Gördüğümüz gibi, üretici güçlerin toplumsal niteliklerinin gerçek tanınmasına götüren kapitalizmin gelişmesi, daha kapitalizm koşullarında zorunluluğunu dayatan üretimin ve emeğin planlı dağılımı ve ekonominin orantılı (planlı) gelişmesini, aynı şekilde dayattığı mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesine dayanan karşıtının, sosyalizmin nesnel bir ekonomik yasası olarak şekillendirmektedir. Kapitalizmin, sermaye nitelikleriyle yönetmeye yeteneksizleştiği noktaya kadar toplumsallaşarak büyüyen üretici güçler, artık ancak, birinci olarak sermaye niteliklerinden kurtulmaları ve ikinci olarak, bizzat kendi gelişmelerinin zorunlu kıldığı üretim ve emeğin anarşik değil planlı bir temelde dağılıp gerçekleşmeleri koşullarında, gerçek nitelikleriyle yönetilebilir olurlar. Toplumsal üretici güçler, toplumsal mülkiyetin ve ekonominin planlı gelişme yasasının çağrıcısıdırlar; ancak bu koşullarla uyum sağlayabilir, krizlerle yıkıma uğramadan, gelişmeleri işsizlik ve sefalete yol açmadan vb. yönetilebilir ve kesintisiz bir biçimde gelişebilirler.
Başlıca emeğin dağılımını sağlamaya ve sosyalist üretimi ve ekonomiyi, 1) giderek genişleyen modern büyük ölçekli teknik temelde üretimin kesintisiz gelişmesi ve 2) halkın refahının artarak karşılanması amaçlarıyla düzenlemeye yönelik sosyalist planlama, nesnel bir yasa olan sosyalist ekonominin planlı gelişmesi yasasıyla aynı şey değildir; ama bu yasa tarafından olanaklı kılınır. Sosyalist ekonominin planlı gelişme yasası, sosyalist planlamaya, onu, düşsel olmaktan uzak tutan nesnel bir zemin sağlar; gerçek ve gerçekçi bir planlamayı mümkün hale getirir. Ancak bu, ekonominin planlı gelişme yasasına egemen olmayı, bu amaçla, onun bilinip kullanılmasının öğrenilmesini ve yasanın gereklerinin yerine getirilmesini gereksinir. Sonuç olarak, sosyalist planlama, yalnızca olanaklı değil, ekonominin planlı gelişme yasasının gereklerini karşılamak üzere zorunlu ve zorunlu olduğu ve sözü edilen yasanın gereklerini tümüyle ve doğru olarak yansıttığı ölçüde de geliştirici ve ilerleticidir.
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi, ekonominin orantılı (planlı) gelişme yasasına ve onun gereklerini yansıtmasına bağlı olan sosyalist planlamanın etkinlik alanı ve başarısı, en başta, söz konusu yasayı nesnel bir zorunluluk olarak dayatan üretici güçlerin toplumsallaşma düzeyi ve derecesine ve proletarya diktatörlüğü altında bu düzeyin olgunluğu ölçüsünde gerçekleştirilen toplumsal mülkiyetin düzeyi ve yaygınlığına bağlıdır.
Ve gördük ki, kapitalizmden komünizme, onun üst evresine bir çırpıda geçilememekte; komünist toplum, “kendine özgü olan temeller üzerinde” gelişmemekte, “kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekliyle” ve “dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan” bir evre, kapitalizmden komünizme bir geçiş dönemi pratik olarak kaçınılmaz olmaktadır.
Bu devrimci geçişe denk düşen siyasal geçiş döneminin devleti ise, proletarya diktatörlüğüdür. Ve yine gördük ki, bu geçiş dönemi, proletarya diktatörlüğü dönemi, üretici güçlerin, giderek kendilerini yönetmede yeteneksizleşen kapitalizm koşullarında olanaklı olduğu ölçüde gelişebildiği, görece düşük bir olgunlaşma düzeyini başlangıç edinebilmektedir.
Kapitalizmde, bireyselliğiyle insanın çok yönlü gelişmesinin önü tıkalıdır. Birey oluş, kuşkusuz kapitalizmle gündeme girmiştir. Ancak, önceki toplumsal şekillenmelerle karşılaştırıldığında devasa büyümelerine karşın, bilim ve teknolojinin gelişmesine engeller koyan ve ancak paraya tahvil edilebildiklerinde bu gelişmeyi serbest bırakan kapitalizm, bilim ve teknolojiyi sıkıştırdığı cendere içinde, genel olarak bireylerin çok yönlü gelişmesini de alabildiğine sınırlamaktadır. Üstelik dayandığı işbölümü temelinde siyaset ve kültür tekelinin küçük bir azınlık tarafından mülk edinildiği, bunun, dolaysızca, toplumun uzlaşmaz karşıtlık halindeki sınıflar olarak bölünüşünün sonucu olduğu sömürücü toplumların sonuncusu olan kapitalizmde, yarattığı bütün bir dünyaya el konularak, emek, yalnızca bir geçim aracı olmaya indirgenmiş, emekçilere, sadece, işgüçlerini kiralama (ya da açlıktan ölme) özgürlüğü tanınmıştır. Emekçinin siyasal ve entelektüel gelişmesinin önü tıkalıdır. Bunu olanaklı kılacak ekonomik gelişmesinin önü ise tümden tıkalıdır. Gerçi, kapitalizm, emeği toplumsallaştırmadan ve büyük fabrikalarda, makineli büyük üretimde binlerle bir araya getirdiği (örgütlediği) emeğin kalitesini, üretimin toplumsallaşmasının gereksindiği düzeye yükseltmeden gelişemez. Bu nedenle, kapitalizmde, çoktandır önce ilk ve ardından ortaöğretim zorunlu ve parasız kılınmıştır. Bunun anlamı, kapitalizmde, emeğin, asgari bir eğitim, iş disiplini ve emek örgütlenmesi deney ve yeteneğine sahip kılınmasıdır. Ancak, bu, özel mülkiyet koşulları değişmeden, toplumun ezici çoğunluğunun çok yönlü gelişmesinin olanaksız kılındığı anlamına da gelmektedir. Azınlığı oluşturan burjuva bireyler, yine de belirli bir gelişme olanağı bulabilirken, proleter ve yarı proleter çoğunluk asgari bir gelişme olanağından fazlasına hiçbir şekilde kavuşamamaktadır. Bunun dolaysız sonucu, emek üretkenliğinin düşüklüğü ve artış hızının sınırlanmasıdır. Birikmiş emekten başka bir şey olmayan üretim araçları da, bu nedenle hızlı bir yenilenme ve gelişme şansı bulamaz.
Bütün bu nedenlerle, kapitalizm, komünizme, gelişkin olmayan, geri, yabancılaşmış insanı, yalnızca geçim aracı olarak emeği, paraya çevrilmedikçe uygulanmayan ve uygulanmadıkça gelişmeyen, sınırlılıkları içinde görece geri bilim ve teknolojiyi miras bırakmaktadır. Özel mülkiyeti, ona duyulan özlemi, küçük burjuva dağınıklığını, buradan kaynaklanan bin bir örümcekli fikir mirasını, önyargıları, örneğin “demokrasi”ye inancı, alışkanlıkları vb. geri kültürü de eklemek gerek.
Proletarya diktatörlüğü bu geri mirasın oluşturduğu zeminden başlamaktadır; başlayabileceği bir başka zemin yoktur.
Üstelik kapitalizm, mutlak rantın varlığı ve ek sermaye yatırımlarını gereksindiği için yatırımların kârlı görünmediği köyün, şehir karşısındaki geriliğini ve yine pek kârlı görünmeyen bölgelerin geriliklerini miras bırakmaktadır komünizme.
Dahası, uluslararası kapitalizm, ulusal sınırlarla bölünmüş durumdadır; tek tek ülkeleri eşit olmayan ve dengesiz bir biçimde sıçramalarla gelişmektedir. Bu, dünya proleter devrimini, eşzamanlı olmaktan çıkarmakta, devrim bir ya da birkaç ülkede başlamakta ve dünyaya yayılması uzun bir süreci kapsayabilmektedir. Bu bir zorluk daha doğurmakta ve bir dizi savunma problemine, proleter devletin ulusal gelirin, toplam toplumsal gelirin önemli bir bölümünü savunma amaçlı kullanmasına neden olmaktadır.
Bu durumla ilişkili bir başka etkenden daha söz etmek gerekiyor. Kapitalizm, gelişme düzeyleri birbirinden önemli farklılıklara sahip ulusal devletler halinde bölünmüşken, toplumsal devrim, salt ekonomik gelişmişlik ve sosyalizm için olgun olma etkeni üzerinden değil, ama bir dizi siyasal, stratejik vb. başka nedenlerin de bir araya geldiği bir çelişmeler yumağının en uygun yerinde patlak vermektedir. Çoğunlukla bu, üretici güçlerin en gelişkin olduğu kapitalist ülkeyle çakışmamaktadır. Tarihte çakışmamıştır. Bunun iki sonucundan birincisi, görece daha az gelişmiş kapitalizmin komünizme, görece daha geri üretici güçleri miras bırakması ve ikincisi, daha geri bir noktadan başlayan komünizmin, proletarya diktatörlüğü devletinin, başlangıçta kendisinden daha gelişkin kapitalist devletlerin kuşatması altında ekonomik, siyasal, askeri vb. büyük zorluklarla karşı karşıya kalmasıdır.
Ne olursa olsun, şu kesindir: Bolluğa, komünizme yönelik olan, komünizmin gerçekleşme dönemi olan proletarya diktatörlüğü koşulları, kaynakların her açıdan kıt olduğu, emeğin üretkenliğinin, örgütlemesinin, bilim ve teknolojinin görece geri olduğu koşullardır; proletarya diktatörlüğü dönemi, tam da bu nedenle, bu kıtlık ve gerilikle mücadele ve onların giderilmesi dönemi olarak, komünizme, onun üst evresine varmanın zorunlu yoludur.
Bu demektir ki, proletarya diktatörlüğü dönemi ya da başka bir deyişle kapitalizmden çıkıp geldiği şekliyle komünist toplumun birinci evresi, bu geriliğin nedeni olan kapitalizmle komünizm arasında zorlu bir mücadele dönemi olacaktır. Yalnızca ulusal ölçekle sınırlı kalmayan, dünya ölçeğinde bir mücadele dönemi. (Burada tek ülkede sosyalizmin zafer olanağı sorununun tartışmasına girmeyeceğiz. Ancak vurgulanması gerekiyor ki, bu çatışma, tarihselliğiyle, tüm dünyayı ilgilendiren ve ondan etkilenen bir çatışma olarak, sonradan başka ülkelere (Doğu Avrupa ülkeleri)yayılarak, başlıca, kapitalist kuşatma altındaki tek bir ülkede (SSCB) yaşanmıştır, bundan sonra da bir ya da birkaç ülkede başlayarak yaşanacak olması, en doğal olanıdır.)
NEP DÖNEMİ VE GOELRO PLAN
Lenin, bu mücadele ve tayin ediciliğini, “kim-kimi” sorusunu vurgulayarak ortaya koymuştur:
“Tüm şu andaki savaş şu sonuca gitmektedir: Kim zafer kazanacaktır, kim daha çabuk kendine avantaj sağlayacaktır -bizzat kendimizin kapıdan içeriye aldığımız, ya da hatta birçok kapılardan (ve bizim bilmediğimiz ve bizsiz ve bize karşı açılan birçok kapılardan) içeri giren kapitalist mi? Yoksa proleter devlet iktidarı mı?..-
“Bütün soru şudur: Kim kimden önce davranacak. Kapitalistler daha önce örgütlenmeyi başarırlarsa, o zaman komünistleri yerle bir edeceklerdir; bu konuda en küçük bir kuşku bile yoktur. Bu şeyler soğukkanlı bir şekilde değerlendirilmelidir: Kim-kimi? Yoksa proleter devlet iktidarı, köylülüğe dayanarak, kapitalizmi devletin dümen suyuna sokma ve devlete tabi ve ona hizmet eden bir kapitalizm yaratmak için kapitalist bayları layıkıyla dizginlemeyi bilecek midir?” (1)
Lenin’in yukarıdaki pasajı 1921 tarihlidir. İktidara proletarya tarafından el konulmasının üzerinden yaklaşık dört yıl geçmiştir. Ve Lenin, “kim-kimi” sorusunu son derece pratik bir soru olarak ortaya atmaktadır. Üstelik dikkat edilirse, soru, “kapitalizm mi-komünizm mi” değil, “kapitalistler mi-komünistler mi” kazanacak şeklindedir. Çünkü pasajda da belirtildiği gibi, kapitalistler “kapıdan içeri alınmış”, özel kapitalizme izin verilmiş, burjuvaziye (yabancı sermaye içinde olmak üzere) imtiyaz tanınmış ve devlet kapitalizmi uygulanmasına geçilmiştir: NEP (Yeni Ekonomi Politika). Ve soru, bu dönemin ihtiyaçlarını karşılamak üzere sorulmuştur. İzin verilen ve kuşkusuz “küçük üretimin her gün, her saat durmaksızın yeniden ürettiği” (“bizsiz ve bize karşı açılan birçok kapılardan içeri giren”), sömürücü sınıf olarak burjuvazisiyle birlikte kapitalizm mi, yoksa geçici bir dönem için, kapitalizmi, kendi hizmetine koşmak üzere devlete bağlayarak ona tabi kılacağı devlet kapitalizminden, kuşkusuz, onun emeği örgütleme biçimleri ve piyasa mekanizması da içinde olmak üzere mekanizmalarından yararlanarak, komünizm mi? NEP döneminde sorun böyle konulmuştu. Ve önceki, ekonominin bütününün planlanmasını kapsamayan yakıt tedarik ve ikmal planları bir yana bırakılırsa, GOELRO PLAN adıyla anılan, ülke çapında ilk tek ekonomik planın onaylanıp uygulanmaya konulduğu tarih de, yine 1921’dir.
