Yeni Çözüm, Eylül sayısında “Polonya’da Kapitalist Restorasyon Süreci” başlıklı bir yazı yayınladı. Yazı şöyle başlıyor:
“Son yıllarda yaygınlaşan sosyalizmin sorunları üzerine tartışmaların Polonya’da Dayanışma’nın iktidara gelmesiyle yeni bir boyut kazanacağı hiç şüphesizdir. Tartışmaların odak noktasının da sosyalizm şartlarında kapitalist restorasyon olacağı açıktır.”
Ve Yeni Çözüm, Ekim sayısında “Sosyalizmin Sorunlarının Çözümü Sosyalizmdedir” başlıklı yazısının girişinde, sorunu Polonya’nın da ötesinde genelleştirerek görüşlerini geliştirip ayrıntılandırarak ortaya koymayı sürdürüyor, uzunca aktarıyoruz:
“Sosyalist dünyada bugün Marksist Leninist teori, ideoloji, politika, ilke, değer ve geleneklerle bağdaşmayan, Marksizm Leninizm’in önüne koyduğu yeni bir dünya hedefiyle, sınıfsız topluma ulaşma amacıyla çelişen olaylar yaşanıyor.
“Sosyalist devrimini yapmış birçok ülkenin Marksist-Leninist sağlamlıklarını, saflıklarını, yaratıcı ve devrimci ruhunu koruyamamaları, proletarya partilerinin sağa sola sapmaları sonucu sorunlar birikti ve birçok noktada sosyalizmi yıpratan tıkanıklıklar haline dönüştü. Sorun bu kadarla kalmadı. Daha kötüsü, bu çözümsüzlükler karşısında sosyalist güçlerin ve proletarya partilerinin bu tıkanıklıkları açacak formülleri ve yöntemleri, sosyalizmin dünyanın yarısına yakınında uygulanan 70 yıllık deneyimi içerisinde arayıp bulacakları yerde, daha da sağa kayarak kapitalist reçetelere yeniden başvurmakta aramalarıdır.
“Açıkçası, sosyalist dünyada, burjuva liberalizmine kapıları açan reform rüzgârları esmeye başladı. Piyasa ekonomisi, bireysel zenginleşmeye öncelik tanıma, kâr ve rekabet hırsı, maddi özendirme yöntemlerinin artışı; ‘demokratikleşme’ adına çok partililiğe, bağımsız sendikalaşmaya, burjuva parlamentarizmine dönüş yolunu açma; ‘dışa açılma’, ‘modernleşme’, ‘yeni teknolojileri getirme’ adına sosyalist ekonomiyi aç gözlü emperyalist tekellerin yatırım yapacakları kadar elverişli alanlar haline getirme çabaları, sosyalizmin tıkanıklıklarını açacak yöntemler olarak görüldü. Sosyalist değerler, ilkeler, bu kapitalist yöntemlere bulaştırıldı. Marksizm-Leninizm’in saflığı bozuldu. Sosyalist değerler yozlaşmaya, gelenekler unutulmaya başlandı. Kısacası kapitalizm bütün pisliklerini, çürüme ve kokuşmasını, bunalımının sonuçlarını bu ekonomik politik reçetelerle birlikte sosyalizme taşıdı. Ve sosyalist değerlerden çok şey alıp götüren ve liberal çözümlerde ısrarlı olundukça da götürecek olan yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, bireysel zenginleşme hırsı, lüks yaşama tutkusu ve kapitalist değerlere özenmeye gelişti.”
Aktardığımız pasajlarda teorik yaklaşım yanlışlıkları var, yanlış saptamalarda eskiye ilişkin ısrar var; bunları eleştireceğiz, sözü edilen iki yazıda eleştireceğimiz, başlıca teorik yaklaşıma ve birbiriyle çelişen görüşlere ilişkin epey şey olacak. Ama daha başlarken temel bir olguyu belirlemeliyiz: Teorik yaklaşım zaaf ve yanlışlıkları bir yana Yeni Çözüm, “sosyalizm”in ve “sosyalist dünya”nın, doğru deyişle revizyonizm ve revizyonist dünyanın sorunları karşısında devrimci bir konumdadır ve devrimci tutum almaktadır. Arkadaşların da yazdığı gibi, burjuva liberal reform rüzgârlarının estiği, Marksizm ve sosyalizmin tüm ilke, değer, teori ve pratiklerinin saldırı konusu edildiği, Türkiye’de ve dünyada bu saldırının moda olduğu ve önemli yankılar bulduğu, hemen tüm anlı-şanlı isim ve örgütlerin karşı safta yer tuttuğu koşullarda Stalin’e sahip çıkarak Batı hayranı liberal Gorbaçov’a ve revizyonizmine yönelttiği eleştirileri nedeniyle Yeni Çözüm’ün zaaflar taşısa da devrimci olan tutumu övgüye değerdir. Kimse bu söylediklerimizden yanlış sonuçlar çıkarmasın, yalnızca bir gerçeği dile getiriyoruz. Biz devrimciyiz, çeşitli grupların devrimci konum ve tutumları bizi ancak sevindirir.
Yeni Çözüm’ü çıkaranlar devrimci bir geleneğe sahipler, ayrılıklarımız var kuşkusuz, ama bugün de devrimci bir konumdalar. Ve bugün onlar, revizyonist dünya karşısında da devrimci bir tutum alıyorlar. “Çok kanatlı-çok sesli” parti savunusuyla Marksist-Leninist parti öğretisini, çok partili, burjuva parlamentarist “sosyalizm” teziyle sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü öğretisini, kapitalizmin yöntemleriyle sosyalizmin inşası teziyle sosyalist inşa öğretisini reddetmeleri beklenmezdi. Yeni Çözüm’le Ertuğrul Kürkçü, Nail Satlıgan, Sungur Savran, Aren, Aybar, TBKP, Kurtuluş, Emek Dünyası, TSİP vb. vb. arasında bir fark vardı: Yeni Çözüm bireyselleşmeyi, özel teşebbüsün geliştirilmesini, liberal yönelişi, revizyonizmi destekleyemezdi. Devrimci bir kişi ya da grup proletarya diktatörlüğünün reddi, Katoliklerin Polonya’da hükümet kurması, Macaristan’da parti ve cumhuriyetin adının bile değiştirilmesi, devrimin sembolü olarak kabul edile-gelen kızıl yıldızların her yerden sökülüp atılması, Imre Nagy’nin kahraman ilan edilmesi, çok partilileşme vb.ye destek veremezdi, kapitalizmi savunamazdı. Yeni Çözüm devrimci konumuna uygun davranmaktadır.
Şimdi Yeni Çözüm’ün doğrularıyla yanlışlarının ayrıştırılmasına ve eleştirilerimize geçelim.
Yeni Çözüm, “sosyalist”, doğrusu revizyonist dünyadaki aşırı bozulma ve Batı kapitalizmine, bireysel özel mülkiyete dayalı kapitalizme hızla yönelmenin açıkça görünür olan olgularından hareket ediyor. Bu olguları sıralıyor; Polonya’da Dayanışmanın burjuva liberal gericiliğini, ortaya koyduğu siyasal ve ekonomik programın liberalizmini, Sovyetler, Çin, Polonya, Macaristan’daki bireycilik ve bireysel özel mülkiyete geçişi, uygulayıcılarının artık açıktan savunduğu piyasa ekonomisini, AET’ye katılma tutumunu vb. hareket noktası ediniyor. Ve devrimci olanın eleştirmeden edemeyeceği, görmezden gelemeyeceği ve Kapitalist, burjuva karakterini teslim etmekten kaçınamayacağı bu olguları haklı ve yerinde bir tutumla eleştiri konusu ederek sorunu eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonunun genel eleştirisine bağlıyor.
Yeni Çözüm olgucu bir yaklaşımla eski sosyalist ülkelerdeki kapitalist restorasyonu geç bir tarihte, açıktan Batı kapitalizminin, bireysel özel mülkiyete dayanan kapitalizmin olgu ve görünümlerinin ayan beyan gözler önünde olduğu günümüzde başlatmaktadır. Öncesini, örneğin Polonya’da 30’u aşkın yıl önce Gomulka ile başlayan süreci, Sovyetler Birliği’nde Kruşçev ile birlikte başlayan süreci, kapitalizmin restorasyonu süreci değil ona “zemin” hazırlanması olarak değerlendirmektedir:
“… kapitalist restorasyonun iki temel alanda, üst yapı ve alt yapıda birden gerçekleştirilmesini talep eden bir programla karşı karşıya kalan Polonya sosyalizmi, sonunda ne yazık ki, kapitalist restorasyonu hareketine teslim olmuştur. Üstelik bu taleplerin gereklerini daha Dayanışma iktidara geçmeden yerine getirmeye bile başlamıştır. Polonya yönetiminin son aylarda uygulamaya soktuğu ekonomik ve siyasi kararlar Dayanışma’nın iktidara gelmesine tam anlamıyla zemin hazırlamıştır.” (Y. Çözüm, Eylül)
Arkadaşlar örneğin Polonya’nın daha önceki dönemlerini de, Gomulka ve Gierek dönemlerini de aynı şekilde değerlendiriyorlar. Restorasyonun kendisi değil, onun önünün açılması, zemininin hazırlanması olarak:
“… Gomulka’nın geriye doğru adımlar atmasıyla sorunlar bitmemiştir, tersine daha da ağırlaşmıştır.”
“Gierek döneminin başlaması ekonomizme saplanan komünist partisinin kapitalist restorasyonun önünü biraz daha düzlemesi anlamına geliyordu.” (Y. Çözüm, Eylül)
Sorun, yalnızca eski bir sürecin tartışılmasından ibaret olsa, bir tarih tartışması olarak eski sosyalist ülkelerde kapitalist restorasyonun ne zaman başladığı ve hatta hangi özellikler taşıyarak başladığı şeklinde bir içerikle sınırlı kalsa, bugünü ve önemlisi geleceği ilgilendirmese, bu tartışmayı ve eleştirilerimizi sürdürmek yanlısı olmazdık. Ancak sorun bugünü ilgilendirdiği gibi, geleceği, sorunun çözümünü, savunulması gerekli alternatifin ne ve hangisi olacağını, olması gerektiğini de ilgilendiriyor.
