Petrol, ruble ve Rusya nereye?

Petrol fiyatlarındaki ani düşüş, Yunanistan gibi bazı ülkeler büyüme sürecine giremese de, ABD ve Almanya ekonomisinin krizi atlatarak büyüdüğü ve dünya ekonomisinin de genel olarak büyüme sürecinde olduğu bir döneme denk geldi. Bu aynı zamanda, Japon ekonomisinin durgunluk belirtisi gösterdiği, gelişen ülke ekonomileriyle Rusya ve Çin’in de büyüme oranlarını geriye çektiği bir evreydi. Tüm bunların üzerine, petroldeki ani fiyat düşmesinin yükleri bindi ve bu nedenle dünya piyasaları, tekrardan yeni bir kriz beklentisine girdi.
Petroldeki düşme, doğal bir düşme mi yoksa stratejik planların taktik bir ürünü müydü? Bunlar tartışılmaya devam edecek. Dünyanın büyük ekonomilerinden biri olan, petrole bağımlılıktan kurtulma planlarını hayata geçirerek, 2020’de dünyanın ilk beş ekonomisi içinde yer alma hesabı yapan Rusya; önümüzdeki süreçte nereye savrulacak? Rusya’nın planları ne ölçüde sekteye uğrayacak, Rusya krizini nasıl atlatacak? Yazı, bu bağlamdaki soruların yanıtını arıyor.
Dünyaca ünlü bazı ekonomistler ve IMF; petrol fiyatlarının ani olarak aşağıya inişinden iyimserlikle olumlu sonuçlar ürettiler ve “düşük petrol fiyatlarının, petrol ithalatına bağımlı ülkelerin ekonomileri üzerinde olumlu etkide bulunacağını ve dünya ekonomisini büyüme yönünde ileriye iteceği”ni ileri sürdüler.  Toplumsal ekonomik yaşamın tüm alanlarında ve özellikle borsalarda istatistiklerle oynanıyor, uluslararası kurumların çarpıtılmış puanlama cetvelleri, kredibilite raporları yayınlanarak, bin bir çeşit manüplasyonla rakipler köşeye sıkıştırılıyor ve hisse senedi ve tahvillerin sanal değeriyle servetler şişiriliyor. Böylesi bir “global ekonomik düzen”de petroldeki fiyat düşüşlerinin yaşanan krizi sağaltıcı bir işlevi olup olmayacağı; dünya ekonomisini ileri itip itmeyeceği; fiyat düşüşünü etkileyen faktörler irdelenmeksizin anlaşılmaz olarak kalacaktır.
Petrol fiyatları zaten genel bir düşme eğilimindeyken, neden ani olarak yeniden düşürtüldü? Petrol fiyatlarındaki düşmeyi, kriz ve durgunluk koşullarındaki düşmenin (ki demir, altın, gümüş, platin fiyatlarında da düşme vardı) olağan devamı olarak ele alan iktisatçılar bulunmasına karşın; bugün tüm veri ve olgular ışığında bakıldığında iktisatçıların önemli bir bölümünün üzerinde birleştiği görüş; ABD’nin, düşman olarak gördüğü rakiplerini zayıflatmak hedefiyle bilinçli olarak uyguladığı bir stratejinin piyasaları yönlendirdiği ve petrol fiyatındaki son ani düşüşü Suudiler aracılığıyla yaşama geçirdiğidir.
İlk olarak şu saptanmalıdır ki, petrol fiyatlarındaki son ani düşüş, manüplasyon ürünü olsa da, bir önceki kriz döneminde oluşan düşüş eğilimi zemininde gerçekleşti. Petrol fiyatlarındaki düşüş, zaten bir süredir devam ediyordu. Bunun nedeni de esas olarak önceki dünya krizinden artakalan stoklardı. Ülke ekonomilerinin ve dünya üretiminin daralması, petrole olan talebi de azaltmıştı. Üretimde, nakliye ve kişisel tüketimde önemli bir girdi olarak kullanılan petrole talebin azalması ve fiyatının düşmesi bu yüzden olağan sayılamalıdır. Ayrıca petrol kaynaklarının sınırlılığı ve yarattığı çevre kirliliği yüzünden alternatif enerji kaynaklarına; yani güneş, termal, rüzgar, biyoenerji gibi yenilebilir enerji kaynaklarına ve kaya petrolüne yönelen dünya ülkeleri; dünya enerji arzını arttırdılar. Fiyatların aşağıya çekilmesinde –son dört yılda, varil başı fiyatı 90 ile 120 dolar arasında seyreden petrol, geçen yıl Haziran ayında ise 115 dolarken  şimdi, 50 doların altındadır– bu faktörler de önemli bir rol oynadı.
