Dikkatlerin Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden biri olan 7 Haziran genel seçimlerine odaklandığı bir anda Bursa’dan başlayarak kısa sürede ülkin başlıca sanayi kentlerine yayılan Metal işçilerinin direnişi patlak verdi. Renault, Tofaş, Ford, Türk Traktör gibi dev otomotiv fabrikalarında ve ORS Rulman, Coşkunöz, Mako, Ototrim gibi tedarikçi firmalarda çalışan on binlerce işçi iki haftaya yakın fabrikaları işgal ederek üretimi durdurdu. Pek çok fabrikada patronlar işçilerin taleplerinin bir kısmını peşinen kabul ettiklerini söyleyerek işgal ve direnişin önünü alabildi.
Seçimin yol açtığı politik atmosferin “elverişli” ortamından da yararlanan tekelci medya bu gelişmeyi meşrebine uygun bir biçimde işçilerle örgütlü oldukları sendikaları (Türk Metal Sendikası), mızrağın çuvala sığmadığı anlarda ise işçilerle patronları arasında yaşanan basitçe bir uyuşmazlık olarak sıradanlaştırarak gösterme- ye çalışsa da; çabaları, direnişin emek-sermaye ilişkileri bakımından yol açtığı uluslararası bir boyut da taşıyan etkilerinin işçi sınıfı ve halk tarafından gerçek boyutlarıyla görülmesini gizlemeye kafi gelmedi. İşçi sınıfı partisinin, gün-
lük işçi basını ve ilerici basın yayın organlarının direnişin işçi sınıfı ve halka mal edilmesine yönelik çabalarının hatırı sayılır bir payı olmakla birlikte, direnişin temel özellikleri nedeniyle, bu, mümkün de değildi zaten.
Türkiye işçi sınıfı tarihi ve sendikal harekette denebilirse bir dönemi kapayan bu direnişten doğru sonuçlar çıkarabilmek için, 15-16 Haziran başta olmak üzere sınıf hareketinin tarihine damga vurmuş önceli büyük işçi mücadelelerinden farklılaşan yönlerini iyi görmek gerekir. Yeri geldikçe bunlara da değineceğiz. Bu yazı, direnişin kronolojisini çıkarma gibi bir amaç gütmüyor. Yazı boyunca, “direnişe götüren nedenler neydi?”, “direniş asıl olarak neyi hedefine koymuştu?” ve “geleceğe dair nasıl bir birikim ortaya çıkardı?” sorularına yanıt aramakla sınırlı bir çerçevede hareket edeceğiz.
DİRENİŞE YOL AÇAN NEDENLER
İşçi sınıfının içine itildiği çalışma ve yaşam koşulları dikkate alındığında metal işçilerinin bu direnişi hiç de sürpriz değildir. Dergimizin
Mayıs sayısında yer alan 1 Mayıs ve BMS’ye üye işçilerin Metal Grevi’ni irdeleyen yazılara bakıldığında bu durum net biçimde görülebilir. İşçi sınıfının her alandaki sıkıştırılmışlığı, fabrikalar- da çalışma sisteminin bir işkence halini alması işçiler bakımından sürgit devam edecek katlanılabilir bir durum değildi. Metal Direnişi’nde işçilerin deyişiyle “Amiral gemisi” olan Renault’tan örnek vermek gerekirse; 2005 yılında günde 41 araç üretilirken, bu sayı, bugün 60’a çıkmış bulunuyor. Üstelik UET denilen birimler- de çalışan işçi sayısı 2005 yılında 36 kişiyken, bu sayı bugün 19 kişiye düşmüş durumda. İşçi sayısı neredeyse yarıya düşmüşken üretimin 1/3 oranında artış göstermesini, yalnızca teknolojik ilerleme ve buna bağlı olarak üretimin, özellikle makinenin teknik temelinin yenilenmesi ile açıklamak mümkün değildir. Bu durum, insanlık dışı çalışma koşulları ve sömürü oranlarının korkunç boyutlara ulaşması olarak açıklanabilir ancak. Buna, OECD ülkeleri arasında çalışma saatleri- nin en uzun olduğu ülkenin Türkiye olduğunu eklersek, durum daha iyi anlaşılır.
Bu koşullarda işçi sınıfının mevcut fabrika düzenine ve içine itildiği yaşam koşullarına isyan etmesi kaçınılmazdır. Sorun bunun ne zaman ve hangi biçimler üstünden gerçekleşeceğiydi.