Yaklaşık ama bilimsel bir plan
Sanayi, tarım, yakıt ikmali, hidrolik enerji ve taşımacılık alanlarını kapsayan, ülkenin elektrifikasyonu ve kuşkusuz “devlet ekonomisi”nin planlanması olarak yaklaşık on yıllık bir dönem için düzenlenen Goelro Plan’a ilişkin Lenin şöyle yazmıştır:
“Gerçi bazı yanlışlıklar taşıyan, yaklaşık, hazırlık niteliğinde, ilkel bir plan, ama gene de gerçekten bilimsel bir plandır bu… Goelro’nun hazırladığı tek iktisadi plan dışında bir başka tek iktisadi plan yoktur ve olamaz da. Dikkatle incelenen pratik deneyim temelinde, bu planı tamamlamak, geliştirmek, düzeltmek ve uygulamak gerekir… Genel ulusal iktisat planımızın iyileştirilmesi yönünde ciddi bir şey, ancak bu temel üzerinde ve girişilen işi sürdürerek yapılabilir…” (2)
Lenin’in dediği gibi, bu plan, yaklaşıktır, “tahmini”dir, hazırlık niteliğindedir ve ilkeldir; ama gene de, bilimseldir ve gereklidir.
Goelro Plan’ın yaklaşıklığı ve ilkelliğinin birkaç nedeni vardır, ama biri temel ve diğer nedenleri de etkiler niteliktedir. Henüz ilk plandır ve deney birikimi yoktur. Proletarya, kendi yetişmiş sosyalist ekonomistler, istatistikçiler, plancılarından yoksundur; ilk plan, komünistlerin denetim ve onayıyla, ama büyük çoğunlukla burjuva uzmanlar tarafından yapılmıştır. Kültürel gerilik, yönetememe önyargısı, yıllarca iç savaşa seferber olmuş işçilerin (ve komünistlerin) yönetimin örgütlenmesinin teknik ve yöntemleri konusunda bilgi ve deneyim yetersizliği gibi nedenlerle toplumsal yönetim aygıtının, zor ve bastırma aygıtı olarak değil ama çoğunluğun yönetiminin örgütlenmesi aygıtı olarak gelişmemişliği bu, işletmelerin kötü örgütlülüğü, sektörlerin kendi içlerinde ve aralarında koordinasyon ve örgütlenme eksikliği, kopukluklar, hele ezici çoğunlukla dağınık küçük işletmelerden oluşan tarımın -iç savaşın da yol açtığı yıkımla- sanayiden neredeyse bütünüyle kopukluğu ve ekonomik birimlerden bilgi akışının yetersizliği ve güvenilmezliği gibi sonuçlarıyla, doğru ve tahmini olmayan bir ekonomik planın mutlaka gereksindiği verilerin yeterli olmayışı demektir. Plan, bu nedenle de ancak yaklaşık olabilmiştir. Ama ilk plan, örneğin, yönetim örgütlenmesi konusunda yeterli bilgi ve deney sahibi olunsaydı ve diğer nedenler geçersiz olsaydı bile, ya da önemli ölçüde bu nedenleri de koşullandırmak üzere, Rusya’nın kapitalizmden miras aldığı zaten geri ekonomisinin, iç savaş yıllarında neredeyse tümüyle tahrip olması nedeniyle yaklaşık olacaktı. NEP’i gerekli kılan ekonominin geriliği ve yıkım -ileri ölçüde gelişmemiş sanayinin yakıtsızlık, hammadde ve işçilerin beslenme sorunu, ulaşım olanaksızlıkları vb. nedenleriyle hemen hemen durma noktasına gelmesi, tarımla sanayi arasında değişimin eksikliği ve neredeyse bağlantısızlık ve karşılıklı etkisizlik, üstelik yaygın küçük üretimin dağınıklığı, kendi başınalığı ve örgütsüzlüğü vb.-, Goelro Plan’ın da yaklaşıklığı ve ilkelliğinin nedeni olmuştur. Bu planın yine de bilimsel oluşunun nedeni ise, ulaşılması olanaklı tüm verileri hesaba katması ve uygulamada düzeltilmeye ve geliştirilmeye açık olması, doğru bir gelişme perspektifine sahip olması ve bu nitelikleriyle gerekli olmasıdır.
Goelro Plan NEP dönemi planıdır
Nasıl bir plandır Goelro Plan? Goelro Plan’ın koşulları, NEP koşullarıdır.
Kapitalizmin kusur ve bozukluklarının, üretici güçlerin gelişmesini kösteklemesinden gelen göreli gerilik (özellikle kır ve tarım ve entelektüel bakımdan gelişmesini önlediği kol emeği açısından) ve emek üretkenliğinin göreli düşüklüğünden gelen kaynak kıtlığının, kapitalizminin az gelişmişliği nedeniyle olağanüstü boyutlarda belirdiği Rusya’da, Goelro Plan’ın benimsendiği 1921’de, üç iç savaş yılının da yol açtığı yıkım sonunda, temel problem, sanayinin restorasyonu ve gelişim yoluna sokulması, kopmuş olan sanayi ile tarım arasındaki bağlantının kurulması, işçilere besin, sanayiye yakıt ve hammadde ve köylüye de mamul madde sağlanabilmesi için ulusal ekonominin bu iki sektörü arasında değişimin gerçekleştirilmesi ve dağınık küçük mülkiyete dayanan küçük üretim (ve onun her gün her saat yeniden ürettiği kapitalizm) üzerinden ortaya çıkan ve yokluk koşullarının da kışkırttığı karaborsa, stokçuluk, faizcilik vb. biçimlerini alan vurgunculuğun önünün alınmasıydı. Üstelik yaygın küçük üretimin yanı sıra kapitalizm-öncesi ilişkilerin, ataerkilliğin de yine oldukça yaygın olması, geriliği pekiştiriyor ve problemi ağırlaştırıyordu.
Devlet kapitalizmine bu ihtiyaçları karşılamak üzere başvuruldu.
Kapitalizmin Rusya’yı mahkûm ettiği geriliğin, ataerkillik ve savaşın yol açtığı yıkımla pekişmiş boyutları korkunçtu. Dağınık, örgütsüz küçük işletmeye dayanan tarımın sanayiden iktisaden kopmuş oluşu ve başlıca tahıl üzerinden vurgunculuk, (sanayinin hammadde sorunu bir yana) kentlerin, sanayinin, en başta işçilerin beslenme sorununu içinden çıkılmaz bir duruma sokmuştu. Savaş sırasında bu sorun, savaş komünizmini gerekli kılmış; Sovyet iktidarı, işçilerin ihtiyacı olan tahıla, çoğunlukla geleceğe yönelik borçlanma yoluyla el koymuştu. Ancak bu savaşın gereklerinin zorunlu kıldığı geçici bir politikaydı, ne Sovyet iktidarı altında işçilerle köylüler arasında olması gereken ilişkiyi yansıtıyordu ve ne de küçük üretimin (tarımın) ve tarımla sanayi arasındaki bağlantı dolayımıyla genel olarak ülke ekonomisinin örgütlenmesi ve işler hale gelmesinin ihtiyaçlarını karşılıyordu.
Büyük sanayinin reorganizasyonu ve gelişmesi, sanayi ile tarımın birbirine bağlanması ve tarımın dağınıklığının giderilmesi için, başlıca tarımla sanayi arasında değişimin, ticaretin olanaklı her yolla geliştirilmesi, köylünün ihtiyaç duyduğu mamul maddeler üretimi, için daha çok yerel küçük hafif sanayinin kurulması, küçük üretim ve ticaretin ve onlar üzerinden gelişmesi kaçınılmaz özel kapitalizmin ayrıcalıklar, kooperatifler vb. biçimleriyle devlet kapitalizmine bağlanması ve üretimin ve dağıtımın denetlenmesini sağlamca başardıkça, işçi denetiminden işçi yönetimine geçilmesi, sosyalizmin kapitalizmden yararlanarak ve başlıca devlet kapitalizmi aracılığıyla kurulması politikası, zorunlu hale geldi. İktidar proletaryanın elindeydi ve büyük sanayi ulusallaştırılmıştı, proletaryanın denetimindeydi, proleter devletin denetiminde kapitalizmin belirli bir gelişmesinden korkmak gerekmiyordu. Bu, NEP’ti. Lenin, “Ayni Vergi Üzerine” başlıklı broşüründe konuyu derinlemesine inceledi. Bir yerinde şöyle söylüyordu:
“Büyük üretimin yeniden kurulmasında bir gecikme olduğu açıktır. Sanayi ile tarım arasındaki değişime ‘kilit vurulması’ dayanılmaz bir durum almıştır. Bu yüzden, çabalarımızı, yapılması olanaklı olan şeye toplamalıyız: Yani küçük sanayiyi yeniden kurmalı, işe bu taraftan başlamalı, savaş ve ablukanın birlikte yıktığı yapının bu yanını desteklemeliyiz. Kapitalizmden korkmadan ticareti geliştirmek için ne pahasına olursa olsun, olanaklı olan her şeyi yapmalıyız. Çünkü kapitalizme koymuş olduğumuz sınırlamalar (iktisadi alanda büyük toprak sahipleri ve burjuvazinin mülksüzleştirilmesi, siyasal alanda işçi ve köylülerin egemenliği) yeteri kadar dar, yeteri kadar ‘ılımlı’dır. Ayni verginin dayandığı temel fikir budur: İktisadi anlamı budur.” (3)
NEP’in, sosyalizmin kuruluşunda devlet kapitalizminden yararlanmanın, proletaryanın iktidar olduğu her ülkede ve zorunlu olarak uygulanması gerekli bir politika olup olmadığı tartışması bir yana (NEP’i zorunlu kılan koşular yukarıda özetlenmeye çalışılmıştır ve sosyalist kuruluşun bir reçetesi yoktur. Proletarya, iktidar olduğu her ülkede, koşulların somut durumuna göre, sosyalizmi kendi yolundan kuracaktır), sosyalizmle çatışma durumunda olanın devlet kapitalizmi değil, tersine, örgütsüzlüğü, dağınıklığı ve dolayısıyla ilkelliğiyle, vurgunculuğun ekonomik temelini oluşturmasıyla, kapitalist ya da sosyalist her türlü devlet müdahalesi, düzenlemesi ve denetimi karşıtlığıyla, hem sosyalizm ve hem de devlet kapitalizmi ile çatışma durumunda olanın küçük üretim ve özel kapitalizm olduğu bu dönemde, Lenin’in “kim-kimi” sorusunun “muhatabı”, kuşkusuz devlet kapitalizmi değildi. Küçük burjuvaziyi ve onun bir unsuru olduğu özel kapitalizmi hedef alıyordu:
“Küçük burjuvanın bir kenara konmuş parası vardır; bu paranın birkaç bini savaş sırasında ‘namusluca’ ve özellikle de namussuzca kazanılmıştır. Vurgunculuğun ve özel kapitalizmin temeli olan karakteristik iktisadi tip budur… Ya bu küçük burjuvaziyi denetim ve gözetim altına alırız … ya da onlar, devrimin tıpkı aynı küçük mülkiyet toprağından fışkıran Napolyon’lar ve Cavaignac’lar tarafından devrildiği gibi kuşkusuz ve kaçınılmaz olarak, bizim işçi iktidarımızı da devireceklerdir. Sorun budur. (4)
Ticaret özgürlüğü ve kapitalizmden yararlanma
Kuşkusuz, küçük sanayinin ve ticaretin geliştirilmesi, kapitalizmin gelişmesinin ö-nünü açacaktır. Ayni vergi yasasıyla köylüden vergi olarak alınan tahılın üzerinde kalan kısmının ticareti serbest bırakılmıştır. Bu kısmın proleter devletin kontrolündeki sanayi ürünleriyle değiştirilmesi (devlet ya da Sovyet ticareti) istenir bir şeydir, ancak sanayi gerekli ürünleri sağlayabilir durumda değildir ve küçük sanayinin gelişmesi bu nedenle teşvik edilmektedir. Bütün bunlar, gerek ticaret temeli üzerinde gerekse de sanayide kapitalizmin bir miktar canlanmasına doğal olarak yol açacaktır.
Başka yolun olmadığı bu koşullarda “kapitalizmden korkmadan ticareti geliştirmeliyiz” diyen Lenin, “kim-kimi” sorusunun proletarya ve komünizm lehine yanıtlanabilmesi için iki gereklilikten söz etmiştir. Birincisi, Goelro Plan’ın temel amacıdır: Proletaryanın elindeki yıkıntı halindeki sanayinin reorganizasyonu ve geliştirilmesinin ülkenin elektrifikasyonuyla birleştirilmesi. Bu, güncelin geleceğe bağlanarak ve temelli olarak çözülmesidir, bu nedenle vazgeçilmezdir. Ve 1921’den başlayarak bu yola girilmiştir. Ama günceli çözmemektedir ve ertelemeye de tahammül yoktur.
Kapitalizmin belirli bir canlanmasına yol açacak ticaretin serbestleştirilmesi ve küçük sanayinin geliştirilmesi yoluna gidilmezse, ekonomik yıkıntının altından kalkmak olanaksızdır; vurgunculuğun yayılması yanında köylü tarımı çökmekte, üretken güçleri azalmaktadır, Sovyet iktidarına güvenin azalmasıysa doğal sonuç olmaktadır. Tersi yapıldığında ise kapitalizm canlanmaktadır! Yok edilmek için uğraşılan kapitalizm.
