Çeşitli alanlarda yapılan sınavların çokluğu ve sosyal yasamdaki etkisi nedeniyle ülkemiz adeta bir sınavlar ülkesi gibidir. Geniş ölçekli kitlesel taleplerin söz konusu olduğu birçok işte, memuriyet ve eğitim gibi alanlarda sınavlar daha bir önem kazanmakta insan yaşamında belirleyici bir rol oynama konumuna geçmektedir. Herhangi basit bir işe memuriyete ya da bir okula girmede sınavlar kararlaştırıcı bir mekanizma işlevini görmektedir, özellikle bir iş sahibi olmanın yaşamsal bir öneme sahip olduğu ülkemiz koşullarında şu ya da bu nitelikteki bir işe girebilmek sınav denilen barajı aşmaya bağlı olmaktadır.
Üniversiteler de, esas olarak yine ülkemizde kazandığı anlam ve gördüğü işlev itibariyle sonuçta insanlara bir tür iş sağlamaktadır. Ama üniversitelerin sağladığı iş, nitelik ve etkileri bakımından olağan işlere oranla daha ayrıcalıklı ve üstün özelliklere sahip görülmektedir. Bu nedenle bir üniversiteye girebilmek daha küçük yaşlardan itibaren yüz binlerce hatta milyonlarca gencin ideali, tutkusu haline gelebilmektedir. Üniversitelerin sahip olduğu bu çekicilik her sınav öncesinde heyecan ve gerilimin doruk noktasına çıkmasına neden olmakta, bu psikoloji tüm toplumu sarmaktadır.
Ülkemizde de önceleri üniversitelere sınavla girilmeyen dönemler yaşandı. Ne var ki yıllar geçtikçe üniversite kontenjanları artan öğrenim talebine ayak uyduramamaya başladı, üniversite kapılarında biriken herkes içeri alınamaz oldu. Sonunda bu birikim öyle bir düzeye ulaştı ki sınavların gündeme gelmesi kaçınılmaz oldu. Başlangıçta tek basamak halinde yasılan Üniversite Seçme Sınavları; (ÜSS) yüksek öğretim kurumları karşındaki yığılmalara bağlı olarak zamanla iki basamağa çıkarıldı. Bu nedenle ülkemizde bu büyük heyecan her yıl iki kez yaşanır. Gerek üniversiteler ve gerekse ÜSS sorunları ve çelişkileri bakımından özelde eğitim genelde toplum düzeninden ayrı düşünülemez, aksine sistemin parçalan durumundadırlar. Kapitalist üretimin egemen olduğu ülkemizde toplum düzeni daha fazla kârı esas alan ilkelere göre oluşturulmuştur. Eğitim düzeni ve bu arada üniversiteler de kâr amacına göre düzenlenmiştir. Kâr hırsı bireyciliği, bireycilik başkalarını tepelemeyi, rekabeti, açıkgözlülük ve bencilliği, tüm bunlar da sonuçta seçkinciliği (elitizm) doğurur. Bu durum felsefe planında kendisini “altta kalanın cam çıksın” anlayışında gösterir. Nitekim her yıl, ÜSS’ye giren yüz binlerce öğrenciden küçük bir azınlık üniversitelere girebilme şansını elde etmektedir. Kalanların ise “canı çıksın.”
Görünüşe bakılırsa ÜSS’ler üniversitelerde okumaya ‘yetenekli’ olanları seçmeye yöneliktir. Fakat bu bir aldatmacadır. Yapılan bilimsel ve istatistiksel araştırmaların ortaya koyduğu gerçek şudur ki üniversitelere girişte uygulanan test soruları adı her ne kadar “genel yetenek” vs. ise de öğrencilerin gerçek yeteneklerini doğru olarak ölçme ve değerlendirme niteliklerinden uzaktır. Üniversitelerde sınav sonucunda okuma şansına kavuşanlar aslında bu yeteneğe sahip olan biricik öğrenciler olmaktan çok özel dershaneler ve okullarda, ders araç ve gereçlerinin nispeten yeterli olduğu öğrenim kurumlarında yetişebilme ayrıcalığına sahip olanlardır. Nitekim yetenekli de olsa özel dershane vb. olanaklardan yararlanma imkânı bulamayan öğrenciler, yeteneksiz olmalarına karşılık paralı dershanelerde ve özel hocalar elinde yetiştirilmiş öğrencilere oranla ÜSS’de daha az başarılı olmuşlardır.