Bu noktada ilk işaret fişeği, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası (BMS) üyesi işçiler tarafından çakılmıştı. Bilindiği gibi, BMS üyesi işçiler, MESS ile Türk Metal Sendikası ve Çelik-İş sendikası arasında imzalanan 3 yıllık grup Toplu İş sözleşmesini kabul etmeyerek greve çıktılar, grevleri hükümet tarafından fiilen yasaklandığında da grevi sürdürmek istediler; ancak BMS yönetimi, işçilerin bu eğilimine rağmen grevi sonlandırdı. Şayet grev yasaklandığında işçilerin greve devam etme eğilimine uygun hareket edilseydi, bugün üyesi oldukları sendikalarını (Türk Metal’i) paçavra gibi bir kenara fırlatarak direnişe geçen metal işçilerinin bu grevle birleşeceklerinden şüphe edilemez. Bu yüzden, her iki mücadele arasında kopukluktan değil, gerçekte bir devamlılıktan söz edilebilir ve bu bağlamda BMS yönetiminin son direniş karşısındaki tutumuyla bir kere daha sınıfta kaldığı gerçeğinin altı kalınca çizilmelidir.
METAL İŞÇİSİ ÇEKİCİ NEREYE İNDİRDİ?
Metal işçilerinin direnişinin merkezinde hangi talebin bulunduğu henüz eylemlerin çeşitli biçimler altında sürdüğü günümüzde de en çok tartışılan konu durumundadır. Mücadelenin ön cephesini oluşturan işçilerin geri örgüt düzeyi, mücadele deneyimi ve bilincin etkisiyle başlangıçta tepkilerini ortaya koyarken “işverenle bir sorunumuz yok, bizim derdimiz Türk Metal’le” vb. yönlü sözler söylemiş olmaları, TOFAŞ’ta olduğu gibi işçilerin işveren temsilcilerini alkışlamaları vb,. metal işçilerinin üretimi durdurarak fabrika işgaline kadar ilerleyen mücadelesinin genel olarak bir sendika değiştirme mücadelesi olarak algılanmasına yol açtı. Yine, işçilerin talep olarak BOSCH sözleşmesinin mali kriterlerinin (saat ücretine yapılan artışların) kendilerine de teşmil edilmesini istemelerinin yanlış biçimde basitçe bir “ücret artışı” talebinin ileri sürülmesiyle sınırlanma olarak görülmesi de, bu yönlü değerlendirmeleri daha da güçlendirdi.
Gerçekten de, ilk anda işçiler, BOSCH sözleşmesine bakarak, sendikaları tarafından “üvey evlat muamelesi” gördüklerini düşündü ve “ayrımcılık”ın giderilmesini öncelikle sendi- kasından talep eden bir noktadan hareket etti. Günümüze gelinceye kadar izledikleri sınıf işbirlikçisi ihanetçi çizgi, patronlarla işbirliği halinde
–söz hakkının engellenmesinden fiili saldırı ve darplara, işten atmalara– işçiler üzerinde kurduğu baskı ve temsilcilerin seçimi yerine atanmasından çeteci yöntemlere sendikanın anti demokratik işleyişine ek olarak, Türk Metal ağalarının işçilerin bu talebi karşısında yalnızca aymaz değil aynı zamanda saldırgan bir tutum içine girmeleri, işçilerin, öfkelerini, tümüyle sendika bürokrasisi üzerine yöneltmelerine neden oldu. Çünkü, bugüne kadar işçilerin en küçük taleplerinin bile karşısına, patronlardan önce, neyin olup olamayacağına gerçekte patron değil de kendileri karar veriyormuş edasıyla sendika ağaları dikiliveriyordu. İspiyonaj ağı örgütleyerek işçiler arasına güvensizlik tohumları eken, kendi iktidarına en küçük tehdit gördüğü işçiyi fabrika temsilcilik odalarına çekerek darp eden, listeleyerek işten attıran; kısacası Mafya vari yöntemleri kendine meslek edinen bir çete haline gelmişti Türk Metal Sendikası yönetimi, işçinin gözünde. Bu yüzden, işçinin, çalışma ve yaşam koşullarının tahammül edilmezliğine karşı duyduğu öfke ve hıncı, kendiliğinden bilincin sınırları içinde, bu işin birinci derecede sorumlusu olarak gördüğü “görünür” de olan sendika bürokratlarına yöneltmesinde anlaşılmaz bir yan yoktur.
Her uygulaması ve attığı her adımıyla işçi düşmanı bürokratik sendikacılığı işçilerin nefretini kazanmış Türk Metal’in işçiler arasında kıpırdanmaların başladığı ilk günlerde işçilere saldırması bu nefretin eyleme dönüşmesine neden olurken, bu durum, BOSCH’un ardından imzalanan toplu sözleşmenin yenilenerek BOSCH sözleşmesinin uygulanması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, temsilcilerin seçilmesi talepleriyle başlayan direnişin, doğrudan Türk Metal’in fab- rikalardan kovulması talebine doğru genişleme- sine ve direnişin Türk Metal’in kovulması tale- biyle başladığı ve genişlediği gibi bir görünümün doğmasına yol açtı.
