İçinde bulunduğumuz dönemde, yenilgi ve gericilik yıllarından çıkış, işçi ve gençlik hareketinde yeni bir yükselişe giriş süreci yaşanıyor. Başta işçiler olmak üzere, tüm ezilen ve sömürülen sınıflar arasında, hoşnutsuzluk, öfke ve mücadele isteği kabarıyor. Reformizmin kitleler üzerindeki etkinliği gibi karşı etkenler de olmakla birlikte, olgular, bu kabarışın, işçi ve gençlik hareketindeki yükselişin, diğer ezilen sınıfları da etkileyerek devam edeceğini gösteriyor.
İzlenen ekonomik-politikada, sürekli değişiklikler yapılmasına, ekonomi bir deney tahtasına çevrilmesine, ekonomik krizin tüm yükleri ezilen sınıfların sırtına yıkılmasına karşın, 10 yılı aşkın bir süredir, ekonomide istikrar sağlanamıyor. Kriz devam ediyor. Ancak, yıllardır yaşanan kriz sürecinde ekonomi düz bir çizgi gibi gelişme göstermiyor. Yaşanan süreç, ekonomide ekonominin çeşitli sektörlerinde, kısa süreli yükselişleri ve inişleri, dalgalanmaları içeren bir süreç… Kısa süreli hafif bir canlanmayı yeni bir durgunluk, daralma izliyor. Kronikleşen bir kriz süreci, dalgalanmaları içeren bir kriz süreci yaşanıyor.
Ekonominin herhangi bir alanındaki ya da sektöründeki olumsuz bir gelişmeyi engellemek üzere alman tedbirler, diğer alanlardaki kriz ve istikrarsızlık öğelerinin gelişmesine ya da birikmesine yol açıyor. Ekonomi, iç basınca dayanıksız, her tarafı çürümüş ve çatlaklarla dolu bir buhar kazanı gibi… Çatlaklardan biri kapatılmaya ya da en zayıf yerlerinden biri sağlamlaştırılmaya çalışılırken, bu çaba, sadece ekonominin diğer bölümleri üzerindeki zorlayıcı etkilerin artmasına, en zayıf alanlarda yeni çatlakların açılmasına veya var olan çatlakların genişlemesine yol açıyor. Tüm veriler, kısa dönemde ekonominin, krizden çıkamayacağını ve istikrarın sağlanamayacağını gösteriyor.
Son 10 yılda gerçek ücretler % 50-70 arasında düşerken, 12 Eylül askerî darbesiyle de, baskı ve terör yoğunlaştırılarak, var olan demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntıları bile gasp edildi. 12 Eylülcü generallerin sahneye koyduğu demokrasi güldürüsü, darbe öncesi demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntılarını bile içermiyor. 12 Eylülcü generaller, bir yandan baskı ve terörü yoğunlaştırır ekonomik krizin tüm yüklerini ezilen sınıfların sırtına yıkarlarken, diğer yandan da alınan tedbirlerin ve uygulamaların geçici olduğunu, en kısa sürede “demokrasiye” dönüleceğini ileri sürerek, kitleleri yatıştırmaya çalıştılar. Ancak, generallerin demokrasi güldürülerini sahneye koymalarından sonra, darbe öncesi demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntıları tanınmadığı gibi, emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarında iyileşme de olmadı. İyileşme bir yana, daha da kötüleşti ve mutlak yoksullaşma süreci devam etti. Bunlar, başta uluslararası finans kuruluşları olmak üzere, emperyalizmin ve egemen sınıfların, ekonomik ve politik saldırılarını sürdürme politikasıyla birleşince, emekçilerin özellikle de işçilerin saflarında hoşnutsuzluk ve öfkenin gelişmesine yol açıyor.
