Şefik Hüsnü ve Modern Revizyonizm

Bir süredir bazı çevreler tarafından Şefik Hüsnü hakkında kampanyalar açılıyor, anma, yaşatma komiteleri kuruluyor. Ş. Hüsnü ve mirası diriltilmeye çalışılıyor. Tezlerinin önemi ve Türkiye sosyalist hareketine katkıları araştırılıyor, yeni kuşak devrimcilere tanıtılmaya, adına vakıf kurulmaya çalışılıyor.
Evet, yeni kuşak devrimciler ve Türkiye işçi sınıfı Şefik Hüsnü ve tezlerini tanımalıdır. Onun nasıl bir önder olduğunu ve 60 yıllık devrimci harekete sınıf işbirliği damgasını nasıl vurduğunu ve diriltilmeye çalışılan mirasın nasıl bir miras olduğunu öğrenmelidir.
TKP Mustafa Suphi’nin önderliğindeki komünist grubun faaliyetleri sonucu 1920’de kurulmuştur. Bu grup TKP’nin kurulmasından önce de Komintern’de değişen statülerde temsil ediliyordu. 1. kuruluş kongresinden dört ay sonra M. Suphi ve TKP yöneticilerinin büyük bir bölümünün öldürülmesiyle TKP önderliğini Şefik Hüsnü ele geçirdi, sağ oportünist çizgisini egemen kıldı. Bu sağ oportünist çizgi elli yıl boyunca hem TKP’ye hem de genel olarak Türkiye devrimci harekete damgasını vurmuştur. Bu gün aynı sınıf işbirlikçisi çizgi her türden revizyonist, reformist ve “aydınlar” tarafından Gorbaçovculuktan beslenerek “yeni” olduğu iddiasıyla piyasaya sürülmektedir.
Ş. Hüsnü ve TKP’nin tezlerinin değerlendirilmesi Marksistler tarafından on yıl önce yapılmıştır. Parti Bayrağının ilk sayılarında geniş biçimde yapılan bu değerlendirmenin özetini sorunun güncelleşmesi nedeniyle yayınlıyoruz.

İşçi sınıfının en ileri unsurlarından oluşan parti, sadece işçi sınıfının günlük ve kısa vadeli çıkarlarının temsilcisi değil, onun aynı zamanda uzun vadeli çıkarlarının da temsilcisidir. Bu, Marksist-Leninist bir partiyi, işçi sınıfının temsilcisi olduğunu iddia eden diğer parti ve akımlardan ayıran temel özelliktir. İşçi sınıfının sadece günlük ve kısa vadeli çıkarlarının değil de, uzun vadeli çıkarlarının temsilcisi olmak demek, proletaryanın toplumsal devrimini, sınıfsız toplumu nihaî hedef olarak almak, bu hedefe uygun bir siyasi çizgi, strateji ve taktikler bütününe sahip olmak demektir. Bu siyasi çizgi, strateji ve taktikler bütününün merkezini ise, proletaryanın iktidarı ele geçirerek egemen sınıf olarak örgütlenmesi teşkil eder. Çünkü proletaryanın, kurtuluşu doğrultusunda ekonomik ve toplumsal yapıyı değiştirmesinin de şartı, devlet iktidarını ele geçirerek egemen sınıf olarak örgütlenmesidir.
Ş. Hüsnü önderliğindeki TKP’nin izlediği siyasi çizginin niteliğini saptarken, temel alınması gereken kıstas TKP’nin faaliyetlerinin ve faaliyetlerine yol gösteren siyasi çizginin merkezine neyi koyduğudur.