Gerçekte işçinin değiştirmek istediği dün- ya kapitalizminin neoliberal saldırganlıkla son çeyrek yüzyılda adım adım inşa ettiği üretimin örgütlenme biçimiyle fabrika düzeniydi. İşçilerin BOSCH sözleşmesinin kendi fabrikalarında da uygulanmasını istemeleri, basitçe ücretlerinde bir artış yapılması değil, fiilen imzalanmış olan
TİS’in yenilenmesi anlamına geliyordu. MESS ve patronlar için, bu, oluşturdukları düzenin yıkılması demekti ve bunun karşısında tam bir “sınıf bilinci”yle hareket ederek, on milyonlarca avro zarar etmek dahil, her şeyi göze alan bir mevzide durdular. MESS ve patronlar bu hareketin 1998 ve 2012 yıllarındaki hareketlerden çok farklı olduğunu, işçilerin hedefinin sendika değiştirmekle sınırlı olmayıp, asıl değiştirmek istenenin fabrika düzenleri olduğunun ilk andan itibaren görmekte ve tedbir almaya çalışmaktaydılar.
Bir yeri ele geçirmek isterseniz, önce “bekçi köpekleri” nin işini görmeniz gerekir. Metal işçileri de öyle yaptı, yıllardır kendi deneyimleriyle edindikleri birikim ve sınıf sezgisiyle metal patronlarının bekçiliğini yapan sendika bürokrasisi- ne saldırdı. Sonrasına ilişkin baştan bir plan ve stratejisi yoktu, sınıf kini ve önlenemez kaba bir öfkeyle çalışma ve yaşam koşullarını değiştirmek için harekete geçti ve eline aldığı çekici kapitalist sistemin kalbine –sömürünün gerçekleştiği– fabrika düzenine indirdi. Türk Metal ağalarının yediği ise, kelimenin tam anlamıyla, bir “ara dayağı”ydı. Bu yüzden, bu direnişi bir sendika değiştirme eylemi olarak görüp nitelendirmek, “ağaca bakmaktan ormanı gör(e)memek” hali olacaktır.
Ülkenin belli başlı büyük otomotiv fabrikalarında başlayarak hızla tedarikçi firmalarla yan sanayie, başka illere, otomotiv ve traktör fabrikalarına yayılan, beyaz eşya sanayi işçilerini hareketlendirip neredeyse etkilemediği sektör kalmayan, ardından cam, petrol/ plastik, gıda ve en son haber vb. işçilerinin eyleme geçtiği Metal Direnişi, uzun yıllar sonra birçok fabrikayı kapsamasıyla kendisinden önceki yaygın ama yereli aşamamış işçi direnişlerinden ayrılmaktadır. Metal Direnişi, ikinci temel özelliği olarak fabrika işgallerinin ilk kez bu kadar uzun süreli gerçekleştirilmesiyle de önceli işçi eylemlerini aşmıştır ve onlardan bu yönüyle de ayrılmaktadır.
SENDİKA BÜROKRASİSİNE KARŞI İŞÇİ İNİSİYATİFİ
Bununla birlikte metal işçileri bu direnişle sendika bürokrasisine de ağır bir darbe indirerek, işçi hareketi ve sendikal harekette bir döne-mi kapatıp yeni bir döneme kapıyı ardına kadar açmıştır.
Her şeyden önce, Direniş ülkenin belli başlı büyük otomotiv fabrikalarında başlayarak hızla tedarikçi firmalarla yan sanayie yayılmış; bununla kalmayıp başka illere, yine otomotiv ve traktör fabrikalarına sıçramış, beyaz eşya sanayi işçilerini hareketlendirir, çoğu işletmede işçilerin huzursuzluk ve hareketlenmelerinin önü ilk önce –şüphesiz yatıştırma amaçlı olarak– TOFAŞ’ta kabul edilen tavizlerle alınabilirken, neredeyse etkilemediği sektör kalmamış, metalin ardından cam, petrol/plastik, gıda ve en son haber vb. işçileri eyleme geçmiştir. Metal Direnişi, uzun yıllar sonra birçok fabrikayı kapsamasıyla kendisinden önceki yaygın ama yereli aşamamış işçi direnişlerinden ayrılmaktadır. Metal Direnişi, ikinci temel özelliği olarak fabrika işgallerinin ilk kez bu kadar uzun süreli gerçekleştirilmesiyle de önceli işçi eylemlerini aşmıştır ve onlardan bu yönüyle de ayrılmaktadır. Süresi bakımından ’60’ların ikinci yarısıyla ’70’lerin benzer eylemlerini dahi geride bırakan fabrika işgallerinin –sivil polis faaliyetleri ve işçilerin ifade için savcılığa çağrılmaları bir yana bırakılırsa– az çok müdahalesiz sürmesinde, seçim döneminde bulunulmasının ve özellikle hükümet partisi AKP’nin bütün işçi düşmanlığına rağmen “oy kaybına yol açabileceği” kaygısı kadar “basit bir patron-işçi sürtüşmesi” olarak görüp göstermesinin de işine gelmesi nedeniyle Direnişi görmezden gelmeyi tercih etmesinin payı olduğu düşünülebilir. Ancak, müdahalesiz gerçekleşmesi ve müdahalelerin –işçilerin eylemliliği belli başlı fabrikalarda sona erdikten sonra–başlıca patron müdahaleleri olarak işten atma biçimiyle zamana yayılmasında, Direniş’in gücünün payı yok sayılmamalı ve polis vb. müdahalesinin hareketin politik bakımdan ilerleyişine, hatta sıçrama yapmasına neden olabilme ihtimalinin ürküntü vericiliği ve frenleyici etkisi de hesaba katılmalıdır.