Yeni Çözüm’ün Gorbaçov revizyonizmi ve onun geliştirdiği kapitalizme karşı çıkmada devrimci bir konumda olduğunu belirtmiştik. Ancak “biz demiştik, arkadaşlar dediğimize geldiler” demiyoruz. Hayır, Yeni çözüm, bizim bulunduğumuz noktada değil. Revizyonizme yönelik eski eleştirilerini -geliştirip derinleştirerek- sürdürüyor, eleştirilerini geliştirmesinin faktörü eski sosyalist ülkelerdeki son gelişmelerdir, başlıca kolektif mülkiyet biçimlerine dayanan kapitalizmin, devlet kapitalizminin özel bireysel mülkiyet biçimlerine dayanan sıradan kapitalizme, Batı’da örneği görülen klasik kapitalizme dönüşmesi yönündeki gelişmelerdir, bunun siyasal-kültürel üst yapıdaki, ideolojik hayattaki liberal yansımalarıdır. Ve Y. Çözüm bu gelişmeleri de eleştiriyor. Ancak o örneğin bizim tarafımızdan “hala sosyal emperyalizm teorisinin savunulmasını anlamsız bulma”ya varıncaya kadar, eski sosyalist ülkeler gerçeğinin yorumlanmasından ve bu ülkeler gerçeğinin ve gelişme sürecinin teorik ele alınışında bizden ve doğru olduğunu düşündüğümüz yaklaşımdan uzaktadır. Yalnızca bir yönüyle öteden beri söyleye-geldiklerimizin doğrulanmakta olduğundan söz edilebilir: daha çok birlik tartışmalarındaki bir tutumdu; 80 öncesi sosyal emperyalizme karşı çıkmak anti-faşist birliğin bir koşulu olarak dayatılmıyor, emperyalizme, tekellere karşı çıkmanın yeterli olduğu, sosyal emperyalistlerin emperyalistliği, Sovyet tekellerinin kapitalist niteliği kendini açıkça ortaya koyup görünür oldukça ya da somut bir düşman olarak Türkiyeli devrimcilerin karşısına çıktıkça, emperyalizme ve tekellere karşı olanların, bunlara da karşı çıkmak durumunda olacakları söyleniyordu. Teorik bir kabul üzerinde ısrar edilmiyor, tartışmalar sürdürülmekle birlikte, sorun sosyal pratiğe, olguların açılıp serpilmesine, kendilerini belirgin biçimde ortaya koyusuna bırakılıyordu. Emperyalizme ve tekellere karşı olanların, devrimcilerin Sovyet ekonomisinin kapitalist niteliğinin teorik olarak kavradıkça ya da pratikte gördükçe, ona karşı çıkacağı varsayılıyordu. Gorbaçov’la birlikte içine girilen süreç Sovyet kapitalizminin çeşitli yönlerini yadsınamayacak olgularla ortaya koydukça, devrimciler, Yeni Çözüm, pratik bir olgu olarak kapitalizmin restorasyonunu eleştirmeye başladı. Olgular kendilerini dayatıyordu. Ve devrimcinin eleştirmek ve mücadele etmekten başka yolu yoktu.
Yeni Çözüm’ün iki zaafı, olguların bugünkü belirginliğiyle henüz ortaya çıkmadığı, sorunun görece karmaşık olduğu, teorik çözümlemenin önem kazandığı, bunun için de ideolojik saflık ve uyanıklığın belirleyici olduğu dönemde, eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonu sorununu teorik olarak çözümlemekte yetersiz kalması ve ikincisi, bu zaafının bugün de önemli ölçüde sürdüğünü göstermek üzere, kapitalist restorasyonu Gorbaçov sonrası inkar edilmeyecek kapitalist olgu ve görünümlerin ortaya çıkmasına ağlı olarak, bu olgulardan hareketle ve kuşkusuz gecikmiş bir restorasyon olarak açıklamaya yönelmesidir.
Bu zaaflara yol. açan iki teorik yanılgı şunlardır: Üst yapı ile alt yapı arasındaki ilişkiler ve ikisinin birbirinden kopmazlığı üzerine, birinden birini küçümsemenin neden olacağı olumsuz sonuçlar üzerine yazmalarına rağmen Yeni Çözüm’e yazanlar, sosyalizmde üst yapının, ideolojinin, politikanın, partinin, onun Marksist-Leninist ilke, değer ve görüşlere sahip olup olmamasının, partinin Marksist ya da revizyonist bir çizgiye sahip olmasının, üst yapının temel öğesi olan devletin bürokratik militarist bir aygıt olarak mı yoksa silahlı işçi ve köylülerin örgütlenmesi olarak mı var olduğunun önemini küçümsüyorlar. Aslında genel teorik konuşta bu sorunların önemini pek de küçümsemiyorlar; soyut olarak önemlerini vurguluyorlar, örneğin parti öğretisini hemen hemen tamamıyla doğru olarak savunuyorlar, (yeni sömürgelere özgü parti özgünleştirmesi dışında ki bunda da silahlı mücadelenin her koşulda temelliği ve Lenin’in “Bir Yoldaşa Mektup’taki genel kuramsal koyusunu savunmayı dogmatizm olarak niteleme bir yana, kökten bir yanlışlık içinde değiller), partinin tekliği ve önder rolünü önemle ortaya koyuyorlar, proletarya diktatörlüğü öğretisini kabul etmeden
Marksist olunamayacağını söylüyorlar, şunları yazıyorlar örneğin:
“Proletarya diktatörlüğü Marksizm-Leninizm’in temelini oluşturur. Marksizm-Leninizm’den bu teori çekip alındı mı Marksizm Leninizm çöker. Ve proletarya diktatörlüğünü kabul etmeyen bir ‘Marksizm’ Marksizm’den başka her şeydir. Ancak sınıflar mücadelesin kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğüne kadar götürenler Marksist’tir. Dolayısıyla hem proletarya diktatörlüğünü yadsıyan, hem de sosyalistliği kimseye bırakmayanlarla tartışma, sosyalizmi sosyalizm yapacak çözümlerin tartışıldığı Marksistler arası bir tartışma değildir.” (Y. Çözüm. Ekim)
Bu pasajda söylenenlere kelimesi kelimesine katılıyoruz. Söylenenler tümüyle doğru. Ama burada söylenenleri, Gorbaçov’la O’nun revizyonist Sovyetler’ine, Polonya’ya, Macaristan’a, bu ülkelerde kapitalizmin restorasyonu tartışmalarına uygulamak gerekiyor.
Gorbaçov’un ve hele Polonyalı ve Macar revizyonistlerin proletarya diktatörlüğü konusundaki görüşleri biliniyor. Bu durumda Gorbaçov’la Polonyalı ve Macar revizyonistlerin, Çinlilerin ve diğerlerinin Marksist olmadıkları konusunda Yeni Çözüm’le anlaşma halinde olmalıyız. Onlarla tartışmanın Marksistler arası bir tartışma olmadığı ve yine onlarla sosyalist çözümlerin tartışılmayacağı konusunda da anlaşma halinde olmalıyız. Ama Yeni Çözüm’ün Eylül ve Ekim sayılarındaki anılan yazılarda Sovyetler, Polonya, Macaristan, Çin… tümü sosyalist ülkeler olarak nitelendiriliyor. Katolik başbakanlı Polonya ve Stalin’den sonra Lenin’in de Heykellerini kaldıran (bkz. Sabah, 25 Ekim 89, s.12), adından “halk” sözcüğünü bile çıkararak, ülkede kızıl yıldız bırakmayan, partinin feshedildiği Macaristan bile hala sosyalist sayılıyor. Y. Çözüm, “Polonya, Macaristan, Çin, Sovyetler Birliği, henüz hiç biri kaybedilmiş değil” diyor. Anlayabiliyoruz: Y. Çözüm restorasyonun bir günlük bir iş değil, süreç olduğu düşüncesinde, bu doğrudur da. Ama süreç bugün başlamıyor ki! Bu süreç örneğin Macaristan’da partinin feshedildiği gün başlamış kabul edilirse, bu, sonu bile başlangıç kabul etmenin çok ötesindedir. Orada süreç çoktan tamamlandı, şimdi Macaristan yeni bir süreci yaşıyor, üzerinde de süs olarak duran “sosyal”lik ve “halk” içinlik yüklerinden de kurtuluyor, O’nu artık “sosyal’li sıfatlarla tanımlamak da gerekmiyor, liberalleşiyor, revizyonizmi bile terk etme sürecinde, dolaysızca burjuvalaşıyor, batılılaşıyor. Yeni süreç, bu. Ama bu, kapitalizmin restorasyonu sürecinin devamı bir yeni süreçtir, batılılaşma, kapitalizmin özel bireysel mülkiyet temellerine oturma sürecidir. Son gelişmelerle ortaya çıkan olgular restorasyon sürecinin başlangıcını belirten olgular olarak kabul edilirse, sorun açıklanamaz olur.
