Yerel Seçim Sonuçları ve Ortaya Koyduğu Gerçekler

12 Eylül’cü generallerin sahneye koydukları demokrasi güldürüsüyle birlikte bir seçim ve referandumlar ülkesi haline gelen ülkemiz, bir seçimden daha çıktı. Art arda yapılan seçimler ve referandumlarla anti-demokratik rejimin ne kadar demokratik (!) olduğu, en önemsiz sorunların çözümü için bile “halkoyuna”, halkın iradesine başvurulduğu görünümü yaratılmaya, emekçilerin dikkatleri acil ve temel taleplerinden uzaklaştırılmaya, gerici düzen partileri arasındaki dalaşmaların ve seçeneklerin platformuna çekilmeye, kitleler oyalanmaya çalışıldı. Seçimler ve referandumlar aynı zamanda krizin sürmesine, kitleler arasındaki hoşnutsuzluğun artmasına bağlı olarak, 12 Eylül’cü generallerin sahneye koydukları demokrasi güldürüsü çerçevesinde, uzun erimli politik istikrarın sağlanamadığının, politik kriz öğelerinin geliştiğinin bir göstergesi ve sonucudur.
Demokrasi güldürüsünün oyuncuları olarak generallerin denetiminde kurdurulan üç partiden ikisi tarihe karıştı. Bu güldürüye 10 yıl katılmaları yasaklanan ve tasfiyeleri amaçlanan eski politikacılar ve partiler, bu süre dolmadan sahnedeki yerlerini aldılar. Başta işçiler olmak üzere, emekçiler, kendiliğinden ve derin zaaflar taşısa da, generallerin anti-demokratik rejimin figüranları olmayacakları, koyulan yasakları ve çizilen çerçeveyi delme doğrultusunda ilk adımları atıyorlar. Mevcut yasalara göre genel grev yasak olmasına karşın, sürekli gündemdeki bir sorun olma özelliğini koruyor. Grev yasağı olan işkollarında, toplu sözleşme görüşmelerinde uyuşmazlıkların gündeme gelmesine bağlı olarak, açıktan grevler patlak vermese de, yer yer üretimdeki düşüş % 70’i buluyor. İzinsiz işçi yürüyüşleri, gösterileri ve yolları trafiğe kapatma eylemleri giderek yaygınlaşıyor. Henüz öğrenci gençliğin çoğunluğunu kapsamasa da yasa-dışı öğrenci gösterileri giderek daha geniş bir katılımla sürüyor.
Seçim sonuçları, krizin yüklerini ezilen sınıfların sırtına yıkma politikası izleyen ve generallerin sahneye koydukları demokrasi güldürüsünün en kararlı ve sadık savunucuları olan, özgürlük ve halk düşmanı ANAP’ın, başta uluslararası finans kuruluşları olmak üzere emperyalistlerin ve egemen sınıfların desteğine karşın, büyük oy kaybına uğradığını göstermektedir. ANAP oylarındaki düşüş, 1983 ve 1984 seçimlerine göre % 100’ü aşmakta, 1987 genel seçimlerine göre % 50’yi bulmaktadır. 1987 genel seçimlerinde % 36 oy oranı ile oyları düşmesine karşın, seçimlerden birinci parti olarak çıkan ANAP, son yerel seçimlerde % 21.75 oy oranı ile üçüncü parti haline geldi. SHP, belediye başkanlığı seçimlerinde % 36, il genel meclisi üyeleri seçiminde % 28.71 oy alarak birinci parti durumuna yükseldi. DYP, belediye başkanlığı seçimlerinde % 20.7, il genel meclisi üyeleri seçiminde % 25.15 oranında oy alarak ikinci büyük parti oldu. Diğer partilerin oy oranı da yükseldi.