İkinci gereklilik, güncele yöneliktir. Güncel çözüm ya da geçilmesi gerekli “aşama”, devlet kapitalizmi olmuştur. Lenin’in düşüncesi biliniyor:
“Sosyalizmle karşılaştırıldığında kapitalizm kötüdür. Küçük üreticilerin dağınıklığıyla ilgili olan ataerkillikle, küçük üretimle, bürokrasiyle karşılaştırıldığında kapitalizm iyidir. Küçük üretimden doğrudan sosyalizme geçmemiz olanaklı olmadığı sürece, küçük üretimin ve değişimin basit bir sonucu olan bir miktar kapitalizm kaçınılmazdır. Ve bunun için, küçük üretimle sosyalizm arasındaki ara bağlantı olarak üretken güçleri artırmanın bir aracı, bir yolu, bir yöntemi olarak kapitalizmden yararlanmalıyız (ve özellikle onu devlet kapitalizmi kanalına yöneltmeliyiz).” (5)
Lenin, NEP’i 1918’de gündeme getirmiş, devlet kapitalizminin önemine değinmişti: “Modern bilimin en son buluşlarına dayanan büyük ölçekli kapitalist sanayi tekniği olmaksızın sosyalizm düşünülemez. Sosyalizm, on milyonlarca insanı üretimde ve dağıtımda tek bir standarda en sıkı bir biçimde uymak zorunda bırakan planlı bir devlet örgütü olmaksızın, düşünülemez… Aynı zamanda proletarya iktidarda olmadıkça, sosyalizm düşünülemez.” (6)
Planlamayı da olanaklı kılacak büyük ölçekli sanayi ve proletarya iktidarı sosyalizmin önkoşullarıdır. NEP döneminde, proletarya iktidarı altında, bu koşulların gerçekleştirilmesinin yolu, devlet kapitalizmi olmuştur. Lenin’in söylediği kesindir: “Sosyalizmi, ona düşman olan öğelere dayanarak gerçekleştireceğiz…” (7) Sanayinin örgütlenmesinde yararlanılan burjuva “uzmanlar” kastedilerek söylenen bu söz, aslında bütün bir dönem yararlanılacak bir dizi kapitalist unsur, aygıt ve mekanizmayı da kapsamaktadır.
Nedir bu devlet kapitalizmi?
Önce, 1) proletarya tarafından el konulan işletmelerde, 2) proletarya iktidarı koşullarında, 3) Sovyet organları aracılığıyla işten uzaklaştırma yetkisine sahip işçi denetimi altında, 4) çalışma koşulları Sovyet iktidarınca belirlenirken, emeğin ve üretimin örgütlenmesinin yönetiminin, yalnızca işletmecilik işlevi açısından ve teknisyenler ya da “idareciler” olarak kapitalistlere bırakılması. Sabotajcı olmayan ve işbirliğine hazır, bunun için dolgun ücret alan kapitalistlerden, burjuva “uzmanlar” olarak yararlanma. İşçilerin kültürel geriliği ve iktisadi örgütlenmeler konusunda bilgisizlik ve deneysizliklerini gidererek kapitalistlerden öğrenmeleri gereğinin yanı sıra, büyük ölçekli işletmeler ve tröstlerin örgütlenmesinin, sayılan koşullar altında neredeyse “sosyalizm”, doğru deyişle kolaylıkla sosyalizme dönüşmeye yatkın bir önadım olması nedeniyle, üretimin ve emeğin kapitalist yöntemle örgütlenmesi.
İkinci olarak, kapitalistlere ayrıcalık tanınması. Sovyet sanayinin ya da kapitalist yöntemlerle örgütlenmiş devlet işletmelerinin işletmekte yetersiz kaldığı alanlarda, vurgunculuk yapma yerine, Sovyet devletinin gücünü kabul eden ve işbirliği yapma isteğindeki kapitalistlerle özel anlaşmalar yaparak, onlara yararlar sağlama yoluyla, özel kapitalizmi devlet kapitalizmine bağlama. “Ayrıcalığı olan bir kapitalisttir. İşini kapitalist yoldan, kâr amacıyla yönetir. Normal kârın ötesinde ve üstünde, fazla kâr elde etmek amacıyla; ya da başka türlü sağlayamayacağı ya da büyük zorlukla sağlayabileceği hammaddeyi elde etmek amacıyla, proleter hükümetiyle bir anlaşma yapmayı istemektedir. Üretken güçlerin gelişmesiyle, derhal ya da çok kısa bir süre içinde malların miktarında artış sağlayarak, Sovyet hükümeti kazançlı çıkar.” (8) Bir başka kazanç, ayrıcalıklı kapitalistin devlet kapitalizmine, devlete bağlanması, “girdi-çıktısı”ndan haberdar olunmasıdır.
Bir başka devlet kapitalizmi biçimi, “Devlet, kapitalisti, bir tüccar olarak kaydeder ve devlet mallarının satışı ve küçük üreticinin mallarının satın alınmasının üzerinden ona belirli bir komisyon öder.” (9) Tüccar yine “kaydedilmiş” ve devlet kapitalizmine ve onun aracılığıyla devlete bağlanmıştır.
Dördüncü bir biçim, devletin, kendisine ait olan bir sanayi işletmesini, toprağı, petrol ya da maden alanını, ormanı vb. kapitaliste belirli bir süre için kiralamasıdır. Bu kiralama, ayrıcalık sözleşmesine benzer. Kapitalist yine “kaydedilmiş” ve devlete bağlanmış olur.
Tüm biçimlerde de, emeğin, kapitalistçe, ama yine de örgütlenmesi ve bu örgütlenmenin, şöyle ya da böyle, emeğin ve üretimin genel örgütlenmesine bağlanması ve örgütlenme ölçüsünde de üretici güçlerin gelişmesi söz konusudur.
Kooperatifler sözü edilebilecek son biçimdir ve üstünlüğü, içinde halkı toplaması, tek tek kapitalistlerle yapılan anlaşmalardan farklı olmasıdır. Bu yönüyle de, devlet kapitalizmiyle sosyalizm arasında sosyalizme en yakın noktada, ona hemen ve kendiliğinden dönüşmeye hazır durumda bulunur. Ve köyde gelişmeye başlayan kapitalizmin bağlanabileceği en uygun devlet kapitalizmi biçimini oluşturur. Tüketim kooperatifi olarak dağıtımın (ki başlangıçta bunlar yaygınlaşmıştır), üretim kooperatifi olarak ise hem üretim ve hem de dağıtımın kayıt ve denetimini, muhasebesini ve gözetimini ve devletle sözleşmeye dayalı ilişkiler kurulmasını olanaklı kılıp kolaylaştırır; bu bakımdan, devlet kapitalizminin bir biçimidir, ona benzer. Ama ondan da fazla bir şeydir. Milyonlarca insanın birleştirilip örgütlenmesini, hem de en dağınık olan köylünün örgütlenmesini olanaklı kılıp kolaylaştırdığı için, hem kooperatif ticaret ve üretim, özel ticaret ve sanayiden daha ileri ve yararlıdır, hem de sosyalizme geçişi alabildiğine kolaylaştırır. Lenin, “Gerçekten de, bizde, işçi sınıfı iktidarı elinde tuttuğuna göre ve devlet de bütün üretim araçlarının sahibi bulunduğuna göre, geri kalan iş, halkı kooperatifler içinde toplamaktır. Halk, azami ölçüde kooperatifler içinde toplanınca sosyalizm kendiliğinden gerçekleşir… bize, NEP düzeni altında gerekli olan, Rus halkının yeteri kadar geniş ve derin katmanlarını, kooperatiflerde toplamaktır; çünkü biz, bugün, devletin denetimi sayesinde, bir yandan, özel çıkarı, özel ticari düzenleme aracını ve öte yandan, özel çıkarı genel çıkarla sınırlama aracını, eskiden sosyalistlerin büyük bir kısmının bir engel saydıkları şeyi bulduk. Gerçekten, başlıca üretim araçları üzerinde devlet iktidarı ve devlet iktidarının proletaryanın elinde oluşu, bu proletaryanın milyonlar ve milyonlarca köylüyle olan ittifakı, köylülüğün proletarya tarafından yönetiminin güvence altına alınmış bulunması vb., eskiden bezirganlık saydığımız ve bugün de, NEP düzeninde, bazı bakımlardan öyle saymakta haklı olduğumuz kooperatifçilikten hareket ederek, tam bir sosyalist toplumu kurmak için gerekli olan her şey değil midir? Bu, henüz, sosyalist bir toplumun kuruluşu değildir, ama bu kuruluş için gerekli ve yeterli olan her şeydir.” (10) demektedir.
Planlama olanakları ya da ticaret özgürlüğünün sınırlandırılması
Devlet kapitalizmi, dağınık, örgütsüz küçük üretime, onun bağlandığı özel kapitalizme ve iktisadi temelini teşkil ettiği vurgunculuğa karşı ilerlemedir, üretici güçlerin toparlanması ve gelişmesidir, sosyalizm için basamak teşkil etmektedir; ama sosyalizm açısından, konumuz bakımından önemli olan bir olanak daha sağlamaktadır. Devlet kapitalizmi, emeğin dağılımının, üretim ve dağıtımın planlı oluşudur. Ve Lenin, “tek devlet karteli”nin örgütlenmesi ve “bütün yurttaşların devletin emekçileri ve görevlileri durumuna dönüşümü” işine, sosyalist sanayi işletmelerinin yanı sıra devlet kapitalizmi aracılığıyla başlamıştır. Kuşkusuz problemler vardır ve (önceden sayılanların yanında, bir de) bu nedenle Goelro Plan, ancak tahmini ve yaklaşık olabilmektedir. Serbest ticaret, piyasa ve kapitalizm, ne denli devlete bağlanmaya çalışılırsa çalışılsın, başlangıçta oldukça yaygındır, plana sığmaz etkileri henüz tam bir denetim altına alınıp önlenememektedir. Serbest ticaret, özellikle vurgunculuğun bir çırpıda önlenemeyişi, piyasa ilişkileri ve devlet kapitalizmine bağlanmayan özel kapitalizm, planlamayı bozucu, yaklaşıklaştırıcı etkide bulunmaktadır. Devlet kapitalizminin de, ülke ekonomisinin bütününün koordinasyonu ve planlanmasında, işletme ve (tröstler açısından) sektör çıkarlarını öne alma eğiliminden gelen olumsuz bir yönü de olmaktadır. Ama “Bugün Rusya’da küçük burjuva kapitalizmi egemendir ve buradan, hem büyük ölçekli devlet kapitalizmine ve hem de sosyalizme giden ve ‘üretimin ve dağıtımın, ulusal muhasebesi ve denetimi’ (altını çizen Ö.D.) adını alan tek ve aynı ara duraktan geçen tek ve aynı yol vardır.” (11)
Bu, “üretimin ve dağıtımın ulusal muhasebesi ve denetimi”, planlamanın bir diğer adı ya da temelidir.
Bunca piyasa ilişkileri ve kapitalizm varken, hatta ticaret teşvik edilirken plan nereden çıkıyor, nasıl olanaklı oluyor? Ve eğer olanaklı oluyorsa, yazının temel tezi, planla piyasanın karşıtlığı ve piyasayla plan ve sosyalizmin sentezi fikrinin gericiliği olumsuzlanmış olmuyor mu?
NEP dönemi, piyasa ilişkilerinin en yaygın olduğu, sosyalizme geçişin özel bir evresi olmuştur. Ekonomi henüz sosyalist temellerde örgütlenmemiştir; proletarya diktatörlüğü altında, geçişsel bir dizi ekonomik örgüt (emeğin ve üretimin örgütlenme biçimleri) gündemdedir ve emeğin sosyalist örgütlemesi, sosyalist mülkiyet, başlangıçta, sanayide, üretimin dörtte üçünü kapsıyordu. Ve sosyalizmin gelişmesi, diğer şeylerin yanında, üretim ve dağıtımın kayıt ve denetimi olduğu için, her şeye rağmen üretimin planlanmasına girişilmiştir. Çünkü üretimin kayıt ve denetimi olmadan, tek bir adım atmak bile mümkün değildi. Bu, yaklaşık bir planlama olmuştur, ama yine de planlamadır.
Bu nedenle, piyasa sosyalizmi savunucuları, NEP dönemini ve onu örnek olarak ileri sürmeyi pek severler. Nove, bunu sık sık yapar. Ama tartıştığı dönemin NEP olmadığı kesindir. Tersine, o, sosyalizmin maddi ve teknik temelinin inşa e-dildiği, burjuvazinin sömürücü sınıf olarak ortadan kaldırıldığı, mülkiyetin hemen tümüyle toplumsal mülkiyet olduğu koşullarda, tasfiye edilmiş olan piyasa ilişkilerinin, kâr kaygısı ve rekabetin, dolayısıyla piyasanın düzenleyici olacağı, özel mülkiyete yeniden izin verilip bunun kolektif mülkiyetle yeniden birleştirilmesi yoluna gidileceği bir türden “sentez”i önerir. Bunu, eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonu sürecinde yapması, Marksizm’e, onun plan ve komünizme geçişe ilişkin tezlerine teorik bir saldırı olmasının yanında, restorasyon sürecinin kapitalizm lehine ilerletilmesi anlamına gelir. “Kim-kimi” sorusu açısından, Nove ve diğer piyasa sosyalistleri, kapitalizmin safındadır, onun zafere doğru ilerleyişinin teorik temsilcileridirler.
