Duyuru

ÖZGÜRLÜK DÜNYASI GELECEKTİR, SUSTURULAMAZ!

1988 yılının Eylül ayında yayın hayatına başlayan ve 28 yıldır yayını kesintisiz olarak sürdüren dergimiz OHAL KHK’sı ile kapatıldı. Daha önce televizyon ve radyo kapatmalarında olduğu gibi dergimizin kapatılmasında da hiçbir somut gerekçe gösterilmedi, hukuki bir süreç yürütülmedi. Dolayısıyla karar faşist bir rejimin inşası sürecinde alınmış, tamamen anti-demokratik ve keyfi bir karardır.

Özgürlük Dünyası, işçi sınıfı ve sosyalizmin öldüğünün iddia edildiği bir dönemde Markizm ve bilimsel sosyalizmi kararlılıkla savundu.

Sınıf eşitsizlikleriyle kapitalist sömürü ve zorbalık karşısında işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin baskısız, sömürüsüz sınıfsız özgürlük dünyasının kurulması mücadelesine dayandı. Marksizmin tarihsel ve kuramsal birikimiyle bu mücadelenin ihtiyaçlarını birleştiren bir yayın çizgisi benimsedi.

İnsanlığın sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemi ve mücadelesi yüzyıllardır vardır. Baskılar bu mücadeleyi belki geriletmiş ama asla yok edememiştir. Halklar mutlaka bir yolunu bulmuş, yeniden ve yeniden talep ve umutlarıyla tarih sahnesine çıkmıştır.

Baskı ve sömürü var oldukça, bunların ortadan kaldırılması mücadelesi de bitmeyecektir. İşçi sınıfı, halklar ve aydınlarının sosyalizm mücadelesi sürecek, Özgürlük Dünyası var olmaya devam edecektir.

Özgürlük Dünyası Yayın Kurulu

Sunu Ekim

Ekim sayısı bayilerde!

“Hükümete katılım”ın “konjonktürel” ve “özel” olanı – Kadir Yalçın

Metal işçilerinin mücadelesi ve görevlerimiz – İhsan Çaralan

Politik gidişata dair burjuva hesaplar – Ahmet Cengiz

Murray Bookchin’in “Ekolojik-Konfederal Toplum Projesi” üzerine notlar – Yusuf Akdağ

Kapitalist Çin’den emperyalist salvolar – Sinan Alçın

“Nükleer enerjiye hayır” mı? – Kenan Ateş

SUNU

Bir yandan yoğun çatışma ve kara operasyonlarıyla hava bombardımanları, bir yandan günlerce süren ve üst üste tekrarlanan sokağa çıkma yasaklarıyla kuşatılan kentlerde kat­liam –7 Haziran sonuçları beğenilmeyip yenilenen genel seçimlere bu koşullarda gidiliyor.

 

Ülke, Anayasa’daki adı “Geçici Bakanlar Kurulu” olan, işlevinin sadece seçime götürmek olduğuna inanılan oysa “içişleri” ve “savunma”nın asma-kesmeleri başta olmak üzere, vergi toplama, ihale dağıtımı, yargılama-cezalandırma, eğitim (ve dincileştirilmesi), sağlık.. gibi burjuva egemenliğinin bütün rutin “işleri”ni üstlendiği kanıtlanmaya ihtiyaç gösterme­yen “geçici bir hükümet”in elinde! Sunu kaleme alınırken, “ortalama” bir hükümet, yalnız­ca “seçim”e odaklanmış bir “seçim hükümeti” olmadığının kişisel olarak da göstergesini sağlayarak üç hükümettir başbakanlığı sürdüren Davutoğlu, Newyork’ta BM toplantısın­daydı ve mümkün olabilen bütün ülkelerin yetkilileriyle görüşmeler yapmaktaydı. Özetle, dış politika “işleri” de ortada kalmış değildi ve hatta –sözde başka partiler ve bağımsızlar­dan alınan bakanlarla partili-hükümet olmadığı gösterilerek “yasak savılma”ya çalışılan, ama bunun görünüşte bile başarılamadığı– hükümetteki AKP’nin asıl lideri durumundaki Erdoğan, Rusya dönüşü, önemli bir dış politika hamlesi yaparak, Suriye politikasını bile değiştirmeye yöneldi. “Esed’li geçiş gibi bir şey olabilir”di –gerçi Erdoğan’ın bu “açılımı” hem “Saray”ın sansürüne takılıp resmen yayınlanırken makaslandı, hem de Erdoğan’ın yeni açıklamalarıyla düzeltilmeye çalışıldı.