Yerel seçimler genel seçimlerden farklı olmasına ve seçmenin tercihlerinde, genel eğilimlerden farklı faktörler de etkili olmasına karşın, seçim sonuçları, burjuva partileri arasındaki güç ilişkisinde, 1987 genel seçimlerine göre önemli değişiklikler olduğunu göstermektedir. Güçler ilişkisindeki değişim, burjuva partilerinin parlamentodaki temsil oranı ile, kitlelerden mevcut rejim çerçevesinde aldıkları “destek” (daha doğrusu oy) arasındaki dengesizliği, uyumsuzluğu daha da derinleştirdi. Bu, başta işçiler olmak üzere ezilen ve sömürülen sınıflar arasında, hoşnutsuzluk ve mücadele isteğinin kabardığı ve geliştiği, gericilik ve yenilgi yıllarından çıkış sürecinin yaşandığı ve ekonomik krizin sürdüğü koşullarda, politik krizi geliştiren etkenlerden biri olacaktır.
Partilerin seçimlerde aldıkları oy oranında parlamentoda temsil edilmemeleri, seçmen azınlığının oylarını alarak parlamentoda çoğunluğu sağlamak, iktidar partisi olabilmek, 12 Eylül’cü generallerin sahneye koydukları demokrasi güldürüsünün temel özelliklerinden biridir. Nitekim ANAP, yıllardır, seçmenlerin çoğunun değil, azınlığın oylarını alarak parlamentoda ezici bir çoğunluk sağlamakta ve iktidar partisi olabilmektedir. Ancak yerel seçimlerdeki oyların dağılımı, açıkça, yürürlükte olan seçim yasasına göre bile, ANAP’ın bugün yapılacak genel seçimlerde parlamentoda çoğunluğu sağlayamayacağını, küçük bir azınlığı oluşturacağını göstermektedir. Bunun da ötesinde, generallerin demokrasi güldürüsü, seçmenin üçte biri gibi bir azınlığının desteğini alarak, parlamentoda ezici bir çoğunluk sağlamayı ve sürdürmeyi, iktidar partisi olmayı içermesine karşın, ANAP’ın yıpranması ve oylarındaki düşüş öyle bir noktaya vardı ki, ANAP iktidarı ve parlamentodaki çoğunluğunun meşruluğu, sadece kitleler ve diğer burjuva partileri açısından değil, ANAP içinde de tartışılır hale geldi. Bütün veriler, iktidar partisi olarak kaldığı sürece, ANAP’ın yıpranacağını ve oylarındaki düşüşün devam edeceğini gösteriyor. ANAP ve hükümeti, krizin tüm yüklerini halkın sırtına yıkma politikasını, özgürlük ve halk düşmanı bir politikayı kararlı bir biçimde uyguladığı için, kitleler arasında gelişen hoşnutsuzluk ve öfkenin hedefi haline geldi ve seçmen desteğini yitirme sürecine girdi. Ancak ANAP ve hükümeti, tam da böyle bir politika izlediği için, emperyalistler ve egemen sınıflar tarafından desteklendi ve diğer burjuva partilerine tercih edildi. % 20 civarındaki oy oranı ve seçmen desteği ile Özal ve ANAP, kitleleri yatıştırmak, oy oranını yükseltmek için, partilerin sınıflardan göreceli özerkliği çerçevesinde, efendilerine ve egemen sınıflara kafa tutarak, izlediği politikayı yumuşatma olanağına da sahip değildir.
Özal seçimden hemen sonra yaptığı açıklamada, yapılan seçimin genel değil, yerel seçim olduğunu, “milletin 1992’ye kadar” kendilerine yetki verdiğini, mecliste çoğunluğun ANAP’ta olduğunu ileri sürerek, 1992’ye kadar iktidarda kalacaklarını, hükümetin istifasının ya da erken seçimin gündemde olmadığını açıkladı. Son seçimlerin genel seçim olmadığı, ANAP’ın parlamentodaki çoğunluğunun devam ettiği doğrudur. Ancak, başta Özal olmak üzere ANAP’ın politik geleceğini, parlamentodaki çoğunluğunun sürüp sürmeyeceğini belirleyen, son tahlilde şu ya da bu burjuva yasası değil, politik mücadele arenasında oluşan güçler ilişkisi ve bu ilişkiye sıkı sıkıya bağlı olarak egemen sınıfların ve emperyalistlerin tercihleridir.
