Marksizm-Leninizm dünyada ve ülkemizde emperyalist ve gerici burjuva ideologları, aydınları tarafından özellikle kışkırtılan yeni saldırılar altında. Sırtını sosyal emperyalizme ve işçi aristokrasisine dayayan modern revizyonist cephe, dünya işçi sınıfı ve ezilen halklara “yeni” alternatifler yaratmaya çalışıyor. “Stalinci bürokrasiye ve diktatörlüğe” karşı “liberalleşme, demokratikleşme” ve “demokratik, sosyalizm” demagojileri, dünya ulusları ve proletaryasının önünde alternatif bir ideolojik dalga haline getirilmeye çalışılarak ellili yıllardan beri devrimci özü bütünüyle inkâr edilmiş Leninizm’in lafzını da ortadan kaldırmaya yönelik karşı devrimci bir kampanya örgütlüyor. Marksizm-Leninizm’in artık eskidiğini ve dünyadaki gelişmelere uygun yeni ideolojik ve pratik çözümlerin bulunması gerektiğini savunan bu kampın en son ve parlak örneği Polonya’da “çoğulcu demokratik sosyalizm” adına “komünist” partinin yerine dayanışma önderlerinden kilise yanlısı Mazowiecki’nin hükümeti kurmakla görevlendirilmesi ve çok partili parlamenter rejime geçiş.
Ülkemizde de 12 Eylül darbesinin yarattığı baskı ve terör koşullarında Türkiye devrimci hareketinin yediği darbelerle güç kaybetmesi sonucu yükselişe geçen revizyonizm ideolojik olarak geçmişte devrimci ve Marksist-Leninist olan her şeye saldırıyor. Yeni Sovyet burjuvazisinin temsilcisi olan Gorbaçov’un estirdiği sözde liberal rüzgârlarla desteklenen bireycilik yüceltiliyor, Leninist parti öğretisi ve disiplininin insanı köleleştirdiği ve bireyi yok ettiği propagandası yapılıyor. “Çok kanatlı parti”, “çok partili sosyalizm” tezleriyle Marksizm’in en temel tezleri reddediliyor, hakim sınıflar açısından kabul edilebilir zararsız bir ideoloji olduğu kanıtlanmaya çalışılıyor. Bu konuda ileri bir adım daha atılarak yasal “komünist” partisi kurulmasından da vazgeçilip adında “komünist” olmayan yasal bir parti kuruluşu çalışmalarına başlanıyor. Nisan sonunda Almanya’da TKP, TİP, TSİP, TKEP ve Kurtuluş yöneticilerinin katıldığı toplantıdaki tartışmalar, henüz bir sonuç alınamamış olsa bile gelinen noktayı göstermesi açısından önemlidir.
Revizyonizm tarihi fonksiyonunu bir kez daha yerine getirerek 12 Eylül’den sonra devrimci olan her şeyi tasfiye etmek için çabalarını arttırıyor. Uluslararası revizyonizm ve Troçkizmin tez ve platformları üzerinde hareket eden TKP’den TİKP’e, Troçkizme kadar uzanan tasfiyeciler işçi sınıfı hareketinin sınırlarını ve gelişmesini hâkim sınıfların icazetine, iznine bağlı kılmaya çalışıyorlar. Kendilerinin rejime uyumlu “Marksistler” olduklarını kanıtlamaları yetmiyor, işçi sınıfı hareketini de uyumlu hale getirebilmek için öne atılarak grevlerde, direnişlerde mücadele alanlarında hareketi reformist ve yasalcı sınırlar içinde tutmaya çaba gösteriyorlar.