İkinci olarak, ABD’nin kaya petrolü ve kaya gazı üretiminde, devreye soktuğu görece ucuz teknolojilerle üretimini arttırması ve daha önceleri %60 gaz ithalatına bağımlı konumunu % 20’lere düşürmesi ve dünya petrol üretiminde Arabistan’ın düzeyini yakalaması; ona enerji fiyatlarını belirlemede, spekülasyon ve manüplasyon yapmada avantaj sağladı. ABD yıllık petrol üretimini 4.5 milyon varil birden artırdı, dünya piyasasına sunulan bu üretim fazlası ve zaten diğer ülkelerde yığılmış petrol stoklarının üzerine bindi. Geçen ayın ortasında, OPEC’in belirleyici aktörü olan Suudi Arabistan Petrol Bakanı’nın, “Petrol fiyatı varil başına 40 dolara inse bile, ülkesinin üretimi kısmayacağı, aynı tempoda üretimini sürdüreceğini” açıklaması; petrol fiyatlarında şok etkisi yaptı, düşmeyi, daha da hızlandırdı.
Petrol fiyatlarının şok düşüşünde, üçüncü ve belirleyici etken olarak öne çıkan görüş; ABD ve Suudi Arabistan’ın ortak düşmanları olan ve bütçe gelirleri büyük ölçüde petrol satışlarına bağlı olan Rusya ve İran’ı; ekonomik kaosla güçten düşürerek, bölgede kendi politikalarını dayatmaya yönelik planlı bir saldırı yaptığıdır. Çünkü petrole talebin azaldığı, fiyatların düştüğü bir dönemde normal olanı; OPEC’in üretim kotalarını düşürmesiydi. OPEC’in son açıklamasıyla petrol fiyatları aniden 70 doların altına indi.. Bundan en büyük zararı; beklendiği gibi, petrol ihracatçısı ve bütçe dengeleri petrole bağlı olan Rusya, İran, Venezuella, Norveç vb. ülkeler gördü.
“ABD bu planlı ekonomik saldırıyı neden yaptı?” sorusunun yanıtına gelince, birçok neden bulmak olanaklıdır. En öncelikli neden, Batı’nın Ukrayna’yı kendi yanına çekmek için başlattığı, istikrarsızlaştırılarak Ukrayna’yı Batı ittifaklarına dahil etme çabasına Putin Rusya’sının zaten önceden Rusya’ya bağlı olan Kırım’ı, tekrar bünyesine katarak cevap vermesi ve Ukrayna’nın doğusundaki Rus yanlısı direnişçilere desteği sürdürmesine verilmiş bir yanıt niteliğindeki ABD ve Batının ortaklaşa karşı hamlesi olarak görülebilir. ABD ve Avrupa Birliği’nin ekonomik yaptırım ve ambargo yoluyla Rusya’ya geri adım attırma beklentisi gerçekleşmeyince; ABD, petrol fiyatları üzerinden Rusya’ya darbe vurmayı denedi. Ama bu, Rusya’nın öyle habersiz yakalandığı ve beklemediği bir durum da değildi.  Çok daha öncesinden Hilary Clinton, bu saldırının sinyalini 2012 yılında vermişti; “ABD, Rusya’nın ekonomik entegrasyon hilesiyle Soveyetler Birliği’nin yeni bir versiyonunu yaratmasını engellemeye çalışıyor… Burada yeni sovyetik alana bir gidiş vardır… Rusya bunu bu şekilde adlandırmayacak, gümrük birliği diyecektir, Avrasya Birliği adını verecektir. Ama biz Rusya’nın bu yanlışı yapmasına müsaade etmeyeceğiz. Hedefimiz olan şeyi biliyoruz ve onu engellemeye, etkili yollarla yavaşlatmaya ve bu birliği çözmeye uğraşıyoruz.” diyordu.