 

Ama kesindi, ne iç ne de dış politikada hükümetin “geçicilik”inden gelen bir boşluk oluşmadı!

 

Erdoğan, atadığı “geçici hükümet”le ülkeyi yönetmeye devam etti. Nereye kadar –görülecektir!

 

Dış politikanın Suriye özelinde sürdürülemez olduğu, “rötuş” ihtiyacından anlaşılmaktadır. Mülteciler ileri sürülüp en başta Avrupalıların buradan zorlanarak, bir yandan Kürt devlet­leşmesi ve Türkiye’nin güneyden kuşatılmasının önünü kesmek, bir yandan da Esad rejimi­ni devirip yayılmak amacıyla hala Suriye içinde “arındırılmış bölge” peşinde koşulurken.. “Esed’li geçiş dönemi” ve bunun için herkes Türkiye’nin mutabakatını bekliyormuş gibi, Rusya-Türkiye-ABD arasında başlatılacak “üçlü süreç” hayali kurmaya yönelmek, bu ikisi bir arada, sürdürülemezliğin ayırdına varıldığının kanıtıdır.

 

Dış politika sürdürülemez olmuştur da, iç politika sıkıntısız sürdürülür halde midir?

 

Avrupa ya da Amerika’dan bakıldığında, Türkiye’nin giderek Suriye ve Irak’tan zor ayırt edilir olmakta olduğu ortadadır ve çok kişinin dilindedir. Günde 10-15’ü bulan can kayıpları ve bir güne sığdırılan çok sayıda çatışma ve infilakla değil sadece, ama yüzün üzerindeki “özel askeri yasaklı bölgesi” yurt içi ve dışında hava bombardımanları ve kara harekat­larıyla, günlerce aç-susuz sağlıksız-hastanesiz bırakılan, “güvenlik kuvvetleri”nce öldürü­lenlerin cenazelerin gömülemediği yüz binleri aşkın nüfuslara sahip koca koca kentleriyle Türkiye, uluslararası alanda savaş görüntüleriyle anılır olmuştur.

 

Ve seçim. Yine içerde ve dışarıda bilinmektedir ki, egemen burjuvazi olağanüstü sıkışık durumdadır, ancak “Politik Gidişata Dair Burjuva Hesaplar” başlıklı makalemizde işlendiği gibi, “yeni yetme burjuvazi” ve “başkanlık” istemiş şefleri Erdoğan daha az sıkışık durum­da değildir. Yargılanma kapıdadır ve kimin kimi ne zaman ortada bırakacağı belli değildir; ama şurası kesindir ki, sermaye kendisinden, birikiminden değil, ama temsilcilerinden vazgeçmeye eğilimlidir. Sorun, Erdoğan karşıtlığında değildir, ama “filler tepişirken ezilen çimenler”in dalgalanması ve halk ve bir halk hareketinin patlak vermesi korkusundadır.

 

Erdoğangiller germe yandaşıdır ve “taşıma sandık”la, “baraj altını” zorlamayla, silah zoru­na dayalı oya ve hile ve hurdaya başvurmayla, kapıp kaçma peşindedir.

 

Ancak hem başta örgütlü ve mücadele içindeki Kürt halkı olmak üzere örgütlü örgütsüz işçi ve emekçiler bıkmıştır, hem daha da bıktıracak koşulların gelişi bugünün durgunluğundan, ekonominin neredeyse yaprak kımıldamaz oluşundan belli olmakta ve bunu burjuvalar kadar çarşı-pazar geçimini sağlama çabasındaki işçi ve emekçiler de hissetmektedir.