Üniversite öğreniminde olduğu gibi üniversiteye girişlerde de kendini gösteren acı gerçek şudur ki yoksul halk çocukları için üniversite eğitimi yalnızca bir rüyadır. İşçi ve yoksul köylü aile çocuklarından tek tuk üniversiteye girebilenler olsa bile bunlar da öğrenim süresi boyunca karşılarına çıkan bin bir türlü maddi güçlükler karşısında okul bitirme şansım yitirmektedirler.
Üniversiteyi bitirmenin anlamı nedir? Halk arasında çoğunluk nitelendirildiği gibi “etiket edinmek” başlıca kazanımlar arasındadır. Giderek azalan önemde de olsa toplumda bir üniversite bitirmiş olmak, gerek iş bulmada gerekse de saygınlık ve statü açısından belirli bir ayrıcalık kazandırmaktadır. Bundan daha fazla bir şey elde edebilenler ise pek azdır. Nitekim üniversiteleri çekici kılan en önemli özellik de budur. Gelgelelim bir fakülteden diploma almak mutlaka o dalda yetişkin olmak anlamına gelmiyor. Mezun olanlar yetişkin oldukları için diploma almıyorlar, aksine diploma aldıkları için yetişkin sayılıyorlar. Hiçbir şey bilmese de diplomasını duvara asan bir kimse dalında yetişkin kabul ediliyor. Bu, kuşkusuz sistemin temel açmazlarından birini oluşturmaktadır.
ÜSS’nin önemli sonuçlarından birisi de kendini psikolojik bakımdan göstermektedir. Sınavları kazanamayan birçok öğrenci derin bunalımlara kapılmakta hatta intihara yönelmektedir. Sınavlarda başarılı olamamak beraberinde suçluluk ve başarısızlık duyularını da getirmektedir. Kendisinin, ailesinin ve çevrenin, suçlayıcı, iğneleyici, “gördün mü kazanamadı” türünden tavırların baskısı, başarısız öğrenci üzerinde yaralayıcı, onur kırıcı, özgüvenini sarsıcı etkiler yapmaktadır. Böylesi tahribatlar sınavları kazanamayan öğrencinin kişiliği ve ruhsal sağlığı açısından olumsuz sonuçlar yaratmaktadır.
Orta öğrenim kurumlarının niçin var olduğu bir bilmecedir. Mesleki teknik eğitim yapılan bazı ortaöğrenim kurumlarının dışında ortaokul ve liselerin varlık gerekçesini anlamak mümkün değildir. Liselerde okutulan derslerde öğretilen (daha doğrusu ezberletilen) bilgilerin büyük bir oranı günlük yaşamda işe yaramayanlardan oluşmaktadır. Üniversitelere ise lise mezunlarının ancak % 10’u girebilmektedir. O halde o kadar yıl okullarda onca emek ve masraf niye? Bu da ayrı bir açmazdır.
ÜSS’lerde sorulan sorular bilgi birikiminden çok, yetenekten çok test çözme alışkanlığına dayanmaktadır. Test çözme alışkanlığına sahip bulunmayan öğrenci ne kadar başarılı olursa olsun sınavlarda bu, pek işe yaramamaktadır. Sınavlar bilgi ağırlıklı olsa, yani bilgi birikimini ölçmeye dayansa bu sefer de kim daha çok ezberlerse o başarılı sayılacaktır. Bu da ezberciliğin daha da körüklenmesi anlamına gelmektedir. Üstelik liselerde yetenek dersi ya da yeteneği ölçmeye yarayan test alışkanlığını kazandırmak için konulmuş dersler de yoktur. Test becerisi bu durumda ancak özel dershanelerde yüklü bedeller ödenerek kazanılabilmektedir. Yoksul kesimden gelenlerin katlanamayacağı bir ağırlık daha.