Direniş’in bir diğer temel ve ayırt edici özelliği, patronların “bekçi köpeği” sendika bürokrasisinin işçi düşmanı çarkı kırılarak ve az ya da çok ama doğrudan işçinin kendi örgütlenmesiyle gerçekleşmesidir.
Metal işçileri, taleplerinin “meşru”luğuna yaslanarak, sendika bürokrasisinin “yasal sınırlar”a çekerek boğduğu işçi hareketini mevcut koşullarda gidebileceği en ileri noktaya taşıyarak, yeniden ayakları üzerine dikmiştir. Hatırlansın, bugüne kadar sendika bürokrasisinin sağ versiyonu “bu yasalarla grev yapılmaz” derken sol versiyonu “bu işçi ile grev yapılamaz” diyerek her seferinde ipe un sermiştir. Metal işçileri sendika yönetimlerinin yapamadığın yapmış; mücadelesinin sınırlarını sermaye düzeninin “yasal” çerçevesine göre değil kendi taleplerinin meşruluğuna göre belirlemiş, “yasalar şöyle ya- salar böyle” diyerek yan çizen sendika bürokrasinin altındaki halıyı çekerek, onları cascavlak ortada bırakmıştır. İşçiler bu eylemle, bürokrat sendikacılar tarafından kendilerine dayatılmış aktif sendikacı-pasif üye ilişkisine de bir nokta koymuşlardır. Sendikacının, sendika bürokrasisinin vazettiği gibi, “işçinin bilmediğini bilen” bir özelliğinin olmadığını, sendikacılığın, sınıfına bağlı cesaretli her işçinin yapabileceği bir iş olduğunu, mücadele içinde belirledikleri sözcüleri aracılığıyla gösterdiler. Kararları alırken tam bir işçi demokrasisi uyguladılar, sözcüler işçinin kararlarının ötesinde, bu kararları aşan ya da onlara aykırı bir tutum içine girmedi; inisiyatif sözcülerin değil, tamamen işçilerin ellerinde toplanmıştı. Aykırı hareket ettiğini gördükleri durumda, işçiler tereddütsüz sözcüleri görevden almaktan geri durmadı. Bundan sonra sendika bürokrasisinin işçileri karar alma süreçlerinin dışında tutmakta hayli zorlanacakları kesindir. Nitekim farklı iş kollarında bunun belirtileri şimdiden görülmektedir. Ancak bundan, sendika bürokrasisinin artık sendikal hareketin tümüyle dışına itildiği sonucu çıkarılmamalıdır. Metal Di- renişi bürokrasinin “görünür” dayanaklarını or- tadan kaldırmış, sendikal bürokrasinin hareket- ten tasfiyesinin zeminini oluşturmuştur, bundan ötesi uyanıklık ve mücadeleyle sağlanacaktır.
DENEYİM, ÖRGÜT VE BİLİNÇ
Bir öfke patlaması biçiminde gündeme gelen direniş baştan sona kendiliğinden bir hareket olmayla karakterizeydi. Mücadele deneyimi çok sınırlı, hatta önemli bir bölümü hiç mücadele deneyimine sahip olmayan, bürokratik sendikal örgütlenme dolayımıyla örgütsüzlüğün dayatıldığı, dolayısıyla örgütlülük düzeyi ve deneyimi de son derece zayıf, geri ve yetersiz sınıf bilinci düzeyleriyle harekete geçen metal işçileri, buna rağmen eylemlerini uzun süre sürdürmeyi ve belirli kazanımlar elde etmeyi de başardılar. Yeri gelmişken değinelim; belirli fabrikaların kuşkusuz abartılmaması gereken belirli politik örgütlülük ve bilinç unsurları bir yana bırakılacak olursa, Bursa merkezli metal Direnişi’nin 15-16 Haziran Direnişi’nden en belirgin şekilde farklılaştığı nokta, 15-16 Haziran’ın –iktidar talep etmese de– hükümetten hak talep etme (yeni çı- karılan sendika yasasının kaldırılması) içeriğiyle yine de politik bir taleple ortaya çıkmasının yanı sıra belli düzeyde sendikal ve mücadele deneyimine sahip bir ön cephesinin bulunuyor olmasıydı. Metal Direnişiyse, işçilerin sınıf olarak örgütlü olmak ve davranmaktan oldukça uzak gelişme düzeyleriyle ancak fabrika fabrika mücadele davranışı gösterdikleri, üstelik mücadele deneyiminden önemli ölçüde yoksun ve son derece yetersiz geri bir bilince sahip oldukları bir hareketti de.
