yunanistan’ın borcu: uluslararası çıkar çatışması değil sınıf çatışması

Murat Birdal

Geçtiğimiz ay Yunanistan’da yaşanan geliş- meler ekonomi ve siyaset gündemine damgasını vurdu. Önce,Tsipras’ın masadan kalkıp öneri- len anlaşmayı referanduma götürmesi. Sonra- sında ise, sandıktan çıkan güçlü bir “hayır” ile tekrar masaya oturan Tsipras’ın bu kez daha büyük bir taviz ile masadan ayrılması. Hemen referandumun ardından Varoufakis ile başlayan kabinedeki Troyka’ya muhalif isimlerin tasfiyesi ve Yunanistan halkının uluslararası sermayenin dayatmalarına karşı en güçlü duruşu sergilediği bir dönemde hükümetin tümüyle Troyka’nın bo- yunduruğu altına girmek dışında bir çıkış yolu yaratamaması. Elbette henüz her şey bitmiş değil. Troyka tarafından dayatılan programın orta-uzun vadede daha büyük toplumsal çalkan- tılara yol açmadan sürdürülmesi de mümkün gö- zükmüyor. Diğer yandan Avrupa “borç krizi”nin geldiği aşamada sermaye çevrelerinin önemli bir mevzii kazandığı, bu yolla muhalif hareketlerin güç kazandığı diğer ülkelerin halklarına gözdağı verilmek istendiği de bir gerçek.Bu yazıda, kısa- ca Yunanistan krizinin dinamiklerini ve sonra-

sındaki “istikrar” arayışlarının ardındaki sınıfsal öncelikleri değerlendireceğiz, sonrasında ise bu sürecin muhtemel sonuçlarını tartışacağız.

Yunanistan ekonomisi hiçbir dönemde sana- yinin ağırlıklı yer tuttuğu bir ekonomi olmadı. Ülkenin Avro bölgesine dahil olduğu 2001yılı sonrasında büyük yabancı fon girişleri ile yüz- de 4.2 gibi hızlı bir büyüme hızı tutturulurken, büyüyen iç talebe karşılık güçlü para birimi nedeniyle Yunanistan ekonomisinin dış rekabet gücü geriledi. Cari açık sert bir şekilde yükseldi ve 2008 yılında GSYH’nın yüzde 15’ine dayandı. Ortaya, turizm ve deniz taşımacılığı ile ayakta kalmaya çalışan ve büyük ölçüde “sıcak para” girişleriyle fonlanan bir ekonomik yapı çıktı. GS- YH’nın içerisinde sektörlerin payına baktığımız- da hizmetler sektörünün payının yüzde 80.5 gibi oldukça yüksek bir düzeyde olduğu göze çar- pıyor. Buna karşılık sanayinin ve tarımın GSYH içindeki payı ise sırasıyla yüzde 16 ve yüzde 3.5 dolayında. Turizmin GSYH içerisindeki payı ise yüzde 17 ile bu ölçekteki bir ekonomi için olduk- ça yüksek bir seviyede.

Yunanistan önemli bir laboratuvardı ve arayış hiçbir

zaman Yunanistan ekonomisini ayağa kaldırmak olmadı. Aksine, amaçlanan,

diğer borçlu ülkelerin halklarının buradan bir ders çıkarmasını sağlamaktı.

Bu denli yabancı sermaye girişlerine bağımlı bir ekonomik yapının 2008 Krizi’nden böyle- sine sert bir şekilde etkilenmesi de elbette şaşırtıcı değildi. Kü- resel ekonomi daralırken, bir yandan sermaye girişlerinin yön değiştirmesi, diğer yandan ise turizm harcamalarının ve deniz taşımacılığının sert bir şekilde daralması, hali hazırda boğazına kadar borca saplan- mış bir ekonominin çevrilme- sini imkânsızlaştırdı. Ekonomi

küçülürken kamu harcamalarının finansmanı daha da zorlaştı. 2006 yılından 2010 yılına ka- dar geçen dört yıllık süre içinde GSYH’nın yüzde 5.2’si seviyesinde olan bütçe açığı yüzde 15.7’ye, kamu borç stoğunun payı ise yüzde 100’den yüz- de 130’a tırmandı. Burada, çoğu kez kamu ke- siminin büyüklüğü nedeniyle sermaye çevreleri tarafından fazlasıyla eleştirilen Yunanistan ile ilgili bir yanlış algıya da dikkat çekmekte fayda var. Zira 2013 yılı itibariyle Yunanistan, yüzde 17.1 ile, Avusturya, Almanya ve İspanya’nın ardından AB ülkeleri içinde kamunun toplam istihdam içerisindeki payının en düşük olduğu dört ülke içerisinde yer almakta. Elbette kriz sonrasında özel sektörde istihdamın çok sert bir şekilde da- raldığı da gözden kaçırılmamalı.