Ş. Hüsnü önderliğindeki TKP, hiçbir dönem, ekonomik-sosyal yapının Marksist-Leninist tahlili sonucu saptanmış devrim aşamasına uygun olarak, proletaryanın iktidarı ele geçirmesini ve egemen sınıf olarak örgütlenmesini faaliyetlerinin ve siyasi çizgisinin merkezine almamıştır. Aksine değişen gerekçeler ileri sürülerek proletaryanın ve müttefiklerinin iktidarı ele geçirmesi, bunun için kitlelerin örgütlenmesi ve hazırlanması bir yana itilmiştir. Her somut durumda, sömürücü sınıfların devlet iktidarını elinde tutan egemen kesimlerinden tavizler koparmayı ve onların egemenliğinin devamını faaliyetlerinin ve siyasal çizgisinin merkezine almıştır. Sınıf işbirliği çizgisi, bir dönem sömüren sınıfların sosyalist devrime kesintisiz geçişi sağlayacakları gerekçesiyle, diğer bir dönem ise/yine egemen sınıfların ulusal bir sanayi kapitalizmini geliştirerek, emperyalizmi zayıflattıkları, toplumsal devrim şartlarını olgunlaştırdıkları, dolayısıyla da ilerici bir rol oynadıkları gerekçesiyle izlenmiştir. Gerekçeler ve burjuva-feodal sınıflardan beklenenler değişmekle birlikte, sınıf işbirliği siyaseti değişmemiştir. Sınıf işbirliği siyaseti, başka şeylerin yanı sıra Kemalist hareket ve Kemalist diktatörlük tahlillerinde ve bu tahliller ışığında izlenen politikada yansımaktadır. Ş. Hüsnü önderliğindeki TKP’nin Kemalist harekete ve Kemalist burjuva feodal diktatörlüğe karşı izlediği siyaseti iki dönemde incelemek gerekmektedir. Haziran 1924’e kadar olan dönemde Ş. Hüsnü Kemalist hükümetin ve Kemalist hareketin sınıflar-üstü bir nitelik taşıdığını iddia ederek, Kemalistlerin ulusal kurtuluşu gerçekleştirmek için toplumsal devrim de yapabileceklerini savunmuştur. O, şöyle diyor: “…biz başlangıçta henüz siyasi inançları ve sınıfsal vasıfları şekillenmemiş bazı Ülkücü önderlerin Kurtuluş Savaşımızı gereği gibi başardıklarını ve diğeri inkâr edilemez bir siyasi devrimi başlattıklarını dikkate alarak Cumhuriyet yöneticilerine geniş bir kredi açmıştık… Bizim gibi halkı yoksul ve orta hallerden ibaret olan bir ulusun yabancı kapitalizmin sömürü ve tahakkümünden uzak kalmasının, ancak ulusun büyük çoğunluğunu teşkil eden işçi ve köylü sınıflarından güç alan, kolektif yaşayışa dayanan ekonomik kuruluşlarla mümkün olabileceğini ileri sürüyor ve yazılarımızda bu yönde devrimimizi derinleştirmesini hükümetimizden temenni ediyorduk. Bu suretle mukadderatımıza hâkim olanlara, bizi kurtuluşa götürecek en kestirme yolu gösterdiğimiz kanısındayız.” (Ş. Hüsnü, Seçme Yazılar, sf.218). Görüldüğü gibi, Kemalist hareketin politik devrinden toplumsal devrime kesintisiz bir biçimde geçip geçmeyeceğini belirleyen etken, hangi sınıfın önderliğinde geliştiği değil, “siyasi inançları ve sınıfsal vasıfları şekillenmemiş” önderlerin “siyasi inanç ve vasıflarının” hangi yönde şekilleneceğidir. Modern revizyonizmin savunduğu karşı-devrimci kapitalist olmayan yol tezi ile Ş. Hüsnü’nün 1924 yılına kadar genel olarak Türkiye, özel olarak Kemalist devrim üzerine yaptığı tahliller ve bu tahliller ışığında izlediği siyaset arasında fark yoktur.
Kapitalist olmayan yol tezinin en belirgin özelliği, proletarya önderliği olmaksızın sömürge ve yarı-sömürgelerde ulusal demokratik devrimin tamamlanarak kesintisiz bir biçimde sosyalist devrime geçilebileceği, sosyalizmin inşa edilebileceği iddiasıdır. Bu ise ulusal demokratik devrimden sosyalist devrime burjuvazinin önderliğinde geçilebileceğini iddia etmektir. Ancak onlar bunu açık açık söylemiyor, ulusal hareketleri yöneten önder ve örgütlerin sınıf niteliğini bir yana itip, sınıflar-üstü ulusal önder ve örgüt tahlillerini piyasaya sürüyorlardı. Zaten onlar, sömürge ve yarı-sömürgelerin geri ülkeler olduklarını, bu nedenle sınıf farklılıklarının pek derin olmadığını belirterek sınıf mücadelesini emperyalizm ve uşaklarıyla ulusal sınıflar arasındaki mücadeleye indirgiyor, ulusal sınıflar arasındaki sınıf mücadelesini inkâr ediyorlardı.