 

Bir ay kaldı, takke düşüp kel görünecektir! Bekleyelim görelim değil tabii, en geniş birliği sağlayarak mücadele şarttır.

 

 


İçindekiler 265

Haziran sayısı bayilerde!

Ekonomik göstergeler ışığında AKP’nin büyüme miti ve gerçekler- Murat Birdal

2015 1 Mayıs’ı ne öğretti? 2016 1 Mayıs’ını şanına layık kutlamak için mücadeleye! -İhsan Çaralan

Bir ideoloji olarak iktisat – Muammer Kaymak

İşçilere kapitalistleşmeyi öneren ‘demokratik sosyalizm’ anlayışı ve Marksizmi ‘aşma’ tasavvuru! – Yusuf Akdağ

Güney Afrika, ANC nereden nereye – Mithat Fabian Sözmen

Türkiye’de ‘işçi sağlığı’ kavramı üzerine 2 – Dr. Celal Emiroğlu

Yaşar Kemal – Tahir Şilkan

Sunu nisan

Nisan sayısı bayilerde!

1 Mayıs, İşçi Sınıfının Durumu ve talepler – Ümit Yılmaz

Metal Grevinin gösterdiği – Seyfi Selçuk

İş cinayetlerinde değişen bir şey yok – Selçuk Karstarlı

Dolmabahçe Deklarasyonu, 10 ilke, Newroz mektubu ve böyle gidemez süreç! – İhsan Çaralan

Ekonominin temposu yavaş, tekmesi sert – Bülent Falakaoğlu

Planlar, paketler ve kadınlar – İlke Işık

‘Bayrağını bizim bayrağımız karşısında yere sermek zorunda kaldı…’ – Friedrich Engels

İç Güvenlik Paketi ve bir tarihsel deneyim – Olcay Geridönmez

Ermeni Soykırımı ve demokrasi – Aydın Çubukçu

Mülkiyetin (ve sermayenin) Türkleştirilmesi – Nevzat Onaran

Sunu 262

Mart Sayısı Çıktı!