Ama piyasa ile sosyalizmin sentezini, sosyalizmin piyasa koşullarında uygulanabilirliğini savunan Nove ve bizim piyasacı sosyalistlerimiz, NEP dönemine atıfta bulunurken, tüketici tercihlerini ülküleştirmekten (örneğin Aren’in, çayı balla mı şekerle mi içeceğine karar verme özgürlüğü vurgusu) geri kalmazlar. Örneğin Nove, planın değil, piyasanın düzenleyiciliğini öngörürken, tüketici tercihlerine vurgu yaparak şunları söyler:
“Ayakkabı ve soğan planlarının ex ante doğru olacağı bilinemez. Aynısı sosyalist restoranlar için de geçerlidir. Akşam yemeğine gelenlerin ne isteyeceğini, ya da, akşam yemeği yemek isteyip istemeyeceklerini, kapitalist meslektaşlarından daha fazla ve ex ante bilemezler. Canard a l’orange’ı mı, yoksa mezgit balığı ve patates kızartmasını mı seçecekleri ex post öğrenilecektir…” (12)
Tüketici tercihleri sorunu üzerinde durulacak; ancak şimdilik şunu söylemek gerekiyor. Onca bolluk olanaksızlığı ve göreli kıtlık masalı okuyan ve ama “Canard a l’orange mı, mezgit balığı mı” seçiciliğine planlamanın yadsınması açısından önem veren Nove, atıfta bulunduğu NEP koşullarının farkında mıdır? Ya da sosyalizmi, bal-şeker tercih özgürlüğü olarak anlayan ve bu özgürlüğü kısıtlaması gerekçesiyle planlamaya itiraz eden Aren ve benzerleri durumun farkında mıdırlar? NEP’te ekmek bulma “özgürlüğü” bile sınırlıdır, beslenme ciddi bir problem durumundadır ve NEP gerçek bir kıtlık dönemidir.
NEP, hiç de piyasa sosyalizmi şantajlarının atıfta bulunmaları gereken bir dönem değildir. Zaten sosyalizmin ileri dönemleriyle ve başlıca örgütlenmesini sağlamış sosyalizmi nasıl batıracaklarıyla ilgilenirler; NEP’e tezlerini güçlendirmek i-pn atıfta bulunurlar: “Piyasanın düzenleyiciliği”!
Yazımızın temel tezi, piyasa ile planlama ve sosyalizmin hiçbir şekilde bağdaşmazlığı değildir; piyasaya, ilişkileri ve kategorilerine tahammül etme ve onlardan yararlanmanın yadsınması değildir. Ama onun sınırlanması ve giderek giderilmesi yerine onu olduğu gibi benimsemeye ve geliştirmeye, rekabet, kâr ve arz-talepten gelerek oluşan dalgalanmalı fiyatlarıyla piyasa mekanizmasının düzenleyiciliğine dayanan piyasa ile plan ve sosyalizminin sentezinin gerici niteliğine ilişkindir. Çeşitli ülke koşullarında farklı savunucuları tarafından değişik biçimlerle savunulmasına rağmen, piyasa sosyalizmi savunusunun temeli, bu gerici sentezciliktir. Bağdaşmaz olan, piyasa mekanizmasıyla plan ve sosyalizmdir. Bunlar birbirlerinin karşıtıdır, mücadele halinde bulunurlar ve birbirlerini yok etmeye yöneliktirler. “Kim-kimi” sorusu, konumuz açısından, piyasa mı sosyalizm mi ya da piyasa mı plan mı sorusuyla çakışır. Bu yok etme mücadelesini kavrayan, ona uygun davranarak gereklerini yerine getiren, piyasa ve genel olarak kapitalizmi tasfiye etmeye yönelik olarak, düzenleyiciliğine son verilmiş, sınırlanmış ve giderek daha da sınırlanan piyasa ilişkileri ve kategorilerinden yararlanmaya dayanan bir planlama ve sosyalizmle “piyasa” bağdaşabilir, böyle bir sentez hem olanaklı hem de gereklidir. Bu piyasanın aşılmasını içeren bir sentezdir; ama artık burada, “piyasa”, bilinir, rekabet-kâr-fiyat dalgalanmalarıyla özel mülkiyetten kaynaklanan piyasa değildir. Ve planlama olanağı da, buradan doğar: Henüz piyasa ilişkilerinin ortadan kalkmasına/kaldırılmasına üretici güçlerin gelişme düzeyinin (göreli geriliğinin) izin vermediği, meta üretiminin varlığını sürdürdüğü koşullarda, 1) piyasa ilişkilerinin varlığı ve etkisi görmezden gelinerek ve plan ve sosyalizmin hizmetine koşulup ondan yararlanılmadan hayali olmayan planlama başarılamaz ve 2) sınırlanmamış, üretimin (ve dağıtımın) düzenleyicisi olarak kalan ve dolayısıyla üretim anarşisini ön-varsayan piyasanın kabulüyle planlama yapılamaz; sınırlanmamış piyasayla ne plan ve ne de sosyalizm bağdaşabilir. Piyasanın sınırlandırılmasının ve sosyalizmle bağdaşabilir kılınmasının önkoşulu ise, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi ve devlet iktidarının proletaryanın elinde olmasıdır.
NEP koşullarında Goelro Plan da, böyle olanaklı olmuştur. Goelro Plan, ne piyasanın planlanmasıdır, ne planın piyasa mekanizması üzerinde yükselmesi ve ne de piyasa sosyalizminin göstergesi.
Birincisi, devlet iktidarı proletaryanın elindedir. Bu tayin edici unsurdur. İktidar, proletaryanın çıkarlarını gütmekte ve bu çıkarlara uygun politikalar izlemektedir.
İkincisi, başlıca üretim araçları, fabrika ve işletmeler, ulaşım araçları, banka (maliye) ve dış ticaret devletin elindedir. İşletmelerin bir kısmı sosyalleştirilmiş ve adacıklar halinde de olsa, gelişen bir sosyalist sanayi vardır; diğer kısım devlet kapitalizminin konusudur.
Üçüncüsü, devlet kapitalizmi, özel kapitalizmden farklıdır, kuşkusuz piyasa ilişkilerinden tümüyle bağımsız olmamakla birlikte, piyasa mekanizmasına değil devlet tekeline dayanmaktadır; bu, ilk iki etkenin bir sonucudur. Bu kapitalizm, üretim ve dağıtımın ulusal muhasebesi ve denetimini yalnızca olanaklı kılmamakta, ona dayanmaktadır.
Dördüncüsü, devlet kapitalizminin, sosyalizmin gelişmesine hizmet etmesinin ve planlamayı olanaklı kılmasının diğer unsurları şunlardır:
a) Üretim araçlarının devletin elinde olmasının yanında, ülke çapında ve işletmeciliğin kapitalistler tarafından yapıldığı işletmelerde işçi denetimi uygulanmakta, kapitalistler tam bir gözetim altında tutulmaktadır. Her an “işten çıkarılmaları” olanaklıdır.
b) İşgücünün meta niteliği sınırlandırılmıştır; çalışma koşullarını devlet koymaktadır.
c) “Yöneticilik”, kapitalistlere, birer kapitalist olarak değil, işletmeci olarak bırakılmakta, onlardan teknisyenler olarak yararlanılmaktadır.
d) Ayrıcalık tanınan işletmeler ve kooperatifler, anlaşmalarla, sözleşmeye dayalı ticaret yoluna sokulmaktadır; bu, serbest ticaret değildir, piyasa koşullarından etkilenmekte, ama fiyat dalgalanmaları ve piyasa mekanizması dolayımıyla serbestçe ve kendiliğinden yürütülmek yerine devlet denetimi altına alınmakta, Sovyet ticareti haline dönüşmektedir. Örneğin devletle kooperatifler arasında malın fiyatı ve kalitesi üzerinde önceden yapılan sözleşmeye göre düzenlenen ticaret, hâlâ meta değişimidir, ama artık serbest ticaret değildir; piyasa ilişkileri sınırlanmaktadır. Stalin, “Kentle kır arasında kontrat yöntemine göre yapılan meta dolaşımının bu yeni kitlesel biçimlerinin tam da NEP temelinde oluştuğunu, bunun örgütlerimizce, ekonominin planlı sosyalist yönetiminin güçlendirilmesi anlamında ileriye doğru atılmış büyük bir adım anlamına geldiğini kavramak bu kadar zor mu?” (13) demektedir.
e) Ayrıcalıklarla devlet kapitalizmi kanalına sokulmuş işletmelerle yapılan anlaşmalar, sınırsız ayrıcalık ya da tavizler değillerdir, onları en uygun şekilde devlete bağlayıp denetim altına almaya yöneliktirler. Sınıf barışı anlaşmaları olmadıkları gibi, sınıf mücadelesinin sonu da değillerdir. Tersine, koşulları sınıf mücadelesine bağlıdır ve sert bir sınıf mücadelesinin göstergesidirler: “Ayrıcalıkların bizim için yararlı ve tehlikesiz olan derecesi ve koşulları, kuvvet ilişkilerine bağlıdır ve savaşımla belirlenecektir; çünkü ayrıcalıklar da, savaşımın bir biçimi ve sınıf savaşımının bir başka biçimde sürdürülmesidir ve hiçbir şekilde sınıf savaşımının yerine sınıflar arasında barışın konması değildir.” (14)
Bu durum, kooperatifler açısından da geçerlidir. Kooperatiflerin kuruluşu ve devlet tekeline bağlanması, kulaklara karşı bir mücadele ve onların etkinliklerinin kırılmasıyla küçük köylünün zora dayalı olmadan ikna edilmesini olduğu kadar, sosyalizm yolunda gelişmeleri de, vurgunculuğa karşı mücadelenin sürdürülmesinin yanında, kırın yarı proleter unsurlarının kooperatiflerde yönetimi almalarına bağlıdır. Bu, kulağa karşı mücadele olmadan başarılamaz.
Sınıf mücadelesinin başarıyla yürütülmesine, örneğin Sovyet iktidarı aracılığıyla etkinlik gösteren proletaryanın, üretim ve dağıtımın kayıt ve denetimini devlet ölçüsünde örgütlemede başarısına bağlı olarak yönetimini işçi ve yarı proleterlerin ele alacağı kooperatiflerle aracısız Sovyet ticaretinin geliştirilmesi olanaklı olacaktır. Tersi durumda, yönetiminde burjuva, küçük burjuva unsurların ağırlıkta olduğu kooperatifler mümkün olan en geniş hareket özgürlüğünden yana olacak, ama yine de, ihtiyaç duydukları sanayi ürünlerini, üstelik uygun koşullarla elde etmek üzere -ki bu, yine gücün örgütlenmesine ve sınıf mücadelesinin belirleyiciliğine işaret eder- şu veya bu biçimde devlet kapitalizmine bağlanmak durumunda kalacaklardır. Lenin, bu durumda, “…burjuva öğeleri yöneterek, burjuva öğelerden yararlanarak, onlara bazı kısmi ödünler vererek, ilerlemeci bir hareketin koşullarını oluşturacağız.” (15) demektedir.
f) Kapitalist işletmelerin devlet kapitalizmi kanalına sokulması da tamamen sınıf mücadelesine bağlıdır: “…aynı anda iki ayrı yöntem uygulayabiliriz ve uygulamamız gerekir. Bir yandan, ‘devlet kapitalizmi’ne katılmayı veya taviz vermeyi reddeden ve vurgunculuk, yoksul köylülere rüşvet verme vb. gibi davranışlarla Sovyetlerin aldığı tedbirleri baltalamaya devam eden kültürsüz kapitalistleri acımasızca ezmemiz gerekir. (Tenin’in dipnotu -Ö.D.: Sosyalizmin başarısı için vazgeçilmez olan acımasızlık, bizde henüz yeterince yok ve bunun yeterince olmayışı da kararsızlığımızdan değil. Yeterince kararlıyız. Bizde eksik olan, vurguncuları, şantajcıları, kapitalistleri- yani Sovyetlerin kararlarını baltalayanları yeterince çabuk ‘yakalama’ yeteneğimiz. Bu ‘yetenek’ ancak muhasebe ve denetimin gerçekleştirilmesiyle sağlanabilir.) Öte yandan ise, taviz yöntemini uygulamalı, ‘devlet kapitalizmi’ni kabul eden, bunu yürütebilecek olan ve on milyonlarca kişiye ürün sağlayacak en büyük işletmelerin deneyli ve akıllı işletmecileri olarak proletaryaya yararlı olabilecek kültürlü kapitalistleri satın almalıyız.” (16)
Beşincisi, küçük üretim ve özel kapitalizmin varlığı ve üstelik NEP’in ticaret özgürlüğünün tanınması demek olması, piyasa ilişkilerinin güçlenmesine ve kapitalizmin belirli bir gelişmesine yol açmamazlık edemez. Kuşkusuz bu, etkili olduğu kadarıyla, planlama olanaklarının sınırlanmasına yol açacaktır. Bu nedenle, Goelro Plan, yaklaşık bir plandır. Ama bu, yani ticaret özgürlüğü, NEP’in bir yönüdür, işin bir yanıdır.
NEP’in diğer yönü ise, belirtildiği gibi, vurgunculuğa karşı mücadele ve devlet kapitalizmi kanalına girmeyi kabul etmeyen vurguncular ve kapitalistlerin ezilip bastırılmasıdır; yani eksiksiz ve tam bir ticaret özgürlüğünün tanınmamasıdır.