Modern revizyonistler kapitalist olmayan yol tezini piyasaya sürerken, proletarya önderliği olmaksızın, milli hareketlerin zaferinden sonra sosyalizme kesintisiz geçişi sağlayan temel bir etken olarak da uluslararası koşulları alıyorlardı. Onlara göre, emperyalistler bağımsızlığını kazanmış ulusları köleleştirmek isterken, sosyalist kamp onlara yardım etmektedir. Çağımızda orta bir yol mümkün olmadığından, bağımsızlığını kazanan uluslar sosyalist kampa yaklaşacaklar, sosyalist ülkelerin de yardımıyla sosyalizmi inşa edeceklerdi.
Ş. Hüsnü bunu şöyle ifade ediyor: “Türkiye’de sınıflar ve sınıf mücadelesi yok değildir. Yalnız kapitalist burjuva sınıfı pek küçük ve zayıf bir azınlık, işçi ve köylü sınıfı ise büyük bir çoğunluk teşkil ettiği için sınıf mücadelesi, yabancı kapitalist ve bunların uyduları durumunda alan yerli eşraf ve servet sahibi arasında olur ve çoğu halde bir ulusal mücadele şeklini alır. Şimdiye kadar ferdi hanedan hükümetleri bu mücadelede daima kapitalistlerin -Yani ulus düşmanlarının- tarafına geçmişti. Bu sayede saray ve konak, harcamaları için gereken kaynağı temin ediyordu. Bundan sonra iktidar gücünü ulusal egemenlikten alan halk hükümeti emeğin -yani ulusun- tarafına geçmeli ve bir iş ve işçi hükümeti olmalıdır.” (Age, sf.177)
1923 Türkiye’sinde burjuvaziyle proletarya arasındaki mücadele ve çelişme, kapitalist gelişme düzeyindeki gerilikten ötürü olgunlaşmamıştı. Ancak mesele bu değildir. Çünkü iddia edilen işçiler ve köylülerle ulusal burjuvazi arasındaki mücadelenin gelişerek son evresine gelmediği değil, böyle bir mücadelenin olmadığıdır. Böylece Ş.Hüsnü kapitalist olmayan yolu piyasaya süren modern revizyonistler gibi, ulusal kurtuluş savaşı sonrası kurulan hükümet ve devletin sınıflar-üstü olduğunu, şiddetli sınıf mücadeleleri olmadan, mevcut devlet düzeni parçalanmadan ulusal kurtuluş amaç alınarak sosyalist devrime kesintisiz bir biçimde geçilebileceği tezinin temellerini hazırlamaktadır.
Ulusal kurtuluşun amaç alınmasıyla toplumsal devrimin yapılacağını ileri süren Ş. Hüsnü proletaryanın tarihi devrimci rolünü inkâr etmektedir. O, toplumsal devrimin yapılması, tam bir ulusal kurtuluşun gerçekleşmesi için proletaryanın devlet iktidarını ele geçirerek egemen sınıf olarak örgütlenmesinin zorunlu olmadığını ileri sürmektedir. Ancak proletaryanın yerine getirebileceği bir tarihi görevi, sözüm ona sınıflar-üstü, esasında ulusal burjuvazinin temsilcisi önderlerin yerine getirebileceğini iddia etmektedir. Proletaryanın tarihi rolünü inkâr etmek, ulusal meselenin son tahlilde sınıf meselesi olduğunu reddetmek, ulusal meseleyi sınıflardan ve sınıf mücadelesinden kopararak ele almak her türden oportünist ve revizyonist akımın en belirgin özelliğidir.
Modern revizyonistler gibi, sınıf mücadelesini emperyalizm ve uşaklarıyla ulusal sınıflar arasındaki mücadeleye indirgeyen Ş. Hüsnü; Kemalist hükümeti de “iktidar gücünü ulusal egemenlikten alan” sınıflar-üstü “bir halk hükümeti” olarak ele almaktadır. Ş. Hüsnü bu burjuva feodal hükümetin sınıflar-üstü olmayı bir yana iterek “emeğin -yani ulusun- tarafına” geçmesini, “bir iş ve işçi hükümeti” olmasını istemektedir. O, “sınıflar-üstü” Kemalist hükümetin bu yola girmekte gecikmeyeceğini belirmekten de geri kalmamaktadır. Bir “iş ve işçi hükümeti” haline gelen Kemalist hükümet, burjuva demokratik devrimle -Ş. Hüsnü, politik devrim diyor- yetinmeyerek, toplumsal devrimi de yapacaktır.