Petrol fiyatları nereye kadar düşecek?
Petrol fiyatlarının spekülatif olarak 40 doların altına kadar inebileceğini düşünenler de bulunmasına karşın, bu pek olanaklı görünmüyor. Petrol fiyatlarındaki düşme en çok petrole ihtiyaç duyan ve tüketen Çin’in işine yarayacak ve ona avantaj sağlayacaktır. ABD’nin Asya’da güçlü bir Çin istemediği ve Rusya ile birlikte öteden beri rakibi olan Çin’in elini güçlendiren bu avantajın uzun süreli olması işine gelmeyecek ve petrol fiyatlarının uzun süre düşük kalmasını istemeyecektir. Ayrıca üretici ülkelerin, tatlı kârlarından uzun süre vazgeçmesi düşünülemez. Ek olarak, belirtilmeli ki, petrol fiyatlarının geçmişteki yükselişi, sıcak parayı, ABD’deki kaya gazına ve petrol sektörüne yöneltti ve bu alanda şişkinliğe yolaçtı. Şu anda ABD’deki enerji sektörü borcunun 1.3 trilyon dolarlık ABD çürük tahvillerinin %16’sı kadar olduğu söylenmektedir. Kaya petrolü halen görece yüksek maliyetle, sürekli yeni yatırım girdileriyle elde edilmektedir. Kaya petrolüne yatırım yapan hissedarlar, tahvil alanlar petrol fiyatları 85-95 dolar aralığındayken uygun kârlar elde ediyorlardı, ama fiyat 60 doların altına düştüğünde, maliyeti kurtaramayan üretici firmalar iflasa sürüklenebilecektir.  Bu olası gelişme, daha şimdiden ABD borsalarında, ‘mortgage’ benzeri bir finansal kriz kaygısı yaratmış görünüyor. ABD’nin ise, bu duruma göz yummayacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. Bu nedenle önümüzdeki dönem petrol fiyatlarının artarak, ortalama 90-95 dolar aralığında dengeleneceği öngörülebilir.

BU SÜREÇTE RUBLENİN VE RUSYA EKONOMİSİNİN GELECEĞİ NE OLACAK?

Rusya’da bir anda 160 milyar dolar yabancı sermaye yurtdışına kaçtı, zaten son yıllar dolar karşısında aşırı değer kaybeden ruble, yeni develüasyonla %15 daha değer kaybetti. Rusya’nın döviz rezervleri 400 milyar doların altına indi. Putin 18 Aralık’taki 19. Yıllık Basın toplantısında, “Büyümenin süreceğini, tekrar hızlandırmak için iki yıla ihtiyaçları olduğunu, olası krizlere hazırlıklı ve deneyimli olduklarını, rezervlerinin bulunduğunu… Her kim ki, Rus ayısını öldürmeye çalışırsa bunu başaramayacağını” söyleyerek, komplocu ülkelere meydan okudu
Economist Dergisi’nin 2015 yılı bakımından Rusya ekonomisine ilişkin yaptığı tahminlere göre, ulusal hasılanın artış oranı %1, kişi başına ulusal gelir 14.820 dolar (satınalma gücü paritesine göre 25.810 dolar), enflasyon oranı %7.5, bütçe açığı ise -0.2 olarak görülüyor. Bu tahminler, elbette Rusya’nın petrol fiyatlarının düşmesiyle yaşadığı şoktan, rublenin develüasyonundan önceki dönemin verileriyle, 2014 Aralık ayı başında  yapılmıştı. Bu nedenle, 2015’te enflasyon, büyüme oranı ve bütçe açığı rakamlarının değişmesi de beklenmelidir.