2009 yılının sonlarında Yunanistan’ın borç ödemelerini gerçekleştiremeyeceğinin anlaşıl- ması, daha sonraları Avro bölgesi borç krizi ola- rak adlandırılan sürecin de başlangıcı oldu. AB, AMB ve IMF’nin oluşturduğu Troyka tarafından dayatılan kemer sıkma tedbirleri çerçevesinde Yunanistan ekonomisinin uluslararası sermaye- nin tercihleri yönünde yeniden yapılandırılma- sı ve borç servisinin aksamadan yürütülmesi amaçlandı. İşin en başından beri kreditörler Yu- nanistan krizine tekil bir kriz olarak yaklaşmadı. BIS (Bank of International Settlements) verilerine göre, 2010 yılında Fransız bankalarının elindeki sorunlu ülkelere ait finansal varlıkların toplamı 465 milyar Avro’yu bulurken, Almanya’da ise bu

bir kısmını oluşturmaktaydı. Bu nedenle, burada işlerin raydan çıkması, İspanya, Portekiz, İtalya başta olmak üzere diğer borçlu ülkelerin borcunu ödemekte ayak diremesine, dahası sermayenin dayattığı kemer sıkma politika- larına muhalif politik çizginin ağırlık kazanmasına yol açabilir- di. Bu açıdan Yunanistan önemli bir laboratuvardı ve arayış hiçbir zaman Yunanistan ekonomisini ayağa kaldırmak olmadı. Aksine, amaçlanan, diğer borçlu ülkelerin

halklarının buradan bir ders çıkarmasını sağla- maktı.

Daha 2010 yılında Troyka programının Yu- nanistan’ın sorunlarını çözemeyeceği ortadaydı. GSYH’nın yüzde 16’sına varan mali uyum dayat- malarına karşılık, IMF yetkilileri, yüzde 5 gibi bir daralma sonrasında, 2013 yılından itibaren Yu- nan ekonomisini toparlanacağını öngörüsünde bulunurken, aslında buna kendileri dahi inanmı- yordu. “Kurtarma paketi”nin görüşüldüğü IMF yönetim kurulu toplantısında, Arjantin, Brezilya, İran, Çin, Hindistan gibi ülkelerin temsilcileri bu konudaki şüphelerini açıkça vurgulamışlar, Yu- nan ekonomisinin sert bir şekilde daralmasıyla birlikte kamu dengesinin daha da bozulacağının altını çizmişlerdi. Beklendiği gibi de oldu. 2010 yılından bu yana kemer sıkma tedbirleri kap- samında kamu istihdamı yüzde 30 daraltıldı, ücretler yüzde 37, emeklilik ödemeleri yüzde 48 düşürülürken, tüketim harcamaları yüzde 33 azaldı.

Talepteki sert gerilemeye paralel olarak Yu- nan ekonomisi yüzde 25 daraldı, işsizlik yüzde 25’in üzerine tırmanırken, genç işsizliği yüzde 60’ları buldu. Aynı dönemde borç/GSYH ora- da yüzde 35 arttı, yüzde 180’lere ulaştı. Bir ülkeyi iflasa sürüklemek için ne yapılması ge- rekiyorsa, Troyka da onu yaptı. Dünya ekono- misinin krizden çıkmak, deflasyonist eğilimin üstesinden gelmek için genişlemeci politikalara yöneldiği bir dönemde, istikrar tedbirleri altında

miktar, 493 milyar civarındaydı. Yunanistan’ın yükümlülükleri ise bu varlıkların sadece ufak

istikrarsızlığı derinleştirdi, ekonomiyi çökerte- rek kamu dengesini daha da bozdu. Bugün de,

28 Murat Birdal

ekonominin hızla daraldığı bir ortamda, faiz dışı fazlanın aşamalı olarak arttırılarak, 2018 yılın- da yüzde 3.5 düzeyinde bir fazla hedeflenmesi, çöküşü hızlandırmaktan başka bir anlam taşımı- yor. Dolayısıyla sadece iktisadi bir perspektiften bakıldığında,Troyka’nın ısrarını anlamlandırmak mümkün değil. Stiglitz, Krugman, Sen gibi Nobel ödüllü iktisatçıların eleştirileri de bu noktada ortaklaşıyor. Mesele daha ziyade ideolojik, en başından bu yana.