Tasfiyecilik sadece revizyonist hareketlerle sınırlı kalmadı. Her türden revizyonizme ve oportünizme karşı sistemli ve kapsamlı mücadelenin yürütülemediği gericilik yıllarında Marksist-Leninist saflarda da yankısını buldu. Disiplinsizlik, küçük burjuva anarşizmine varan anti-Marksist tutumlar bir yönüyle bu zemin üzerinde uç veriyorken küçük burjuva kökenli unsurların ağır basmasıyla birleşince de gelişti. Eylül sonrası devrimci ve Marksist nitelikler sağcı ve reformcu konuma çekilerek, bir tür tasfiyeciliğe ve inkârcılığa varan bir dönem yaşanırken 86-87’lerde açık inkârcı ve tasfiyeciliğin etkinliği yaşandı. Bu dönemde inkârcılık geçmiş olumsuzlukların etkisiyle birlikte Marksist-Leninist saflarda ideolojik ve programatik açıdan olumlu yanlara da kaçınılmaz olarak güvensizlik yarattı. Bu durum bugün esas olarak aşılmakla birlikte, tasfiyecilik döneminden geride kalan ilişki, alışkanlık ve anlayışların devrim ve proletaryaya karşı güvensizliklerin kalıntılarına karşı da kararlı bir savaş yürütülmeli ve tasfiyeciliğin tahrip ettiği değerlerin yeniden egemen hale gelmesi için yoğun çaba gösterilmelidir. Bu elbette revizyonizme ve tasfiyeciliğe karşı sürdürülecek ideolojik bir mücadele ile birlikte yürütülmelidir. Bu yapılmadan proletaryanın ileri unsurları revizyonizmin, reformizmin anti-Marksist ideolojik etkilerinden kurtarılmadan Marksist Leninistlerin, proletaryanın bağrında güçlü kökler salması düşünülemez.
Marksist-Leninist hareketin önceli olan THKO, revizyonizme ve pasifizme karşı bir tepki olarak doğmasına ve bir mücadele örgütü olmasına rağmen Marksist bir hatta sahip değildi. Önderlerinin mücadelecilikleri, kararlılıkları, devrimci atılganlıkları nedeniyle ’71 yenilgisinden sonra da kitlelerde önemli sayılabilecek bir sempati yarattı. Objektif gelişme ve gelişme yasalarının dayattığı bir zorunluluk olarak ’74’ten sonraki toparlanma ve yeniden ayağa kalkma ’71 hareketine katılanlar, mücadele edenler ve bu harekete sempati duyanlarla gerçekleşti. Siyasal ve örgütsel çizgide Marksizm-Leninizm’e başlangıçta birtakım ciddi hatalar taşısa da sadece inanç değil, bilgi planında da bir yöneliş oldu ve bu yöneliş giderek uluslararası komünist hareketin çizgisinin benimsenmesiyle sonuçlandı. Türkiye proletaryasının kendi sınıf partisine duyduğu acil ihtiyaç nedeniyle ülkedeki tüm Marksist-Leninistleri ve ileri işçileri kendi çatısı altında toplayacak proletaryanın partisini inşa etmek, partinin teorik temellerini atmak, programatik sorunlarını çözmek merkezi görevinin saptanması doğru idi. Bu süreç aynı zamanda Marksist-Leninist hareketin proletarya ile birleştiği, bağlar kurduğu, proletarya ve emekçi halkın mücadelesinde mevziler kazandığı, asgari Marksist-Leninist kadroların yaratıldığı ve proleter dönüşümün yaşandığı bir süreç de olacaktı.
Küçük burjuva ihtilalcı çizgi reddedilip, UKH’nin genel çizgisinin benimsenmesinden sonra, sınıf yapıları ve bileşimi, dünyaya bakışları, günlük yaşayışları, ilişkileri itibariyle ’71 gerçeğinin somut ifadeleri olan mevcut kadrolar, alışkanlıklar, çalışma tarzı ve ilişkilerinin niteliği ile, Marksist-Leninist hareketin amaçları, görevleri ve bu görevleri belirleyen ML genel çizgi arasında o süreçte doğal bir çelişme ortaya, çıktı. Bu çelişmenin ortadan kaldırılması, teorik, siyasal ve örgütsel inşanın birlikte ve tek bir süreç olarak yaşanması ile mümkündü. Bir yandan 50 yıllık oportünist, revizyonist çizgiye karşı mücadele edilir ve UKH genel çizgisi ışığında devrimin sorunlarına çözüm getiren teorik temel oluşturulurken, öte yandan buna uygun yapılanmayı sağlamak için var olan kadroların gerçek sınıf tavrına göre dönüştürülmesi, arındırılması ve sınıfın ileri unsurlarının harekete kazandırılması gerekiyordu.