Proletarya diktatörlüğü savunulmadan Marksist olunamaz doğrusu, Macaristan hala sosyalist varsayılırsa anlamsızlasın Adamlar kendileri Macaristan’ın bir proletarya diktatörlüğü devleti olmadığını açıklıyorlar ve onu çağrıştıracak en küçük bir belirti ve görüntüyü bile söküp parçalıyorlar; ülkede birden çok parti var ve bir burjuva parlamento kuruldu, partinin önder rolü reddedildi, adı komünist olan parti feshedildi, artık partiler fabrikalarda örgütlenemeyecekler, bu yasallaştırıldı. Macaristan’da hala proletarya diktatörlüğü mü var? Varsa, kim uyguluyor? Aracı olan parti yok, Sovyetlerin yerini burjuva bir parlamento almış, teorik olarak bile savunanı yok, pratikte zaten kimse savunmuyor, bu durumda proletarya diktatörlüğü kime dayanıyor? Egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya demek proletarya diktatörlüğü. Peki, proletarya egemen sınıf olarak nasıl örgütlü? Partisi bile yok. İktidar organı Sovyetler yok. Bugün Macaristan’da proletarya örgütlü bile değil, bir siyasal örgütü bile yok. Bırakalım egemen sınıf olarak örgütlenmeyi, egemen olmayan bir sınıf olarak bile örgütlü değil Macaristan işçileri. Orada proletarya diktatörlüğünden söz edilebilir mi? Macaristan’da artık proletarya diktatörlüğü teorisi çarpıtılmakla, üstü açık ya da kapalı reddedilmekle kalmıyor, iş bu noktayı aştı çoktan, tüm olguların gösterdiği gibi pratik olarak da tümüyle ortadan kaldırılmış durumda. Ve hala “Macaristan kaybedilmedi” demek doğru olur mu? Kaybedildiği demek için teorik olarak “sosyal emperyalizm” tezini kabul etmek de gerekmiyor. Olgular yeterli. Pratik bunu kanıtlıyor.
Ya Polonya… Katolik başbakanlı, çok partili, parlamentolu proletarya diktatörlüğü olur mu? Yeni Çözüm olmaz diyor: “Proletaryanın sosyalizmde iktidarı hiçbir parti ile paylaşamayacağı gerçeğine karşın çok partililiği savunmak; proletarya demokrasisine değil, burjuva demokrasisine doğru adım atmaktır.” Ama Polonya’da iş çok partililiği savunmakla da kalmıyor, çok partililik fiilen uygulanıyor ve kendisini liberal, dinci, sosyal demokrat akımları içinde barındıran bir siyasal güç olarak tanımlayan Dayanışma’nın hükümeti var Polonya’da, başında bir dinciyle. Katolik başbakanıyla Dayanışma mı uyguluyor proletarya diktatörlüğünü? Proletarya egemen sınıf olarak nerede örgütlü? Muhalefette mi? Ama muhalefette egemen sınıf olarak örgütlenilemez. Muhalefetteysen egemen değilsin demektir. Süreç mi? Henüz hükümete rağmen devlet organları egemen sınıf olarak örgütlü olan proletaryanın elinde mi? Nerede? Nerede örgütlü Polonya proletaryası? Orduda mı? Başka güç merkezlerinde mi? Bürokraside mi? Ama proletarya diktatörlüğü militarizm ve bürokrasi demek değil ki. Partisi önderliğinde, iktidarı, onun organı Sovyetlerde elinde tutan silahlı işçilerin örgütlülüğüdür proletarya diktatörlüğü. Yeni Çözüm savunduğu proletarya diktatörlüğü öğretisi uyarınca Macaristan ve Polonya’yı proletarya diktatörlüğü devleti ve dolayısıyla sosyalist ülke olarak görmemelidir, görmemesi gerekir. Aksi durumda bir çelişki ortaya çıkacaktır.
Bugün artık olgular da Macaristan ve Polonya’nın -daha henüz Sovyetler Birliği’nde işler bu ikisinde olduğu kadar olgusal olarak ayan beyan görünür olmadığından, O’nun adını anmadık- sosyalist olmadığını gösteriyor. Yeni Çözüm proletarya diktatörlüğü olmadan bu ülkelerin sosyalist olduklarını söyleyemeyecektir. Ama neden hala sosyalist diyor? Bunu açıklamak pek kolay değil.
Yeni Çözüm pek uzak olmayan bir gelecekte bu ülkelere sosyalist demekten vazgeçecektir. Onun bunu demesi için bir kaç yeni olgunun daha ortaya çıkması yetecektir. Çünkü genel yaklaşımı bunu ortaya koymaktadır. Daha uzun süre 6u ülkeleri sosyalist ülkeler olarak tanımı kendisiyle çelişmesi demek olacaktır. Yeni Çözüm, Avusturya’dan pek farklı olmayan Macaristan’a daha uzun süre sosyalist de-meye devam edemez. Etmeyecektir.
Bizim ona eleştirimiz ya da kapitalist restorasyon sorununda Yeni Çözüm’ün teorik yanılgısını sosyalist ülkelerde üst yapının, ideoloji ve politikanın, partinin rolünü, aksini yazmasına rağmen pratikte küçümsemesidir. Y. Çözüm genel olarak yazdıklarında doğru şeyler yazıyor: “Sosyalizmi yaratacak, koruyacak olan parti ve onunla bütünleşmiş kitlelerdir. Burada kültür devriminin sosyalizm koşullarında, proletarya diktatörlüğü altında insanları dönüştürmek ve yüzlerce yıllık geçmişin gerici, bireyci ve yoz ilişkilerinden, alışkanlık ve düşüncelerinden kurtarmak, kapitalizmden zorunlu miras kalan üretim ilişkilerinin yerine kolektif üretim ilişkilerini geçirip üretim güçlerini geliştirmesinin önemi ortaya çıkıyor. Burada insanları kapitalizmin hastalıklarından kurtarmanın ve yeni bir kalıba dökmenin, üretici güçleri geliştirecek dinamiğin en çok üretim ilişkileri olduğu gerçeğinin, ama her şeyden önce sosyalist insanın ve proletarya diktatörlüğünün motor gücü partinin, her dönem kitleleri bu dönüşümleri sağlayacak şekilde harekete geçirecek doğru bir politikaya sahip olmasının zorunlu olduğu anlaşılıyor.” Burada yazılanlara da tümüyle katılıyoruz. Önce aktardığımız Yeni Çözüm’ün proletarya diktatörlüğünü savunmadan Marksist olunamaz yönündeki doğru düşüncesiyle birlikte ele alındığında şu sonuca varmak mümkün arkadaşların yazdıklarından: proletarya diktatörlüğünü savunmayan ve dolayısıyla Marksist olmayan bir partinin sosyalizmin inşasında ve yeni sosyalist insanı yaratmada, sosyalist üretici güçlen geliştirmede kitleleri sürüklemesi ve sosyalizm yolunda yürümesi mümkün değildir. Parti bu amaçlara ulaşmak ve sınıfsız toplum hedefine yürümek için zorunlu olarak doğru politikalara sahip olmalıdır. Ve doğal ki en başta da proletarya diktatörlüğü öğretisini savunmalıdır.
Peki, biz neden sosyal emperyalizm teorisini savunduk, Sovyetler Birliği’ni sosyal emperyalist, kapitalist bir ülke olarak niteledik, kehanette mi bulunduk, eski sosyalist ülkelerde bugün yaşanmakta olanları artık devrimci olan hiç kimsenin reddedemeyeceği olgularla ortaya çıkan kapitalist gelişmeyi nasıl öngördük? İki basit gerçekten hareket ettik. Birincisi, doğru politikalardan sapan, proletarya diktatörlüğünü savunmayan, Marksizm’in tüm temel tez ve öğretilerini reddeden, Proletarya diktatörlüğü yerine “bütün halkın devleti”ni, “barış içinde bir arada yaşama” adına dışta emperyalizmle uzlaşma ve işbirliğini, “barış içinde yarışla dışta emperyalistlerle” rekabet ve içte “üretici güçler” teorisine uygun olarak sınıf mücadelesinden koparılmış, sosyalist amaçlarından uzaklaştırılmış bir ekonomik gelişmeyi, “barışçıl geçişle devrimlerin reddini, enternasyonalizme ihaneti vb vb. savunan partilerin Marksist olamayacakları, bu partilerin proletarya diktatörlüğünün aracı ve yönetici gücü olmalarının olanaksız olduğu ve Marksist politikalar izlenmeden işçi ve emekçi kitlelerin böyle partiler tarafından ve onlar içinde egemen sınıf olarak örgütlenemeyecekleri ve proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenemediği ülkelerin sosyalist ülkeler olarak nitelendirilmesinin olanaksızlığı düşüncelerinden hareketle teorik olarak kapitalist restorasyon görüşüne vardık. İkincisi, ekonomiye ve üretim ilişkilerine ilişkin revizyonist yaklaşımlar ve bunların uygulanmasıyla ortaya çıkan olgulardan hareketle bu ülkelerde kapitalist restorasyonun baş gösterdiğini ortaya koyduk.
Doğru politikalar izlenmeden, doğru bir ideolojik hatta sahip olmadan, sınıf çıkarlarının gerektiği yokla yürünemezdi, sınıf sosyalist inşa ve yeni insanın yaratılması yolunda harekete geçirilemezdi, proletarya diktatörlüğü öğretisi savunulup uygulanmadan ne Marksist olunabilirdi, ne sosyalizm yolunda yürünebilirdi, savunulup uygulanan proletarya diktatörlüğü olmayınca bir ülke sosyalist olamazdı. Proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi eğer teoride reddediliyorsa, pratikte sınıfın egemen sınıf olarak örgütlenmesi ve bu örgütlenmesinin sürmesi olanaksızdı ve ne birden fazla Marksizm vardı ne de proletaryanın Marksizm’den başka yol göstericisi ve sınıf çıkarlarının ifadesi. Proletarya Marksist bir parti içinde örgütlü değilse kendi diktatörlüğünü sürdüremez, partisinin önderliği olmadan diktatörlüğünü gerçekleştiremez ve sosyalizm yolunda yürüyemezdi. Doğru politikalar, Marksist politikalar proletaryanın sınıf çıkarlarını yansıtır, yanlış politikalar, revizyonist politikalar ise bu çıkarları yansıtmazdı, bu politikaların proletarya dışında başka sınıf temellerinin olması kaçınılmazdı, çünkü hiç bir politika, hiç bir ideolojik tutum maddi bir temele, bir sınıf temeline sahip olmazlık edemezdi. Ve eğer proletaryanın politikaları, Marksist politikalar, bizzat silahlı işçiler tarafından uygulanmıyorsa, iktidarda bir başka güç, bir başka sınıf var demekti. Bu sınıf hangisiydi?