“Ha PKK ha PYD” denmişti ve “ikisi de terör örgütü”ydüler, ama, Amerikan çıkışlı olarak NATO ve BM kararlarıyla “terör örgütü” ilan edilmiş olsa ve Türkiye de mecburen öyle saysa bile, IŞİD’e “terör örgütü” demeye bir türlü diller varmıyordu.
IŞİD’in açıktan tehdit ettiği Süleyman Şah Türbesi ve başında kurulu Saygı Karakolu kaçırırcasına ve arkaya bakmadan alınıp getirilmiş, sınırın hemen dibine konmuştu, ancak devletin başındakiler hala IŞİD’le “terör örgütü” sözcüklerini yan yana getirmiyor, ideolojik kardeşliğe toz kondurmuyorlardı.
PYD ise, Süleyman Şah’ın mekan değişikliğinde yardımı istenmesine rağmen, “terör örgütü” titrini koruyor. Çünkü PKK’nin “uzantısı” varsayılıyor. PKK’ysa; onca görüşmenin ve iki yıla varan saldırmazlık “paktı”nın ardından hala “terör örgütü”!
“Çözüm süreci” deniyor, hatta liderinin durup dururken PKK’ye kongre toplama ve “silah bırakma” çağrısı yapacağı iddia ediliyor; ama herhalde silah bıraktığında bile “terör örgütü” olmaktan kurtulamayacak!
“Çözüm süreci”… “Süreç” adına ileri sürülenler, hükümetin ülkeyi, zorun yanı sıra sadece ama sadece yalana dayalı olarak yönetme uğraşında olduğunun temel bir kanıtı durumunda. Bir süredir bütün bir “yandaş medya” ve kiralık kalemleri, HDP Heyeti’nin tanıklığıyla, İmralı’da konuşulanlar bambaşka olmasına rağmen, “Öcalan silah bırak açıklaması yapacak” diye tutturdular, Öcalan’ı baskılamaya ve yapmamasının “suçu”nu Kandil’e ve arada iletişimi sağlayan HDP Heyeti’ne yıkmaya çalışıyorlar: Öcalan istiyor da Kandil istemiyor.. HDP taraftar değil… Yoksa Öcalan’a kalsaymış çoktan çözülecekmiş!
Ne çözülecekmiş? PKK’nin silah bırakması sorunu çözülecekmiş! Peki, PKK neden silaha sarılmış, bunun da ötesinde neden ortaya çıkmış? Ava çıkan avcılar mıymış? Dağa ot toplamaya mı çıkmış? Spor olsun diye mi? Rivayet muhtelif kalıyor, ancak Türkiye’yi yöneten beyler, PKK’nin ortaya çıkma ve silaha sarılmasını Kürt sorunuyla ilişkisizlendiriyorlar. PKK “Kürt örgütü” değil, ama ne olduğu belirsiz bir “terör örgütü”! Kürt halkına reva görülen eşitsizlikler böylece üstü örtülmüş ve silah sorunu şu kişiyle bu kişinin isteği ya da isteksizliğine havale edilmiş oluyor.
Oysa yandaş basının kiralık kalemleriyle sınırlı kalmayıp hükümet katından da dile getirilen “Öcalan’ın yapacağı silahsızlanma çağrısı”, İmralı’da görüşülüp tartışılmış şarta bağlı bir olgu. Yapılmayacak değil, yapılacağı belirtilmiş, ancak öncelikle 10 maddede ifade edilmiş başlıklarla müzakerelerin başlaması gerekiyor ki, başlıklar doğrudan ülkenin demokratikleşmesiyle ilgili.
Özeti şu ki, ülkenin demokratikleşmesi konusunda adım atılmaya başlanmadan, bu adımlar tartışılıp kararlaştırılarak yasaya bağlanmasının ucu görünmeden PKK’nin silahsızlanması sorunu gündeme giremez ve kimse silahsızlanma çağrısı yapmaz, yapamaz.
Peki, gidişat ülkenin demokratikleşmesi yönünde mi tersi yönde mi?
Hükümet cenahında “PKK silah bıraktı/bırakacak” yalanından fayda umulurken, müzakereleri çoktan yapılmış, maddeleri bile belirlenerek Meclis’in gündemine getirilmiş bir başka hazırlığın kuvveden fiile aktarılışı yaşanıyor. AKP, kavga döğüş, erkek vekillerin kafalarını ve kaburgalarını kırıp birini merdivenden aşağı atarak ve kadın vekilleri de açıktan darp ederek, “İç Güvenlik Paketi” olarak tanımladığı polis yasasını çıkarmaya uğraşıyor.
“Reform” dediği bu polis yasasıyla tek adam/tek parti diktatörlüğünün taşlarını döşüyor: Arama ve dinlemelerde yargıcın yerini mülki amir ve polis alıyor; zehirli gazdan korunma amaçlı olarak bile yüzün örtülmesi suç ve te rör örgütü üyeliği sayılıyor, düşünceyi hele toplu olarak ifade etmek olanaksızlaştırılıyor, sanal iletişim polis marifetiyle yasaklanabiliyor ve bütün bunlar, sanki zaten suç değilmiş gibi, Molotof ve Bonzai kullanmanın “yasaklanması” kaygısının ardına gizleniyor!
Halkın sırtına indirilecek sopalar öncelikle vekillerin sırtında deneniyor, bu “reform” sayılıyor, “özgürlüklerin korunması için” olduğu söyleniyor. Sonra “çözüm sürecine bedenlerin konulduğu” sakızı çiğneniyor!
Yalan hükümet tarzı kılınmış durumdadır!

 

-İç Güvenlik Paketi’ne karşı mücadele hak ve özgürlük mücadelesidir – İhsan Çaralan

 

-Maddelerle İç Güvenlik Paketi – Kamil Tekin Sürek

 

-2015 Newroz’u: mücadelede yeni bir aşamaya doğru –Y.Yılmaz Karataş

 

-Yunanistan seçimleri ve Syriza Hükümeti’nin değerlendirmek – Seyit Aldoğan

 

-Sağ popülizm, AKP’nin söylemi ve emekçilerin mücadelesi – Yusuf Akdağ

 

-Dünya ekonomisinde ayrışan eğilimler – Murat Birdal

 

-Petrol, Ruble ve Rusya nereye? – C.Erman

 

Sunu 261

Şubat sayısı bayilerde!

