Panama!… Kuzey ve Güney Amerika’yı, Atlantik Okyanusu ile Pasifik Okyanusu’nu bağlayan bu küçük Orta Amerika ülkesi, “Muz Cumhuriyetleri” içinde ABD için en önemli olanlardan biriydi ve iki yıldan bu yana, bir zamanlar Amerika’nın bu ülkedeki mutemet adamlarından birisi, tescilli bir CİA ajanı olan Genaral Noriega, çizmeyi aşıp Panama yönetimine el koyalı beri, Panama ABD’nin “çözmeye çalıştığı” sorunlarından birisi oldu. İki yıldır sürdürülen, suikast girişimlerinden ekonomik ambargoya değişik operasyonlar “çözüm” olmayınca, nihayet Aralık ayının ikinci yarısında ABD Panama Kanalı’ndaki 12 bin askerine 7 bin daha ekleyerek Panama’yı resmen işgal etti. Başkentte pek çok bina, askeri ve sivil tesisler tahrip edilirken, “barışçı” ABD, fırsat bulmuşken, yeni silahları da denedi: Radarda gözükmeden uçabilen ilk savaş uçağı yine ilk kez denen bombaları yoksul Panamalıların tepelerine boşalttı. 10 gün kadar süren direnişten sonra Noriega Vatikan Büyükelçiliği’ne sığınınca ABD işgali de “amacına” ulaşmış oldu.
Bir ülke bir başka ülkeyi işgal ediyor, kentlerine bombalar yağdırıyor, asker, sivil, kadın çocuk, erkek yüzlerce insanı katlediyor da demokrasi ve özgürlük havarisi Batı ülkelerinden tek bir protesto sesi çıkmıyor. Dahası, Fransa’sından Almanyası’na, Japonya’sından ispanya’sına her biri Noriega’nın kötü geçmişi ve baskıcı rejiminin berbat niteliklerini sayarak ABD işgaline arka çıkıyorlar. Sanki, o kötü geçmişi Noriega’ya ABD yazmamış, yaşamının en aşağılık döneminde Noriega’yı ABD destekleyip kukla Panama Ordusu’nun başına getirmemiş gibi…
Revizyonist ülkelerden (TASS’ın göstermelik karşı çıkışı bir yana bırakılırsa) de tek bir protesto sesi yükselmedi. Belki can derdindedirler de fırsat bulamadılar diye düşünülebilirse de desteklemek için vakit bulduklarına göre protesto için de bulabilirlerdi diye düşünmeden edemiyor insan. Bu derin sessizlikten anlaşıldığına göre; her şey MALTA’da “halledilmiş” olmalı. Hele Romanya’da Çavuşesku’nun direnmesini kırmak için ABD’nin müdahale için SB’ne çağrı yapması, Gorbaçov’un Malta görüşmeleri sırasında ABD’nin Orta Amerika’daki endişelerini anlayışla karşıladığını açıklaması dünyanın nüfuz belgelerine bölündüğünün, hiç olmazsa şimdilik “barışçıl” bir paylaşımda, biraz SB’nin aleyhine de olsa, anlaşmaya varıldığını göstermektedir. Şimdi beklenmesi gereken, sıranın ne zaman Nikaragua’ya ve Küba’ya geleceğidir.
Gelişmeler böylesine hızlı olunca; öngörüler hemen doğrulanmakta ya da iflas etmektedir. Nitekim, 1960’lardan bu yana öne sürülen, SB ve Doğu Avrupa’daki revizyonist diktatörlüklerin sosyalist değil kapitalizmin restore edildiği ülkeler olduğunu söyleyenlere saldıranlar şimdi ya eski iddialarına kılıf arıyorlar ya da revizyonizmin berbatlıklarını bahane ederek liberal kapitalizmin hizmetkarlığına soyunuyorlar. Bu durumda en zor durumda kalanlar da emperyalizmin artık ebedi barış dönemine girdiğini, budan böyle de zora dayalı bir devrimin gereksiz olduğunu, çünkü emperyalist ülkelerin (aslında onlar artık emperyalist ülke de demiyorlar, gelişmiş kapitalist ülke ya da demokrasinin kurumlaştığı ülkeler diyorlar) artık başka ülkelerdeki gelişmelerle ilgilenmediğini, dünya jandarmalığı yapmadıklarını, bu yüzden de demokrasiyi genişletmenin sosyalizme geçişin evrimci yolunun geçerli olduğunu savunan revizyonistler oldu. Birden ortaya çıkan Panama’nın işgali, emperyalistlerin ne dünya jandarmalığından, ne de diğer ülkelerin kaderine karışmaktan vazgeçtiklerini gösterdi. Tersine, yaşananlar, onların birer birer müdahalelerden de öte, aralarında egemenlik alanlarını paylaştıklarını ve o egemenlik alanları içinde birbirinin işine karışmamak için (karışmamak ne kelime, Romanya konusunda olduğu gibi birbirine yol gösterdiklerini de gösteriyor) anlaştıklarını gösteriyor. Demek ki, bir süre için de olsa, ABD ve SB aralarında barışçı yöntemlerle rekabeti sürdürecekler, ama egemenlik alanları içinde ise; başkaldıranları, hatta çizmeyi aşanları bile pervasızca ezmeye çalışacaklar. Sıcak bir savaş için yeterli hazırlıklara sahip oluncaya kadar.
Utanmazlıkta sınır tanımayanların ABD’nin Panama’yı İşgalinde bile onun özgürlük ve demokrasi ilkelerine bağlılığının bir ifadesini bulacaklarına kuşku yoktur. Ama başka kuşku duyulmayacak şeylerde vardır:
1) ABD ve SB Malta’daki görüşmelerde aralarında bir anlaşmaya vararak, dünya üstündeki egemenlik alanları belirlemişlerdir.
2) Her güç kendi egemenlik alanında istediği gibi davranarak, “düzen” ve “disiplini” sağlamak da özgür olacaktır.
3) ABD’nin Panama’ya müdahalesi doğrudan doğruya bu anlaşma çerçevesinde gerçekleşmiştir. SB’nin olaya hiçbir ciddi tepki göstermemesinin ve sadece Birleşmiş Milletlerde “kınama” için imza vermesi zevahiri kurtarma içindir.
4) SB’nin Romanya’ya müdahale etmemesinin nedeni onun ABD’ne göre daha hak hukuk gözetir olmasından değil, kendi yandaşlarının Çavuşesku karşısındaki kesin üstün durumundan ve “zafer”in kendi yandaşlarına güldüğüne emin olmasından, ek olarak da; SB’nin bir askeri müdahalenin doğuracağı ekonomik ve olası siyasi gelişmeleri kaldırmakta zorlanacağı gerçeğindendir.
Panama olayı bir kez daha emperyalistlerin demokrasi, özgürlük, bağımsızlık gibi değerlere asla saygı duymadıklarını, bunların sadece halkları aldatmak için kullandıklarını, çıkarları gerektirdiğinde; Noriega, Çavuşesku gibileri de birer aziz gibi kusursuz insanlar olarak lanse edebileceklerini, yine çıkarları gerektirdiğinde onları bahane ederek bir ulusun egemenliğini ayaklar altına almaktan çekinmeyeceklerini göstermiştir. Ders alanlar ve almak isteyenler yaşanan günler çok şey öğretmektedir, öğretecektir de…
Ocak 1990