizleşmesi, bir bölümünün yetkinleşmesi de gene bu ilişkiler sisteminin bütünlüğüne ve toplumsal gelişmenin düzeyine göre şekillenir. Ekonomik-toplumsal formasyonlar, farklı üretim tarzları, aynı zamanda sahip oldukları örgüt modelleri ile siyasal-toplumsal mekanizmalarının farklı nitelikleri ile de birbirinden ayrılırlar. Burjuva-kapitalist kurumlar, feodal dönemin kurumlarına göre daha yetkin ve daha kompleks bir özellik gösterirler. Sosyalist toplumun siyasal ve toplumsal örgütler sistemi, burjuva örgütler bütünlüğünün anti-tezi olarak şekillenir. Teknolojik gelişmenin düzeyi, ekonomik-toplumsal formasyonun bir unsuru olarak ortaya çıkar ve bu temel üzerinde etkisini gösterir. Teknolojik gelişmenin toplumsal-siyasal kurumların varlığı üzerindeki rolü, dolaysız ve siyasal bir konumda değildir, gelişme-değişme üzerinde dolaylı ve teknik düzeyde bir etki gücüne sahiptir.
Toplumsal-siyasal kurumların ve örgütlerin varlığını ve işlevini, teknik-teknolojik faktörlere bağlamak, siyaseti teknoloji düzeyine indirgemekle, siyaseti teknoloji içerisinde işlevsizleştirmekle bir ve aynı anlama geliyor.
Yeni Açılım, siyaseti teknik-teknolojik faktörler kategorisine sokarak işlevsizleştiriyor, Amerikan çıkışlı yeni burjuva ideolojisinin, teknik-siyaset akımının gönüllü ideolojik savunucusu olmaya soyunuyor. İlk olarak da, teknolojinin dişlileri arasına muhtarlık kurumunu atıyor, muhtarlık kurumunu, bir kurum olarak, bilgisayar çağına feda ediyor.
Kent merkezlerinin uzağındaki belli küçük yerleşim birimlerini dışlarsak, ülkemizde muhtarlık kurumu, kapitalist örgütler sistemi içerisinde çok özel bir yer işgal etmiyor, vazgeçilmez bir kurum özelliği taşımıyor. Onun yokluğundan doğabilecek bir boşluk, sistemin başka kurumları tarafından rahatlıkla doldurulabilir.
Muhtarlık kurumunun tarihsel olarak ömrünü tamamladığı bilinen bir gerçek. Ama bu, teknolojik gelişmenin bugün eriştiği düzeyden, bilgisayar çağında bulunmamızdan kaynaklanmıyor, tersine bunun temelinde, yerel yönetim organlarının tümü de içinde olmak üzere, siyasal kurumları ile toplumsal örgütler sistemi ile bütün bir kapitalizmin, siyasal anlamda olmasa bile, tarihsel anlamda miadını doldurmuş olması yatıyor. 1871 Paris Komünü proleter örgütler sistemini ve proleter devrimini devreye sokuyor, 1917 Ekim Devrimi de proletarya devrimleri çağını başlatıyor.
Proleter devrimleri çağının başlaması ve burjuva devlet mekanizmasından tamamen farklı olan, onun antitezini oluşturan yeni bir siyasal mekanizma yaratıyor. Yığınları siyasetin dışında tutan bürokratik burjuva devlet mekanizması, yerini, geniş yığınları doğrudan yönetici katına yükselten, halk inisiyatifini üretim-birimleri temelinde, örgütlenmiş halk-meclisleri aracılığıyla harekete geçiren ve silah tekeline son veren, bürokratik olmayan yeni tipte bir devlete, devlet olmayan bir devlete bırakıyor.
Yeni toplumsal-siyasal örgütler sistemi, eski sistemin bürokratik kastını, yöneten-yönetilen farkını ortadan kaldırıyor. Toplumun üzerinde yer alan eski örgütler sistemi, yerini, toplumun artık bir parçası olan yeni örgütler sistemine terk ederek, tarih sahnesinden çekiliyor.