Herhangi bir parti geçici olarak yanlış politikalar da uygulayabilirdi. Evet bu mümkündü. Ama birincisi, bu yanlışlık, bir “yanlışlıklar” sistem) oluşturamazdı. Sistemli bir yanlışlık, bir başka çizgi, değişik bir sınıf temeline sahip başka bir sınıf çizgisi, değişik bir ideolojik-politîk sistem demekti. Marksizm dışı bir sistem ise proletaryanın olamazdı. Sosyalist bir ideolojik-politik sistem, Marksist bir çizgi olmadan sosyalist üretim ilişkileri geliştirilemezdi, geliştirilmiş olanlar korunamazdı, yerinde bile sayamazdı, bu ilişkilerde tahribat, sosyalist ilişkilerin bozulması ve giderek parçalanıp yıkılması kaçınılmazdı.
Burada ikinci gerçeğe geliyoruz. Üretim ilişkilerine ilişkin revizyonist politikalar ve revizyonist politikaların üretim ilişkilerinde yol açtığı tahribat ve bozulmalar. Kruşçev’le birlikte sosyalist inşanın temel düzenleyicisi ve sosyalist ekonominin ayırt edici bir özelliği olan merkezi planlama işlevsizleştirildi, işletmelere özerklik tanıyarak, işletme müdürlerinin karar verme yetkileri merkezi planı ilgilendiren boyutlara taşınarak. Bu, her işletmenin kendi özgülünde ve kendi (yani yöneticilerinin) çıkarları temelinde kararlar alması, üretim sürecine gittikçe bağımsızlıkları artarak ve başka inletmelerle rekabet içinde, başkaları karşısında kendi kârlarını gerçekleştirmeye ve artırmaya yönelerek katılmaları demekti. İki anlamı vardı: işletmeler piyasaya açılıyordu, piyasa koşulları işletmelerin üretimlerini ve satışlarını önce etkiler ve giderek belirler oluyordu, bu, ürünlerin ve işgücünün metalaşması ve kâr ilkesinin düzenleyici rol oynaması anlamına geliyordu. Ve ikinci anlamı, sosyalist kolektif mülkiyetin grup mülkiyetine, “özyönetimci” ya da başka kılıflar altında sunulan ayrı ayrı işletme vb. mülkiyetine (kuşkusuz karar yetkisine sahip müdür, bürokrat, teknokrat vb mülkiyetine -önceleri zillyetliğine-) dönüştürülme yönünde bozulmasıydı. Kolektif sosyalist mülkiyetin dağıtılması politikası, yalnızca kâr ilkesi, piyasa ekonomisi ve işletme özerkliğinin geliştirilmesini öngören Liberman reformları aracılığıyla yürütülmedi; Kruşçev işbaşına geldiğinin ikinci yılı, 1957’de tarımda devlet mülkiyetini darbeleyen ve tarımı yönlendirici temel bir mekanizmadan yoksun bırakan önemli bir adım atarak sosyalist mülkiyetteki makine traktör istasyonlarını dağıttı, bu temel üretim araçlarında devlet mülkiyetine son vererek onları kolhozlara aktardı. Kolhozlar ise zaten grup mülkiyeti birimleriydi ve ekonominin genelindeki özerklik artırımı, piyasa koşulları, kâr ilkesi ve rekabet onlar açısından daha da geçerli ve etkili oldu. Maddi teşvik, primler vb. işgücünün metalaşmasında bir kaldıraç rolü oynadı.
Bu ve benzeri ekonomik politikalar ve üretim ilişkilerindeki bozulmalar kapitalist restorasyon teorisinin gelişmesinde bir diğer hareket noktası oldu.
Henüz başlarda, Gorbaçov öncesi Batı kapitalizmi yönünde ilerleme açıkça görüntüleriyle ortaya çıkmadığından, sosyalist ilişkilerin bozulmasıyla eski sosyalist ülkeler ekonomileri başlıca devlet mülkiyeti ve grup mülkiyetine dayandığından bu ülkeler açısından dana çok devletin niteliği sorunu önem kazanıyordu. Devletin ve izlenen politikaların sınıf niteliği. Proletarya diktatörlüğünü ve herhangi bir temel Marksist ilke, tez ve öğretiyi savunmayan, kâr ilkesini, piyasa ekonomisini, merkezi planlamadan uzaklaşmayı ve onun düzenleyici rolünü yok etmeyi, kolektif sosyalist mülkiyeti çözmeyi ve dağıtmayı öngörüp gerçekleştiren, Marksist olmayan bir partinin yönetimindeki, proletaryanın egemen sınıf olmaktan çıktığı bir devletin sınıf niteliği ne olabilirdi? “Revizyonizm son tahlilde burjuva ideolojisidir” tartışmaları bu temelde ortaya çıktı. Tüm bu Marksist olmayan politikalar ve Marksizm’den uzak devlet proletaryanın olamazdı, ama henüz Gorbaçov sonrası olduğu gibi açık burjuva kategori ve normlar da belirgin olarak ortaya çıkmamıştı. Proletaryanın olmayan devlet, burjuvazinindi ama henüz burjuvazi Batı burjuvazisinden farklıydı. Çünkü eski sosyalist ülkelerde kapitalizm doğal gelişme yolunu izlemiyordu, feodalizmin bağrından çıkıp gelmiyordu. Sosyalist ülkelerde, sona ermekten uzak “sosyalizm mi kapitalizm mi” çatışması sosyalizm aleyhine gelişip sonuçlanıyor ve kapitalizm, bir kez sosyalizmin inşasına girişilmiş ülkelerde yeniden ortaya çıkıyor, bir restorasyon gerçekleşiyordu. Bu sürecin özellikleri olacaktı. Sosyalist biçimler altında, sosyalizmin kalıntılarının bir süre yaşayacağı, örneğin merkezi planlamanın hemen bir gecede ortadan kalkamayacağı bir kapitalist süreçti başlayıp gelişen. Önemli ölçüde kolektif kapitalizm olarak gelişti, devlet kapitalizmi olarak var oldu. Ama mülkiyetin kolektif kapitalist karakterinden, merkezi planlamanın işlevsizleşmesine rağmen biçimsel olarak sürmesine dek uzanan sosyalizmin biçimsel kalıntıları sorunu karmaşıklaştırdı, gelişmenin ve bu ülkelerin niteliğinin kolaylıkla görülebilmesini engelledi. Bunda, revizyonizmin Demagojisi ve yarattığı ideolojik bulanıklığın da rolü oldu.
Yeni Çözüm’ün kapitalist restorasyon sorununa yaklaşımında ikinci teorik yanılgısı da bu noktadadır. Arkadaşlar kapitalizm denince yalnızca Batı türü bireysel özel mülkiyete dayalı kapitalizmi anlıyorlar, devlet kapitalizmini, bu, hele eski sosyalist ülkelerde doğal olarak kalıntı sosyalist biçimlerle bezenmiş ve üstü örtülmüşse tanımlamıyor ve kapitalist restorasyonu devlet kapitalizmine yerini bırakmak üzere sosyalist mülkiyet ilişkilerinin dağıtılmasıyla değil, açık burjuva özel bireysel mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkmasıyla başlatıyorlar.
Alt yapıda özel bireysel mülkiyet ilişkileri olgusal olarak görünür olmadan, partiyi revizyonizm ele geçirmiş olsa da, revizyonistler proletarya diktatörlüğünü savunmasa ve çok partililiğe varana dek sistemli anti-Marksist tezlerle, sosyalist mülkiyete yönelik saldırılarla Marksizm’e ve sosyalizme saldırsalar da, saldırılarda bulunanları revizyonistlikle eleştirmekle yetiniyor, ama onlara komünist, yönetimlerinde oldukları ülkelere de sosyalist demeye devam ediyorlar. Yeni Çözüm Eylül sayısında Polonyalı revizyonistler Dayanışma hükümetine, kapitalist restorasyona zemin hazırlamakla öylesine sert eleştiriliyor ki, bu revizyonistlere komünist dememek gerekiyor artık. Ama Y. Çözüm aynı yazıda sürekli “Polonyalı komünistler” öznesini ya da terminolojisini kullanıyor. Diğer şeyler bir yana, proletarya diktatörlüğünü savunmayanın Marksist olamayacağını Y. Çözüm’ün kendisi söylüyor. Marksist olmayan komünist yoktur ve olmaz kuşkusuz. Aksi halde “çok kanatlı”, partici, “çoğulcu sosyalizm’ci bizdeki sahte “birlikçiler” de komünist olmak gerekir. Onlar birden çok Marksizm yorumu olabileceğini ve bu farklı yorumu yapanların tümünün komünist olduklarını söylüyor, proletarya diktatörlüğünü reddetmelerine rağmen kendilerini komünist varsayıyorlar. Ama ne “bizimkiler” ne de Polonyalı revizyonistler komünisttirler. Yeni Çözüm genel tutumunu reddetmeden “bizimkilere” komünist diyemez, demiyor, Polonyalılara da dememelidir. Bu kendi kendini inkâr olur.
Yeni Çözüm iki hatalı teorik yaklaşımdan hareketle ortaya koyduğu kapitalist restorasyon teziyle eski sosyalist ülkeler gerçeğini açıklamakta çelişkilere düşüyor, zorlanıyor.
Y. Çözüm, “Gorbaçov’un… ekonomik, politik reformlarla kapitalist unsurları sosyalizme yamamasını, “aynı yoldan daha önce yürümeye başlayan Deng’in piyasa ekonomisi(ni) ve bireysel zenginleşmeyi toplumsal zenginleşmenin önüne koyması”nı, “Çin’in kapılarını emperyalistlere ardına kadar açması”nı olgusal olarak saptıyor ve eleştiriyor, ancak bu politikaları izleyenlerin Marksist ve komünist olmadıklarını, bu tür revizyonistlerin yönetimindeki, onların özel mülkiyetçi, piyasa ekonomisi ve kâr ilkesini yerleştirici, merkezi planlamayı yok eden, çok partili çoğulcu pratik uygulamalarıyla “sosyalizmlerinin sosyalizm olmadığını, kapitalizm olduğunu söylemiyor. Bu revizyonistlerin Marksist olmaması, başında oldukları ve kapitalizmi tüm yönleriyle ve hem de artık yasalaştırarak pratik olarak uygulamaya koydukları ülkelerin sosyalist olmaktan çıkması için daha ne gerekiyor?