Örgütsel inşa sürecinde ’71 hareketinden devralınan nitelik ve özelliklerle, yeni siyasal tespitlerin sonucu olan görev ve amaçlar arasındaki doğal çelişmenin köktenci bir biçimde ve bütün yanlarıyla aşılmasının koşulları yaratılamadı. Siyasal bir dönüşüm yaşanmasına rağmen örgütsel çizgideki zaaflar ve eksiklikler bünyede yaşamaya devam etti. Dönemin görevlerinin tam olarak kavranamaması sürecin kendiliğindenci etkiler altında yaşanmasına yol açtı. Bu ise baştan siyasal bir programa sahip olamama, yetersizlik, birikimsizlik, geçmiş mirasın olumsuz etkilerinin tam olarak ortadan kaldırılamamış olması gibi nedenlerle birleşti ve teorik ve siyasal inşada çeşitli yalpalamaların zeminini genişlettiği gibi, atılım döneminde de, darlıkların, sığlıkların, dogmatizm ve mekanizmin etkisinin hareketin tezlerinde yer bulması sonucunu doğurdu. Yine siyasal taktikler alanında da darlıklar, sağ ya da sol etkiler ve sekter özellikler bu nedenlerden güç aldı. Bu durum kaçınılmaz olarak örgütsel inşa ve proleter dönüşüm sorunlarını çeşitli biçimlerde etkiledi. İnşa sürecinde önemli adımlar atılırken öte yandan yanlışlar ve hatalar bünyede yeniden üremeye devam etti. Zaaf ve krizlerin tahrip edici bir biçime dönmesini önleyen şey belli bir yalpalama döneminden sonra teorik ve siyasal alanda atılıma geçilmesi, hata ve eksikliklere karşın kazanılan taktik başarılar, inşa sorununda atılan ileri adımlar ve durgunluğa rağmen gerçekleşen örgütsel gelişmelerdi.
Proleter dönüşüm sürecinde teorik ve siyasal inşa görevleriyle örgütsel inşa görevlerinin tam bir bilinçle bir arada gerçekleştirilememesinin sonuçları üzerinde biraz daha ayrıntılı durmak gerekiyor. Teorik ve siyasal alanda kendi geçmişine, reformizme, oportünizme, revizyonizme karşı verilen mücadele olumlu idi ama tek başına proleter dönüşümü tam olarak sağlayamazdı. Dönüşümü sağlamak için geçmişten devralınan çalışma tarzı anlayış ve pratiğine, alışkanlıklara, ilişki biçimlerine, yaşam tarzı kalıntılarına karşı kararlı bir mücadelenin derinlikli ve sistemli bir şekilde yürütülmesi gerekiyordu. Küçük burjuva sosyal kökenden ve küçük burjuva ideolojilerinin etkilerinden gelen bu olumsuz özelliklere karşı kapsamlı bir mücadele yürütülemeyince geçmiş esas olarak eleştirilip reddedilirken kısmen de devralınan olumsuzluklarla uzlaşıldı. Bu durum proleter dönüşümü, proletarya ile birleşme çabalarını, hareketin sınıf bileşiminin değişmesini, yığınlarla ilişkilerin muhtevasının gelişmesini ve zenginleşmesini zedeleyen bir etken oldu. Kolektif bir yaşam, eleştiri, özeleştiri işlevlerini yerine getirecek, düzenleyecek araçlar gerektiği gibi kullanılamadı ve merkezi ve demokratik denetim mekanizmaları önemli ölçüde biçimsel kaldı. Eleştiri-özeleştiri, yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya kolektif bir denetim etkin bir biçimde yaşama sokulamadı. Kısacası M-L örgütlenme planları “şemalar” halinde doğru olmasına rağmen hayata tam olarak geçirilemedi, siyasal hâttâ uygun örgütlenme çizgisi oluşturulamadı, bürokratik eğilimler ortaya çıktı ve ’81 sonrası bürokratizm hâkim hale geldi.
Bürokratizmin ortaya çıkmasında iradi hatalar yanında objektif olguların da etkisi oldu. Ülkemizde benzer geri ülkelerle kıyaslandığında nispeten güçlü geleneğe sahip bir işçi ve sendika aristokrasisi var. Ayrıca reformist-revizyonist örgütler ve gelenekler de oldukça güçlü. Sınıfın en ileri kesimleri bile önemli ölçüde revizyonizmin, reformizmin siyasi ve ideolojik olarak etkisi altında. Bu iki olgu sınıfın ileri unsurlarının proletaryanın gerçek partisine yönelmeleri önünde barikat oluşturmaktadır. Marksist-Leninist hareketin sınıf bileşimi yanında proleter kökenli unsurların da revizyonizm ve reformizmin etkisinden kurtularak gerçek sınıf ideolojisi ve tavrıyla dönüşümünde bu objektif gerçeğin göz önünde tutulması, sadece geçmiş için değil, bugün ve gelecek için de önem taşımakta, çözülmesi gereken bir sorun oluşturmaktadır.