Muhtarlık gibi, belediyeler gibi yerel yönetim kurumları da, proletarya devrimi ile birlikte tarih sahnesinden çekilen siyasal-toplumsal örgütler arasında yer alıyor. Yerel yönetim organları, tarihsel olarak da, siyasal olarak da işlevini tamamlamış oluyor.
Belediyeler gibi, muhtarlık gibi yerel yönetim organlarının ömrünü tamamlamasıyla ortaya çıkan boşluk, yerel Sovyetler-yerel halk meclisleri tarafından dolduruluyor.
Mevcut belediye aygıtları, sistem içerisinde, yönetimine ve denetimine halkın katılmadığı, seçmenin kendi seçtiği organları ve kişileri istediği zaman görevden alamadığı, seçilmiş organların fazlaca bir işleve sahip olmadığı, profesyonel memurlar ordusuyla halkın üzerinde yer alan, bin bir bağla egemen sınıfa bağlı özellikleri ve yapısıyla ve işlevi merkezi iktidarın siyaset-dışı faaliyetleri ile sınırlı, bürokratik devlet mekanizması çarkının, olsa olsa bir dişlisi olabiliyor.
İster TBKP’nin ‘çağdaş demokratik yerel yönetim’ modeline göre şekillenişin, isterse Eylül Anayasasına göre yeniden kurumlaşmış olsun, sistem-içerisinde sistemin bürokratik bir kurumu olarak yerel yönetim organlarının, farklı bir işleve sahip olmaları nesnel olarak mümkün olamıyor.
Daha önemlisi de, rolleri ve işlevleri merkezi iktidarın siyaset-dışı faaliyetleri ile sınırlandırılmış birer organ olarak, milis örgütü gibi fiziki bir güce dayanmadıkları için, yerel yönetimler, birer iktidar organı hüviyeti de taşımıyorlar. Yerel düzeyde siyasal iktidar/siyasal otorite, jandarma ve polis örgütlenmesi gibi militarist kurumlardan valilik/kaymakamlık ve yargı organlarına kadar uzanan bürokratik organlar zinciri tarafından temsil ediliyor.
Yerel Sovyetler-yerel halk meclisleri ise, her şeyden önce, doğrudan siyasal organlar olarak yasama ve yürütme işlemlerini tek elde topladıkları ve halkın silahlı örgütlenmesine, halk milisine dayandıkları için, belediye ve muhtarlık ‘işlerini’ de yürüten ve mahallelerden sokaklara kadar bütün yerleşim birimlerinde örgütlenmiş birimlere dayanarak, doğrudan iktidar organı olma niteliği taşıyorlar. Valilik ve kaymakamlık gibi atama yolu ile oluşturulmuş bürokratik kurumlar kaldırıldığı ve yerel militarist kurumlar, yerini, tüm halkın silahlı örgütlenmesi demek olan halk milisine terk ederek tarihi-siyasi işlevini tamamladığı için, yerel Sovyet organlarında temsil edilen halkın iktidar gücü bölünmüyor, halk kendi iktidarını kendi dışında oluşturulmuş bürokratik kurumlarla paylaşmıyor.
Üretim, semt, mahalle ve sokak birimlerine kadar örgütlenme esasına dayanan, karar alma ve uygulama işlemlerinin birleştiği, seçilen organ ve görevlilerin seçmenler tarafından istenildiğinde görevden alınabildiği, profesyonel sürekli görevliler topluluğunun en aza indirgendiği, bir görevlinin ücretinin ortalama bir işçi ücreti düzeyi ile sınırlandığı, bütün kararların halka açık toplantılarda halk tarafından alındığı ve halk denetiminden geçirildiği ve tüm bunları gerçekleştirmek için fiziki gücü elinde tutan yerel Sovyet örgütlenmesinde, halk doğrudan yönetime katılıyor, siyasetin, siyasal faaliyetin nesnesi olmaktan çıkıyor, öznesi katına yükseliyor. Yerel Sovyet örgütlenmesi, ekonomik-sosyal yapının dönüşümü temelinde ve bu dönüşüme paralel olarak, yöneten-yönetilen farklılığının ortadan kaldırılmasının, yerel düzeyde, doğrudan siyasal mekanizmalarını yaratıyor.