Emperyalizm, tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleriyle başta işçi sınıfı olmak üzere sömürülen sınıflar arasındaki çelişmelerin şiddetlendiği, Türkiye’nin toplumsal bir patlamaya doğru yol aldığı günümüz koşullarında, yıllardır süren ekonomik krizden etkilenen tekel dışı burjuvazi, emekçi sınıfları yedekleyerek politik etkinliğini arttırmaya çalışmaktadır. Emperyalizmin yerli ve yabancı tekellerin, büyük toprak sahiplerinin ekonomik ve politik yapıya egemen oldukları günümüz Türkiye’sinde, tekel dışı burjuvazi politik alanda etkinliğini arttırma olanağına, ancak, emekçileri yedekleyerek sahip olabilir.
Emperyalizm ve büyük burjuvazi ile çelişmesi olmasına karşın orta burjuvazi doğrudan artı-değer sömürüsünü gerçekleştiren sömürücü bir sınıftır. Bu nedenle işçilerin ve emekçilerin bağımsız hareketinin gelişmesi, bir devrim, onun en büyük korkusudur. Başka faktörlerin yanı sıra bu özelliğinden ötürü, devlet iktidarını elinde tutmamasına, emperyalizm ve egemen sınıflarla çelişmeleri olmasına karşın, o, bir yandan işçileri ve emekçileri yedeklemeye çalışırken değer yandan da onların bağımsız hareketinin gelişmesini, devrimin gelişmesini engellemeye çalışan, bunun için emperyalizm ve egemen sınıflarla uzlaşmaktan, emekçilere karşı, onlarla blok kurmaktan kaçınmayan, karşı devrimci güçtür. Türkiye’de sosyal demokrasi, demokratik sol gibi hareketler, esas olarak bu sınıfın hareketleridir. Ecevit CHP’si, günümüzde SHP, DSP gibi burjuva reformist partiler, toplumsal temeli orta burjuvazi olan partilerdir.
İçinde bulunduğumuz süreçte, işçilerin ve emekçilerin başlıca düşmanı olan ve devlet iktidarını elinde tutan tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleriyle emperyalizme karşı mücadelede, orta burjuvazi ve esas olarak onun politik hareketi olan (bir kısım sendika ağası ve bürokratın da içinde yar aldığı, desteklediği) SHP, DSP gibi sosyal demokrat partiler ve akımlar, desteklenmesi ve ittifaka girilmesi gereken değil, tecrit edilmesi gereken güçlerdir. Devrimin, bağımsız işçi ve emekçi hareketinin gelişmesi, onların kitleler üzerindeki etkinliğinin kırılmasına, tecrit edilmesine bağlıdır. Onlar, sadece sosyalizm için mücadele açısından değil, burjuvazinin bütününe karşı proletaryanın bağımsız sosyalist hareketini geliştirmek açısından değil, emperyalizme, egemen sınıflara ve onların faşist diktatörlüğüne karşı mücadele, emekçilerin acil ekonomik ve politik talepleri için yürüttükleri mücadele açısından da, tecrit edilmesi gereken güçlerdir.
Devrimci demokrat hareket, işçilerin emekçilerin mücadelesi geliştikçe, revizyonizmin yanı sıra, orta burjuvazinin ve onun ülkemizdeki siyasal hareketi sosyal demokrasinin gerçek yüzü, karşı devrimci yüzü, daha açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Emperyalizm ve egemen sınıflarla ilişkileri daha da gelişmektedir. Oluşan karşı devrimci blok netleşmektedir. Bu 1975-80 arasında CHP’de, günümüzde ise SHP’de görülmektedir.