Petrol fiyatlarının aniden düşürülmesi, dünya ekonomisinin bazı halkalarında durgunluk ve yeni krizleri tetiklemeye aday görünüyor. Her ne kadar bütçe dengelerini petrolden elde ettiği satış gelirlerine bağlamış, Rusya, İran, Venezuella, Meksika, Norveç vb. ülkeleri zarara uğratmış görünse de, dünya ekonomisinin eskisinden daha güçlü ve sıkı ilişkiler ve akışkan kanallarla birbirine bağlı olduğu düşünüldüğünde, zincirleme karşılıklı etki ve tepkilerin dünya ekonomisindeki durgunluğu yeni bir krize dönüştürme potansiyeli yarattığı söylenebilir.  Bu, doğaldır ki, iflasların ve yeni birleşmelerin yaşanması, sermayenin yeni pazarlar ele geçirmek amacıyla politik gerginlik ve çatışma alanlarını çoğaltması yönünde işlev görecektir. Vurucu bir etkiyi ilk elde Rusya ekonomisi üzerinde hissettiren ve derin yaralar açan petrol fiyatlarındaki düşüş, Rusya’nın para birimi rubleyi altüst etti, develüasyon ve rublenin dolar karşısındaki hızlı değer kaybı, 2014 yılı sonunda 120 milyar dolar olarak tahmin edilen yurdışına kaçacak olan sermaye miktarının 155 milyar dolara çıkarttı. Rusya’nın 515 milyar dolar olan döviz rezervlerini 400 milyar doların düzeylerine indirdi. Buna rağmen, Rusya’nın 45 milyar dolar altın rezervi, 82 milyar dolar ulusal refah fonu, 89 milyar dolar da rezerv fonları mevcuttur.
Rusya’nın gelecek iki yıl içinde 138 milyar dolardan fazla borç ödemesi yapması da gerekiyor. Toplam borçları ise 600 milyar dolardır. Aslında Rusya’nın borç yükü Batılı ülkelere oranla çok daha düşüktür. Sadece ulusal hasılasının %13’ü kadardır. Rublenin develüasyonu nedeniyle, bu borçlar miktar olarak artmıştır. Borçların hemen tamamı özel sektöre ait olduğundan, petrol ve doğal gaz alanındaki bu firmalar kurtarılma talebiyle hemen devlete başvurdular.Bu durum, devleti ya bu firmaları kurtarma ya da zorunlu alt yapı yatırımlarından ve sübvansiyonlardan vazgeçme ikilemi arasında bırakıyor. Oysa Putin, askeri harcamalardan, sağlık yatırımlarından ve emeklilerin subvanse edilmesinden kısıntıya gitmek istemiyor.
Rusya ihracatının üçte ikisini petrol satışlarıyla gerçekleştirirken, kamu bütçesinin yarısını da petrol ve doğal gaz satışlarından elde ettiği gelirle finanse ediyor. Rusya, kendi “zayıf karnı”nın; hammaddeye petrol ve gaz iharacatına bağımlı, tek ayaklı, ekonomik çeşitlilikten uzak ekonomik yapılanma olduğunu biliyor ve bunun aşılması için planlar yapıyordu. Emperyalist Batılı rakiplerinden gelen bu darbe, Rusya’nın hızını bir süre kesebilecektir. Ama unutulmasın ki, Rusya; Küba, Venezuella gibi küçük ölçekli olmadığı gibi, bir ekonomik saldırı salvosuyla alt üst olacak güçsüz bir ekonomi de değildir. Rusya’nın da kendine göre alternatifleri vardır. Özellikle Ortadoğu ve Ukrayna’daki sorunlar nedeniyle ABD ve Batı tarafından köşeye sıkıştırılmaya çalışılan Rusya yönünden dövizdeki ‘kriz’in nasıl atlatılacağı, dünyadaki emperyalist kamplaşmanın gidişatı açısından da önem kazanıyor.

RUSYA KRİZİNİ ATLATMAK İÇİN NE GİBİ GİRİŞİMLERDE BULUNUYOR?