Ş. Hüsnü’nün iddia ettiği gibi, Milli Kurtuluş Savaşı” siyasi inançları ve sınıfsal vasıfları şekillenmemiş” sınıflar-üstü bir önderlik altında değil, burjuva-feodal özellikler taşıyan milli ticaret burjuvazisinin önderliğinde gelişti. Birinci Emperyalist Savaş’ın bitimiyle birlikte, Anglo-Fransız emperyalist bloğu ve maşası Yunan gericiliği tarafından Anadolu’nun işgal edilmesine karşı Türkiye’de gelişen milli hareket, önceleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, sonraları da Büyük Millet Meclisi ve onun oluşturduğu Kemalist hükümetin yönetiminde gelişerek zafere ulaştı. Milli Kurtuluş Savaşı’nda toplanan BMM ve Kemalist hükümet doğrudan doğruya burjuva-feodal özellikler taşıyordu. Ulusal kurtuluş hareketi milli ticaret burjuvazisinin hareketiydi. Kemalist devrim işçilerin, köylülerin devrimi değildi. Çünkü milli devrimde işçiler ve köylüler milli burjuvaziden ayrı ve bağımsız bir güç olarak kendi sınıf çıkarları doğrultusunda varlıklarını gösteremediler. Onlar ancak milli burjuvazinin çıkarları doğrultusunda milli devrimde yer aldılar, Gerek işçilerin, köylülerin bağımsız bir güç olarak yer almayışları, gerekse milli devrime önderlik ederi milli ticaret burjuvazisinin özelliklerinden ötürü, milli kurtuluş hareketi, emperyalizmle uzlaşma yollarını arayan, feodalizmi tasfiyeye yönelmeyen bir milli hareketti.
Milli Kurtuluş Savaşı’nda önderlik, ulusal burjuvazinin alt kesiminin değil, emperyalizm ve feodalizmle bağları en güçlü olan üst kesiminin elindeydi. Ulusal burjuvazinin bu en uzlaşmacı kesiminin milli devrim saflarında yer alarak önderliği ele geçirmesi, başka etkenlerin yanı sıra, esas olarak, işçilerin, köylülerin, kendi sınıf çıkarları doğrultusundaki bağımsız hareketlerinin gelişmemesinden ileri geliyordu.
Ş. Hüsnü, işçi, köylü aleyhtarı, emperyalizmi karşı mücadele etmekle birlikte onunla uzlaşma yolları arayan, toprak devrimine karşı çıkan Kemalist hükümeti sosyal devrim yapacağı gerekçesiyle desteklerken, Stalin, Kemalist hükümete karşı izlenmesi gereken siyaset konusunda şunları yazıyordu:
“Zinovyev, Vuhan Guomindang’ını 1920 döneminin Kemalist hükümeti olarak değerlendiriyor. Fakat Kemalist hükümet, işçi ve köylülere karşı mücadele hükümetidir, içinde komünistlerin yer almadığı ve almasının da mümkün olmadığı bir hükümettir. Vuhan böyle değerlendirildikten sonra bundan sadece bir tek sonuç çıkartılabilir: Vuhan’a karşı kararlılıkla mücadele etmek, Vuhan hükümetini devirmek.” (Stalin, Milli Demokratik Devrim, sf. 106-107)
Ş. Hüsnü’nün 1924’de yazdıkları ise şunlar: “Bu takdirde başlanılan işi sonuna kadar götürmek, yani fedakârlıklara razı olmak gerekecek… Üzerine düşen görevleri yapmaya hazır, böyle en değerli ve esaslı bir devrim dayanağı olan geniş bir toplum sınıfının, ulus adına yapılacak işler hakkında düşüncesini söylemesi, yeni devlet mekanizmasının eksikliklerini tamamlamak ve gelişmesini sağlamak amacıyla eleştirilerde bulunması, yalnız açık bir hak değil, aynı zamanda ulusal gelişme bakımından gerekli bir harekettir.” (Ş. Hüsnü, Seçme Yazılar, sf. 119)
“Yeni devlet makinasının” fonksiyonu nedir? “Yani devlet makinası” burjuva-feodal sınıfların işçiler, köylüler üzerinde egemenlik aracıdır. Ş. Hüsnü’ye göre işçiler, köylüler bu devlet makinasını parçalamak için ayaklanmayacaklar, daha mükemmel hale getirmek için eleştiride bulunacaklardır. Burjuva demokratik hak ve özgürlükleri ayaklar altına alan, işçiler, köylüler üzerinde burjuva-feodal baskı ve zulmün aracı olan anti-demokratik burjuva feodal devletin “eksiklerini tamamlamak ve gelişmesini sağlamak” için işçilerin eleştiride bulunmasını savunan Ş. Hüsnü, bir burjuva demokratı bile değildir. O’nun 1924 ortalarına kadar izlediği siyasi çizginin özü, burjuva-feodal bir nitelik taşıyan milli ticaret burjuvazisinin siyasi temsilcileri olan Kemalistlerin toplumsal devrimi yapacağı hayalini yayarak, işçileri, köylüleri sömüren sınıfların basit eklentileri durumuna getirmektedir. Bu çizgi, merkezine işçilerin, köylülerin demokratik iktidarını kurmayı değil, egemen sınıfların işçi-köylü aleyhtarı burjuva-feodal diktatörlüğünü tahkim etmeyi alan oportünist bir çizgidir.