Ekonomik krizin tüm yüklerini işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkma politikası izleyen, halk düşmanı en gerici partilerden bin olan ANAP’ın oyları, 1983 seçimlerinden beri düşmeye devam ediyor. Bu durum, emperyalistler ve egemen sınıflar açısından, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçileri bir süre daha oyalayacak, belirledikleri sınırların dışına çıkmayacak seçeneklerin hazırlanmasını da gündeme getiriyor. Son aylarda yapılan anketlere göre, SHP’ye olan ilgi artıyor. ANAP’ın oy oranı düşerken, DYP gibi egemen sınıfların bir başka partisinin değil, SHP’nin oy oranı yükseliyor. SHP birinci parti durumuna geliyor. Holdinglerin denetimindeki günlük burjuva basınının bir bölümünde, ANAP’ın seçeneğinin SHP olduğu sistemli bir şekilde işleniyor.
SHP yöneticileri bir yandan halka sorunlarının SHP iktidarında çözüleceği vaadinde bulunur ve SHP iktidarının yaklaştığı propagandasını yaparlarken, diğer yandan da emperyalizm ve egemen sınıflarla ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor,
SHP hükümetinden korkmamaları gerektiğini vurguluyorlar. Kitlelerin saflarında hoşnutsuzluk ve öfkenin arttığı, mücadele eğiliminin geliştiği, genel grevin gündeme geldiği, ANAP’ın yıprandığı ve oy oranının düştüğü, anketlerin SHP’ye ilginin arttığını ve oy oranının yükseldiğini gösterdiği koşullarda, bir düzen partisi olan SHP karşısında emperyalistler ve egemen sınıflar da kayıtsız kalamazlardı. Son SHP kongresinden bir süre önce en güçlü genel sekreter adayı olan Deniz Baykal’ın ve belli başlı Holdinglerin yabancı sermaye temsilcilerinin katıldığı bir toplantı düzenlendi. Baykal’ın yerli ve yabancı tekellerin temsilcilerine, kapalı kapılar ardından hangi vaatlerde bulunduğu basına bütün ayrıntılarıyla yansımadı. Ancak, basında, Baykal’ın iş adamlarına, SHP iktidarında “rahat uyuyacakları” garantisini verdiği, onların tereddütlerini giderdiği yer aldı. Yabancı sermayenin, holdinglerin, büyük toprak sahiplerinin temsilcilerine SHP iktidarında “rahat uyuyacakları” garantisini veren ve tereddütlerini gideren Baykal’ın ekibi, son SHP kongresine egemen oldu. SHP yönetiminde çoğunluğu sağladı ve Baykal genel sekreter seçildi. Böylece uzun bir süre basında işlenen “İnönü genel başkan, Baykal genel sekreter” formülü gerçekleşmiş oldu. Baykal ve ekibi ve bu ekibi destekleyen Topuzlar, Kotiller SHP içinde uluslararası emperyalist sermaye ve tekellerle en sıkı ilişkileri olan, onlara en fazla uyum sağlayan kanattır. Baykal ve ekibi holdinglerin ve diktatörlüğün desteğini alarak, İstanbul gibi “Sol” kanadın egemen olduğu ve kongre sonuçlarını etkileyebilecek bazı il örgütlerinin kongrede temsili engellenerek, SHP yönetimine egemen oldu.
Kongreden sonra da SHP yönetimi ile yerli ve yabancı tekeller arasındaki ilişkiler, daha da gelişti. İş adamlarıyla toplantılar düzenlendi ve SHP’nin yerli ve yabancı tekellerin tercihleriyle uyumlu bir ekonomik politika izleyeceği garantisi verildi.
12 Mart sonrasında Ecevit’in genel başkanlığındaki CHP’nin yaptığı gibi, 12 Eylül sonrasında da SHP, kurulduğundan beri, devrimci demokratik hareketin potansiyelini yedeklemeye, kendi reformcu kanalına akıtarak eritmeye çalıştı. Bunu gerçekleştirmek için devrimin yükseliş yıllarında devrimci hareketin saflarında yer almış olan, ancak yenilgi ve gericilik yıllarında yılarak sağa kaymış ya da bağları kopmuş, gerilemiş, eski inançlarını tamamen veya kısmen yitirmiş geniş bir çevreye belli mevkiler ve olanaklar da sunularak kapılar açıldı. SHP böylece hem politik mücadelede belli bir deneyime ve birikime sahip yeni kadrolar kazandı, hem de faşizmin yoğunlaşan saldırıları karşısında ağır darbeler yiyen dağınıklığın ve örgütsüzlüğün egemen olduğu, devrimci demokratik hareketin tabanına seslenme, desteğini alma ve reformcu kanalında eritme olanağına kavuştu.