Y. Çözüm, “sosyalizmin sorunları kapitalist yöntemlerle çözümlenemez” diyor, doğrudur. Ama eğer sorunların çözümünde kapitalist yöntemler kullanılıyorsa, ki kullanıldığını o da söylüyor, bu yöntemleri kullananlar kimler olabilir, sosyalistler mi revizyonist burjuvalar mı; ve kapitalist yöntemlerin, öyle arızi, yanlışlıkla gelip geçici ve belirli bir alana özgü olarak değil de genel, tüm ülke ve sektörleri kapsayan sistemli bir uygulaması söz konusuysa, bu politika ve uygulamalar hukuksal olarak kesinleştirilip yasalara bağlanmışsa bunlarla çözümlenmeye çalışılan sorunlar neyin sorunlarıdır? Sosyalizmin mi kapitalizmin mi? “… sorunların çözümünde sosyalistlerin kapitalizmden alacakları bir şey yoktur, olmamalıdır da” diyor arkadaşlar, katılıyoruz, ama ya oluyorsa? Bu durumda her şeylerini kapitalizmden alanların sosyalistliği kalır mı, bu yöntemlerin genel bir uygulama alanı haline getirilen ülkeler hala sosyalist olabilir mi? Arkadaşlar kalabileceği ve olabileceği düşüncesindeler, kapitalist restorasyonu bir süreç olarak görüyor ve henüz sonuçlanmadığını varsayıyorlar; “Marksist Leninist politikalar terk edilerek sosyalizm dışı yöntemlerle sosyalizmin sorunlarına çözüm aramak, bir ülke Marksist-Leninistlerini ancak sosyalizm imajını olumsuzlaştırmaya götürür” diyorlar. Ama revizyonistler sosyalizm “imajını” çoktan olumsuzlaştırdılar, Polonya’da işçiler Sovyetlerde tüm ulus ve milliyetler, tüm eski sosyalist ülkelerdeki emekçiler onlar sayesinde sosyalizmden nefret etmeye koyuldular, bu durum revizyonistlerin bu tahribatı Marksistlerin önüne dev bir sorun koydu, gerçek sosyalizmi yeniden işçi ve emekçilere götürmek, onları yeniden kazanmak sorununu.
Artık olan, “imajın” değil, doğrudan nesnenin olumsuzlaştırılmasıdır, sorun, olumsuzlaştırılan imaj değil, yok edilen nesne sorunudur, bu ülkelerde sosyalizmin nesnesi yok edilmiştir. Özel mülkiyetçi sosyalizm olur mu? Revizyonistler henüz şimdilik olabileceğini ve olduğunu ileri sürüyor, özel mülkiyetçi kapitalizmi bile sosyalizm olarak sunuyorlar. Macaristan ve Polonya’da bu sınır aşıldı, artık sosyalizm lafı dahi edilmiyor, artık sosyalist olunmadığı açıklanıyor. Piyasacı özel mülkiyetçi, kârı hareket ettirici dürtü olarak yerleştirilen revizyonistlerin demagojilerini açığa çıkarmak, iddialarının doğruluğunu kabullenmemek gerektiği gibi, sosyalizmle bir ilgileri kalmadığını açıklayan örneğin Macarlara zorla “hayır sosyalistsiniz” diye de ısrar etmemek gerekiyor.
Hayır, revizyonistler kapitalist yöntemlerle “sosyalizmin sorunlarını” çözmeye çalışmıyorlar. Onlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Bu yöntemleri kullanarak çözümlemeye çalıştıkları kapitalizmin sorunlarıdır ve başka türlüsü de olanaklı değildir. Aksi durumda Gorbaçov’un ve diğerlerinin masum hatalar yapmakta olduklarını düşünmek gerekecektir. Ama bu olur mu? Sorun, Stalin zamanında görülebilen örneğin pamuk fiyatının ya da un ile ekmeğin göreceli fiyatlarının yanlış saptanması gibi özel, tekil ve önemsiz, genel doğrular çerçevesinde çözümlenebilecek, düzeltilebilecek hatalar sorunu değil. Sistem sorunu. Genel bir sorun. Tüm sektörleri, tüm ülkeyi kapsıyor. Ülke ekonomisi kâr ilkesi temelinde, piyasa koşulları çerçevesinde işliyor. Revizyonizm, Kruşcev’den bu yana bunu “başardı”, bu “başarıları” “hata” olarak görülebilir mi? Y. Çözüm, “sosyalistler hatalarından kurtulmak ve eksikliklerini kapatmak için sosyalist dünyadaki tüm deneyleri, değişmeleri eleştirel bir gözle incelemelidirler” diyor. Bu, bizler için söz konusu olabilir, revizyonistler için, Gorbaçov ve Deng için değil. Ne “hata”sı? Gorbaçov ve Deng’in yaptıkları hata olarak görülebilir mi? Eğer “hata”dan söz edilecekse, onların tüm tutumları hatalıdır, hayatları, tüm uygulamaları hatadır, doğru olan bir yanları yoktur. Ve sınıfların çarpışma alanı, sınıf mücadelesi hata kabul etmez, hatalarla açıklanamaz. Her “hata”nın bir maddi temeli, sınıfsal dayanağı olması kaçınılmazdır. Özel mülkiyetçiliğin, piyasacılığın, karalığın madde temeli ise kapitalizmdir; sınıfsal dayanağı proletarya olamaz, burjuvazidir, bürokrat-teknokrat ya da sıradan burjuvazi.
Şunu söyleme sorunu tersine koymaktır: “Kapitalist dünyadan alınan yöntemlerle sosyalist ilerlemenin önündeki engellerin aşılacağı sanılırken, yeni engellerle karşılaşıldı.” Hayır, arkadaşlar, Gorbaçov ve diğerleri kapitalist yöntemleri uygulamaya koyarlark1 en, kesinlikle “sosyalist ilerlemenin önündeki engelleri” aşacaklarını sanmıyorlardı. Onlar bu derece ne, yaptığını bilmeyen, partiyi ve ülkeyi kimin için ve ne için yönettiklerini bilmeyen ve yönetime hasbelkader gelmiş mecnunlar değillerdir. Eski sosyalist ülkelerde amansız bir sınıf çatışması yaşandı ve bir taraf üstünlük sağlayarak bir yola girildi, bu yola uygun yöneticiler başa geçirildi, nesnel olarak bu olmak durumunda ve zorundaydı. Gorbaçov, Deng ve diğerlerine haksızlık yapılmamalıdır; onlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar, politikalarını yıllar süren sınıf mücadelesi içinde sınadılar, Deng üç kez düşüp kalktı, Gorbaçov dört başı mamur bir ekonomik-politik programla geldi ve dakika geçirmeden özel mülkiyetçi kapitalist reçetelerini uygulamaya koydu, onlar ve diğerleri, başka şeyler “sanan”lar olarak tanımlanabilir mi? Sistem onların uygulamalarına uygun koşullar sağlamasa, uygulamalarının güçlü sınıfsal dayanakları ve maddi temelleri olmasa yanlış “sanı” ve “hayalleri” kaç gün yönetimde kalabilirlerdi? Onlar kapitalizme, burjuvaziye dayandıkları, uyguladıkları kapitalist yöntemlerle onların sorunlarını çözümlemeye-çalıştıkları için yönetimdedirler ve yönetimde kalabiliyorlar.
Y. Çözüm Polonya özelinde de bu sorunu yanlış koyuyor. Dayanışmayı hükümet yapan tarihsel gelişme irdelenirken bir dizi doğru şey de söyleniyor ama kurguda aksayan bir yön var. “Gomulka başlıca üç alanda ‘reform’ yaptı. Bürokrasi yumuşatıldı; işletme müdürlerine daha çok inisiyatif tanındı; kooperatifler büyük oranda dağıtıldı. Böylece sosyalist üretim ilişkilerinin temel öğesi olan mülkiyet ilişkileri büyük bir darbe yiyordu. Gomulka dönemi, Jack Kuron’un deyimiyle bir ‘istikrar dönemi’ydi. Bu istikrar, kitlelerin kendiliğindenci, gerici özlemlerine taviz verilmesiyle, kolektif mülkiyetin kırlardan sökülüp atılmasıyla sağlanmıştı. Eğer geriye doğru atılan bir adım ileriye doğru atılacak adıma ivme kazandıracaksa, elbette geriye doğru atılan adım taktik olarak doğrudur. Aksi halde Polonya’da olduğu gibi geriye doğru atılan adımların durduğu yer Dayanışma iktidarı olur.” deniyor. Kuşkusuz doğrular var söylenenlerde. Ama merkezi planlamadan işletme müdürlerine inisiyatif tanınarak -bu piyasa koşulları, kâr ilkesi ve rekabet demektir- vazgeçilmesi ve kırlarda kolektif mülkiyetin dağıtılmasının sosyalizm çerçevesinde ele alınması özel mülkiyet ile sosyalizmin bağdaştırılabilmesi izaha muhtaç olarak kalıyor. Ve önemli bir yanlış bu anti sosyalist adımların kitlelerin kendiliğindenci gerici özlemleriyle açıklanmasıdır. Gericiliğin kaynağı kitleler değildir, olamaz, onların sınıfsal çıkarları ileriden, sosyalizmden yanadır, bilincinde olsunlar ya da olmasınlar. Onlar eğer gerici özlemlere sahipseler, bu gericilik kitleler dışında bir başka kaynağa, gerici bir kaynağa sahip olmalıdır. Burjuvazi gibi bir kaynağa. Ve zaten kendiliğindenciliğin de anlamı, proletaryanın, emekçilerin kendi sınıf çıkarlarının gerektirdiği politikaların değil, kendi dışındaki sınıflardan birinin örneğin burjuvazinin politikalarının peşinden gitmesidir. Polonya’da da bu olmuştur. Gomulka burjuva revizyonist politikalar İzlemiş, bu politikaların maddi temeli restore edilmekte olan ve edilen kapitalizm olmuş, sınıfsal dayanağını ise proletarya dışı sınıflar, sosyalizmden geri dönüş içinde burjuvalaşan işletme müdürler, teknokratlar, parti ve devlet yöneticisi bürokratlar sağlamıştır.