AYLIK sosyalist teori ve politika dergisi Özgürlük Dünyası’nın şubat sayısı çıktı. Özgürlük Dünyasının bu ayki konuları arasında Türkiye’nin İslami terörle dansı, Dinin siyasallaşması, terör ve İslam, Avrupa’da ırkçılık, ‘İslamofobi’ ve halkların mücadelesi, Kapitalizmin muhafazakar bekçiliği ve muhafazakar totalitarizm ve İbni Sina’nın Daniş-name’si: Tacik halkının önemli bir felsefi eseri gibi başlıklar yer alıyor…

-Türkiye’nin İslamı Terörle Dansı

-Dinin siyasallaşması, terör ve İslam

-Avrupa’da Irkçılık, ‘İslamofobi’ ve halkların mücadelesi

-İbni Sina’nın Daniş-name’si: Tacik halkının önemli bir Felsefi eseri

Sunu 259

259.SAYI ÇIKTI!

Soma’dan sonra henüz cinayete kurban gitmiş işçilerin tümünün cesetlerinin bile çıkarılmamış olduğu Ermenek de unutuldu. Gazetelerin ancak 15., 20. sayfalarında kendisine yer bulabiliyor. Sadece, ayağında yırtılmış eski lastik ayakkabısıyla Recep Amca.. Sadece o, bölüşümdeki uçurumun görmezden gelinemeyecek belirticisi olduğu için birinci sayfaların üstelik göbeklerinde yer aldı. Madenler, taşeron çalışma koşulları, maliyetin düşürülmesi için tüm güvenlik önlemlerinin yanında servisin de kaldırılması ve yemeğin madende yenmesinin zorlanması, en önemlisi göz göre göre ölümlere davetiye çıkarılıp su basma tehlikesi yok sayılarak işçilerin çalışmaya zorlanmaları –tümünün şimdiden üstüne yatıldı. Çalışma Bakanı’nın 50 patronun müdahalesiyle madenlere yasa dışı izin vermekte olduğunu itiraf etmesi, müfettişlerin hakkında soruşturma yürütülmesine izin vermemesi –tümü arkada kaldı, unutturuldu. Ta ki yeni bir faciaya kadar. Ama Recep Amcayla yürekler soğutulmaya çalışıldı: “Kadirbilir” Vali, on liraya kıyıp bir yeni lastik ayakkabı alıp Recep Amca’ya ulaştırmış, o da “koca Vali göndermiş, almasak olmaz” deyip ayıp olmasın diye alıp ayağına geçirmişti!
Oysa bin odalı yeni “Cumhuriyet” sarayının tartışıldığı günlerdi. Kaçaktı. Mahkemelerin beğenmediği kararları karşısında avazı çıktığı kadar “Adalet istiyorum” diye bağıran zatı muhterem “devletin itibarı”nın timsali sayıyor ve yetinmiyor, üstüne yenilerini eklemek üzere, birinin temelini attırıyor, diğerinin duvarlarını yükselttirmeye başlıyordu. Dünyaydı işte: Kimine utanıp arlanmadan lastik pabuç gönderilip bir çift kundura çok görülüyor; diğeri bin odayı az buluyordu. Oysa o saraya harcanan 1,5 katrilyon ve zatıalilerinin yeni uçağına harcanan 400 trilyon dolayında lirayla kaç hastane, kaç okul yapılır, yaklaşan asgari ücret pazarlıklarında pintilik yerine işçilere kaç yüz lira yüksek ödeme kararlaştırılabilirdi. Öyleyse eski sloganı hatırlamanın zamanıdır: “Kulübelere barış saraylara savaş”!