Proletarya devletinin, yeni sosyalist devletin, siyasal otoritesi/siyasal iktidarı, yerel düzeyde halk meclisleri eliyle gerçekleşiyor.
Merkezi iktidarın, merkezi Sovyet organlarının bir unsuru ve uzantısı olarak yerel Sovyet örgütlenmesi, aynı zamanda, siyasi otoriteyi, devleti ortadan kaldırmanın da otoriter organı anlamına geliyor.
Proletarya devletinin iktidar organlarının, burjuva – kapitalist siyasal örgütler sistemi içerisinde oluşmadığı biliniyor. Burjuva-kapitalist siyasal iktidar mekanizmasının felce uğradığı, siyasal işlevini tamamladığı koşullarda, merkezi ve yerel halk konseyleri, halk meclisleri pratik bir gerçeklik kazanıyor, ‘ikili iktidar’ tekleşiyor.
Bu durum, yerel halk meclislerinin, aynı zamanda birer başkaldırı, birer ayaklanma, organı olması olgusu ile çelişmiyor, tersine bunu gerekli kılıyor. Halk meclisleri iktidarı, kaynağını, yığınların devrimci başkaldırısından alıyor. Öncül nüvelerini, siyasal durgunluk dönemlerinin işçi komitelerinden, emekçi-halk komitelerinden alan Sovyet örgütlenmesi, ‘ikili iktidar’ın ‘muhalefet kanadı’ olarak, halkın siyasal başkaldırı-ayaklanma organları olarak, burjuva devlet mekanizmasının alternatif kurumları olarak devreye giriyor.
Merkezi veya yerel düzeyde Sovyet-halk meclisi organları pratik bir durumdur ve kurulabilmesinin nesnel koşullarının pratik olarak oluştuğu toplumsal alt-üst dönemlerinde, Sovyet organlarının örgütlenmesi, eylem sloganı düzeyine yükseliyor… (Çok özel ve istisnai belli koşulların oluşmasını dışlarsak, kapitalizm çerçevesinde, genel veya yerel seçimlerde siyasi boykot taktiği, halk meclisi organlarının, ikinci iktidar organları olarak, pratik bakımından örgütlenmesi durumlarında gündeme geliyor.) Sovyet-halk meclislerinin örgütlenmesi, sadece niyete veya öneminin siyasal perspektifine bağlı olmuyor.
Ama Sovyet tipi örgütlenmelerin pratik olarak devreye girmediği nispeten ‘barışçıl’ dönemlerde, propaganda düzeyinde Sovyet örgütlenmesini savunmamak, sisteme ve sistemin merkezi veya yerel siyasal mekanizmalarına alternatif olarak Sovyet tipi organların propagandasını yapmamak, tersine, burjuva ‘gerçekçiliği’ temelinde sisteme, sistemin siyasal organlarına doğrudan entegre olmaya çalışmak, bir niyet ve siyasal perspektif sorunu olarak önem kazanıyor.
TBKP, genel ve yerel Sovyet propagandası aleyhine, genel seçimlerde parlamentoyu, yerel seçimlerde yerel yönetim organlarını birer kurum olarak savunmak ve burjuva seçim mekanizmasını, ‘seçimlere katılım’ çağrısı ile birleştirerek desteklemek suretiyle, burjuva-kapitalist örgütler sistemine doğrudan katılmaya hazır bir siyasal güç olduğunu yinelemiş oluyor.
TBKP’nin, ‘çağdaş’ yerel yönetim modeli, Sovyet-halk meclisi modeline karşı, burjuva ilişkiler çerçevesini, burjuva siyasal mekanizmaların bütünlüğünü onaylamak için, siyasal bir alternatif ve somut bir program olarak şekilleniyor.
Yeni Açılım’ın somut programı, ‘çağ-dışılığı’ yeniden diriltiyor.
Ağustos 1989