Burada Marksist kavramlarla geri çekilme taktiği üzerinde durmaya yer olabilir mi? Proletarya diktatörlüğünü reddeden, kolektif mülkiyete saldıran, merkezi planlamayı işlevsizleştirenlerle ‘Marksist’ler arası bir tartışma yürütülebilir mi? Gomulka’nın kolektif mülkiyetin tasfiyesine girişmesi ve kırlarda onu ortadan kaldırması, Lenin’in NEP uygulamasına benzetiliyorsa, bu açıdan bir geri adım sayılıyorsa, yanlış yapılıyor demektir. Çünkü hem NEP’in özel koşulları vardı ve hem de NEP ile kolektif mülkiyet ilişkileri tasfiye edilmedi, tersine NEP kolektif mülkiyete geçiş için uygulamaya kondu. Polonya’da atılan geri adımın içeriği sosyalizmin yok edilmesidir, merkezi planlaması ve kolektif mülkiyet ilişkileriyle. Bu adımın taktik olarak doğruluğu-yanlışlığı irdelenemez. Sorun bunun ötesindedir. Marksistlerin sosyalizm ve devrim çerçevesinde attıkları adımların taktik açıdan irdelenmesi mümkündür. Polonya’da atılan adım ise, doğruluğu-yanlışlığı değil, kapitalist karakteri saptanmalıdır. Polonya’da kapitalizmin restorasyonu Dayanışmayla değil, Gomulka ile başlamıştır, bugünkü süreç Polonya kapitalizminin batılılaşması, tüm normlarıyla ve kategorileriyle klasikleşmesi, sıradanlaşması sürecidir. Saptanması gereken budur. Ve kolektif mülkiyet ve merkezi planlamanın tasfiyesi olgusu tespit edilirken Gomulka döneminde kapitalist restorasyon saptaması yapmamak önemli bir teorik yanılgı ve çelişme olarak ortaya çıkmaktadır.
Yeni Çözüm ile temel bir noktada anlaşıyoruz: “… kapitalist dünyanın sözcüleri, ideologları ve bu dünyayla göbek bağı olan aydın bozuntuları, sosyalizmi bir cennet sanıp hayal kırıklığına uğrayan Marksizm dönekleri, hepsi birden ‘sosyalizmin iflas ettiği’ni, ‘Marksizm’in öldüğünü’ haykırıyorlar… Oysa uygulanmayan bir Marksizm-Leninizm ölmezi” Doğru. Uygulanan Marksizm-Leninizm değil revizyonizmdi ve onun iflası Marksizm’in iflasını değil tersine gerekliliğini kanıtlar. Ve yine temel bir nokta: “Sosyalizmin, bütün eksikliklerine, hatalarına, henüz önüne koyup da çözemediği sorunların varlığına karşın, bunlar kapitalizmin yerini alacağı gerçeğini değiştirmiyor.” Sosyalizm diye eski sosyalist ülkelerin sözü edilmiyorsa, onların hatalarından ve önlerindeki sorunların çözümünden bahsedilmiyorsa, ya da böyleyse maksadından bağımsız olarak burada söylenenlere de katılıyoruz. Kuşkusuz, sosyalist ülkelerde kapitalizmin restore olmuş olması sosyalizmin kapitalizmin alternatifi ve onun yerini alacak biricik toplumsal örgütlenme olduğu gerçeğini değiştirmez, tersine çok daha yakıcı kılar. Çünkü kapitalist restorasyon sosyalistlerin, Marksistlerin suçu olmadığı gibi (uyanıklık eksikliği dışında), sosyalizme de bağlanamaz, onun bir devamı değil, alt edilmesidir. Bu gelişme, sosyalistleri daha bir uyanık olmaya, Marksizm’e sıkıca sarılmaya çağırmaktadır. Kapitalizm, proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlık üzerine kurulu oldukça, yani devrilmedikçe yerini zorunlu olarak sosyalizme bırakacaktır. Eski sosyalist ülkelerdeki kapitalist restorasyonlar yalnızca tarihin ileriye gidişi içindeki geçici gerilemeler, zig-zaglardır.
Yine bir doğru: “Sosyalizm bir süreç olarak kavranmalı, Polonya’da olduğu gibi revizyonist politika sonuçları sosyalizme mal edilmemelidir.” Elbette. Ancak izlenen revizyonist politikaların Polonya’yı getirdiği nokta da doğru saptanmalı, tüm gelişmelerden sonra hala “Polonya sosyalisttir” diye ısrar edilmemelidir. Aksi durumda revizyonist politikanın sonuçları sosyalizme mal edilecektir. Bundan kaçınmanın yolu, işçilerin defalarca kendisine karşı ayaklandığı bir iktidarı proletarya diktatörlüğü ve o ülkeyi sosyalist olarak tanımlamamaktır. İşçilere, onları ayaklanmaya sevk eden toplumsal koşulların sosyalizm değil kapitalist koşullar olduğunu açıklamaktır. Yoksa işçiler sosyalizmi düşman olarak görmeye, dincilerin, liberallerin peşinden gitmeye devam edeceklerdir.
Burada arkadaşların sosyal emperyalizm teorisine ve onun savunucularına yönelttikleri eleştirilere değinmeliyiz.
Birincisi, Yeni Demokrasi o iddiada, ama biz, “proletarya ele geçirdiği tüm iktidarları birer birer yitirmiştir” düşüncesinde değiliz. Arnavutluk sosyalizmin kalesi olarak durmaktadır ve sağlamdır.
Ancak dünya üzerinde bir ya da bir kaç sosyalist ülke kalıp kalmaması olgusundan bağımsız olarak eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonunu ortaya koymak, Yeni Çözüm’ün dediği gibi, “emperyalistlerin ‘sosyalizm öldü, artık yaşamıyor’ propagandalarına objektif olarak soldan destek vermek” olamaz. Gerçek acı da olsa gerçektir ve gerçeklerin ortaya konması sosyalistleri, Marksistler’i zayıflatmaz, emperyalistlere destek veriyor duruma düşürmez, ancak güçlendirir.
Günümüzde daha kavranır olmaktadır ki, eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonu ve sosyal emperyalizm teorileri, arkadaşların dediği gibi “tepkiselliğin ürünü olan teori kalıntıları” değil tamamen bilimseldir, yeni ortaya çıkan gerçeklerle daha bir kanıtlanmaktadır ve üstelik arkadaşlar da bugün kapitalist restorasyon sürecinden söz etmektedirler ve kapitalist restorasyon teorisiyle sosyal emperyalizm teorisi arasında kopmaz bir bağ vardır. Ve kuşku yok ki, biz bu teoriyi savunmakla, “objektif olarak artık sosyalizmin yeryüzünde yaşamadığını ispat etmek çabasında” değiliz. Anlıyoruz. Yeni Çözüm bunu Yeni Demokrasi için söylüyor ancak biz de bu teoriyi savunuyoruz, yeryüzünde sosyalist olduğunu düşündüğümüz, savunduğumuz, savunacağımız bir ülke olarak Arnavutluk olduğu gibi, diğer sosyalistliği eskide kalmış ülkeleri zorla sosyalist olmaktan çıkarmak için zorlamalara başvurmuyoruz. Neden sosyalizmin yaşamadığını ispatlamaya çalışalım? Keşke başka sosyalist ülkeler olsa da, sosyalizm dünyada daha güçlü bulunsa, biz de onları savunsak. Ama kitap ve olgular bu ülkelerin sosyalist olmadığını ortaya koyuyorsa, tersi bir zorlamayla da bu ülkeleri sosyalist saymak gerçekçi ve doğru olmaz, sosyalistleri güçlendirmez, zayıflatır. Y. Çözüm şöyle yazıyor:
“Günümüzde hiçbir sosyalist ülke yoksa sosyalizm bugüne kadar insanlığa bir umut, bir kurtuluş yolu olamamış demektir. Bunlara göre Çin karşı devrimci, Sovyetler kapitalist, Küba küçük burjuvalar ülkesi vb vb. Ne kaldı geriye? Doğunun ‘özgürlük savaşçıları’, Afganistan mücahitleri, milyonlarca Kamboçyalının öldürülmesinden sorumlu Kızıl Kmerler, Batının gözdesi Dayanışma, Çin’de büyük bir sevinçle karşıladıkları burjuva talepli öğrenci ayaklanması mı?” Söyledik, sosyalist ülke olarak ‘Arnavutluk var, bir. Çin’in, Sovyetlerin ve diğerlerinin karşı devrimci ve kapitalist olduğu doğru. Sosyalizm sürecinde sosyalizme karşı olan, kapitalist yöntemler uygulayan, bu ülkeleri özel mülkiyetçiliğe yöneltenlerin karşı devrimci ve kapitalist olmalarından doğal ne var? Özel mülkiyeti kuranlara sosyalist mi diyelim? Devrimci mi diyelim?