Saray demek, sadece şatafat değil, Ortaçağ da demektir; Krallıklar, Şeyhlikler, Sultanlık ve Halifelikler. Tek örnek saray değildir, ama şimdi onunla birlikte IŞİD ortaklığı ve yüzlerce yeni İmam Hatip’in devreye sokulması ve zorunlu din dersi dayatmasıyla, “ben seçilmişim mahkeme de ne oluyormuş” deyip kendi adamlarını doluşturduğu darbe yargısıyla, Menderes’in “Tahkikat Komisyonu”nu hatırlatan Meclis –Zarrab– Komisyonu soruşturmasının sansürlenmesiyle, anaokuluna kadar indirilen mescitler ve din dersi kitaplarında Aleviliği bile Sünnici Diyanet’in anlatmasıyla kapitalist modernite Ortaçağa bağlandı ya da Ortaçağ bu modernite içinde az-çok belirleyici bir yer tuttu. “Biz Müslümanlar” diye konuşan Şeyhülislam özentisi devleti Ali yetkilileri Ortaçağcı kafalarıyla “kadının fıtratında eşit olmamak var” derlerken “çözüm süreci”nin vazgeçilmezliğini vurgulayıp duruyorlar. İnanılır şey midir? Kadını erkekle eşit tutmayan, üstelik Türkçülükleriyle ünlü “tekçilik” düşkünleri nasıl Kürdü Türkle eşit tutar?!
Ama işte “süreç” yine yenilenmiştir. Saraylılar “kamu düzeni” üzerine titreyerek, şimdiye kadar çok şey “verdikleri” iddiasıyla artık Kürt hareketinin “silah bırakıp teröre son vermesi” gerektiğini ileri sürüyorlar! Asla bir şeyler vermeye ve Kürt halkının belirli taleplerini karşılamaya yanaşmıyor, ama “topun PKK’de olduğu” ve birkaç ay içinde onun adım atması lazım geldiği algısı yaratıyorlar. Kandil’in oyunbozanlık yaptığı ve “Öcalan’ın paradigmasını anlamsızlaştırdığı” görüşünü yayıyor, Kürdü Öcalan’la karşı karşıya getirmeye yelteniyorlar.
“Umut Mehmet’in ekmeğidir”; ancak bütün bunlar bu hükümetin yolun sonuna gelmekte olduğuna işarettir. Ki daha Amerikalıların artık sürekli hal almış yalanlamaları vardır. Müslüman Kardeşlik nedeniyle Suudiler karşısında bile tecride gitme vardır. Üstelik ekonomi hiç de iyi sinyaller vermemekte ve kriz belirtileri birikmektedir. Etrafa para, kömür, makarna dağıtamaz olunduğunu düşünün bir de, sebeplenme kapısının kapanmakta olduğunu.. Tarzan zor durumdadır.
Başka zor durumda olanlar da vardır. Hem de pek uzağımızda değiller. Tunus’ta iki burjuva grup, devrilen bin Ali’nin adamları (NİDA) ve Müslüman Kardeşler (En NAHDA) cumhurbaşkanlığı seçimlerine ortak gitmekten başka yol bulamamış ve yine de Halk Cephesi Adayı H. Hammami seçimlerde alınan oyu katlamıştır. Burkina Faso’da ise diktatör devrilip kaçmak zorunda kalmış, burjuva muhalefet askerlere yaslanmaktan başka çare bulamamıştır. Şimdi orada da, halk muhalefeti devrimci temelini güçlendirerek ilerlemektedir ve ülkenin geleceğini gericilikle devrimci muhalefet arasındaki mücadele belirleyecektir.
Bizdeyse görev, sınıf hareketinin yükselişini sağlamak ve devrimci bir halkçı alternatif oluşturmaktır.

-Devrim ve sosyalizm için Birlik ve mücadele yolunda 20 yıl- CİPOML

-Laik ve demokratik bir Ortadoğu ve Türkiye mücadelesinin harcı olarak laisizm – İhsan Çaralan

-Ulusalcılık ve Anayasal Vatandaşlık – Ali Yaşar

-Gezi, Negri ve otonomculuğun eleştirisi-Arif Koşar

-Ekonomik büyüme ve sağlık – Cem Terzi

Sayı 258

KASIM SAYISI ÇIKTI

– U-dönüşleri ya da IŞİD’in çökerttiği hilafet ve anti emperyalizm – Kadir Yalçın

– Türkiye’nin bölgesel güç olma hevesi ve emperyalizm meselesi – Sinan Birdal

– Hükümetin hayallerini yıkan OVP emekçiye ne diyor? – Bülent Falakaoğlu

– Oya Baydar’ın “Sınıf pusulasını yitirdik mi?” başlıklı yazısı üzerine notlar – Yusuf Akdağ

– Dünya işçileri ve halkları ile birlikte, İsrail Hükümeti ve Ordusunun Filistin halkına yönelik soykırımını lanetliyoruz!