Topuzların, Kotillerin ileri sürdüğü gibi SHP’nin desteklenmesini SHP içinde çalışılmasını savunanlar (ve çalışanlar), devrim ve sosyalizm inançlarını koruyan örgütlü sosyalistler değil, başta ilerici demokrat olarak bilinen köşe yazarları, aydınlar, sosyal reformist revizyonistler olmak üzere eski inançlarını kısmen veya tamamen yitirmiş olan bu çevrelerdir. Hangi gerekçe ile olursa olsun, SHP’yi ya da reformist başka bir partiyi desteklemek, saflarında yer almak, doğrudan orta burjuvaziye, dolaylı bir biçimde de egemen sınıflara ve diktatörlüğe payanda olmaktır.
İşçilerin ve sosyalistlerin altında yürüyecekleri kendi bayrakları, saflarında yer alacakları kendi partileri vardır. Onların önündeki en önemli görevlerden biri de dinci-gerici, faşist, sosyal demokrat, revizyonist her renkten burjuva ideolojisi ve partisiyle aralarına açık ve net çizgiler çekmektir. Sosyal demokrat veya bir başka burjuva partisinin etkisi altındaki işçiler ve emekçiler, aradaki ayrım çizgileri bulanıklaştırarak ya da onların saflarında yer alınarak değil, onlara karşı mücadele edilerek ve araya açık, net çizgiler çekilerek kazanılabilir.
SHP’nin desteklenmesini ve içinde çalışılmasını savunanların ileri sürdükleri başlıca gerekçeler, SHP’nin bir kitle partisi, emekçilerin partisi olduğu, SHP içinde demokrasinin uygulandığı ve özgürce faaliyet yürütülebildiği onun daha ileri bir çizgiye çekilebileceği, SHP iktidarında ülkenin ve toplumun demokratikleşmesi doğrultusunda ileri adımların atılabileceğidir.
Politik özgürlüklerin olmadığı bir ülkede, yasal bir parti içinde demokratik bir platformun oluşup oluşamayacağı sorunu bir yana, SHP, ezilen sınıfların devrimci demokratik bloğunun bir partisi, ya da 1900’lerde İngiliz işçi partisi örneğinde görülebileceği gibi tüm sendikaların ve sendika üyesi işçilerin, doğrudan üyesi oldukları, özgürce faaliyet yürütüp politik gruplaşmalar içinde yer alabildikleri bir işçi partisi değildir. SHP, reformist bir programa sahiptir ve o bu programın kabulü ve ona uyulması temelinde üye almaktadır. SHP Genel Başkanı İnönü ve yetkili kurulları, açıkça SHP içinde mücadelenin ancak SHP programı temelinde yapılabileceğini açıklamaktadırlar.