ABD’li bazı uzmanlar, Rusya’nın krizden çıkmak amacıyla, Ukrayna’ya saldırabileceğini, Ukrayna’nın doğusunu, Rusça konuşan bölge halkını, kendi bünyesine katabileceğini, en azından Kırım’la bu bölge arasında bir köprü yaratabileceğini ileri sürüyorlar. Bunlar spekülatif görüşlerdir ve Rusya’nın elinde oynayacağı başka kozlar da bulunuyor. ABD’yi Ukrayna’nın bir bölümünün ilhakından daha çok kaygılandıran Avrasya Ekonomik Birliği’ni genişletme, müttefiklerinden ekonomik destek alma, “dolar sistemi”ninin dışına çıkmak amacıyla, müttefikleriyle ortaklaşa yeni bir para birliğine gitme vb. alternatifleri varken; Rusya, bu aşamada maceracı ve sonu belirsiz bir saldırıya mecbur kalmadıkça girişmeyecektir.
Rusya’nın krizi savuşturmak yönünde dayanacağı olanakların en başında, eski Sovyet Cumhuriyetleriyle geliştirdiği ekonomik, politik işbirliği ve askeri ittifaklar, kuruluşuna öncülük ettiği Avrasya Ekonomik Birliği, Şanghay işbirliği Örgütü ve BRICS ülkeleriyle kurduğu yakın ilişkiler bulunuyor. Bu ilişkileri daha da geliştirirse; ABD’nin Asya’ya yerleşme planlarını ve kendisine yönelik ekonomik saldırıları defetme potansiyeline sahip görünüyor. Nitekim 2014 yılının sonunda Asya ülkeleriyle yoğunlaştırdığı ekonomik-diplomatik trafiği de, ABD’nin hamlelerini öncelikli olarak ekonomik alanda bozguna uğratma çabasında olduğunu göstermektedir.
Rusya, geçtiğimiz yılın sonunda, İran’la, tarımsal ürünlerin karşılıklı ödemelerinde tarafların ulusal dövizlerini kullanmaları konusunda anlaşma imzaladı. Yine İran’a nükleer santral kurma konusunda destek olacağını açıkladı. Çin ise, Rusya’nın yaşadığı krizde, sermaye yatırımlarını Rusya’ya kaydırarak ona yardım eli uzatacaktır. Çin Dış işleri Bakanı Wang Yi, “Rusya’nın ekonomik problemlerini çözmesi için Rusya’ya yardıma hazır olduklarını” açıklayarak, “Rusya tarafı ihtiyaç duyarsa gereken yardımı sağlayacağız” dedi  Çin’in bu tutumu şüphesiz beklenen şeydir; çünkü ABD, Rusya’dan sonra önemli rakibi olarak Çin’i görmekte, onun da etkisini sınırlamak istemektedir. Rusya, 4 trilyon dolarlık döviz rezervi bulunan Çin’in kendisine sunacağı sermaye, teknoloji ve piyasa olanaklarını elbette değerlendirebilir, ama bu yardımların etkisi sınırlı olacaktır. Ayrıca bu iki ülke arasında sıkı bir ekonomik ortaklık ilişkisi bulunsa da, onlar, aynı zamanda bölgede hegemonik güç olma emelleri bulunan ve altan alta rekabet eden ülkelerdir. Bu anlamda, Rusya, Çin ile, ekonomik bağımlılık yaratacak ölçekte bir yardım alma ilişkisine girmeyecektir. Rusya, herşeyden önce, yapısal anlamda ekonomisini çeşitlendirerek, petrol satışlarına bağımlılıktan kurtulacak önlemlere gidebilirse, bu süreçten güçlenerek çıkabilir.
Bazı ekonomik ve diplomatik gözlemciler, Rusya’nın Batılı ülkelerin yaptırımlarına karşı, krizden çıkmak için; Çin’le ve BRICS’in diğer üyeleriyle birlikte, altın, petrol ve doğal kaynaklar değişiminde yeni bir para birimi geliştirebileceğini, Hong Kong gibi gümrüksüz ve yatırımcıyı özendiren serbest bölgeler açabileceğini, sermayenin kaçışını önlemek için de “sermaye kontrolü” sistemi getirebileceğini öne sürüyorlar.