Renault’da bir vardiyanın dışında –ki işçilerin geliştirdiği bu örgütlenme modeli kısa süre- de tüm fabrikalar tarafından örnek alındı– tüm fabrikalarda işçiler, belirli sınıf bilinci ve politik örgütlülük unsurları bir yana, kitlesel bakımdan komiteleşme biçimiyle ayak-üstü oluşturulan sendikal nitelikli (kendiliğinden) örgütlülükleriyle mücadelenin içine girdiler ve olduğu kadarıyla belirli fabrikalardaki –bilinç ve örgüte dair– politik unsur fabrikaların harekete geçmesi ve mücadelesinde belirleyici etkiye sahip olamadı. Bursa’da fabrika sözcülerinden biri “ne olduğu- nu kimse anlamadı bir anda üretimi durdurarak toplu biçimde kendimizi fabrika bahçesine attık” derken içinde bulundukları durumu (işçilerin ruh halini) net biçimde ortaya koyuyor. Geçmişin sınırlı mücadele deneyimine (1998 ve 2012
yılında Renault merkezli hareketler hatırlansın) ve sınırlı da olsa örgütsel bir birikime sahip tek fabrika Renault’tu ve bu nedenle en sıkı ve “ileri” sendikal nitelikli kitlesel örgütlülüğe sahip olan fabrika da oydu. O yüzden, tüm fabrikalar direniş boyunca Renault’a bakarak yön bulmaya çalıştılar.
Bilinç cephesinde de durum farklı değil. Hareketin ön cephesini tutan işçilerin yaş ortalaması 30 civarı ve çoğu ülkücü, milliyetçi, dinci idelojinin etkisi altında bulunuyor. Ya bütünüyle ya da çeşitli unsurlarıyla önemli bir bölümü- ne karşı mücadeleye atılmalarına karşın, devlet, hükümet, devletin kurumları, polis, yargı ve hatta işveren hakkında boz bulanık, hatta yer yer olumlu görüşlere sahipler. Bu sayede polisin “dışarıdan aranıza çeşitli ajanlar sızar, marjinaller olay çıkartarak haklı davanızda si- zin haksız çıkmanıza sebep olurlar” türünden propagandası ve bu propaganda eşliğinde direnişi emek ve demokrasi güçlerinin dayanışmasına fiilen kapatma girişimi süreç içinde zayıflamakla birlikte birçok fabrikada ve özellikle Renault’da etkili oldu. Polisin provokasyonları sonucu birçok fabrikada direniş kırılma noktasına geldiği anlarda sınıf sezgisiyle bu girişimleri püskürtebildiler. Bilinç ve örgüt düzeyi
bakımından politik unsurun az-çok var olduğu belirli fabrikaların bu bakımdan başından beri farklılık gösteren durumu ise, politik unsurun tartışılmaz önemini gösteren temel bir veriydi. Yine de, genel olarak örgüt, deneyim ve bilince dair eksiklik ve zaafları, işçi hareketinin, patronlar ve özellikle patronların en gaddarı olan Koç’un işçilerin birliğini bozup dağıtarak mücadeleyi bastırmak üzere izledikleri taktiklerin üstesinden gelme imkanlarını zayıflattı.
Yaşadıkları en büyük eksikliklerden biri de sınıf mücadelesi ve tarihi konusunda deneyim- sizlikleriydi. Direniş metal işçilerinin işçi sınıfının mücadele tarihinden denebilirse bihaber durumlarıyla başladı. Bu yüzden direniş öncesi eylemlerin giderek ivmelendiği bir zamanda bile 1 Mayıs ile ilgili bir aidiyet duygusu hissetmediler. Ama öbür yandan ön cepheyi oluşturan bu işçi kuşağı kendi sorunlarını tartışmaya ve çözüm önerilerini dikkate alma ve hatta uygulama noktasında en küçük bir tereddüt dahi göstermediler, örneğin Renault’da hala göstermemektedir. Sözcü düzeyindeki işçiler bile deneyim ve bilinç eksikliklerinin farkındalar ve bunu mütevazi biçimde ifade ediyorlar.