Vurgunculuğa karşı mücadelenin yanı sıra, ticaret özgürlüğünün, yani piyasanın sınırlandırılması, kuşkusuz yalnızca zor ve bastırma aracıyla yapılmamaktadır. Tamamen sözleşmeye dayalı olarak gerçekleşmeyen ve Sovyet ticareti haline gelmemiş, ama şu ya da bu biçimde devlet kapitalizmine bağlanmış işletmelerle, vurgunculuk yönelimleri bastırılma konusu olan özel işletmeler tarafından yürütülen ticari faaliyet, yalnızca ticaret özgürlüğüne dayanmamaktadır. Piyasada devlet düzenleyicidir. Fiyatlar ve buradan giderek üretim ve dağıtım koşullan, piyasanın düzenleyiciliğine bağlı değildir; fiyatlar, serbestçe piyasada oluşmaz. Fiyatlar, ücretler açısından geçerli olduğu gibi, devlet tarafından saptanmıştır, devlet tekelindedir. Ticaret ve dolayısıyla piyasa belirli bir serbestîye sahiptir, sınırlandırılmıştır. Bu, bu alanın ve bu alanda iktisadi ve ticari faaliyet gösteren işletmelerin de, kuşkusuz piyasa ve etkisi göz önünde bulundurularak, gevşek de olsa, planlama kapsamı içine alınabilmesini olanaklı kılmaktadır. Başlıca üretim araçlarının Sovyet devleti elinde bulunduğu devlet tekeli koşullarında, Lenin, ticaret özgürlüğünün, bu nedenle tehlikeli olmadığını söylemektedir:
“Elbette, ticaret özgürlüğü, kapitalizmin gelişmesi demektir; buna aldırış etmemek asla olmaz… Eğer küçük işletme varsa, eğer serbest değiş-tokuş varsa, o zaman kapitalizm ortaya çıkar. Ama bu kapitalizm, eğer fabrikalar ve işletmeler, nakliye araçları ve dış ticaret bizim elimizde bulunuyorsa, bizim için tehlikeli midir?… ben bu kapitalizmin bizim için tehlikeli olmadığının kesinlikle çürütülemez olduğu görüşündeyim, imtiyazlar böyle bir kapitalizmdir.” (17)
Ve Stalin, Lenin’in bu düşüncesini, NEP’in iki yönüne işaret ederek, açar:
“1921 yılında, NEP’i gündeme getirdiğimizde, sivri ucunu savaş komünizmine karşı, özel ticarete hiçbir serbestlik tanımayan bir rejim ve düzene karşı yöneltmiştik. NEP’in özel ticarette belli bir serbestlik anlamına geldiğini düşünüyorduk, hâlâ böyle düşünüyoruz… Mesele, NEP’in hiçbir şekilde, özel ticarette tam bir serbestlik, pazarda fiyatlarla serbestçe oynanması anlamına gelmediğidir. NEP, özel ticarete, belirli sınırlar içinde, belirli bir çerçevede, pazarda devletin düzenleyici rolünün garanti altına alındığı koşullarda serbestlik tanınması demektir. NEP’in ikinci yanı tam da burada yatar. NEP’in bu ikinci yanı, bizim için, birinci yanından daha büyük öneme sahiptir. Kapitalist ülkelerde genellikle olduğu gibi, bizim pazarımızda fiyatlar serbestçe hareket etmezler. Tahıl fiyatlarını esas olarak biz saptıyoruz. Sanayi ürünlerinin fiyatlarını biz saptıyoruz. Üretimin maliyet fiyatlarını düşürme ve sanayi mallarının fiyatlarını indirme politikasını gerçekleştirme ve tarım ürünlerinin fiyat istikrarını koruma çabasındayız. Kapitalist ülkelerdeki pazarda böylesine özel ve özgül koşulların görülmediği açık değil midir?” (18)
Ancak serbest ticaret ve piyasanın sınırlanmasıyla sosyalizm yolunda ilerlenebileceği kesindir, ona dayanarak değil. Tam bir ticaret özgürlüğü ve sınırlanmamış piyasa ilişkileri, piyasa mekanizması temelinde, sosyalizm yönünde adım atılamaz. Sınırlanmamış, sosyalist devletin tekeline bağlanmamış piyasa ilişkileri, planlamayı da olanaksızlaştırır; planlamayla da sosyalizmle de bağdaşmaz.
Devlet tekeline bağlanarak sınırlanmış piyasa ilişkileri ve etkileri görmezden gelinerek de, küçük üretim ve kaçınılmaz olarak ticaretin yaygınlığı koşullarında, planlama yapılamayacağı ve sosyalizm yolunda ilerlenemeyeceği ortadadır. Ancak, en başta, sınırlanmamış haliyle piyasayla sosyalizmin bağdaşabileceği, planlamanın olanaksızlığı ve sosyalizmin ancak piyasa sosyalizmi olarak “uygulanabilir” ve var olabileceği sentezciliğinin, teorik olarak bir deli saçmalaması ve politik olarak da (kuşkusuz ekonomik olarak da) kapitalizm yanlılığı ve gericilik olduğu kesin olmalıdır.
NEP koşullarında Goelro Plan, piyasa ilişkilerinin sınırlanmasıyla, ama bu haliyle piyasadan, onun ilişkileri ve kategorilerinden yararlanarak, temelde ise, başta sosyalist işletmeler olmak üzere devlet tekeline dayanarak, üretim ve dağıtımın muhasebesi ve denetimi yoluyla olanaklı olabilmiştir.
Üstelik sosyalizmin önünü açmak üzere bir ilk toparlanma sağlamasına rağmen, milyonlarca köylüyü bünyelerinde toplama özellikleriyle sosyalizm için gerekli hemen her şeyi sağlayan ve devlete ait toprak üzerinde yine devlete ait üretim araçlarıyla üretim yapabilme olanağı bulduğunda kolaylıkla sosyalizme bağlanan kooperatifler ve ciddi bir gelişme içine girmeleri bir yana bırakılırsa, Lenin’in daha 1922’de belirttiği gibi, imtiyazlar ve kiralama vb. biçimleriyle devlet kapitalizminin gelişmesinden pek fazla bir şey çıkmamıştır. Örneğin 1925rte, imtiyazlı işletmelerde çalışan işçi sayısı toplam 50 bin, kiralanan işletmelerdeyse toplam 35 binle sınırlı kalmıştır ve tersine, ilk toparlanma üzerinden devlet tekelindeki işletmelerde işçi denetiminden kısa sürede işçi yönetimine geçilebilmiş ve sosyalist sanayi hızlı bir şekilde gelişmiştir. Daha 1925’de, sanayide sosyalizm, devlet kapitalizmine üstün gelmişti. (Bkz. Leninizm, 4. Defter, sf. 45) 1929’da ise kapitalizmin sanayi üretimindeki payı % 10’un altına düşmüştü. Kooperatiflerin gelişen sosyalist sanayiye bağlanmaya ve sosyalizm yoluna girmeye başlamalarıyla birlikte, Rusya’da sosyalizmin doğrudan etki alanı genişlemiş ve bu, en başta sosyalist işletmelerin varlığına dayalı planlamanın olanaklılığı yanında olanaklarının da genişlemesi ve yaklaşıklılık oranının azalmasına götürmüştür.
Piyasa sosyalizminin ilk ataları ya da piyasa ilişkilerinin sınırlandırılmasının ilk karşıtları
Ve Sovyet koşullarında da piyasa sosyalizminin ataları görülmüştür. Bunlar, Troçki ile Buharin’dir. İkisinin “zaafı” da aynıdır: Piyasada devletin düzenleyici rolü yerine bizzat piyasanın düzenleyici rolünden yana çıkmaları, piyasanın sınırlandırılması yerine düzenleyiciliğini savunmaları.
Troçki, 1922’de, Komintern 4. Kongresi’nde yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
“Devlet mülkiyetindeki her fabrikanın, teknik yöneticisine kadar, tepeden denetlenmesi zorunludur… ama aynı zamanda aşağıdan, gelecek uzun süre devlet ekonomisinin düzenleyicisi olarak kalacak piyasayla da denetlenmelidir.” (19)
“Çağdaş” Troçkizmin başı Ernest Mandel, bildiğimiz kadarıyla iki kez A. Nove ile tartışmasına ve görünürde piyasa ve piyasa sosyalizmini eleştirmesine rağmen, onun aktardığı Troçki’nin bu sözlerine ilişkin olarak susmayı yeğlemiştir. (Görünürde diyoruz, çünkü eleştirilerine karşın Mandel, “eklemlenmiş özyönetim” dediği şey aracılığıyla bir tür piyasa sosyalizmi savunuculuğu yapmaktadır, göreceğiz.) Bu nedenle, asıl kaynağından elde edemememize rağmen, aktarmayı doğru kabul ediyoruz: En azından 1922’de, Troçki, piyasanın düzenleyici olduğunu ve olması gerektiğini düşünmektedir. Hem de ona göre, piyasa, uzun süre devlet ekonomisinin düzenleyicisi olacaktır. Bu yoldan sosyalizm yolunda yürünemeyeceği ve bir planlamanın da olanaklı olamayacağı kesindir. Ama zaten Troçki, “tek ülkede sosyalizmin zaferinin olanaklı olmadığı” görüşündedir. Ve bu nedenle, “proletarya iktidarı altında”, başka bir dizi ülkede proleter devrim patlak verinceye (ya da Brest zamanında savunduğu gibi, devrimi ihraç etmek üzere) ve Rusya’ya yardım gelinceye kadar, piyasanın düzenleyici olacağı kapitalizm koşullarında durumu idare ederek “beklemek” yanlısıdır. Aslında, bu, onun, bütün “sürekli devrim” patavatsızlığına karşın, düşüncelerinin altında yatan ve Menşevikliği döneminden kalma temel bir fikridir: Menşevik “aşamalar teorisi”, Troçki’de yeni ilginç biçimlere bürünse de yeniden üremektedir. Troçki, iktidarın alınmasından sonra, uzun sürecek bir kapitalist dönem düşünmektedir. Bu dönemde piyasa, kuşkusuz düzenleyici olacaktır.
Lenin’se, birkaç on yıl içinde ülkenin elektrikleştirilmesinin tamamlanabileceğine inanmaktadır. Başlıca ülkenin elektrikleştirilmesi planı olan Goelro Plan on yıllıktır. Ve biliyoruz, sosyalizmin, “Sovyet iktidarı artı ülkenin elektrifikasyonu” şeklindeki formülasyonu, Lenin’indir. Kuşkusuz, sosyalizme, ülkenin elektrikleştirilmesi bütünüyle tamamlandıktan sonra geçilmeyecektir. Ve şu sözler de Lenin’indir: “Yaklaşık altı ay içinde Cumhuriyetimizde devlet kapitalizmi kurulabilirse, bu büyük bir başarı olacak ve bir yıl içinde sosyalizmin güçleneceğine ve yıkılmaz duruma geleceğine kesin güvence sayılabilecektir.” (20) “Süre”, Lenin’de hiç de uzun değildir. Ve “düzenleyici piyasa” fikri, kuşkusuz “süre”sinden çok daha önemli ve tehlikelidir; bu düşünceyi savunarak, sosyalizm savunulamaz, sosyalizm inşa edilemez.
Troçki’nin piyasanın düzenleyiciliği ve uzun süreli kapitalizm koşullarına ilişkin düşüncesi, 1933 tarihli Troçkist Bulletin’de de dile gelmiştir. Bulletin’de “sol” bir görüntü altında formüle edilen Troçkist programın talepleri şunlardan ibarettir: “Sovhozların dağıtılması, çünkü geliri kötü; kolhozların büyük bir bölümünün dağıtılması, çünkü hayali; kulakların tasfiyesi siyasetinin bırakılması; imtiyazlar politikasına geri dönüş ve tüm bir dizi imtiyazın sınai işletmelerimize yeniden verilmesi, çünkü geliri kötü.” (21)
Troçkizm, özel ticaretin etki alanı iyice daraltılıp kulakların ve piyasanın kısıtlanması siyasetinden kulakların sınıf olarak tasfiyesi ve sosyalizmin hızla kurulması siyasetine geçildiği bir zamanda, NEP’in bir geri çekilme olmaktan çıkıp genel bir saldırıya dönüştüğü dönemde, 1. Beş Yıllık Plan tamamlandıktan sonra, hâlâ, sosyalizm yolunda yürümekten vazgeçilmesi ve piyasanın düzenleyiciliği ve kapitalizme dönülmesi gerektiğini savunmaktadır. Piyasa düzenleyiciliğinde tasarlanan NEP istenmektedir. Bu düşünceler, hangi gerekçeyle ileri sürülmüş olursa olsun, piyasa sosyalistlerinin düşünceleriyle çakışmaktadır.
Hemen aynı düşünceleri, bir “sol”a bir sağa yalpalayan Buharin de dile getirmiştir. İktidar ele geçirilir geçirilmez devletin “yok edilmesi”nden, “burjuvazinin kesinlikle boğulmasından söz eden Buharin (Bkz. Age,sf.309-317), birkaç yıl içinde, “burjuvazinin (başlıca kulakların) sosyalizmle bütünleşmesi olanağı” ve “pazarın normalleştirilmesi” düşüncesine atlamıştır. Burjuvazi ve çeşitli kapitalist kategorilerden, piyasa ilişkilerinden yararlanılması fikri ve politikasıyla, bunların sosyalizmle bütünleşmesi” fikri ve politikası arasında dağlar kadar fark olduğu açıktır. Birincisi sosyalist, ikincisiyse kapitalist küçük burjuva politikalardır. Ve Buharin, piyasadan, onu sınırlayarak yararlanmanın yerine, buna uygun olarak, “piyasanın normalleştirilmesini geçirmiştir. “Normal” ya da “normalleştirilmiş” piyasanın, sosyalizmle (ve kuşkusuz planla da) bağdaşmayacağı kesindir. Sözü Stalin’e bırakalım:
“Buharin, NEP’e karşı, sadece “sol”dan, ticarette her türlü serbestliği kaldırmak isteyenlerden bir tehlike tehdidi gelebileceğini sanıyor. Bu doğru değil… Sağdaki tehlike, devletin pazardaki düzenleyici rolünü ortadan kaldırmak isteyen, pazarı ‘zincirlerinden kurtarmak’, bu yolda özel ticaretin tam serbestliği dönemini açmak isteyenlerin yarattığı tehlike, bugün çok daha gerçektir… Buharin, pazarı ‘normalleştirmeyi’, tahıl fiyatlarıyla bölgelere göre ‘oynamayı’, yani tahıl fiyatlarının yükseltilmesini öneriyor. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, onun Sovyet pazarı koşullarından memnun olmadığıdır, o, devletin pazardaki düzenleyici rolünü sıfıra indirmek istiyor; NEP’i sağdan parçalamaya çalışan küçük burjuva unsura taviz vermeyi öneriyor.” (22)
Piyasa ile sosyalizmi sentezleştirmeye dayalı piyasa sosyalizmine ilişkin formüle edilmemiş ön-fikir ya da fikirler hiç de yeni değildir!