İtalyan Enstitüsü’nde jeoploitik bilimler yöneticisi ve Güneydoğu Asya Araştırma Programı yöneticilerinden olan Francesco Brunello Zanitti ise, Pravda’da yayınlanan “Rusya, Çin ve Hindistan yeni çok kutuplu dünya düzenini inşa ediyor” başlıklı makalesinde, 2014 yılında ve özellikle son aylarda Rusya Çin ve Rusya Hindistan arasında yapılan görüşme ve antlaşmaların yoğunluğuna dikkat çekerek; “Bu ülkelerin zaten birçok uluslararası ekonomik askeri ve diplomatik forumda yan yana ve ortak tutum geliştirdiği; Hindistan ve Çin’in, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun yeniden yapılanmasını istedikleri; Rusya ve Çin’in, BRICS ve G-20 zirvelerinde dile getirdikleri uluslararası ticaretin ulusların kendi para birimleriyle yapılması düşüncesinin gelecekteki güç dengesini değiştirme potansiyeli taşıdığı; tüm bunların da, çok kutuplu dünya düzeninin ortaya çıkışının örnekleri olduğu” tezini dile getiriyor.
Yeltsin döneminde, Batılı emperyalistler tarafından Rusya’yı teslim almak amacıyla spekülatif olarak 2002’de yaratılan ekonomik kaos ve çöküş dönemiyle kıyaslanırsa; Putin başkanlığındaki bugünkü Rusya, son krizi, petrole alternatif üretim sektörlerini görece çeşitlendirmiş, olası krizlere karşı döviz rezervleri ayırmış bir ülke olarak göğüslüyor. Özellikle Asya kıtasındaki, ekonomik ve politik rolü, eski Sovyet Cumhuriyetleri üzerindeki nüfuzu ve yaptığı yeni ekonomik antlaşma ve ittifaklar nedeniyle; krizlere karşı daha dayanıklı ve deneyimli görünüyor.
Putin, ekonomik büyümeyi tekrar hızlandırmak için, Rusya halklarından iki yıl isterken; “Batı komplosu” karşısında kenetlenebilmek ve fedakarlığa katlanabilmek üzere sovyetik dönemden miras “Rus ulusal onuru”nu kışkırtmakta, her vesileyle sovyetik dönemin onurlu ve gururlu günlerine göndermelerde bulunmaktadır. Rusya halkı ve emekçileri, Batı’nın saldırganlığı ve tezgahları karşısında deneyimlidir, bu nedenle, Putin’in kemer sıkma politikalarına bir süreliğine engel çıkarmayabilir –Batılılar Putin’in bir isyanla düşürülmesi arzusundalar–, sessiz kalabilirler. Nitekim son yapılan anketler, Putin’e olan desteğin, ‘petrol şoku’ sonrasında yükseldiğine işaret etmektedir.

SONUÇ OLARAK
Rusya, geçtiğimiz yılın sonunda, gelişme hızını bir süre frenleyecek olan ciddi bir yara aldı. Buna karşın Rusya, kriz sonrası süreçte eskisinden daha güçlü olabilme potansiyelini de bünyesinde taşımaktadır. Ayrıca emperyalist kapışma ve dünyadaki bloklaşma, hızlı bir evrim geçirmektedir. ABD’nin en birinci ekonomik ve askeri güç olma üstünlüğü devam ederken, tek başına dünya üzerinde hegemonyasını sürdürmekte zorlandığı, yeni ekonomik ve politik güç merkezlerinin ve ittifakların kurulduğu; dünyanın çok kutuplu bir görünüm sergilediği de açık. ABD’nin Asya, Afrika ve Ortadoğu bölgesinde önünü kesmeye çalıştığı Çin ve Rusya gibi rakipleri mevcut. 2008 Krizi sonrasında emperyalist rekabet ve dalaşmalar, ekonomik, politik, diplomatik ve askeri olarak hızlanmış, keskinleşmişti. Bu bağlamda, emperyalist büyük güçlerin yaptığı yığınaklara, artan silahlanma yarışına, Suriye ve Ukrayna’da olup bitenlere bakıldığında; 2015 yılı, dünyadaki emperyalist saflaşma ve bloklaşmanın rengini netleştirmeye adaydır.
______________________________________________

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