Bu iki. Ve üçüncüsü, başkaları ne diyecekler ne derler, ama biz şimdiye dek, hiç bir zaman ve hiç bir yerde, etkisi sınırlı küçük bir grup olarak bir zamanlar faaliyet gösteren, Amerikalılar ve Afgan dinciliğinden bağımsız duran devrimci bir Afgan grubu dışında Afgan mücahitlerini örnek göstermedik. Onların Amerikan emperyalizmiyle bağlantılarını ve dinciliklerini ortaya koyduk. Hiç bir yerde hiç bir zaman Kızıl Kmerleri savunmadık, onların faşist bir çeteye dönüştüklerini belirttik. Yine Dayanışma’yı desteklediğimiz yazılarımız ya da sözlerimiz gösterilemez. Onu liberal, dinci, milliyetçi, Batı yanlısı olarak niteledik. Ve Çin’deki son ayaklanma… Arkadaşlar şöyle yazıyorlar:
“Çin’in… ‘burjuva diktatörlüğü’ altında bir ülke olarak görülmesinden sonra, yönetime karşı ayaklanmanın niteliği önemli değildir, her halükarda desteklenmelidir! Demokrasi, özgürlük vb. istemleri karşısında ‘kim için’, ‘nasıl’ sorularını sormak, bu hareketleri destekleyen ‘komünistlerimizin, ‘devrimci komünist’lerimizin aklına hiç gelmiyor! İşte bugün Çin’deki ayaklanmayı emperyalizmin yedeğine düşerek destekleyen AEP ve yandaşlarının bu tavrı…”
Başkalarının görüşleri bizi ilgilendirmiyor. Bizim Çin’deki ayaklanma üzerine düşüncelerimiz, Özgürlük Dünyasının Temmuz sayısının 44. sayfasındadır. (Devrimci komünistlerin başka yazılarına da “bakılabilir.) Burada, “kazandırılmak istenen ideolojik siyasal içeriğin ötesinde” tümcesiyle istemlerinden bağımsız tutularak, “Çin’deki ayaklanma, Çin kapitalizmine ve onun pervasız yeni liberal önlemlerle özelleştirilmesinin neden olduğu yoksullaşma ve sefaletin artışına ve genel olarak özgürlüksüzlüğe karşı kitlelerin hoşnutsuzluğunun ve tepkisinin bir ürünüdür.” denmekte, ayaklanmanın ortaya çıkış koşulları ve toplumsal muhtevası
tanımlanmaktadır. Biz hiç bir yerde hiç bir zaman bu ayaklanmayı desteklediğimizi söylemedik, yazmadık. Yalnızca bu ayaklanmanın Çin kapitalizminin çıkmazını ortaya koyduğunu söyleyerek şunları yazdık: Çin’deki olaylar zaten klasik pazar ekonomisinin dizginsizce uygulanması, işgücü dâhil her şeyin piyasada alınıp satılır olması, enflasyonu, işsizliği, krizleriyle kapitalizmin olumsuz sonuçları karşısında ortaya çıkmıştır. Ve Marksizm-Leninizm’in eskidiğini, geçersizleştiğini, sosyalizmin bir çıkmaz olduğunu değil tam tersini, revizyonist örtü altında gizlenmeye çalışılsın ya da çalışılmasın kapitalizmin devrilmesi için Marksizm-Leninizm’in yol göstericiliğinin gerekliliğini ve alternatifin sosyalizm olduğunu gösterdi…” Yani Çin’de sosyalist bir alternatif ortaya çıkmamıştı, desteklenmeye layık bir güç yoktu henüz. Ve bunları “kimin için” ve “nasıl” sorularının yanıtını arayarak yazdık. Aynı Yeni Çözüm’ün sözünü ettiği ayaklanmacıların yayınladıkları liberal bildirilerden ve “hürriyet abidesinden” hareketle istemler ve ayaklanmanın ideolojik-siyasal içeriği üzerine şunları yazdık: “Çin’deki başkaldırı homojen bir hareket oluşturmuyordu. Bir yanda enternasyonal söyleniyor, kızıl bayraklar dalgalandırılıyor, askerlere devrimci propaganda götürülüyor; diğer yanda Amerikan ‘Hürriyet Abidesi’ maketi sembol olarak kullanılıyor, sınıf mücadelesi doktrinine karşı bildiriler dağıtılıyor, Batı ‘demokrasisi’ hayranlığı, liberalizm yanlılığı ve sosyalizm karşıtlığı dile getiriliyordu.” Bizim yazıp söylediklerimiz bunlar. Ve kuşkusuz, Çin’deki ayaklanmayı destekleyerek emperyalizmin yedeğine düşme suçlamasını reddediyoruz. AEP’i de tenzih ediyoruz bundan. Yeri gelmişken bir parantez açıp belirtelim. Bizi tanımlarken “AEP yandaşı”, “AEP çizgisini izleyenler” gibi nitelemeler yerinde değildir. Kuşkusuz AEP’le biz birbirimizin yandaşıyız. Biz ne kadar AEP’in yandaşıysak, AEP de o kadar bizim yandaşımızdır, arada tek yanlı bir bağlılık, bağımlılık yoktur; bunu, birileri birilerinin “şubesi”, “şabloncusu” olarak tarif etme tutumunu benimsemediğimizi belirtmek için söylüyoruz. Biz AEP’in çizgisini izlemiyoruz. Kendi çizgimiz var ve bu çizgimiz AEP’in çizgisiyle uyum içindedir, bundan da şikâyetçi değil memnunuz, ama şurası kesin ki kendi çizgimizi izliyoruz, böyle tanımlanmak isteriz.
Çin’deki ayaklanma dolayısıyla AEP’ye ve bize (ve Emeğin Bayrağı’na) eleştiri yönelten Yeni Çözüm doğru olmayan bir tutum içindedir. AEP ve “yandaşları” diyerek işe girişiyor. “AEP’nin ve Arnavutluk çizgisinin Türkiye’deki savunucularının Çin’e ve son ayaklanmaya bakışlarını öğrenmek için, yalnızca birinin yazdıklarına bakmak yeterlidir. Çünkü üslup farklılıklarıyla hepsi yaklaşık aynı şeyleri söylüyorlar” diyor ve yalnızca Emeğin Bayrağı’ndan aktarmalar yapıyor. Herkesi aynı kefeye doldurarak, üzerine AEP çizgisinin savunucuları diye damga basmak, doğru sonuçlara yol açmıyor. Emeğin Bayrağı ile Özgürlük Dünyası bu konuda farklı tutumlar ortaya koydu çünkü. Emeğin Bayrağı ayaklanmaya destek verdi, biz bunu yapmadık, destek vermedik. Dolayısıyla Emeğin Bayrağı için söylenenleri üstümüze alınmıyoruz. Kendileri için yazılanlara ise gerek görürse Emeğin Bayrağı’ndan arkadaşlar yanıt vereceklerdir.
Tekrar sosyal emperyalizm teorisine yöneltilen eleştirilere dönelim. Y. Çözüm, “günümüzde hiç bir sosyalist ülke yoksa sosyalizm bugüne kadar insanlığa bir umut, bir kurtuluş yolu olamamış demektir.” Ve yine, “Madem 70 yıllık bir geçmişe sahip sosyalizm insanlığa ve emekçi halklara, proletaryaya bir şey veremeden yıkıldı ve yerine yeniden kapitalizm geldi ise, yarın sizin kuracağınız sosyalizmin yaşayacağının ve bir kurtuluş umudu olmasının garantisi nedir?” diyor.
Burada bir kafa karışıklığı göze çarpıyor. Y. Çözüm kendi yazılarıyla, bugün kapitalist restorasyon sürecinden söz etmektedir. Bunun anlamı, bu süreç bugün tamamlanmadıysa bile, en azından teorik olarak tamamlanabileceğinin kabul edilmesidir. Yani Y. Çözüm kapitalist restorasyon sürecinden söz etmekle, bir gün -güçlü ya da zayıf bir ihtimal olarak görüp görmedikleri ile ilgilenmiyor, bunu tartışmıyoruz- bu ülkelerin kapitalist ülkeler haline gelebileceğini reddetmiyor demektir. Peki, o gün geldiğinde -eğer gelirse, ihtimaldir- birileri çıkıp aynı soruyu kendilerine sorunca haklı mı olacak, doğru bir soru mu sormuş olacak? O zaman Y. Çözüm umutsuzluk mu yayıyor olacak, sosyalizmi bir umut ve kurtuluş yolu olmaktan çıkarmış mı olacak? Kuşkusuz bunlar doğru değildir. Lenin zamanında da sosyalist ülke yoktu önceleri, ama oldu ve sosyalizm bir umuttu. Sosyalizmi umut yapan, sosyalizmin iktidara geldiği ülkelerde iktidarda kalıp kalmamasından çok, kapitalizmin uzlaşmaz karşıtlıklarının kaçınılmaz olarak sosyalizme götürecek oluşu, götürmekte olması ve sosyalizm için mücadele eden binlerce, yüz binlerce proleterin varlığıdır. Kapitalizme, sömürüye, insanların makinanın parçaları haline getirilişine, yabancılaşmaya karşı alternatif oluşudur sosyalizm. Ve sosyalizm, proletaryanın iktidara geldiği ülkelerde anti-kapitalist konumunu pratikten kanıtlayarak sömürüye ve burjuvazinin baskısına son vermiş, emekçileri makine dişlisi ya da çarkları olmaktan çıkarmış, kendileri için üreten ve kendileri yöneten insanlar haline getirmiştir. Sosyalizm yalnızca bir kurtuluş umudu olmanın ötesinde Sovyetlerde 40’a yakın yıl ve daha bir dizi ülkede fiilen gerçekleşmiş, emekçiler sosyalizmi yaşamış ve yaşatmıştır. Sosyalizm, bugün de Arnavutluk örneğiyle yaşıyor. Arnavutluk emekçilere bir örnek sunuyor.