Bürokratizm kuşkusuz siyasal-ideolojik bir tavırdır, anlayıştır. Bir sınıf tavrıdır. Marksizm-Leninizm her türlü bürokrasinin ve bürokratizmin ortadan kalktığı bir toplum düzenini hedefler. Ama sınıfların tamamen ortadan kalkacağı insanlığın altın çağına ulaşılıncaya kadar var olan mülkiyet ve sınıf ilişkileri temelinde bürokrasi ve bu temel üzerinde yükselen bürokratizm tehlikesi her zaman mevcuttur. Sosyalizmin ilk evresinde burjuva haklar, çeşitli sınıf ilişkileri sürer ve hem parti hem de devlet örgütlenmesinde bürokrasi zorunlu olarak vardır. Zaten sosyalist de olsa gerçekte devletin kendisi bürokrasinin kaynağıdır. Çünkü devlet, bu dönemde -sosyalist-burjuvazisiz burjuva devletidir. Bu aşamada partinin can alıcı ve vazgeçilmez görevlerinden biri, bürokrasiyi de ortaya çıkaran temeli yok etmenin yanı sıra, belirli bir tarihi dönem “birlikte yürünecek” bürokrasiyi en aza indirmektir. Yine devrimin henüz yapılamadığı ülkelerde proletaryanın gerçek partilerinde gizlilik ve gizlilik temeli üzerinde kurulan örgütlenme ve ilişkilerde de doğası gereği bürokrasi vardır. Hem anlayış olarak, hem de uygun araçlarla (açıklık, raporlar, vb.) bunu en aza indirmek önderliğin ve kadroların en önemli görevlerinden biridir. Bürokratizm bir sınıf tavrı ve anlayışı olduğundan, siyasi çizgiyle yakın bir ilişkisi vardır. Ama siyasal çizgiyle aynileştirilemez de. Marksist bir siyasi temel ve çizgiden kopmuş, sapmış tüm sözde sosyalist hareket ve partiler buna bağlı olarak gerçekte bürokratik kurumlar haline gelir. Doğru ya da içinde hata ve eksiklikler taşısa bile esas olarak doğruya yakın bir çizginin egemen olduğu hareket ve partilerde ise, eğer doğru bir örgütlenme çizgisi, anlayışı ve kadro politikası yoksa bürokratizmin egemenliği kaçınılmaz olur ve süreç içerisinde bürokratizm ve o temelde egemen olan bürokratlar hareketin siyasal çizgisini de revizyonizme ve oportünizme çekerler. Marksist-Leninist hareketin yukarda açmaya çalıştığımız hata ve eksiklikleri, siyasal çizgisinin esas olarak doğru olmasına rağmen bünyesinde bürokratizmin uç vermesine ve ’81 sonrasında hâkim hale gelmesine yol açtı. Bu ise siyasal çizgiyi çeşitli biçimlerde etkiledi.