Kapitalizmden komünizme geçişin tek yolu olarak sınırlandırma ve tasfiye
Kapitalizm, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini ve proletarya iktidarını zorunlu kılmaya, çağırmaktadır. Bu çağrının yanıtını bulduğu Rusya’nınki gibi, ataerkillikle iç içe küçük üretimin yaygınlığı ve emeğin örgütlenmesinin (sanayi vb.de) göreli geriliğinin miras alındığı koşullarda da, üretim ve dağıtımın planlanmasının dayatıldığı kesindir. Hemen sosyalizme dönüşmeye yatkın olmayan ve bir çırpıda giderilemeyen küçük üretim ve özel ticaret, özel mülkiyetin, meta üretiminin, kârın, piyasanın etki alanı olarak kalacak ve sınırlamalara konu olacak, uygun yollardan devlet ekonomisine bağlanmaya, dolayısıyla plan kapsamı içine çekilmeye ve güdülmeye çalışılacaktır. Ama devletin elindeki işletmeler açısından üretimin ve dağıtımın belirli bir plan uyarınca düzenlenmesinden başka bir yönelim olanaklı mıdır? Kapitalizm koşullarında bile, işletmelerin burjuva devlet elinde toplanması, tekelci devlet kapitalizmi, kapitalistçe bir planlamayı zorunlu kılarken, proleter devlet, kendi elindeki işletmeleri hiçbir plan olmadan nasıl yönetebilir? İki şık yoktur: Proleter devlet, kendi işletmeleri arasındaki ilişkileri, sanki bu işletmeler, kendi tekelinde değil ama tek tek kapitalistlerin ya da bundan öz olarak farklı olmayan, kendi başlarına birimler oluşturan işletme ” özyönetimleri”nin elindeymiş gibi, devlet mülkiyeti yerine, özel ya da kolektif (grup) kapitalist mülkiyet (“özyönetim”de işçilerin de yer alması bunu değiştirmez) geçerliymiş gibi, düzenleyemez. Tek tek işletmeler, devlet mülkiyetindedir; “kendi” birim çıkarlarını (kâr, sermaye birikimi vb.) güdemez, diğer, işletmelerle rekabet içinde, bunu gerçekleştirmez; dolayısıyla ilişkilerini, piyasa ilişkileri olarak kuramazlar. Bu durumda, ilişkilerinin, emeğin dağılımının (üretimin ve dağıtımın) devlet ekonomisi ölçeğinde (ve devlete bağlanan işletmeleri de kapsayacak şekilde) belirli bir plana uygun şekilde düzenlenmesinden başka yol olamaz.
Şık olmayan “şık”, koşulların yadsınmasıdır; mülksüzleştirme ve Sovyet iktidarı koşullarının geçersizleştirilmesidir. İşletmeler, kendi başlarına, piyasada ilişkilenirler, kendi fiyatlarını kabul ettirmeye çalışır, kendi kârları peşinde koşarlar. Burada, plana yer yoktur. Ama burada, ne mülksüzleştirmeye ve ne de proletarya iktidarına yer kalmış demektir. Bu, düpedüz kapitalizmdir; görünüşü ne olursa olsun, mülkiyet biçimiyle, piyasasıyla kapitalizm ve proletarya, ya iktidara hiç gelmemiştir ya da gelmiş, ama ona proleter niteliğini verememiştir, yerini tekrar kapitalistlere (ya doğrudan ya küçük burjuvazi aracılığıyla kapitalistlerin iktidarına) bırakmıştır ya da bırakmak üzeredir.
Oysa Lenin’in teorik ve pratik temellerini atıp Stalin’in geliştirdiği ve uyguladığı sosyalizmin kuruluşu, özel kapitalizme yer veren ve onu devlet kapitalizmine bağlayan ve sınırlayan NEP döneminden geçerek ilerlemiş, özel mülkiyet ve piyasa ilişkilerinin yaygınlaşması yönünde değil sınırlanması yönünde gelişmiş, belirli bir noktada, özel kapitalizmin sınırlanmasından kulakların tasfiyesine geçilmiş; geriye, ortadan kalkışı daha uzun bir süreye yayılacak olan ve alanı giderek daralan, meta üretimi ve dolaşımıyla, o oldukça, yok olmayacak sınırlandırılmış piyasa ilişkileri ve değer yasasının sınırlı etkisi kalmıştır. Bu, Marx ve Engels tarafından formülleştirilen kapitalizmin komünizmi zorunlu kılması ve kapitalizmden komünizme geçiş olarak evrim teorisine tamamen uygundur.
Kapitalizm, üretici güçlerin toplumsal niteliklerinin tanınmasına götürerek, önce kendisi, kapitalist tarzda özel mülkiyetin yerine kolektif (kapitalist) mülkiyet biçimleri yaratmaya yönelmiş ve gerçek tanınma ve özel mülkiyete son verilmesi için komünizmi zorunlu kılmıştı. Ve komünizm, kapitalizmin miras bıraktığı zeminde, -kuşkusuz her ülkede devralınan mirasın zorunlu kılacağı ara evrelerden geçerek ya da belki geçmeyerek- özel mülkiyetin ve ondan kaynaklanan meta üretimi, değer, piyasa vb. ilişkilerinin giderilmesiyle ve üretim ve dağıtımın planlanmasıyla gelişebilecektir, Rusya’da böyle gelişmiştir.
Planın olanaksızlığına ilişkin iddialar
Piyasa sosyalizminin önde gelen bir temsilcisi olarak A. Nove ise, meta üretimi ve değişimin, dolayısıyla bütünüyle değişim değeri ve değer yasasının ve kaçınılmaz olarak en küçük etkisine varıncaya dek piyasa ilişkilerinin, yanı sıra kol emeği ile kafa emeği arasındaki farkın ortadan kalkacağı, çalışmanın geçim aracı olmaktan çıkıp yaşamsal bir ihtiyaç ve zevk aracı haline geleceği ve bütün bunları olanaklı kılacak üretici güçlerin engellenmeyen ve kesintisiz gelişimin yol açacağı bolluk ve bolluk toplumu olarak komünizmin üst evresinin teorik olarak ütopyacılıkla suçlamaktan hareket ederek, “uygulanabilir” bir sosyalizmin, ancak, komünizmin gelişme yönünün tersinde, yani, Özel mülkiyeti, kârı, piyasası vb. ile kapitalizm temelinde var olabileceğini savunmaktadır. Sovyet revizyonist sisteminin bozukluklarını, SSCB’de gerçekleşen kapitalizmin restorasyonuyla ortaya çıkan ve kalıntı sosyalizm biçimleriyle bir tekelci devlet kapitalizmi olarak örgütlenen ekonomi ve onun kapitalist planlamasının açmazlarını pratik gerekçeler olarak ileri sürerek Nove, sosyalist planlamanın olanaksızlığı eleştirisinde bulunmaktadır.
* Değişim değeri, ortadan kalkmamıştır, kalkamaz; plan, değişim değerini (ona dayanmayı) reddetmektir; bu nedenle, plan olanaksızdır, Nove’ye göre: Ekonomi, ancak piyasa fiyatlarının düzenleyiciliğinde gerçekleşebilir.
* Planlamanın, milyonlarca ürünün üretim ve dağıtımının hesabını tutması olanaksızdır; Nove’ye göre: Üretim ve dağıtım, ancak piyasanın düzenleyiciliğiyle kendiliğinden gerçekleşebilir.
* Plan, tüketici tercihlerinin reddedilmesidir, insanın doğasına uygun olmadığı gibi, bu, bir dizi bozukluklara neden olmaktadır. Tüketici tercihleri, piyasada belirebilir ve gerçekleşebilir.
* Plan, teknolojik gelişmeyi engellemektedir, çünkü özendirici (kâr) ve rekabet yokluğunda emeğin üretkenliğinin artışı itici güçten yoksun kalmaktadır.
* Plan, verimlilik sorununa neden olmakta, yine kâr gibi bir özendirici yokluğunda işletmeler verimli olamamakta, emek önemli ölçüde savurganlığın konusu olmaktadır.
* Çalışmanın ihtiyaç olması hayaldir, piyasaya göre ücretlendirme ve emeğin bu yolla özendirilmesi olmadan emek üretkenliği ve verimliliğinin artması ve iş disiplininin sağlanması olanaksızdır. Vb. vb.
Sosyalist planlamaya karşı, başlıca özetlediğimiz bu itirazlarını, kapitalizmin restorasyonu sonrası revizyonist planlamanın ve üretim ve dağıtımın bozuklukları üzerinden gerekçelendirerek yönelten Nove, önceden gördüğümüz gibi, tarihin, kendisini bütün açıklığıyla gösterip dayatan akışını da bütünüyle reddedemeyerek ve bunu sahte bir liberalizm eleştirisi olarak sunarak, sevimlice, toplumsallık ve planlamaya da dar bir alan tanımaktadır! Bunu yapmak zorundadır; çünkü kapitalizm koşullarında bile, özel mülkiyete sığmayan büyüklükleriyle, bu toplumsallaşmış alanlara ve planlanmış etkinliklere tanık olmaktadır: Sağlık hizmetleri, eğitim, elektrik dağıtımı, demiryolları vb. gibi. Ne iyi! Sosyalizmde bu gibi toplumsal etkinlik alanları ve “planlama” olacaktır. Ama sosyalist toplum da, genel olarak ve ekonominin bütünü itibarıyla piyasa koşullarında örgütlenmelidir! Bunun gereği olarak, özel mülkiyete dayanmalı, onu gidermeye değil korumaya ve geliştirmeye yönelik olmalıdır!
Nove’nin alternatif mülkiyet sistemi
Nove’nin önerisi, piyasa sosyalizmi olarak, şöyle bir mülkiyet ilişkileri sistemidir:
“1) Merkezi olarak denetlenip idare edilen devlet işletmeleri; bundan böyle merkezileşmiş devlet kuruluşları.
2) Tam özerkliğe sahip ve yönetimin işçilere karşı sorumlu olduğu devlet mülkiyetindeki (ya da toplumun mülkiyetindeki) işletmeler; bundan böyle toplumsallaşmış işletmeler.
3) Kooperatif işletmeleri.
4) Açık açık belirlenmiş sınırlara göre çalışan küçük ölçekli özel işletmeler.
5) Bireyler (örn. kendi hesabına çalışan gazeteci, musluk tamircisi, sanatçı). (23)
Nove’nin bu “sistemi” neredeyse NEP döneminin ilişkiler sistemini çağrıştırmaktadır. Yalnızca ataerkil ilişkiler yoktur, Nove’nin “sistemi”nde.
Ve Nove, en azından teorik olarak, sanayinin geliştiği, sosyalizmin belirli bir maddi teknik temele sahip olduğu ülkeler için yapmaktadır önerisini. Kötülük kanıtlarını ’80’ler Rusya’sı gibi revizyonist ülkelerden derlemekte, ama, onları sosyalist varsayarak, onların şahsında “planlamanın ve sosyalizmin çıkmazı”na vurgu yaparak, piyasa ve kapitalist mülkiyetin çıkar yol olduğu noktasına gelmektedir. Devlet mülkiyetinden, sosyalist mülkiyetten, özel ve kolektif kapitalist mülkiyet biçimlerine dönüşü arzu etmektedir.
Onunla tartışmamızı, NEP dönemine ilişkin olduğu gibi, yalnızca teori üzerinden değil, bir “despot” ve “bürokrat” olarak nitelendirdiği, kötülüklerle önemli ölçüde bağlantılı gösterdiği Stalin dönemi sosyalist inşa ve planlama pratiği üzerinden yürüteceğiz. Orada proletarya diktatörlüğü vardı, orada sosyalizm vardı. Ve orada milyonların canlı pratiği olan üretimi ve dağıtımı başarıyla yöneten sosyalist bir planlama vardı.
Nove’nin “merkezileşmiş devlet kuruluşları”, devlet mülkiyetindeki sosyalist işletmelerle ilişkisizdir. NEP dönemindeki gibi bile devlet tekelinin kuruluşları değillerdir. Nove’de, genel olarak büyük ölçekli sanayi devlet mülkiyetinde değildir. Nove’nin “devlet kuruluşları”, büyük ölçekli sanayi işletmelerinin sadece bir bölümüyle, elektrik şebekesi, demiryolları ve petrol ve petrokimya kompleksleri gibi oldukça büyük yatırımları gerektiren dallarla sınırlıdır. Ve Nove’nin kendisi, az sayıdaki ve çok büyük ölçekli bu etkinlik alanlarını söz konusu ederek, “Bunların hepsi, tipik olarak, kapitalist bir piyasa ekonomisinde bile, büyük kuruluşların idare ettiği etkinliklerdir. (24) demektedir, doğru olarak.