Özal ve ANAP’ın hızla yıpranarak kitle desteğini yitirmesi, başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen sınıflar arasında gelişen hoşnutsuzluk ve öfkenin hedefi haline gelmesi, ANAP’tan desteğini çeken egemen sınıf kesimlerinin yanı sıra, ANAP’ı bugüne kadar destekleyen egemen sınıf kesimlerinin ve emperyalistlerin de yeni seçenekler üzerinde durmalarına yol açmaktadır. Bu yönelim, son yerel seçimlerden sonra daha da gelişecektir. (Yerel seçim sonuçlarının belli olmasının akabinde, günlük basında, ABD yönetim çevrelerinde Türkiye’ye ilişkin yeni senaryoların hazırlanmakta olduğu, DYP ve SHP üzerinde durulduğu haberleri ve yorumları yer aldı.)
Parlamentarizmin, anti-demokratik politik rejimlerin en gericilerinden birini örten bir asma yaprağı olduğu ülkemiz bir yana, en demokratik burjuva cumhuriyetlerinde de, partileri, seçimleri, referandumları, temsili organları hükümetleriyle burjuva parlamentarizminin işlevi, “saf halkı” kafeslemek, burjuva partileri arasındaki ve parlamentodaki dalaşmaların platformuna çekerek oyalamak, acil ve temel talepleri için mücadeleden uzaklaştırmak, halkın ülke yönetimine katıldığı görünümü yaratarak, ideolojik ve siyasal egemenliklerini güçlendirmektir. Seçmenin iradesini ve tercihini, bileşimi itibariyle yansıtmadığı görünümünü yaratan parlamento, seçmen desteğini yitiren, kitlelerin hoşnutsuzluk ve öfkesinin hedefi haline gelen bir politik parti ve hükümeti bu işlevi tam olarak yerine getiremez. Politik istikrarın değil, istikrarsızlığın bir unsuru haline gelir. Türkiye bugün bu sürecin içindedir. Emperyalistlerin ve egemen sınıfların yeni seçenekler üzerinde durmalarına, yeni senaryolar hazırlamaya yönelmelerine yol açan nedenlerden biri de budur.
Emperyalist burjuva ve yerli müttefiki egemen sınıflar homojen ve çelişmesiz bir bütün teşkil etmemektedirler. Çatışan çıkarlar, izlenecek yöntemler ve uygulanacak ekonomi politikada ortaya çıkan çelişmeler, vb. egemen sınıfların çeşitli kliklerinin, farklı politik güçleri ve çözümleri desteklemelerine ya da tercih etmelerine yol açmaktadır. Özellikle kriz ve toplumsal muhalefet koşullarında, egemen sınıf klikleri ve politik temsilcileri arasındaki çelişmeler de keskinleşmektedir. Bu, ülkemizde de yaşanan sürecin bir yönü olup, yerel seçim sonuçlarının bütün yalınlığıyla yansıttığı sorunların nasıl çözüleceği ve hangi burjuva partisinin destekleneceği sorununda da yansımaktadır.
İçinde bulunduğumuz dönemde, ANAP yıpranır ve kitle desteğini yitirirken, düzen partilerinden hiçbiri, aralarındaki çelişmelere ve çatışmalara karşın, egemen sınıflar kliklerini etrafında birleştirebilecek bir güce ve kitle desteğine sahip değil. Askeri darbeden sonra 12 Eylül yönetimi ve 1983 seçimlerinden sonra da ANAP ve hükümeti etrafında egemen sınıfların ve gericiliğin birliği henüz gerçekleşmedi.