’74’lerden sonra küçük burjuva ihtilalciliğinin hem siyasal hem örgütsel planda aşılması yönünde olumlu gelişmeler oldu. Ama bu gelişme bir süre sonra durakladı. Hata ve kabalıklar taşısa da belirli olumlu bir içerik taşıyan faşizm ve egemen sınıflar tahlili daha doğru bir temele kavuşturulacağına ’71 anlayışının da gerisine düşülüp, reformist revizyonist “faşist tırmanma” teorileri tespit edildi. Çeşitli konularda reformist revizyonist etkilenmeler varlığını sürdürdü. Hareketin saflarındaki devrimci dinamik ve özlemlerle bu durum çelişti. Bu temel üzerinde yükselen muhalefet, siyasal plandaki krize son verdi. UHK çizgisine ve geleneklerine uygun bir siyasal hat hâkim hale gelmeye başladı. Ama paradoks da yine bu noktada başladı. Siyasal çizgideki (yüzeysellikler, hatalar ve eksiklikler taşısa da) olumlu gelişmeler örgütlenme çizgisine yansımadı. Bu siyasal çizgiye uygun örgütlenme çizgisi oluşturulamadı. Siyasal çizginin inşasında kazanılan başarılar hareketi ve unsurlarını rehavete sürükledi. Paradoksun devrimci yönde çözülmesinde ve atılımın gerçekleştirilmesinde önemli katkısı olan muhalefet ve temsilcileri var olan duruma ve olumsuzluklara boyun eğdiler, onunla uzlaştılar. Zaman zaman bu durum tespit edilse ve çatışmalar çıksa da olumsuzluklar kemikleşmeye başladı ve bunu kırmaya yol açacak fırsatlar değerlendirilemedi
Marksist-Leninist temelde siyasal çizginin inşası sürecinde ilkeli ve katılımcı kolektif faaliyet yeterince sağlıklı sürdürülmediği için çizginin tartışılmasında, tartışmanın sonuçlandırılmasında, tezlerin kavranması ve özümsenmesinde hatalara düşüldü. Gerek önderlere karşı duyulan mistik-idealist güven, gerekse ’76’larda ortaya çıkan tasfiyeciliğe karşı kazanılan başarılar ve yine aynı dönemde gerçekleşen siyasal atılım, tüm bu olumluluklar, aynı zamanda, sözü edilen zaafların görülür olmasını önleyen bir rol de oynadı. Yeterince canlı ve dinamik bir tartışma ortamı yaratılamadı. Bunun sonucu olarak hareketin iç dinamizmi giderek zayıflamaya başladı, siyasal çizgiyi kavrayışta sığlık ortaya çıktı. Ayrıca siyasal tezler etrafındaki canlı bir tartışmanın ve önderlik üzerindeki alttan gelen bir denetimi olmaması, sınıfın ideolojisini gerçekte benimsememiş, Marksist-Leninist çizgiye yabancılaşmış unsurların açığa çıkmasını önlüyor ve sınıf mücadelesini ve zaafa uğratıyordu. Bu gerçekleştirilebilseydi, hareketi sağa çekmeye çalışan pek çok unsur ve bürokrat çok önceden açığa çıkarılabilirdi.
Siyasal çizginin ortaya çıkması ve tezlerin formüle edilmesi sırasında tereddütlü olan ve farklı düşünenlere karşı ilkeli ve iknaya dayalı bir yaklaşımda bulunulması verine birlik sopası ve otorite kullanıldı. Bu, canlı bir tartışma ortamının olmaması ve tezlerin mekanik bir biçimde kabullenilip ile birleşince, farklı düşünenlerin ya sinip susmasına, kendilerini gizlemelerine ya da şekilsiz parçalanmalara yol açtı.
Örgütlenme çizgisinin hatalı oluşu ve proleter dönüşümün tam olarak sağlanamamış olması, yanlış ve gereksiz bir profesyonellik anlayışını geliştirdi. Faaliyetin hayati ihtiyaçlarına cevap verecek çok iyi yetişmiş, deneyli, profesyonel kadrolar var olmadan Marksist-Leninist bir hareketin varlığım ve çalışmasını sürdüremeyeceği açıktır. Yine yoğun baskı koşullarının dayattığı zorunlu profesyonellikler de her zaman var olacaktır. Burada üzerinde durulan, yukarıda sözü edilenlerin dışında gerçekte gerekmediği halde örgütlenme çizgisindeki hatalar, hatalı kavrayışlar nedeniyle ortaya çıkan bir tür “profesyonelliktir”. Buna, hareketin çeşitli unsurlarının da kendi kendilerini profesyonel görmeleri eklenince, yaşamları, sınıfın dinamizminden ve üretimden, mücadelenin canlı