Nove, “Birinci grubun içinde bankalarla öteki kredi kurumları yer alır.” (25) Ama nasıl? “Bu sektörler, doğaları gereği, ya çok geniş, birbirine sıkı sıkıya bağlı birimler halinde çalışırlar, ya bir tekel konumu, ya da ikisi birden vardır.” (26) Sosyalizmi niteleyen teklik ve merkezilik’in (“tek devlet karteli”) izi bile yok Nove’de. Mali alan, Nove’nin en tekelci, devlet tekelinden en çok yana olduğu alan. Ama burada da, banka değil “bankalar”la, üstelik sadece bankalar da değil “öteki kredi kurumlarıyla karşı karşıyayız. Devlet hazinesi görevini de gören, bütün kredi, ücretler, fonlar vb. hesaplarını tutup ödemeleri yapan ve sanayi işletmelerinin gelirleri, vergiler vb.nin toplandığı, Lenin’in “Her kantonda, her fabrikanın yanında şubeleri olacak -tek, geniş mi geniş bir devlet bankası- işte sosyalist aygıtın onda dokuzu bu.” (27)) şeklinde tanımladığı türden tek bir banka yerine, bir dizi banka ve çeşitli kredi kuruluşları. Bunlar birbirleriyle sıkı bir bağa sahip olabiliyorlar ya da tekel konumları olabiliyor. Olmayabiliyor da.
Sanayi alanındaki “merkezileşmiş devlet kuruluşları”, bu açıdan daha kötü durumdadır. Zaten tüm büyük ölçekli sanayi kuruluşlarının bir kısmını oluşturan bu kuruluşların da yine ancak bir kısmının “tekelci bir konumu”, hatta yalnızca “tekele doğru bir eğilimi” olabiliyor: “Bunların bir kısmının tekelci bir konumu olacaktır. Bu konum teknolojik ölçek ekonomilerinin etkilerinden ileri gelebileceği gibi, kamu yararına işlemeleri nedeniyle doğaları gereği tekele doğru bir eğilim de sergileyebilirler.” (28)) ve “Kimileri kendi alanlarında tekelci olacaklardır, ama bu zorla uygulanan bir tekel durumu olmamalıdır. Herhangi bir nedenle devletin elektrik şebekesi bütün kullanıcılara akla uygun bir maliyetle elektrik sağlama görevinde başarısız kalırsa, kendisinin daha iyi bir şekilde elektrik üretebileceğini düşünen gruplara açık olmalıdır bu alan.” (29)
Sonuç şudur ki, büyük sanayi, toplumsal mülkiyetin konusu değildir; devlet mülkiyetinde, devlet tekelinde değildir. Devlet mülkiyeti olarak “düşünülen” “merkezileşmiş devlet kuruluşları” da, kapitalizmden geri toplumsallık düzeyi savunur duruma düşülmemek için bir “iyi niyet” nişanesi durumundadır. Elektrik sektörü örneğinde olduğu gibi, devlet tekeli “iyi niyete” dayalıdır ve sektör rekabete açıktır. Nove’nin “merkezileşmiş devlet kuruluşları”nın, kendisinin de dediği gibi, kapitalist devlet kuruluşlarından hiçbir farkı yoktur.
Ve zaten Nove, devlet mülkiyeti derken, piyasalı türünden de olsa “sosyalizm” sözü etmesine rağmen, katiyen proleter bir devleti, proletarya diktatörlüğünü kastetmemektedir. O, ne proletarya yanlısıdır ne de devrimci. (Devrimci olmayışının itirafı için, meraklısı, Mozart dinlemenin devrim -yapmaya da değil- tartışmalarına tercih edildiğine ilişkin önsöze (sf. 13) bakabilir.) “Demokratik sosyalizm”den yanadır: “Demokratik bir sosyalizmin tasarlanmasının tek koşulunun, nüfusun çoğunluğunun onu arzulaması olduğu çok açık.” (30) Bu, parlamentarizmdir. Nitekim Nove, sosyalizmi de parlamenter tarzda tasarlamaktadır: “Politik varsayım şudur: Periyodik parlamento seçimlerinin yapıldığı birçok partili demokrasi.” (31) Ama bu, burjuva demokrasisidir ve proleter değil, burjuva diktatörlüğüne, burjuva devlete denk düşer. Nove, burjuva devletten yanadır, “merkezileşmiş devlet kuruluşları” da, burjuva devlet işletmeleridir.
Nove’nin 2. kategoride saydığı, “tam ö-zerkliğe sahip ve yönetimin işçilere karşı sorumlu olduğu devlet mülkiyetindeki işletmelerin, “toplumsallaşmış işletmeler”in, devlet mülkiyeti ve toplumsallaşmış olmakla bir ilişkisinin bulunmadığı kesindir. Nove, bu işletmelerde kullanılan üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olduğunu söyleyerek, bu işletmeleri, bir yönüyle, devlete ait toprak üzerinde ve başlıca üretim araçlarının devlete ait olduğu koşullarla kurulmuş kolhozlara benzetmektedir. Eskinin küçük üretici köylülüğünün içinde örgütlendiği kolhozlar, onların sosyalizme ikna edilmeleri sürecinin araçlarıdır. Peki, “toplumsallaşmış işletmeler” kimin “ikna”sı için gerekiyor? İşçilerin kapitalizme ikna edilmeleri için, kuşkusuz! Bir çırpıda bütün işletmelerin özelleştirilmeleri tepkiye neden olabilir, yavaş yürümek gerekir! Mülkiyet devletin elindeyse, devlet, bunu, neden tasarrufu açısından devrediyor? “İşçilere karşı sorumlu özerk yönetim”, ya aslında devletin temsilcileri, müdürleri vb. aracılığıyla yönetimidir ya da “devlet adına”, mülkiyet, fiilen “özerk yönetim”in eline geçmektedir. Nove, ikincisini öngörmektedir. Çünkü: “Rekabet varsa ve üretim kararları fiilen gerçekleştiği düzeye aitse, yönetimde çalışanların temsilcilerinin önemli bir rol oynadığı toplumsallaşmış işletmeler düşünülebilir.” (32) diye yazmaktadır. Devlet kendi kendisiyle rekabet edemeyeceğine göre, aslında mülkiyet devredilmektedir: En iyi olasılıkla grup mülkiyeti olarak, “özyönetim” mülkiyeti geçerlidir ya da işletme yöneticilerin, müdürler vb.nin mülkiyetine geçmiştir veya geçmektedir.
Ve öyle devlet mülkiyetindeki işletmeler düşünün ki, özel kapitalist işletmelerden farkı olmadan birbirleriyle rekabet ediyor olsunlar! Aralarındaki ilişkiler, mülkiyeti elinde tuttuğu ileri sürülen devlet tarafından merkezi ve planlı bir şekilde değil ama piyasadaki kapışma ve rekabet tarafından düzenlensin! Toplumsal mülkiyet ve onun biçimi olarak devlet mülkiyeti, tam da rekabete dayalı kapitalizm ve piyasa ekonomisinin zorunlu olarak sosyalizme götürmesinin ürünüdür oysa. Toplumsallaşma ve devlet mülkiyeti kapitalizmde gerçekleştiği ölçüde bile, tek tek özel işletmeler, üretim anarşisi, rekabet ve piyasanın düzenleyiciliğinin çıkmazının ürünüdür. Kapitalist tekelci devlet mülkiyeti, rekabetin üzerinde ve önün yadsınması olarak doğar.
Durum, NEP dönemi devlet kapitalizmi koşullarıyla da benzeşmemektedir. Mülkiyetin devletin elinde olduğu ve devlet kapitalizmine bağlanan (ama üretim araçlarının devlete ait olmadığı ve özel ticaret yapan) sanayi ve ticaret işletmeleri, devlet tekeline tabi olmuşlar, çalışma koşullan, fiyatlar vb. devlet tarafından belirlenmiş, piyasa belirli bir geçerliğe sahip olmakla birlikte,-kesinlikle sınırlanmış, “rekabet”in ve ekonominin düzenleyicisi olma şansı bulamamıştır.
Nove’nin üçüncü kategorisi olan kooperatif işletmelerinin sosyalizmle bağlantısı yoktur. Üretim araçları dâhil bütün mülkiyet, kooperatifin elindedir. Nove’nin kooperatifi, tam bir kapitalist kooperatiftir ve kuşkusuz rekabet ve piyasa koşullarında iş görür: “… bir kooperatif kendi mülkünü serbestçe kullanabilir ve kendini kapatmaya özgürce karar verebilir.” (33)
Diğer iki kategori, yine rekabet ve piyasa koşullarının özel işletme türleridir. Önceki kategoriler, ekonominin asıl yükünü taşıyan, ama adı ne takılırsa takılsın, rekabet koşullarının kapitalist işletmeleri olarak tasarlanınca, bu son iki kategori, aslında pek de önemli olmamakta ve onlara “küçük işler” kalmaktadır. Nove’nin asıl kapitalist nitelikli işletmeleri, bu son ikisi değil, öncekilerdir.
Nove, kapitalist bir demokrasi (burjuva devlet) ve oldukça küçük bir kısmı devlet mülkiyetinde olacak işletmelerin kapitalist mülkiyetini istemektedir. Bu, onun temel tezi olan, rekabeti ve kârıyla düzenleyici piyasa zorunluluğunun kaçınılmaz gereğidir. Böyle bir kapitalist mülkiyete ve piyasaya dayanan sistemin, kapitalizmden komünizme geçişin herhangi bir evresinin ya da ön-evresinin sistemi olması, bu sürecin herhangi bir diliminin ihtiyaçlarını karşılaması, sosyalizmle şöyle ya da böyle ilişkilendirilebilmesi olanağı yoktur. En çok benzetilebileceği NEP’ten de, iktidarın proletaryanın ve başlıca ürerim araçlarının proleter devletin elinde bulunmaması ve ticaret ve piyasanın sınırlandırılmamış olmasıyla ayrılır.
Kulakların tasfiyesi, beş yıllık planlar ve mülkiyet
Rusya’da kapitalizmden komünizme geçiş ise, sanayinin reorganizasyonu ve emeğin toplumsal örgütlenmesi ve üretkenliğinin artışıyla üretici güçlerin belirli bir gelişmesine bağlı olarak, kapitalist mülkiyetten sosyalist mülkiyet biçimlerine doğru bir ilerlemeye ve piyasanın etkinliğinin sürekli bir daraltılmasına sahne olmuştur. Emeğin toplumsal örgütlenmesinde ve işçilerin yönetmeyi öğrenmesinde ilerleme, zaten önemli bir gelişme gösteremeyen işçi denetimi altındaki devlet kapitalizmi işletmelerinden işçi yönetimine, sanayinin sosyalist örgütlenmesine oldukça kolay bir geçişe yol açmıştır. Kapitalizmin sınırlanmasına bağlı olarak, daha 1924-25’te devlet kapitalizmini ikinci plana iterek emeğin sosyalist örgütlenmesinin egemen hale geldiği sanayinin giderek daha çok ürün sağlaması ve kooperatiflerde örgütlenmeye başlamış köylüye (ve genel olarak köye yönelik) başlıca tahıl olmak üzere tarım ürünleri karşılığı sanayi ürünleri sunar duruma gelmesi, 1) kentle kır arasındaki ticarette aracıların kaldırılması ve 2) küçük sanayi işletmelerine de sahip olan, ama daha çok ticari spekülasyonla uğraşan kulakların sınırlandırılmasından sınıf olarak tasfiyelerine girişilmesi için harekete geçilmesinin, yanı sıra, 3) köye makine ve traktörler yollayabilme durumuna gelen Sovyet devletinin, bunları kooperatifler hizmetine sunarak ve kredi, tohumluk vb. açısından destekleyerek, örnekleme ve destekleme yoluyla, -ama kesinlikle Nove ve Troçkistlerin iddia ettikleri gibi “polis zoruyla” değil-, köylünün kooperatiflere yığınsal katılımlarını olanaklı hale getirmiştir. Bu kooperatifler, artık tüketim kooperatifleri de değil, doğrudan üretim kooperatifleridir.
Harekete geçmek olanaklı hale gelmiştir, ama sürecin ilerletilmesi ve komünizmin kapitalizmi tasfiye ederek gelişmesinin temel sorunu hâlâ çözülmemiştir. Komünizmin (kuşkusuz ilk evresinde) gelişmesinin temel ihtiyacı, henüz küçük üretimde olan kökleri sökülmemiş kapitalizmin bu başlıca dayanağının yıkılması ve küçük üretimin modern büyük ölçekli üretimle yer değiştirmesidir. Komünizmin, yalnızca reorganize edilmiş ve ancak belirli bir gelişme göstermiş toplumsallaştırılmış bir sanayi ve yaygın küçük üretime dayanarak, gelişmek bir yana, gelişme şansını kazanamayacağı, “kim-kimi” sorusunun gereğince yanıtlanamayacağı kesindir. Komünizmin zaferinin garanti altına alınabilmesi, sanayiden başlayarak, tarım da içinde olmak üzere ülke ekonomisinin, modern büyük üretimin teknik temeline dayanır hale getirilmesine bağlıdır.