SHP, emperyalist denetim ve sömürüyü, bağımlılık ilişkilerini, tekellerin egemenliğini tasfiyeye yönelmek bir yana, savunmaktadır. SHP, sözde bile Ecevit’in genel başkanı olduğu CHP’den çok daha geri şiarlar atmaktadır. Hatta SHP, teritoryal savunma gibi bazı sorunlarda, Demirci’den bile daha geri bir tutum takınmaktadır. Emperyalist borçların aksatılmadan ödeneceği, yerli ve yabancı tekellerin önündeki tüm sınırlamaların kaldırılmasından başka bir-şey olmayan sözde liberalleşmenin sürdürüleceği, ancak akılcı bir biçimde sürdürüleceği, uluslararası emperyalist finans kuruluşlarının öngördüğü tedbirlerin uygulanacağı vb. SHP sözcüleri tarafından açıklanmaktadır. Ekonomiye çeki düzen verebilmek için özünde krizin yüklerini emekçilerin sırtına yıkmaktan başka bir şey olmayan şok tedbirlerin alınacağı, zaman zaman vurgulanmaktadır. SHP’nin sağ kanadı bir yana, sol kanat içinde yer alan Aydın Güven Gürkan öngördüğü çözümü şöyle açıklıyor:
“Ben çözümü daha çok üç noktada görüyorum: Birincisi, kartelleşmenin, tröstleşmenin ve holdingleşmenin yasal denetimidir. En liberal ülkelerde bile bizdeki ölçüde bir ‘tekelleşme hakkı’ yoktur. İkincisi, küçük ve orta işletmeciliğin çok ciddi ve kapsamlı bir biçimde desteklenmesidir. Üçüncüsü ise; bir yandan var olan iç tekellerin dış tekellere olan bağımlılığı azaltılırken, öte yandan da bunları -bugünkünden farklı olarak- bir plan ve program çerçevesi içinde gerçek anlamda dış yarışmaya açmaktır!”
Gürkan’ın yukarıdaki sözleri SHP’nin sağ ve sol kanatları arasında öze ilişkin bir farklılık olmadığını göstermektedir. Bugüne kadar “Sol kanat” olarak kendini lanse eden kanat da “reformist” SHP programını savunduğunu sık sık vurgulamaktadır. Bu kanat son birkaç ay içindeki gelişmelerin de gösterdiği gibi homojen bir yapıya sahip değildir. Baykal ve ekibine karşı olan tüm grupların birliğiydi. Bir süre önce de parçalandı.
“Sol kanat” içinde yer alan bazı SHP’lilerin işkence ve baskıları, cezaevlerindeki uygulamaları ve direnişleri, ulusal sorunu son olarak da 12 Eylül dönemini sorgulamak üzere gündeme getirmeleri, bazı sorunlara Baykal, Topuz, Kotil ekibinden farklı ve olumlu bir yaklaşım içinde olmaları onların devrimci değil reformcu bir platformda olduklarını ortadan kaldırmamaktadır. Kaldı ki bu farklılıklar bile engellenmekte, tasfiyelere yol açmaktadır.
Sol kanada mensup bir grup milletvekilinin 12 Eylül dönemini gündeme getirerek başlattıkları tartışmalar ve cezaevlerinde başlayan açlık grevleri karşısında geliştirilen tutumlar, bardağı taşıran son damla oldu. SHP’nin işlevi ve gerçek niteliği, yıllardır demagojisi yapılan SHP içi demokrasinin gerçek yüzü, bir kez daha bütün yalınlığı ile ortaya çıktı. “Sol” kanatın etkin olduğu yedi il örgütü feshedildi ve buralara yeni atamalar yapıldı.
“Demokratlığının” düzeyini cezaevlerindeki açlık grevlerini şiddet olayı olarak niteleyip desteklenmesine karşı çıkarak gösteren İnönü, 12 Eylül dönemine ilişkin olarak başlatılan tartışmaların sona erdirilmesini isteyerek şu açıklamayı yapıyor:
“Türkiye’de kim suç işlemişse haksızlık yapmışsa hesap sorulmalıdır… Ancak bunu yaparken, parlamento, anayasa mahkemesi, silahlı kuvvetler gibi demokrasinin ve toplumun temel kurumlarını zedelememek hepimizin görevi olmalıdır.”