– Birlik deklarasyonu

– 2015 Merkezi Bütçe Tasarısı üzerine – Erkan Aydoğanoğlu

Sayı 257

EKİM SAYISI ÇIKTI

 

-Bölgemizdeki savaş, sosyal şovenizm ve işçi hareketi-Yusuf Akdağ

 

-IŞİD’li yeni Ortadoğu savaşı-Kadir Yalçın

 

-Uluslar arası mevcut durum ve devrimcilerin görevi-CİPO-ML

 

-Gramsci ve Komünist Parti-M.Ercoli

 

-İmkansızlığın stratejisi: Radikal Demokrasi Üzerine-Nuray Sancar

 

-Demokrasi mücadelesinde sosyalist görevler

 

Haziran sayısı çıktı!

HAZİRAN SAYISI ÇIKTI!

Mayısın bu yılki konusu, 6, 18 ya da 31 Mayıs değil, ama Soma’ydı. 301 madencinin yaşamına mal olan katliam! İş cinayeti!
Tarihlerden 13 Mayıs’tı.
Mayıs’ın bilindik tarihleri tabii ki önemli. Ne Denizler unutulacak ne de bir gençlik hareketi olarak başlayan ’68 halk hareketi. Ama bu kez tümü Soma’da madendeydiler. Kendi başlarına, yapayalnız ve tecrit edilmiş değillerdi. Hiç olmamışlardı, ama bu kez başkaydı. Yalnızca coşkularının çocukları da değillerdi. Olanca halka adanmışlıkları, dertlerini dert, acılarını acı bilmeleriyle, orada, ocakların taa içindeydiler. Sungurlarsız, Kavelsiz, 15-16 Haziransız edememişlerdi. İşçi evlerinde yatar kalkarlardı. Sendikaların temsilci odalarında, grev boylarında, fabrika işgallerdindeydiler. Somasız da edemediler. Onların Soma’ya, Soma’nın onlara ihtiyacı vardı.
Tam bir katliamdı Soma! Dile kolay, tam 301 madenci kâr hırsına kurban edilmişti. Devlet ve patron el eleydi. Bakmayın tüm suçun Soma Madencilik Holding’in sırtına yıkılmasına. Yasaya açık aykırılık oluşturarak, devlet, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı devlet işletmesi TTK eliyle, Soma ocaklarını Soma Madencilik’e taşerona vermişti. “Hizmet alımı” yoluyla! Yasaktı, “asıl iş” taşerona verilemezdi; ama vermişler, üstüne, müfettişlerine, denetlemeden, yarım saat içinde “olumlu” raporu da verdirtmişlerdi! Müfettiş, şirketin bir müdürünün eniştesiydi. Olmasa da fark etmezdi!
Oysa kömür neredeyse bir aydır yanıyordu. Belliydi ki, patlama geliyordu! Kârların tatlılığıyla aldırılmadı. Ne olurdu ki? En çok birkaç işçi ölürdü! Bir kez ağzından kaçırsa ve sonra yutsa da, Başbakana göre “işin fıtratından”dı! “Kader”di! Zaten Çalışma Bakanı’nın ikrar ettiği gibi, “köle” değil miydiler?