Son yerel seçim sonuçları, ANAP’ın yıprandığını ve kitlelerden aldığı desteğin hızla düştüğünü açıkça göstermesine karşın, muhalefetteki düzen partilerinden hiç birinin, parlamentoda çoğunluğu oluşturarak, tek başına hükümet kurmasını ve bir süre için de olsa politik istikrarı sağlayacak düzeyde seçmen desteğine sahip olmadığını göstermektedir. Kısa dönemde gerçekleşebilecek bir erken seçim, ya da parlamentodaki kombinezonlar sonucu, ANAP’ın parlamentodaki çoğunluğunu yitirmesi ve ANAP hükümetinin devrilmesi, emperyalistler ve egemen sınıflar tarafından, askeri darbe öncesi örnek verilerek, ekonomik ve politik krizin nedeni olarak ilan edilen koalisyon hükümetleri dönemini başlatacaktır. Emperyalistlerin ve egemen sınıfların karşı karşıya oldukları sorunlardan biri de budur.
Muhalefetteki burjuva partileri, ANAP hükümetinin istifası ve erken seçime gidilmesi doğrultusundaki baskılarım yoğunlaştıracak, seçimlerin kendileri açısından en elverişli zamanda yapılmasını sağlamaya ve kitleler arasında gelişen hoşnutsuzluk ve öfkeyi yedekleyerek güç toplamaya ve düzenin sınırları içine hapsetmeye çalışacaklardır. Onlar ANAP hükümetinin devrilmesi ve kendilerinin hükümeti kurmasıyla sorunların çözüleceğini ileri sürerek, işliler ve emekçiler arasında hayaller yayıyorlar.
Yıpranan bir partinin yerine, bir başka düzen partisinin (ya da partilerinin) parlamentoda çoğunluk sağlayarak hükümeti kurması, kitlelerin bir süre de, yeni bir hükümetle, ya da parlamentodaki yeni bir bileşimle oyalanması, egemen sınıfların, kitleler arasında gelişen hoşnutsuzluk, öfke ve mücadele isteğini yatıştırmak için başvurdukları bir taktiktir. Emperyalistler ve egemen sınıflar, kitleleri yatıştırmak, baskı ve sönüm düzenlerini sürdürmek için sadık uşaklarını bir yana itmekten ve sanık sandalyesine oturtmaktan hiçbir zaman kaçınmadılar ve bundan sonra da kaçınmayacaklardır. Hatta bir dönem el üstünde tuttukları, toz kondurmadıkları politik temsilcilerine ve partilerine karşı, yıprandıklarında, muhalif burjuva partileri desteklemekten, kampanyalar örgütlemekten geri kalmadılar. Bir dönemin gözdesi Demirel ve AP, dün bir kenara itildi, bugün tekrar el üstünde tutulabilir, yarın tekrar bir kenara itilebilir.
Yıpranan, kitle desteğini yitiren bir partinin yerine hangi partinin a da gerici kliğin geçirileceğini belirleyen, işçilerin ve emekçilerin bilincinin ve hareketinin gelişme düzeyi, kitle desteği, vb. faktörler. Bu faktörlerin değişmesine bağlı olarak, egemen sınıfların desteklediği, hükümeti kurdurttuğu partiler değişir. Yıpranan, kitle desteğini kaybeden bir siyasal partinin ve hükümetinin yerini, kitle desteği daha güçlü yeni egemen sınıf partilerinin (ya da uzlaşan reformcu bir partinin) ve hükümetinin alması, egemen sınıfları kendi başına zayıflatmaz, aksine güçlendirir, tekrar saldırıya geçmeleri için zaman kazandırır.
Gerici-faşist kamp içindeki parçalanma ve çelişkilerin keskinleşmesi, hükümetlerin kitle temelinin zayıflaması, karşı-devrim cephesini zayıflatır, işçilerin ve emekçilerin mücadelesinin, devrimci hareketin gelişmesi için daha elverişli bir durum yaratır. Bundan öte de bir şey yaratmaz. Karşı-devrim gerileterek yeni mevziler kazanılmasını sağlayacak olan, işçilerin ve emekçilerin mücadelesi, bağımsız hareketinin gelişmesidir. Burjuva düzen partileri, işçilerin ve emekçilerin mücadelesinin, bağımsız hareketinin gelişmesini engellemede birleşmekte ve aralarındaki üstünlük mücadelesinde işçileri ve emekçileri yedeklemeye çalışmaktadırlar.