Bugüne değin Yunanistan’a dönük iki “kur- tarma paketi” açıklandı. Mayıs 2010-Haziran 2013 tarihleri arasında süren ilk paket gereğince, IMF’den 30 milyar Avro ve AB devletlerinden 80 milyar Avro verildi. İkinci paket ise 2012 yılın- da açıklandı ve karşılığında IMF’den 19.8 milyar Avro, Avrupa Finansal İstikrar Fonu’ndan (daha sonra Avrupa İstikrar Mekanizması’na dönüştü)

144.7 milyar Avro içeriyordu. Bu fonların tümü kullanılmadı.

Troyka’nın Yunanistan’a verdiği şeklinde algı- lanan toplamı 252 milyar Avro’yu bulan paranın yüzde 90’a varan bölümü, tahvillerin geri alımı, borcun servisi ve Yunan bankalarının sermaye yapısının güçlendirilmesi için kullanıldı. Böylece, Yunanistan’ın borç yükü özel kuruluşların üstün- den alınarak “kamusallaştırıldı”. Bu miktarın sa- dece 27 milyar Avro civarında bir bölümü kamu harcamalarının finansmanına gitti. 2013 yılından beri ise kamu dengesi faiz dışı fazla vermekte olduğundan, kamuya ilave kaynak aktarımı söz konusu olmadı. Yani, “kurtarma paketi” aslına bakılırsa, Yunanistan’ı değil, başta Fransız ve Al- man bankaları olmak üzere kreditörleri kurtar- mayı amaçlıyordu. Hatırlanacağı gibi, o dönem- de IMF başkanlığını sürdüren Strauss-Kahn’ın adı Fransız devlet başkanı adaylığı için geçmek- teydi. Kahn, gelecek planlarını da düşünerek, Avrupa dışından üyelerin itirazlarına rağmen Yunanistan’ın kotasının 32 katını bulan kaynak aktarımıyla, Yunan tahvillerini elinde bulundu- ran Fransız bankalarını büyük bir krizden çekti, çıkardı. Merkel’in verdiği destek kararı da, aynı şekilde, Alman bankalarının çıkarlarını gözete- rek alınmıştı.

Bugün Yunanistan’ın toplam borç stoğunun

yüzde 78’i Troyka’ya ait durumda. Bu nedenle de borcun büyük bölümünün piyasalarda fazla bir dalgalanma yaratmaksızın azaltılarak yeni- den yapılandırılması mümkün. Ne var ki, amaç Yunanistan ekonomisini toparlamak değil. Daha ziyade, diğer borçlu Avrupa ülkelerine bu ko- nuda tavizsiz olunacağı yönünde sert bir mesaj iletmek. Özellikle Aralık ayında seçimlere gide- cek İspanya’da Podemos’un muhtemel bir seçim zaferiyle kemer sıkma politikalarına muhalif cephenin genişlemesini önlemek. Son süreçte Yunan halkının artan yoksulluğuyla İspanyolla- rın gözünü korkutmak, alternatif çıkış yolları- nın olmadığını göstermek. AB’nin referandum öncesi Yunan bankalarına verdiği acil likidite desteğini arttırmayarak bankaları kapanmaya zorlaması, sadece Yunanistan halkına geri adım attırmak için değil, aynı zamanda diğer borçlu ülkelere de gözdağı vermek amacıyla uygulanan bir taktik idi. Dünyanın dört bir yanında, ATM önünde biriken insanlara dair görüntüler ve ya- şanan zorluklara dair hikayeler gündemin en üst sıralarına taşıdı.

Herşeye rağmen referandum sonuçları ile yeni bir hamle yapabilirdi Tsipras. O ise, ban- kaların kapanmasına dahi pabuç bırakmaya- rak,Troyka’nın dayatmaları karşısında kararlı bir duruş sergileyen halkını yarı yolda bırakmayı tercih etti. Diğer borçlu ülkelerdeki siyasi kon- jonktür de düşünüldüğünde, Tsipras Hüküme- ti’nin Troyka’ya boyun eğmesi, önemli bir mevzi kazandırdı AB’ye.