pratiğinden kopuk rantiye unsurların çoğalması sonucunu getirdi. Giderek olumlu özelliklerini yitiren bu unsurlar sürekli emirler yağdıran bürokratlar haline dönüştüler. Ayrıca gereksiz profesyonellik, hareketin çeşitli faaliyetlere yöneltmesi gerekli olan imkânlarını da tüketiyor ve esas faaliyeti engeller hale geliyordu. Bu durum, ’78’lerde tespit edilerek gerekli önlemler alınmaya çalışıldı. Ama hem örgütlenme çizgisindeki hataların aşılamaması, hem de bu rantiye unsurların çeşitli gerekçelerle varlıklarını bu biçimde sürdürmekte direnmeleri sonucu, başarılı olunamadı. Bu unsurlar, bürokrasi eğilimlerinin ve bürokratlığın yaygınlaşmasının temelini oluşturdular. Yine bu unsurların çoğunluğunun karşı devrimin zoru karşısında yalpalamaları ve uzlaşmalarının nedeni de, içinde bulundukları rantiyelik, sınıfın dinamizminden, yaşamdan kopuk oluşlarıydı. Marksist-Leninist hareketin ’81’de, yediği darbe ve daha sonra yaşanan bürokratizm, tasfiyecilik ve inkârcılık, işte bu temeller üzerinde yükseldi. Kendileri de bürokrat şeflerden başka bir şey olmayan tasfiyeciler bürokratizmin kaynağını hatalarda değil, olumluluklarda aradılar. Olumsuzlukları düzeltmek yerine yıkıcı faaliyetlerinin bir aracı, döneklik ve kaçaklıklarının gizlendiği bir örtü olarak kullandılar. Onlara göre, bürokratizmin kaynağı siyasal hat ve tezlerdi. Buradan yola çıkarak siyasal çizginin ve tezlerin küçük burjuva olduğunu söylediler. Oysa siyasal hat ve tezler, eksiklikler, zaaflar taşısa 50 yıllık revizyonizme, oportünizme ve reformizme karşı mücadele içinde oluşturulmuştu ve UHK’nin çizgi ve normlarına uygundu. Kuşkusuz siyasal hat ve tezlerdeki hatalar düzeltilmeli, zaaflar giderilmeli, eksiklikler tamamlanmalı, siyasal hat ve tezler derinleştirilerek zenginleştirilmelidir.
Türkiye’nin yakın siyasi tarihi, devlet ordu, faşizm, reformizm, Kemalizm, CHP, emperyalizm ve savaş, komünist hareketin tarihi, Maocu revizyonizmin etkileri ve devrimin yolu üzerine tezler, Marksizm’in evrensel teorisine ve ülkenin somut gerçeklerine büyük ölçüde ve temelde uygundur. Ama derinleştirilmek ve kısmen de düzeltilmek, özünü belirlemeyen yetersizlikleri giderilmek ihtiyacındadır.
Geriye dönüş sorunları, sosyo-ekonomik yapı, demokratik devrim ve ulusal sorun üzerine tezler ise esas olarak Marksist-Leninist olmakla birlikte, düzeltilmesi, geliştirilmesi ve yeniden gözden geçirilmesi gerekli olan tezlerdir. Bu sorunlar üzerinde kapsamlı ve ciddi bir çalışmaya ihtiyaç vardır.
Marksist-Leninist hareket, saflarındaki her türlü zor koşullar altında mücadeleyi sürdürmek isteyen ve sürdüren devrimci dinamiklerin ve olumlu geleneklerin, değerlerin biraz geç ve sancılı olsa da tasfiyeciliğin ve inkarcılığın üstesinden gelmesiyle, yaşanan kaos ve kargaşa dönemini esas olarak atlatmış, olumlu değerlerine, teorik ve siyasal tezlerine sımsıkı sarılarak, hata ve eksikliklerini aşacak, teorik, ideolojik, siyasal ve örgütsel sorunlarını çözecek, yanlış, gerici, tutucu olan ne varsa çizgisinden, yaşamından ve ilişkilerinden silip atacak duruma gelmiştir. Marksist-Leninist hareket Marksizm-Leninizm’i ve kendi çizgisini dünyadaki ve ülkedeki tüm gelişme ve ilişkileri açıklayabilecek düzeyde kavrayacak ve derinleştirecek, emperyalist-kapitalist burjuvazinin ve ideologlarının tüm demagojik ve bilimsel olmayan tezlerini, alternatif bir dalga haline getirilmeye çalışılan modern revizyonist tezleri aşma ve yıkma ruhuyla hareket edecek, Marksizm-Leninizm’i ve kendi çizgisini her cephede, ülkede ve dünyadaki tüm gelişme ve ilişkileri açıklayacak düzeyde geliştirip yığınlarla kaynaştırmak ruhu, perspektifi ve azmiyle mücadele edecek konumdadır bugün.
Eylül 1989