Özgürlük ve demokrasi için desteklenmesi, saflarında yer alınması istenen SHP ve Genel Başkan İnönü’ye göre, mevcut politik rejim, eksiklikleri olan demokratik bir rejimdir. Antidemokratik rejim, anti-demokratik rejimlerin en gerici ve en şovenlerinden biri olan mevcut rejim, demokratik bir rejim olarak ele alınıyor ve savunuluyor. SHP ve İnönü için esas olan halkın özgürlük ve demokrasi talebi ve özlemi değil, devletin ve onun temel kurumlarının savunulmasıdır. SHP, CHP gibi devletçi bir parti, devletin savunulmasını esas alan bir partidir. Ülkemizin sosyal demokratları Yunanistan’da Papandreou gibi faşist cellâtlardan burjuva çerçevede bile hesap sorma tutumuna sahip değildirler.
İnönü, anti-demokratik rejimin temel kurumlarını demokrasinin temel kurumları olarak yansıtıyor ve zedelenmemesini istiyor. Söz konusu kurumlar “zedelenmeden” faşist zorbalardan hesap sorulabilir mi? Burjuva demokrasisi doğrultusunda adım atılabilir mi? Özgürlükler kazanılabilir mi? Özgürlük ve demokrasi mücadelesi verilebilir mi?
SHP içinde, bugüne kadar, demokrasi platformunda amaçları açık ve net olarak belirlenmiş devrimci programa sahip bir grup ya da kanat olmadı ve bugün de yoktur. Bu, SHP’ye devrimci bir çalışma yapmak, SHP’yi demokrasi mücadelesinde ileri bir çizgiye çekmek üzere girdiklerini açıklayan unsurların, faşizmle uzlaşan SHP içinde eridiklerini, gerici-reformcu klikler arasında süren mücadelede kliklerden birinin payandası durumunda olduklarını ve SHP’nin platformuna uyum sağladıklarını göstermektedir. Esasında, son gelişmeler, SHP içinde devrimci demokratik bir platformda mücadele edilemeyeceğini açıkça göstermiştir.
Devrimci proletarya açısından sorun açıktır. SHP, faşizmle, 12 Eylülcülerle uzlaşan, mevcut anti-demokratik rejimi demokrasi olarak ilan eden ve savunan, özgürlük ve demokrasi mücadelesini bu rejimin sınırları içine hapseden bir burjuva partisidir. Özgürlük ve demokrasi hiçbir yerde antidemokratik rejimin asma yaprağı olan “parlamenter” zeminlerde ve anti-demokratik rejimin çerçevesi içinde kalınarak elde edilmedi. Parlamento dışı zeminlerde işçilerin ve emekçilerin yürüttükleri dişe diş mücadeleyle elde edildi. Türkiye’de de böyle elde edilecektir.
SHP, CHP gibi, egemen sınıfların yedek lastiğidir. Bugün en acil sorun, işçi sınıfının siyasal partisi etrafında bağımsız bir toplumsal güç olarak demokrasi mücadelesini başarıya ulaştırmaktır; bu, ancak burjuva partileriyle araya açık ve net sınırlar çekilerek, sınıfa karşı sınıf tutumuyla burjuvaziye, faşizme, gericiliğe, revizyonizme ve reformizme karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütülerek gerçekleştirilebilir.
Bugün yapılması gereken, sınıfların yedek lastiği SHP’yi desteklemek, bir SHP iktidarında demokrasi ve özgürlüğün gerçekleşeceği, SHP’de devrimci çalışmanın yürütülebileceği doğrultusunda hayaller yaymak değil, işçi sınıfının emekçilerin en hayali ve acil taleplerini bile ancak reformizme karşı mücadele ederek, devrimci bir mücadele yürüterek gerçekleştirebileceklerini bıkmadan usanmadan anlatmaktır. SHP ve diğer uzlaşmacı partiler desteklenerek ya da onların saflarında yer alınarak değil, fabrikalarda, işyerlerinde sınıfa karşı sınıf tutumuyla, emekçilerin acil ekonomik politik talepleri için mücadele platformları yaratılarak ve onlarla bu platformlarda birleşilerek kazanılabilir.
Ocak-Şubat 1989