Tspiras’ın muhatabına geri adım attırabilme- si için elinde güvenilir bir tehdit mekanizması olması gerekiyordu.Troyka, Yunan borç yükünün önemli bir kısmını devralarak, özel sektörün Yu-

nanistan sorununa dönük kırılganlığını büyük ölçüde sınırlandırmıştı. Bu sebeple, borç ödeme- lerinin durmasına piyasaların tepkisi beklendiği kadar sert olmadı. Dolayısıyla da, Yunanistan’ın elinden bir silah alınmış oldu. İkincisi, SYRI- ZA’nın işin en başından beri Avro Bölgesi dışında bir çıkış stratejisi geliştirmemiş olması, pazarlık masasından ne kadar hiddetle kalkarsa kalsın, eninde sonunda masaya dönmesini gerektiriyor- du. Her ne olursa olsun Avro’da kalacağız tavrı ile pazarlık yapabilmesi mümkün değildi, olma- dı da. Özel sektör borcunu “kamusallaştırarak” risklerini sınırlandıran, Yunanistan’ın Avro’dan çıkışına dönük planları ve muhtemel maliye- tine dair analizleri kamuoyunda dolaştırmaya başlayan AB yetkilileri,“biz sonuçlarına hazırız” mesajı vermekteydi. Tsipras ise, en güçlü anında dahi, çıkışın AB tarafından göze alınamayacağını vurgulamakla yetindi. Kendilerinin neleri göze alabileceğine dair en ufak bir açıklamada bulun- mayarak,“B planı” olmayan bir lider görüntüsü çizdi. Bu da, masada elini zayıflattı. Sonradan Varoufakis’in de belirttiği gibi, yerli para birimi- ne geçiş üzerine geçtiğimiz aylarda bazı konuş- malar yapılmış, hatta piyasaya sürülecek yerli paranın tasarımı dahi gerçekleştirilmişti. Ama acil durum halinde bu paranın basılması için ya- pılması gereken görevlendirmeler hiçbir zaman yapılmamıştı.

Oysa ki, referandum sonrası Tsipras’ın elin- deki tek seçenek Avro’dan çıkış alternatifi ile masaya oturmaktı. Elbette, bu süreç, Yunanistan halkı için kısa vadede daha büyük sıkıntılar an- lamına gelmekteydi. Ama pek çok iktisatçının da kabul ettiği gibi,bu yönde bir hamle, kaçınılmaz olanı daha fazla ertelememek anlamına geleceği gibi, ülke ekonomisini yeniden yapılandırmanın yollarını da aralayabilirdi. Dahası, böylesi bir

alternatifin ortaya çıkması, diğer borçlu ülkeler- de de benzer arayışları gündeme getirebileceği kaygısıyla, AB’yi geri adım atmaya zorlayabilir- di. Tsipras, hükümetini korumak adına, bu riski almaktan kaçındı ve öncüllerinin sürüklendiği yola gönülsüz de olsa adım attı. Peki ya bundan sonrası?

Öncelikle, AB’nin hegemonik gücü olarak günden güne sivrilen Almanya’nın ve uluslar arası sermeyenin kısa vadeli de olsa bir siyasi zaferinden bahsetmek mümkün. Piyasa ile uz- laşmacı ve söylemlerine rağmen baştan bu yana SYRIZA hükümeti sermayenin yeni Avrupa tasa- rımının önünde bir engel olarak algılanmaktaydı sermaye çevreleri tarafından. Mevcut plan uygu- lamaya konduğu takdirde SYRIZA’nın parti ola- rak önümüzdeki dönemde varlığını sürdürmesi pek muhtemel gözükmediği gibi, borç pazarlığı dışında bir çıkış yolu üretemeyen “sol” hükümet profili diğer borçlu ülkelerde sermayenin hege- monyasının yeniden üretilmesine kuşkusuz kat- sunacaktır.

Buna karşılık dayatılan anlaşmanın ekono- mik boyutuna baktığımızda başarısızlığı şimdi- den apaçık ortada. Bugün IMF dahi hedeflerin gerçekçi olmadığını, borçların bir bölümü silin- meden ve yeniden yapılandırılmadan bu planın işlemesinin mümkün olmadığını görüyor. Bu nedenle, hiç kuşku yok ki, sermayenin yeni Av- rupa projesi daha büyük sosyal patlamalara yol açacaktır. Burada sosyalistlere düşen görev, sa- dece Avro’dan çıkışı değil, üretime ve istihdama ağırlık veren yeni bir ekonomik modeli, sadece Almanya hegemonyasını değil,sermayenin hege- monyasını tartışmaya açacak bir alternatifi halk- ların önüne sunmaktır. Mevcut sistem içerisinde çıkış yollarını birbiri ardına tüketen Yunanistan halkı bugün böylesi bir yönelime dün olduğun- dan çok daha açıktır. Aksi takdirde, Avrupa’da sosyalistlerin dolduramadığı boşluk faşizmin üstünde kolayca yükselebileceği bir toplumsal tabanın ortaya çıkışına yol açacaktır.

30

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