Kuşku yok ki, bir dizi sosyalist ülkede kapitalizmin restorasyonu, sosyalizmin prestijine bir darbe vurmuştur. Hem kapitalistler hem de Marksizm dönekleri “sosyalizmin sonu yok” propagandasıyla emekçileri zehirlemeye uğraşıyorlar. Bu propagandanın etkilerini kırmaya çalışmak sosyalistlerin boynuna borçtur. Ama her şeye karşın sosyalizm bugün Arnavutluk’la ve Lenin ve Stalin’le, onların Sovyetlerinin, emekçilerin kalbinde tuttuğu yerle, bunun ötesinde kapitalist sömürü ve baskıya karşı çağrıları ve uğruna mücadele eden militanlar ve emekçilerle umuttur. Eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonu sonrasında Yeni ‘Çözüm’e yazan arkadaşların dediği gibi “günümüzde sosyalist ülke yoksa sosyalizm bugüne kadar insanlığa bir umut, bir kurtuluş yolu olamamış demektir” ya da “sosyalizm insanlığa ve emekçi halklara, proletaryaya bir şey veremeden yıkıldı ve yerine yeniden kapitalizm geldi ise, yarın sizin kuracağınız sosyalizmin yaşayacağının ve bir kurtuluş olmasının garantisi nedir” demek doğru değildir; bu sosyalizm umudunu zayıflatmaktan kaçınırken tam tersini yapmak, umutsuzluk yaymak anlamına gelir. Çünkü hiç sosyalist ülke kalmasa da sosyalizm bir umut olarak kalmaya devam eder, edecektir. Tersi, kapitalist restorasyonu, bireysel özel mülkiyet ve merkezi planlamanın yok edilmesini, sosyalizm adına umut olarak göstermek demek olur. Ve dünya üzerinde hiç bir sosyalist ülke kalmasa bile sosyalizm için mücadele durmayacak, sürecektir. Neden umudumuz kırılsın? Başarılamayanı başarmak, iktidarda kalamayan sosyalizmi yeniden iktidar yapmak için uğraşılması gerekir, bu durumda. Umutsuzlukla değil, umutla, hatalardan ders çıkararak, eski yanlışlara düşmekten kaçınarak ve daha bir uyanıklıkla, revizyonizm karşısında daha büyük bir uzlaşmazlıkla.
Tüm bunlar için gereken, revizyonizmden tam kopmak, tüm bağları atmak ve iktidara geldikten sonra -özellikle- revizyonizme hiç göz açtırmamak ve aman vermemektir. Marksizm-Leninizm’e her zamankinden daha çok sarılmaktır. Kurulacak sosyalizmin yıkılmamasının garantisi bu olacaktır.
Ve bir soruya yanıt: Sosyalizmin insanlara, emekçi halklara, proletaryaya bir şey veremeden yıkıldığını kim söylüyor? Sosyalizm, emekçileri özgür kıldı onlar on yıllarca kendi yönetimleri altında özgürce ve sömürülmeden yaşayıp çetin sınavlardan geçtiler, sosyalizm onların kalplerine kazındı. Uzun yıllar sosyalizmle, sosyalist kültürle eğitildiler; bunun için değil mi ki, Gorbaçov’a gelinceye kadar, hatta şimdi olanca liberalizmi ve Batı hayranlığına rağmen Gorbaçov bile “sosyalizm” lafları edip durdu. Hemen çıkıp biz kapitalistiz, kapitalizmi istiyoruz diyen olmadı. Şimdi Polonyalılar ve Macarlar bile kapitalizmi istiyoruz diyemiyorlar, “ne kapitalizm ne sosyalizm” diyorlar. Neden? Çünkü eski sosyalist ülkelerde emekçiler bir deneyden geçtiler, sadece Kruşçev’in, Gorbaçov’un ve diğerlerinin revizyonizmini, emek ve emekçi düşmanı uygulamalarını değil, Lenin ve Stalin’in sosyalizmini, emek kahramanlığı dönemlerini, kendileri için üretip yönettikleri dönemi de yaşadılar. Sosyalizm emekçilere çok şey verdi. Bu verdikleri proletaryanın iktidarda kalmasına yeterdi, ama yeni proletarya iktidarlarının meler yapması ve neler karşısında eskisinden daha dikkatli olması gerektiğini göstererek, yine de çok şey verdi onlara.
Ayrım gerekiyor: Lenin ve Stalin’le Kruşçev ve Gorbaçov’u, Brejnev’i, Jaruzelski’yi ve diğer revizyonistleri, Lenin ve Stalin’in sosyalizmiyle; revizyonistlerin anti-komünizmini, kapitalizmini ayırmak şarttır. İkincileri sosyalistler olarak tanımlamamak, onlardan kopmak, haklarında en küçük bir umut beslememek, sosyalizmin umut olabilmesi için, yeni kurulacak proletarya iktidarları ve sosyalist ülkelerin kaybedilmemesi için zorunludur. Garanti, en başta buradadır.
Bu noktada sosyal emperyalizm teorisine karşı çıkmaya devam eden ve kapitalist restorasyonu Kruşçev’le değil, Gorbaçov’la birlikte, Dayanışma ile birlikte başlayan ve bir ölçüde Jaruzelsky’i, Gomulka’yı, Kruşçev’i ve diğer revizyonistleri aklayan Yeni Çözüm açısından bir tehlike kapıda. Yeni Çözüm “sosyalizm” lafı ederken revizyonist politikalar uygulayan, açıktan kapitalizmi geliştirme yerine bunu “sosyal” gerekçe ve kılıflar ardına gizleyerek yapan Kruşçev, Gomulka ve Gierek gibileri komünist olarak nitelemekle kalmıyor, onlardan gelebilecek doğrulardan, “direnişler”den, onların sosyalizmi savunup düzeltebileceklerinden vb. söz açıyor, haklarında umut besliyor. Bunun nedeni, Yeni Çözüm’ün kapitalizmi yalnızca şıradan Batı kapitalizmi olarak kavrayıp Kruşçev’in, Gomulka’nın kapitalizmini kapitalizmden saymamasıdır. Arkadaşlar hem örneğin Gomulka’nın kolektif mülkiyeti dağıtan reformlarından söz ediyor hem de onun hala sosyalizm yolunda olduğunu, kapitalizmi geliştirmediğini, onun safını tutmadığını düşünüyorlar. Bu çelişkilidir ve yanlıştır. Tüm gerici revizyonist uygulamalarına karşın Dayanışma hükümetinin az öncesine kadar Polonya “komünist” partisinden umut kesmemiş durumdadırlar, onu hala komünist olarak ve sosyalizm yolunda tedbirler alıp direnecek ve direnen bir güç olarak değerlendiriyorlar. Şöyle yazıyorlar:
“Ya gelinen yoldan vazgeçilecekti ya da gelinen yerde ortaya çıkan ve kitleleri peşinden sürükleyen kapitalist restorasyon temsilcilerine boyun eğilecekti. Polonya komünist partisi hemen boyun eğmedi. Belirli oranda direndi. Jaruzelsky’nin önce başbakanlığa, sonra parti sekreterliğine seçilmesi, Polonya’daki iktidarın direnmesinin başlangıcıydı.”
Bu çok tehlikeli ve yanlış bir yaklaşımdır. Sosyalizmi, yeni kurulacak sosyalist ülkeleri, geleceklerini tehlikeye atacak bir yaklaşımdır.
Polonya partisi geldiği yolun partisiydi, revizyonist burjuvalaşmış bir partiydi. Sosyalist parti olmaktan çoktan çıkmıştı. Gomulka’nın kapitalist önlemlerinden beri. Kapitalizmi uygulayan bundan vaz mı geçecekti? Bu oyun değil ki. Aynı parti hem kapitalist önlemler alsın, kapitalizmi uygulasın hem de istediğinizde bundan vazgeçerek sosyalizmi uygulamakta karar kılsın. Bir parti kapitalizminin gücüyse kapitalizmi, sosyalizmin gücüyse sosyalizmi uygular. Canı istedikçe onu ya da bunu uygulamakta özgür değildir. Böyle bir ikilem karşısında değildir. Bunu ya da onu uygulamayı isteyemez, bu, onun sınıf temeli, dayanağı ve toplumsal koşullarıyla belirlenir. Üstelik bunu istese de yapamaz olur.
Polonya partisi kapitalist restorasyon yoluna Gomulka’yla birlikte girmişti, o, kapitalizme, o zaman boyun eğdi ve kendisi kapitalist restorasyonun temel gücü durumuna geldi. Boyun eğmesi Dayanışma karşısında başlamadı. Ve kapitalist restorasyon güçleri Dayanışma’dan ibaret değildi. En başında parti vardı. Dayanışma açık Batı yanlısı bir kapitalist güç olarak Polonya partisinden farklılaşmaktaydı.
Ve direnme… Jaruzekskyl sosyalizmde mi direndi? Bunu iddia etmek vahim bir hata olur ve sonuçları tahminlerin ötesinde olumsuzdur. Özelleştirmelerin, çoğulculuğun ve tüm kapitalist önlemlerin alıcısı ve uygulayıcısı Polonya partisi ve yöneticileri, Gierek, Kanya ve Jaruzelsky sosyalizm için direnen güçler olarak görülebilir ve gösterilebilir mi? Bu onları desteklemek, onların safını tutmak, onları hiç değilse “belirli oranda” alternatif olarak sunmak anlamına gelmez mi? Ve böylesi alternatiflerle sosyalizmin geleceği kurtarılabilir mi? Sosyalizm umut olarak görülebilir ve gösterilebilir mi? Sosyalizmi sosyalizm olmaktan çıkaran Kruşçevler, Jaruzelsky’ler ve benzerleridir. Onlar ve benzerleri hakkında, revizyonizm hakkında hiç hayal beslenmemelidir. Gereken tam bir kopuştur. Revizyonizmle tüm köprüler atılmalıdır.
Yeni Çözüm devrimci bir konumdadır. Ancak kapitalist restorasyon sorununu ele alışında, tehlikeli sonuçları olabilecek teorik yaklaşım bozuklukları ve yanlışlıklar var. Bu yaklaşım bozukluklarıyla gerçek açıklanamadığı gibi, gelecek tehlikeye atılmaktadır.
Yeni Çözüm, olguları alt alta sıralayan bundanlar sonuçlar çıkarmanın ötesine geçerek teorik yaklaşım üzerinde durmalı. Sorunun teorik ele alınışını derinleştirmeye yönelmelidir. Yeni Çözüm’ün sorunu buradadır.
Kasım 1989