Baştan belirlenmiş strateji ve plana sahip olmadan mücadeleye atıldılar. Eyleme geç- tikleri andan itibaren bu eksikliğin yol açtığı zayıflıkları fark ettiler ve hızla gidermeye yöneldiler. İlk farkına vardıkları örgütlü hareket etmeden kazanamayacaklarıydı. Hızla örgütlenmeye yöneldiler, fabrika, vardiya, ünite düzeyinde sözcüler belirlediler (Renault işçilerinin örgütlenme modeli); sorunlarını bu oluşturdukları mekanizmayla tartıştılar, kararlarını yine bu mekanizmaya dayanarak biçimlendir- diler. Direniş sonrasında da bu örgütlülüklerini sağlamlaştırmayı sürdürüyorlar. Taleplerini 3 başlık altında basitçe formüle ederek (a- eylemler nedeniyle hiçbir işçi işten atılmayacak ve soruşturmaya uğramayacak, b- yeni bir sendika kurmak dahil sendikalarını özgürce belirleme hakkına işveren saygı gösterecek ve c- BOSCH sözleşmesi baz alınarak yapılacak iyileştirmeler saat ücretlerine yansıtılacak), en geride duran işçinin bile mücadelenin merkezine çekilmesini sağladılar. Bu bağlamda dikkat çeken bir şey de, gelişmelere bağlı olarak, taleplerin yeni duruma göre yeni içeriğiyle formüle edilmesidir. Örneğin, ilk başta sendika temsilcilerinin seçimle belirlenmesini öne sürülürken, sendika bürokrasisinin işçilere saldırmasının ardından sendikadan istifa edilme- si ve ilerleyen günlerde ise işverenin sendika seçme özgürlüğünü tanımasının talep edilmesi gibi. Direniş asıl gücünü buralardan aldı. Patron ve polislerin direnişi kırmaya dönük girişimlerinin neden olduğu kararsızlık anlarında, işçinin ana gövdesi, bu taleplere sarılarak, direncini tazelemeyi başardı. Bölündüklerinde kaybedeceklerini anlamışlardı ve bu yüzden, kendi içlerinde bölünme potansiyeli taşıyan konuları gündemlerine almak bir yana tartışılmasına izin bile vermediler. Nasıl bir sendikal tercihte bulunacakları konusunu dahi direniş sonrasına ertelediler. Fakat, devleti, hükümeti, polisi, yargısı ve sendika bürokrasisiyle açık bir sınıf bilincine sahip kapitalist patron sınıfı karkararlılık, cesaret ve fabrika sisteminin işçi sınıfına kazandırdığı özellikler direnişi bir yere kadar taşımaya yetebilirdi. Nitekim, öyle de oldu. Coşkunöz, Türk Traktör, Ford fabrikalarında direnişin kırılma anlarında olduğu gibi kritik süreçlerde sınıf olarak örgütlenme ve mücadele deneyimi eksikliğiyle bilinç yeter ve geriliği kendini derinden hissettirdi.
NASIL BİR SENDİKA?
Gelinen yerde metal işçileri çok somut bir sorunla karşı karşıya bulunuyor: Bundan sonrasını nasıl geçirecekler? Ya yeni bir sendika kuracaklar veya var olan sendikalardan birine üye olacaklar ve/veya 2017 yılına kadar dayanışma aidatı vererek, şu anki fiili durumu devam ettirecekler. Hak-İş’e bağlı Çelik-İş Sendikası ve DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası, Türk Metal sendikası’ndan istifa eden fabrikalarda örgütlenmeye çalışıyor. İşçilerin pek az bir bölümü bu sendikalar üye olmuş durumda. Bu iki sendika da işçilerin beklentilerine yanıt verecek bir tavır ortaya koymadıkları için işçilerin ana gövdesi beklemenin doğru olduğunu düşünüyor.
İşçiler direniş boyunca geliştirdikleri örgütlenmeler aracılığıyla fiilen bir sendika gibi hareket ettiler. Bu, aynı zamanda, işçilerin nasıl bir sendika istediklerini de açıkca ortaya koymuştur. Çözüm bizzat direnişin içinden çıkmıştır. Ya mevcut sendikalar işçilerin taleplerine yanıt verecek bir hatta gireceklerdir ya da iş- çiler istedikleri gerçek sınıf örgünü (sendika) bizzat kendi elleriyle inşa edecektir. Üçüncü bir seçenek yoktur, gerçekte. Patronlar ve MESS sürece yayarak direnişin kazanımlarını orta- dan kaldırma ve öncü kuşağı ezme politikası gütmektedir. Renault başta olmak üzere kimi fabrikalarda işçilerin sözcülerini fiili bir temsilci gibi kabul etmiş olsalar da, patronlar, işçilerin fabrika içine sandık kurarak kendi temsilcilerini seçmelerine “durum resmiyet kazanır!” diyerek karşı çıkımaktadırlar. Benzer biçimde, işçilerin parasal iyileştirmelerin saat ücretlerine yansıtılması talebine de, patronlar, kırmızı çizgi ilan ederek, karşı çıkmaktadırlar. Patronların attıkları her adımda açıkça bir saldırı hazırlığı
içinde olduklarının belli olduğu mevcut durum- da, işçiler bakımından fabrikalardaki örgütlü- lüklerini sağlamlaştırmak ve bu süreci örgütlü karşılayabilmek için hızla sendikal örgütlülüklerini sağlamaktan başka bir çözüm yolu görülmemektedir. İşçilerin dayanışma aidatı vererek 2017 yılına kadar mevcut durumlarını sürdürmelerinin koşulları yoktur.