Her şeyin alınıp satılabildiği kapitalist düzende bilginin de bir meta haline getirilmesi emekçi çocuklarının daha başından yüksek öğrenim dışına itilmesine neden olmaktadır. Zayıf bir dana ile güçlü bir öküz aynı sabanda çift sürmeye koşulursa buna hangisinin dayanabileceğini anlamak için sınava da gerek yoktur. Bu bakımdan sınavlar asıl işleyişi ört bas etmeye yaramaktadır. Bu işleyiş de ancak varsıllara açık olan üniversite kapılarının getirdiği adaletsiz durumdan ibarettir.
Ders araç gereçlerinin yokluğu, yetersizliği, öğretmenlerin olmayışı ya da formasyon, yetiştirilme eksiklikleri, kalabalık sınıflarda ders yapılması ya da üçlü öğretime bile gidilebilmesi, ders ve sınav yönetmeliklerinin sık sık değiştirilmesi gibi birçok sorun bu tip sorunların yaşanmadığı ya daha az yaşandığı öğrenim kurumlarını çoğunluğu oluşturan diğerleri karşısında şanslı kılmaktadır. Elverişli okullarda okuyan, mezun olan öğrenciler sınavlarda daha başarılı olmaktadır. Bu durumda ÜSS’ye girenlerin ezici çoğunluğu açısından başarısızlık kaçınılmaz olmaktadır.
Orta öğrenim kurumlarında ve diğerlerinde geçerli olan bir başka uygulama da her öğrenciden aynı başarının beklenmesidir. Kuşkusuz bu da en temel pedagojik ilkelere ve öğretim kuramlarına aykırı bir yaklaşımdır. Başarısızlığın esas kaynaklarından birisini de bu, bireysel farklılıkların tamamen göz ardı edilerek herkesin bir fabrikadan çıkmış gibi düşünülmesidir. Eğitim sistemi, egemen sınıfların çıkarlarına göre düzenlenmesi nedeniyle insani yetenekleri ve ilgileri hiçe sayarak bireylerin yaratıcılığını tamamen köreltmeye yaramaktadır. Burjuvazinin gereksinim duyduğu becerileri ve davranış biçimlerini kazanmak eğitim sisteminin temel amacı durumundadır.
Mevcut eğitim sistemini belirleyen-temel ilkenin, kapitalist üretimin gerekleri olduğu önceden vurgulanmıştı. Bu nedenle öğretim sisteminin iyi ya da kötü işlemesi bu amacın yani kapitalist üretimin nasıl gerçekleşeceği sorununu ilişkilendirdiği anlaşılır olmalıdır. Bu bakımdan sistemin açmaz ve sorunlarını çözmek burjuvazinin kendi meselesidir; devrimcilerin, Marksist-Leninistlerin değil. Ama devrimciler emekçilerin eğitim ve öğretim hakkına kayıtsız da kalamazlar; aksine herkese yüksek öğrenim hakkı da içinde olmak üzere halk çocuklarını eğitim olanaklarından yoksun bırakan engelleyici, adaletsiz koşullara da amansızca karşı çıkarlar. Eğitimin burjuva-feodal içeriğini teşhir etmeyi bir an olsun elden bırakmazlar.
Devrimciler eğitimin paralı olmasına, ortaöğrenim kurumlarının görevi olan test öğretiminin özel dershanelerce sömürü konusu edilmesine, üniversiteye giriş sınavlarının kendisine ve bu sınavlara girişte alınan her türlü haraca karşı çıkma durumundadırlar. Üniversiteye giriş sınavları iddia edildiği gibi başarılı öğrencilerin seçilmesi için değil yüz binlerce halk çocuğunun elenmesi için yapılmaktadır. Fırsat eşitsizliğine dayanan, bütün kötülüklerin ve bozuklukların faturasının emekçi çocuklarına ödetildiği eğitim sisteminin çarpıklıklarını gidermek kapitalist düzen ayakta olduğu sürece olası değildir. Sorunların çözümü ve herkese yüksek öğrenim hakkının tanınması ancak gençliğin ve işçi sınıfının ortaklaşa mücadelesiyle, mevcut çürümüş köhne yapıların yerle bir edilmesiyle gerçekleşebilecektir.
Haziran 1989