Düzen partileri arasındaki dalaşmaların ve çatışmaların özü, hangisinin kitlelerin onayını alarak, emperyalistler ve egemen sınıflar adına ülkeyi yöneteceğidir. Seçimler, egemen sınıflar adına ülkeyi yönetecek burjuva-düzen partisinin belirlenmesinden başka bir şey değildir. Erken seçimle, askeri klikle birlikte ülkeyi belli bir süre yönetecek, düzen partisi yeniden belirlenecektir. Kendi başına, seçimlerin zamanında mı yoksa 3 ya da 5 ay sonra mı yapılacağı, burjuva partilerinin, devletin ve diktatörlüğün tali bir kurumu olsa da, yıpranan ANAP hükümetinin yerine, hangisini, ne zaman geçirmesinin uygun olacağı hesabını yapan emperyalistlerin ve egemen sınıfların sorunudur.
Devrimci proletarya, karşı-devrimci kamp içindeki parçalanma ve dalaşmaların yol açtığı çatlaklar ve boşluklardan yararlanmalı, ancak, dalaşan taraflardan birinin yedeği olmamalıdır. Şu ya da bu gerici-faşist hükümete karşı mücadeleyi, diktatörlüğe, egemen sınıflara ve emperyalizme karşı mücadelenin bir unsuru olarak ele almalı, tüm halkın acil ve temel, ekonomik ve politik talepleri için mücadele etmelidir.
İçinde bulunduğumuz dönemde, düzen partileri ve gerici klikler arasındaki dalaşmaların yanı sıra, işçilerin ve gençliğin acil ekonomik ve politik talepleri için yürüttükleri mücadele de gelişmektedir. Muhalefetteki burjuva partileri, işçilerin ve tüm emekçilerin sorunlarının ancak ANAP’a dur demekle çözülebileceğini ileri sürdüler, her seçim ve referandumu ANAP’a ve kötü gidişe dur demek için bir fırsat olarak ilan ettiler. İşçilerin ve emekçilerin acil ekonomik ve politik taleplerini dişe diş bir mücadele yürüterek değil, oy kullanarak elde edebilecekleri beklentisini yaygınlaştırarak mücadelenin gelişmesini engellemeye çalıştılar. Yerel seçim sonuçlarını, özellikle ANAP’ın oylarındaki düşüşü de, kitleleri mücadeleden alıkoymak, aralarındaki dalaşmalarda yedeklemek için kullanmaya çalışıyorlar.
İşçilerin emekçilerin mücadelesi, önemli zaaflar taşısa da gelişmeye devam ederken, onlar, başka şeylerin yanı sıra bu mücadele sürecinde, kendi öz deneyimleri ile taleplerinin nasıl elde edilebileceğini öğreniyor, hükümetlerin ve anti-demokratik rejimin parlamentarizminin gerçek yüzünü süreç içinde görüyorlar. Her referandum ve seçimde ANAP’ın oylarının düşmesinin, oy kullanmayan seçmen sayısının artmasının temel nedenlerinden biri de budur.
Son yerel seçim sonuçları, ANAP’a tepki duyan kitlelerin, geçmişte ANAP’a oy veren seçmenlerin önemli bir bölümünün muhalif burjuva partilerine, özellikle de kırsal alanlarda DYP’ye yöneldiklerini göstermektedir. Ancak seçim sonuçları sadece bunu göstermiyor. Bunun yanı sıra, seçime katılmayan, oy kullanmayan seçmen sayısının da önemli boyutlarda arttığını gösteriyor.
Son referandumda para cezası olmasına karşın, sandık başına gitmeyen seçmen sayısının % 100 oranında artması ve oy kullanmama oranının özellikle işçi semtlerinde yüksek oluşu, yerel seçimlerde oy kullanmayan seçmen sayısındaki artışla birlikte ele alındığında, gelişmekte olan bir başka eğilimi de göstermekte. Son yerel seçimin dikkate alınması gereken önemli sonuçlarından biri de budur.

Nisan 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