Gerek Komintern’de TKP’nin eleştirilmesi gerekse Kemalist hükümetin halk aleyhtarı yüzünün işçilerin, köylülerin ve şehir küçük burjuvazisinin gelişen hareketi sonucu giderek belirginleşmesi, Ş. Hüsnü önderliğindeki TKP’yi oportünist çizgisinde biçimde ve ayrıntılarda değişiklikler yapmaya zorladı. 1924 Haziran’ından sonra sınıflar-üstü Kemalizm ve Kemalist hükümet tahlillerinin yerini emperyalizme, feodalizme, komprador kapitalizme karşı kararlı bir mücadele yürüterek tarihi olarak ilerici bir rol oynayan küçük burjuva demokrasisinin temsilcisi Kemalizm ve Kemalist hükümet tahlili aldı. Kemalistlerin burjuva devrimini tanımlayarak feodalizmi tasfiye ettikleri, emperyalizmi can evinden vurdukları, dolayısıyla da sosyalist devrimin maddi şartlarını olgunlaştırdıkları gerekçesiyle yine Kemalist diktatörlüğün ve Kemalist hareketin desteklenmesini merkezine alan bir çizgi izlendi. Ş. Hüsnü, TKP’nin Kemalistleri desteklemesini 1926’da şöyle açıklıyordu:
“Türkiye’de milli devrimci hareket, kuşkusuz ilerici bir etkendir. Bu hareket, toplumu feodalizm ve padişahlığın kalıntılarından temizleyerek, proletarya devrimine yaklaştırmakta, emperyalizmi can evinden vurmaktadır. Bu nedenlerden dolayı, onu desteklemeliyiz.” (Komintern Organlarındaki Yazı ve Konuşmalar-sf.49)
Ş. Hüsnü oportünizmi emekçi sınıfların hareketi geliştiği oranda burjuvazinin gericileşeceğini inkâr etmekte ve Kemalistlerin işçi-köylü aleyhtarı bir politika izlemelerine rağmen, işçilerin ve köylülerin en temel taleplerinden biri olan feodal ve yarı-feodal sömürüyü tasfiye edip burjuva devrimini tamamlayarak tarihi olarak devrimci bir rol oynadıklarını ispatlamak için feodalizmin tasfiyesini ve burjuva devriminin tamamlanmasını Osmanlı Sultanlığı’nın (otokratik yönetimin) tasfiyesine indirgemektedir. Bu, aşağıdaki sözlerinde açıkça yansımaktadır:
“Burjuvazinin en radikal üyeleri olan Kemalistler bu sağ kanattan ayrıldılar, istibdadı ve halifeliği tasfiye ettiler ve burjuva devrimini oldukça ileri bir çizgiye kadar sürdürdüler.” (Age sf. 142)
“İktidara geldikten sonra milliyetçilik, geçmişe ait olan ve akılcı kapitalist sömürü ile bağdaşmayan tüm mirası her bakımdan tasfiye edene kadar devrimci uygulamalarını sürdürdü.” (Komintern Organlarında Konuşmalar, sf.50)