Sendika bürokrasisini silkeleyip başından atarak mücadeleye atılan metal işçileri, ne kadar bilincinde oldukları bir yana, Direni- şi sürdürürken kurup dayandıkları –komiteler biçimindeki– işyeri örgütleriyle, kuşku yok ki, bir sendika olarak davranmış, örgütlülükleri, bir işçi sendikasının işlevini üstlenmiştir. Sen- dikaların ilk ortaya çıkışları da başka türlü değildir ve sendikalar, –bürokratik sendikaların sonradan dönüştükleri işçiden kopuk örgüt biçimleriyle yaptıkları gibi– fabrikaların dışın- da kurulmuş örgütler olarak kendilerini işçilere dayatmamış; tersine, işçilerce, kapitalistler tarafından cenderesi içine sıkıştırdıkları fabrikaların kapitalist örgütlülüğüyle ve bizzatihi kapitalizmle mücadele örgütleri olarak, kendilerine dayatılmış alanda, fabrikada, fabrikalara dayanılarak kurulmuştur. Şimdi, metal işçileri, kendilerine yönelik zorbalık örgütlerine dönüştürülen sendikaları, bir ucundan, kendi girişimleriyle mücadele içinde yenilemeye yönelmiş- ler ve bunun yöntemini de pratik mücadeleleri içinde ortaya koymuşlardır: Fabrikalar temelin- de ve doğrudan işçinin inisiyatifi ve karar almasına dayalı bürokratik olmayan örgütlenme. Bu yeni olmayan “yeni” sendikal örgütlenme eğiliminin, sadece metal sektöründe değil ama tüm sektörlerin işçileri arasında yaygınlaşacağını söyleyebiliriz. Metal Direnişi bunun uygun koşullarını ortaya çıkarmıştır.
Örgütlülüklerinin ilk adımlarını üstelik olanca deneyim eksiklikleriyle ve işçi sınıfının mücadele tarihine ilişkin bilgisizlikleriyle atmakta olan metal işçileri ve metal işçilerinin Direnişi’nden etkilenerek mücadele ve örgütlenme eğilimi içine giren sınıfın geri kalan bölüklerinin, koşulların bu uygunlaşmasından yararlanarak hemen ve kolaylıkla sendikal örgütlenme problemlerini sorunsuzca çözebilecekleri de
tabii ki beklenmemelidir. Koşulları uygunlaşmış olsa bile, bunca yılın dağınıklığı/örgütsüzlüğü ve deneyim eksikliğiyle, sınıfın sendikal örgütlenmesinin yenilenmesi ve işçilerin kendi sendikal sınıf örgütleri içinde toplanmalarının kolay olmayacağı tartışmasızdır. Örnekse, Türk Metal’in işçiler tarafından birçok fabrikadan defedilmesinin ardından, şimdi, bir yandan Birleşik Metal İş bir yandan da Çelik İş metal işçileri içinde örgütlenmeye başlamışlardır ve bürokratik niteliklerinin doğal sonucu olarak, bu örgütlenmelerini, işçilerin mücadele içinde inşa ettikleri komiteler biçimindeki kendi sınıf örgütlülüklerini dağıtıp işçileri örgütsüzleştirerek sağlamaya çalışmaktadırlar. Sorun nettir: Ya işçilerin kendi öz-örgütlülükleri ya da şu veya bu sendikanın bürokratik örgütlülüğünün işçilere dayatılması. İşçilerin hiç yapmamaları gereken, bütün kazanımlarının temel dayanağı olan kendi öz-örgütlülüklerinin dağıtılmasına boyun eğmektir. Bu, son mücadele deneyimlerinden çıkarmaları gereken birinci dereceden derstir. Doğrudan kendi mücadelelerinin ürünü olacak yeni bir sendika olarak örgütlenmeye güç yetiremeyeceklerse bile, fabrikalarında örgütlenmeye çalışan –bürokratik nitelikleri belirgin– sendikalara kendi fabrika örgütlülüklerini dayatmadıkları ve hiç değilse bir şube olarak kabul edilmelerini sağlamadıkları durumda, bugüne kadar elde ettikleri bütün kazanımlarını ve bu kazanımlarının başlıca dayanağı olan örgütlü güçlerini elden çıkarmaya razı olmuş olacakları ortadadır.