Başta taşeronluk, esnek çalışmanın kıskacında tahammül edilmez çalışma ve yaşam koşullarına mahkum edilmişliklerinden kimse haberdar değilmiş gibi, timsah gözyaşları döküldü. Ne esnek çalışma yasalarını çıkaran ve madeni taşeron şirkete devreden, neoliberal politikaların uygulayıcısı Hükümet.. Ne eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın küfürbaz kardeşinin şube başkanı olduğu Kızılay gibi sair kurumlarıyla burjuva devlet.. Hatta ne şirket haberdardı maden işçisinin durumundan! Her konuya maydanoz anlı şanlı telovole iktisatçıları duymamışlardı! “Elvada proletarya”cı çokbilmişler, E. Özkök ve eski TKP propagandisti O. Baydar gibileri de hem duymamış hem ilgilenmemişlerdi! Sahte günah çıkarmalar sökün etti.

Ama Soma maden işçisi sadece acılarıyla değil, ağır mı ağır gövdesiyle şöyle hafiften de olsa kımıldayışıyla.. Önce “fıtratında olan” Mafya Babası gibi ağırdan “volta atışı”, ardından yumruk ve tokatıyla üzerlerine yürüyen “tek adam”a yönelik yuhlu, eylemli protestoları.. Ardından konuşmaya başlaması.. Üstelik birlikte konuşmaya ve eyleme geçişi.. Sarı sendikayı basıp satılık bürokrat sendikacıları istifaya zorlayışıyla.. Ülke çapında yarattığı hareketlenme ve proletaryanın dört bir yanda iş bırakıp sokağa dökülmesiyle.. Ucundan ve henüz hafiften gelip ülke gündemine oturdu. Bunca kafa karışıklığı ve örgütsüzlüğüne rağmen! “Uyuyan dev” derinden ses vermekteydi. Duyuldu.
Ve Denizler yalnız acılarında değil, hareketlenişinde de birlikteydiler onlarla. “Sonsöz” boşuna “Yaşasın işçiler, köylüler” değildi!
Sadece Denizler değil, en temel yönü özgüveniyle Gezi de hareketlenme belirtileri gösteren proletarya ile birlikteydi. Üst üste birikmekteydi. Gezi’de sınıf olarak olmayan proletarya, şimdi katılmaktaydı. Bundan böyle.. Nasıl “Gezi yaşanmamış sayılamaz”sa, nasıl “Gezi’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”sa.. Soma da yaşanmamış sayılamaz. Zaten olmazdı, ama artık pratik geçerliliğe de sahiptir: proletaryasız hiç hesap yapılamaz!
Soma’dan iki sonuç çıkarılabilir: “Elveda” Türkiye toprağında da pratik olarak tarih olmuştur: “Yeniden hoşgeldin proletarya”! Bir; artık başka herkesin reddettiği, “eski kafalılık”larıyla bir tek proleter devrimcilerin dönüştürücü tarihsel özne oluşuna vurgu yaptıkları proletaryanın sökün edişiyle moralimiz yükselebilir. İki; ama yeterli değildir. Yüksek moralle sarılınacak artık göreve. Görevse bellidir: Muhafazakarlık, liberalizm, bürokrasi –burjuva gericiliğin tüm biçimlerine karşı uzlaşmaz mücadele içinde proletaryanın sosyalist bir sınıf olarak örgütlemesi için elden geleni arda koymamak.. “Sonsözü”nde Deniz’in çağrı yaptığı “Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi”nin gösterdiği doğrultuda politik mücadeleye hız vermek.

İÇİNDEKİLER

Soma katliamı, suç ortakları ve işçi sınfı mücadelesi
Fatih Polat

Taşerona Karşı Birleşik Sınıf Mücadelesi!
Sinan Alçın

Taşeronluk hâkim istihdam biçimine dönerken soma’nın hatırlattıkları*
Dr. F. Serkan ÖNGEL

Bir yılın ardından gezi direnişi
Ümit Selçuk

Antisosyal, antidemokratik ve militarist AB’ye hayır
CIPOML Bölge Konferansı

İkinci seçim…
Cumhurbaşkanı kim olacak?

Kadir Yalçın

Wallerstein eleştirisi – 1
Söylemden gerçeğe wallersteincı analiz ve açmazları

Y. Yılmaz KARATAŞ

Bugünün ihtiyaç olan nedir?
Ali YAŞAR

Hukuk ve hukuksuzluk üzerine…
Av. Hicran Danışman

 

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