Kemalistlerin, milli devrimin zaferinden sonra emperyalistlerle tam bir işbirliği yapan ve halifelikle de bezenmiş meşruti-monarşiyi tasfiye ettikleri doğrudur. Ancak gerek bu tasfiye hareketi, gerek aşarın kaldırılması “burjuva devriminin ileri bir çizgiye kadar” sürdürülmesine, feodal ve yarı-feodal sömürünün her bakımdan tasfiyesine tekabül etmemektedir. Meşruti-monarşi bir yönetim biçimidir. Bu nedenle meşruti-monarşinin tasfiyesi, kendi başına, bir yönetim biçiminin tasfiyesine tekabül eder. Osmanlı Devleti’nin köylülerden topladığı aşar (ürünün onda biri) ise, feodal rantın bir parçası olup, feodal rantın en ilkel biçimi olan ürün ranttır. Kemalistlerin aşarı kaldırması genel olarak feodal rantın kaldırılmasına değil, feodal rantın vergi olarak devlet tarafından el konan bölümünün toprak ağalan ve tefeci tüccar burjuvazinin elinde toplanmasına yol açtı. Buna karşılık feodal ve yarı-feodal sömürünün her bakımdan tasfiyesi, feodal rantın bütün biçimleriyle topyekûn kaldırılmasına, feodal üretim ilişkilerinin ve onca belirlediği üretim tarzının ve temsilcisi sınıfın tasfiyesine tekabül eder.
Feodal ve yarı-feodal sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesi burjuva demokratik devrimin temeli olduğundan, Ş. Hüsnü, Kemalistlerin feodal kalıntıları “her bakımdan” tasfiye ettiklerini ileri sürmekle, burjuva demokratik devriminin tamamlanabilmesi için proletarya önderliğinin zorunlu olduğunu inkâr etmektedir. Demokratik devrimde hegemonyayı burjuvaziye bırakan, proletaryanın rolünü ise burjuvazinin devrimi sonuna kadar götürmesi için zorlama olarak saptayan bu anlayış katıksız bir Menşevik anlayıştır.
Devletin sınıf niteliği ve fonksiyonları her türden oportünizm ve revizyonizm ile Marksizm-Leninizm arasında önemli ayıraçlardan biridir. Devletin sınıf niteliğini gizlemek, sınıflardan soyutlayarak, ya sınıflar-üstü ya da tüm sınıfların bir kurumu olarak ele almak, Leninist devlet teorisine açık veya sinsice saldırmak, tahrif etmek bütün anti-Marksist akımların en belirgin özelliklerindendir. Ş. Hüsnü de, oportünist tabiatına uygun olarak devletin sınıf niteliğini ve fonksiyonlarının gerçek niteliğini gizlemekte, Leninist devlet teorisine sinsice saldırmaktadır. Bu, devletin üretim araçlarını tekeli altına alarak üretimi yönetmesini ele alışında belirgin bir biçimde yansımaktadır. O, Milli Kurtuluş Savaşı’nın zaferinden sonra kurulan devletin üretim araçlarını tekeli altına alarak üretimi yönetmesini, bazen ulusal ve sosyal kurtuluşu, bazen de sadece ulusal kurtuluşu gerçekleştireceğini ileri sürerek savundu.