POLİTİK ÇALIŞMA
Metal işçilerinin sermaye düzeni ve sendika bürokrasisine karşı başlattığı direniş, ivmesi düşmekle birlikte, her fabrikanın kendi özgün- lükleri çerçevesinde sürmektedir. Metal Direni- şi, işçi sınıfının mücadele potansiyelini gösterdiği kadar, sınıf/parti olarak örgütlenme düze- yi ve mücadele deneyimi son derece yetersiz ve bilinç bakımından gelişmemişlik koşulları içinde ilerlemeye çalışan işçi hareketinin taşı- dığı zaaf ve zayıflıkları da gözler önüne sermiştir. Metal Direnişi işçi hareketi ve sendikal harekette bir dönemi fiilen kapatmıştır. Sendi- kal bürokrasisinin ileri süreceği “gerekçeler”in artık işçileri ikna etmesi oldukça güçtür. İşçi sınıfının devrimci partisinin son yıllarda işçi hareketinin gündemine soktuğu “sendikaların (hareketin) mücadeleci temelde yeniden inşa- sı” sorunu metal işçilerinin direnişinde en somut dayanağını bulmuştur.
Öte yandan, sermayenin saldırıları ve işçi sınıfının içinde bulunduğu çalışma ve yaşam koşulları işçileri her geçen gün mücadeleden yana daha fazla tahrik etmektedir. Yeni olan, şüphesiz eskinin bağrından doğacak ve gelişip güçlenerek egemen hale gelecektir. İşçi hare- keti ve sendikal hareket için de bu kural geçerlidir; ancak, işçi hareketinin siyasallaşması ve sendikal hareketin sınıf sendikacılığı çizgisine oturması için, işçi sınıfı, parti olarak örgütlen- me ve mücadele deneyimi ve bilinç bakımın- dan ihtiyaç duyduğu gelişmeyi gösterebildiği sürece. Metal Direnişi’nin işçi sınıfı hareketinin ve devrimci hareketin gündemine taşıdığı en temel gerçekliği budur.
Sendikal hareket bakımından Metal Direnişi’nin yeni bir dönemi başlattığını söylemiştik. Bu artık, birleşik bir mücadele dönemi olabilir ve işçiler, tek tek fabrikalarla sınırlı hareketin zayıflıklarından bu sonucu çıkaracaklardır. Ya- yılma hızıyla, kentten kente sıçramasıyla hareketin kendisinin gelişmesinin işçilerin önüne yeni bir ufuk açtığı, başlangıçta işçilerin kendi fabrikalarıyla sınırlı düşünüp davranmasının, özellikle ön cephede yer alan işçiler bakımından, yerini, harekete geçen fabrikalar ve hatta metal işkolu ve giderek bütün bir işçi sınıfı açısından düşünüp davranmaya bırakmasının imkanları bugün Dirdenişy öncesine göre şüphesiz ki fazlasıyla genişlemiştir.
Bu olanağın, sendika bürokrasisinin mücadelenin önündeki bir engel olmaktan çıkarılmasının başarılmasıyla, güçlendirilmiş olarak müca- deleci işçilerin kullanımına hazır halde olduğu söylenmelidir.
Şühhesizdir ki burjuvazi de Metal Direnişi’nden işçi sınıfına yönelteceği saldırıların içeriği ve biçimi bakımından dersler çıkarmıştır; ancak mücadeleye atılan metal işçileriyle onların peşinden yürüyenlerin mücadele deneyimleri hazinesine kattıkları dersler paha biçilmez
önemdedir ki bunların başında bilinç ve örgüt düzeyi bakımından patronlar karşısındaki açığın kapatılması gelmektedir.
Son olarak söylenmelidir ki, bu açığın en belli başlısını oluşturan deneyim, örgüt ve bilinç yetersizliği ve geriliğini gidermeden, işçiler, sınıf düşmanları olan patronlar ve her türden örgütleri karşısında eşit düzeyde yer alarak eşit silahlarla mücadele etme imkanına kavuşamayacaklardır. Metal Direnişi’nin temel dersi budur. Direniş, işçilerin, kendi sınıf çıkarlarından hareket eden, kendi dünya görüşleri ve kendi bağımsız sınıf politikalarıyla parti olarak örgütlenme ve mücadele etme eğilimlerinin gelişmesinin olanaklı olduğunu gösterdiği kadar, bunun bir zorunluluk olduğunu da ortaya koymuştur