“Türkiye’nin ekonomik bakımdan yükselmesi, fakat aynı zamanda eskiden olduğu gibi emperyalist kapitalist devletlerin nüfuzu ve hâkimiyeti altına düşmemesi için ne yapmalıdır? Anlaşılması gereken nokta budur. Tekel bir güç işi başarmak için akla gelen çarelerin ve pratiği, en etkilisidir.” (Seçme Yazılar, sf.262)
“Gerek milliyetçi açıdan gerek işçi devrimi açısından devlet tekelinin, söylediğimiz mahsura rağmen o denli önemli yararları vardır ki, ondan vazgeçmek mümkün değildir.” (Age, sf.262)
“Toplumsal devrimin bir temenniden ibaret kalmaması için, bugünkü devlet adamlarının gerçeği olduğu gibi görmesi ve ayrıntılarla uğraşmaktan vazgeçip genel bir plana bağlı olarak ekonomimizi yükseltmeyi amaç edinmesi yeter. Siyasal devrimimizi yapmak için harcanan çaba ve cesaret bu ekonomik devrimimizi gerçekleştirebilir.” (Age, sf.212-213)
Kendi başına devlet mülkiyetinin gerçekleşmesi, sosyalizmin inşasına, toplumsal devrimin gerçekleşmesine tekabül etmediği gibi, sömürge ve yarı-sömürgelerde de emperyalist sömürünün tasfiyesine veya önlenmesine ol açmamaktadır. Gerek toplumsal devrim açısından, gerekse emperyalist ömrünün tasfiyesi ve ulusal ekonominin inşası açısından, devletin oynadığı rolün niteliğini belirleyen etken, devletin üretim araçlarını tekeli altına alarak üretimi yönetmesi değil, onun sınıf niteliğidir. Devlet iktidarı anti-emperyalist bir politika izleyen ulusal sınıfların (veya sınıfın) eline geçmedikçe, devletin ekonomiye müdahalesi hangi biçime bürünürse burunsun ve hangi boyutlarda olursa olsun, emperyalist sömürünün tasfiyesine veya önlenmesine, ulusal ekonominin inşasına yol açmaz. Devlet iktidarı, emperyalizmin sosyal temelleri olan komprador burjuvazi ve toprak ağaları veya emperyalizm yanlısı bir politika izleyen uzlaşmacı milli burjuvazinin elindeyse; devletin ekonomiye müdahalesi, ister “özel teşebbüsü teşvik etme ve destekleme” biçiminde olsun, ister üretim araçları mülkiyetini üzerine alarak üretimi doğrudan yönetme biçiminde olsun toplumsal gelişme açısından oynadığı rol, özünde bir ve aynıdır. Komprador-feodal devletlerin üretim araçlarını tekeli altına alarak, üretimi doğrudan yönetmesi halinde; ulusal ekonomi, ulusal kapitalizm değil, komprador feodal karakterde tekelci bir devlet kapitalizmi ortaya çıkarak gelişmektedir. Keza devlet iktidarının emperyalizm yanlısı bir politika izleyen uzlaşmacı milli burjuvazinin elinde olması halinde de, devletin üretim araçlarının tekelini üzerine alarak üretimi doğrudan yürütmesi, emperyalist sömürünün tasfiyesine değil, daha da yoğunlaşmasına yol açar.
Ş. Hüsnü’nün burjuva-feodal Kemalist devletin üretim araçlarını tekeli altına alarak üretimi doğrudan yönetmesi halinde emperyalist sömürünün tasfiye edilerek önleneceğine, toplumsal devrimin bir temenni olmaktan çıkacağını ileri sürmesinin temeli, devlet mülkiyetinin sosyalizme ve ulusal ekonomiye has bir olgu olarak ele almasıdır. Devlet mülkiyetinin sosyalist kolektif mülkiyet olabilmesi için, devlet iktidarının egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde olması, yani devletin sosyalist bir devlet olması gerekir. Aynı şekilde devletin üretim araçlarının tekeli altına alarak üretimi doğrudan yönetmesi, emperyalist sömürünün tasfiye edilmesine yol açması için devlet iktidarının anti-emperyalist bir politika izleyen ulusal sınıfların (veya sınıfın) elinde olması yani devletin anti-emperyalist sınıfların devleti olması gerekir. Bu, tamamen devlet mülkiyetinin niteliği ile devletin sınıf niteliğinin özünde bir ve aynı olmasından, devletin büyük fonksiyonlarının egemen sınıfın damgasını taşımasından ileri gelmektedir. Ş. Hüsnü ise aksini iddia ettiğimizle vücuda getireceğimizi sermektedir. O, “Bizim istediğimiz doğurucu ve yaratıcı alanlardaki devlet tekeli. Yani ortak iş kuvvetleri milletimiz ortak malı kılacak ekonomi ve toplum biçimiyle, dar tekelcilik anlayışı arasında büyük fark vardır. Biz Cumhuriyet hükümetine bu farkı kapattırmak için var gücümüzle mücadele edeceğiz.” (Seçme Yazılar, sf.267) diyerek proletarya ve müttefiklerine burjuva-feodal karakterde bir devlet kapitalizmi için mücadele etmeleri gerektiğini vaaz etmektedir. Onun proletaryaya gösterdiği hedef devlet iktidarını ele geçirmek değil, burjuva-feodal karakterde bir devlet kapitalizmi altında köle olarak kalmaktır.

Nisan 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