1929’da ülke böyle bir noktaya gelip dayanmıştı. Gelişkin ve büyük ölçekli üretim temelinde henüz örgütlenmemiş, ama re-organize edilerek belirli bir gelişme göstermiş sosyalist sanayi ve kurulduğu kadarıyla ona bağlanmış, ama hâlâ kulak engellemesine maruz kalan kooperatifler… Ve kapitalizmin kökünü kazıyacak büyük ölçekli üretimin gelişkin maddi teknik temelde örgütlenme ihtiyacı, iki temel veri bunlardı. Ve yaklaşık aynı zamanda iki işe başlandı. 1929, 1. Beş Yıllık Plan’ın ilk yılı oldu. Plan, ülke ekonomisinin üzerinde inşa edileceği modern teknik temelin yaratılması ve Rusya’nın bir tarım ülkesinden sanayi ülkesine dönüştürülmesini temel görev edindi. İkincisi, tarımın kolektifleştirilmesine girişildi.
Zorlu bir sınıf mücadelesine, tarıma makine sağlanarak küçük üreticilerin ikna yoluyla kazanılmalarına ve tarımda kolektifleştirme atılımına bağlı olarak, kırda kulakların sınıf olarak tasfiye edilmesi ve yığınsal kooperatifleşme yoluna girildi.
Nove, “özel mülkiyet ve rekabet, üretimin özendiricisi olarak kâr ve genel olarak piyasa ilişkileri olmadan tıkanıklık kaçınılmaz ve planlama olanaksızdır” der. Ama 1929’la kapitalizme karşı bütün cephelerde başlayan saldırı, kâr kaygısı ve rekabet koşullarının kökü olan özel mülkiyete yöneltilmiş ve oldukça başarılı sonuçlarda alınmıştı:
Sanayi alanında, toplam sanayi üretimine oranı olarak, 1929’da % 0,6 olan özel sanayinin payı, 1932’de % 0,07’ye geriledi. Sanayi alanında özel mülkiyet hemen tümüyle tasfiye edilmişti, bu alanda artık ne kâr ne de rekabet vardı. Tarım alanında ise, kooperatifleştirilmiş köylü işletmelerinin sayısal olarak tüm köylü işletmelerine oranı, 1929’da % 3,9’dan 1932’de % 61,5’e ulaşmış; kolektifleştirilmiş işletmeler, 1929’da tahıl ekimine ayrılmış toprakların % 4,9’unu kullanırlarken, bu oran, 1932’de % 78,4’e çıkmıştır.
Tarımda özel mülkiyet alanında ciddi bir daralma görülmüştür. Ticaret alanında da, devlet ve kooperatif ticareti, özel ticaret aleyhine, 1930’daki yaklaşık 19 milyar rublelik bir hacimden, 1933’de, iki buçuk kat artarak, 49 milyarlık bir hacme ilerledi.
Peki, özel mülkiyetten bu uzaklaşma ve kapitalist unsurun giderilmesi politikası, ülke ekonomisi ve planlı gelişmeyi zora mı sokmuş, plan hedeflerine ulaşılmasını olanaksızlaştırmış mıdır? Bunun böyle olmadığı biliniyor. Gerçek, 1. Beş Yıllık Plan’ın hedeflerine, beş değil dört yılda ulaşıldığı şeklindedir. Genel olarak sanayi üretimi, savaş öncesi düzeye oranla üç katından fazla, 1928 düzeyine oranla ise iki katından fazla artmış; ağır sanayi üretiminin artışı, dört yılda, beş yıl için planlanan hedefi aşmıştır. Demir-çelik madenciliği, traktör, otomobil, makine yapımı, modern kimya ve petrokimya, tarım makineleri yapımı, havacılık sanayileri, tamamen yeni sanayi dalları olarak yaratıldılar. Metalürji sanayi yenilendi, elektrik enerjisi ve petrol ile kömür üretimi açısından çok önemli gelişmeler sağlandı. Ve ülke bir tarım ülkesi olmaktan çıkıp büyük ölçekli modern teknik temeliyle bir sanayi ülkesine dönüştü. Ulusal ekonominin toplam üretimi içinde, sanayinin 1913’de % 42,1 ve 1929’da 54,5 olan payı, 1932’de % 70,7’ye çıkarken, tarımın payı, sırasıyla, 57,9, 45,5 ve 29,3′ e indi.
Rakamlar, özel mülkiyetin değil ama onun tasfiyesinde ilerlemenin gelişme dinamiği olduğunu ortaya koyuyor.
3. Beş Yıllık Plan’ın başlangıç yılı olan 1938’in rakamları ise, daha çarpıcıdır. Sanayi üretiminde özel sanayinin payı % 0,03’e geriletilmiştir. 1938’de toplam sanayi üretimi, 1913’ün dokuz katından fazladır. Üretim tekniği bakımından, SSCB, dünyada en ileri ülke durumuna yükselmiştir. Tarımda, tahıl ekilen alanlar açısından özel işletmelerin payı, 1938’de, toplam alanların % 0,6’sına düşürüldü. Bu oran sınaî bitkileri üretiminde ise, sıfırdı. Ve tarım makineleşmişti: 1929’da 34,9 bin olan traktör sayısı 1938’de 483,5 bine, bunların sahip oldukları beygirgücü toplamı 1929’da 391,4 binden 1938’de 9.256.2 bine yükselmişti. Özel ticaret ise hemen hiç kalmamıştı. (Bütün rakamlar Stalin’in, Leninizm’in Sorunları’ndan alınmıştır)
Bu yıllarda kapitalist ülkeler ise, genel olarak, kriz ve sanayi ve tarımda gerileme içindedirler.
Özel mülkiyet, kâr ve rekabetin gereği, buradan doğsa gerektir!
META ÜRETİMİ, DEĞER YASASI, PİYASA VE PLANLAMA
Komünizmin üst evresini oluşturan bolluk toplumuna ulaşılmadıkça, “kapitalizmden çıkıp geldiği şekliyle komünist toplum”un, komünist toplumun ilk evresinin, kaçınılmaz olarak, kapitalizmden miras bazı kusurları taşıyacağı, giderek sınırlanmak ve giderilmek üzere, onun bazı ilişki ve kategorilerini, kendi hizmetine koşarak kullanma durumunda olacağı belirtilmişti.
Komünist toplumun ilk evresinde, kapitalizmden miras kusurların görüldüğü alanlardan önemli bir tanesi, bölüşüm ve bireysel tüketimin gerçekleşme alanıdır.
Bolluk toplumu olan üst evrede herkes yeteneği kadar çalışıp ihtiyacı kadar tüketebilecektir. Tüketimin ve dolayısıyla tüketime sunulacak maddelerin üretiminin tek unsuru, toplumsal yarar ya da kullanım değerleri üretimi olacak; bireyler de, başka herhangi bir yan etki olmadan, ihtiyaçları olan, kendileri için yararlı nesneleri tüketmekte tamamen özgür olabileceklerdir. Ancak, bu, yeterince bolluk olduğu koşullarda olanaklıdır. O durumda, S. Aren ve Nove gibilerinin “tüketici tercihleri” üzerinde spekülasyon yapma özgürlükleri de ortadan kalkacaktır.
Ama henüz “herkese ihtiyacına göre” bolluğu gerçekleşmemişse, komünizmin birinci evresinde, kullanım değerlerinin herkesin ihtiyacını karşılayacak bollukta olmadığı koşullarda, bireylerin ihtiyaçlarını karşılamalarının bir ölçütü olması gerekecektir. Topluma kendi emeğini sunan birey, ondan ihtiyacı kadarını alamayınca, alacağı tüketim nesnelerinin miktarını belirleyecek tek bir ölçüt olabilir, toplum bir başka ölçüt “keşfetmemiştir”: “Emeğine göre”. Birey, toplumdan, ona sunduğu emek miktarına eşdeğer miktarda (kuşkusuz, toplumsal fonlar için gerekli indirim yapıldıktan sonra, yani sunduğundan azını) emek-ürünü alacaktır.
Ama burada, henüz, bir değişim ilişkisi var demektir. Bir biçimdeki belirli bir miktar emek, eşdeğeri olan bir başka biçimdeki emekle değişilmektedir. Bu, bölüşüme konu olan nesneler, bireylerin tükettiği ürünler, tüketim maddeleri, kullanım değerlerine sahip olmalarının yanı sıra, aynı zamanda, değişim değerlerine de sahiptirler demektir. Ama bu, meta demektir. Değer yasasının işlevsel olması demektir. Ve öyledir.
Komünizmin ilk evresinde, tüketim maddeleri, meta olarak üretilirler ve meta dolaşımına girerler. Değerlerini belirleyen, üretilmeleri için harcanan toplumsal emek miktarıdır.
Marx, Gotha Programı eleştirisindeki ünlü pasajda bunu ortaya koymuştur:
“Bu bakımdan üretici birey olarak (gerekli indirimler yapıldıktan sonra) topluma vermiş olduğunun karşılığını alır. Onun topluma vermiş olduğu şey, birey olarak kendi emek miktarıdır. Örneğin toplumsal işgünü, bireysel iş saatleri toplamını temsil eder; her üreticinin birey olarak iş zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir bono alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve, bu bono ile, toplumun üretim maddeleri stoklarından emeğinin eşit bir miktarının maliyeti kadar bir miktar alır. Topluma bir biçimde sunmuş olduğu emek miktarını, ondan başka bir biçimde geri alır.
“Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimine hükmeden ilkenin aynıdır. Esas ve biçim değişiktir, çünkü koşullar değişik olduğundan, kimse emeğinden başka bir şey sunamadığı gibi, bireyin mülkiyetine bireysel tüketim maddelerinden başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bu maddelerin paylaşılması konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: bir biçimdeki aynı miktar emek, başka bir biçimdeki aynı miktar emekle değişilmektedir.
“Demek ki, burada da, eşit hak, ilke olarak, ilke ile pratik çelişmemekle birlikte, burjuva hukukundan başka bir şey değildir, oysa bugün eşdeğerler arasındaki değişim metalarda ancak ortalama olarak mevcuttur ve bireysel durumlarda söz konusu değildir.
“Ama bu ilerlemeye karşın, eşit hak, hâlâ burjuva sınırlar içinde kalmaktadır. Üreticinin hakkı, sunmuş olduğu emekle orantılıdır; buradaki eşitlik, emeğin ortak ölçü birimi olarak kullanılmasından ibarettir.” (34)
Eşdeğerler değişimi ilkesi, burjuva hukuk ilkesidir; ama “kapitalist toplumdan geldiği şekliyle bir komünist toplum” olan ilk evrede geçerlidir. Bu ilke, meta üretimi ve değişimine özgü ilkenin aynısıdır.
İlk evrede, bir tür meta değişimi (ve kuşkusuz meta üretimi) yapılmaktadır. Ama bu meta üretimi ve değişiminin esası ve biçimi değişiktir. Çünkü koşullar değişiktir. Üretim araçları toplumun malıdır ve emek toplum için harcanmaktadır. Kimse, birey olarak, emeğinden başka bir şey (örneğin sermaye) koyamamaktadır ortaya ve birey olarak tüketim maddelerinden başka bir şey (örneğin sermaye olarak işlev kazanacak üretim araçları) mülk edinememektedir. Başkasının emeğini kullanma ve artı-değer yaratmanın olanağı yoktur; işgücü meta değildir, ancak toplum yararına kullanılmaktadır. Bu koşullarda, meta üretiminin nitelik ve biçiminin değişmesinden ve kapitalizme yol açmasının olanaksızlaşmasından doğalı yoktur.
Emeğin (kaynakların) göreli kıtlığının, emek üretkenliği ve üretici güçlerin görece düşük bir gelişme derecesinin bir zorunlu sonucu olarak “emeğe göre” bölüşüm, bireysel tüketim maddelerinin, değişik türden de olsa, metalar olarak, değer yasasının etki alanında bulunmaları, toplumsal emeğin örgütlenmesindeki göreli gerilikle önemli ölçüde çakışmaktadır. Rusya açısından, 1938 veri olarak alınıp konuşulursa, sanayi ve tarımda özel mülkiyet ihmal edilebilecek boyutlardadır; kooperatifçi köylülüğün kişisel yan işletmesi de (evinin etrafındaki toprakta küçük özel üretim, birkaç küçük ve büyük baş hayvan vb.) önemli bir boyut oluşturmasa ve yalnızca toplumsal işletmeler yönünden bakılsa bile, göreli gerilikten kaynaklanan farklılıklar görülmektedir. Toplumsal emek, devlet işletmeleriyle kooperatif işletmelerde örgütlenmiştir. Devlet işletmeleri, gerek üretimin maddi teknik temeli gerekse işçilerin mülkiyet duygu, önyargı ve alışkanlıklarından uzak olmaları nedeniyle, tümüyle toplumsal mülkiyettir. Kooperatifler ise, devlete ait toprak üzerinde, yine devlete ait başlıca üretim araçlarını kullanırlar; ama yine de belli üretim araçlarına (çekim ve koşum hayvanları, belirli üretim aletleri, nakliye araçları, işletme binaları vb.) sahiptirler ve üretilen ürünlerin mülkiyeti kooperatiflere aittir. Bu, tarımın bütünüyle makinalaştırılmasındaki göreli geriliğin yanı sıra, başlıca, köylülerin, kolektivizm yoluna girmelerine rağmen, mülkiyet karşısında henüz ilgisizleşmemiş olmalarındandır. Ve kooperatif mülkiyeti, toplumsal bir mülkiyet olmakla birlikte, toplumsallaşma düzeyi görece geridir; kooperatifler, bütünüyle toplumun mülkiyetinde değil ama kooperatif üyesi topluluğun mülkiyetindedir, grup mülkiyetidir.
Bu toplumsallaşma farklılığı, devletle kooperatifler arasında, kooperatiflerin kendileri arasında ve kooperatifle bireyler arasında zorunlu olarak değişimi öngörür. Ve kuşkusuz değişim, eşdeğer değişimi olarak, meta değişimine hükmeden ilke uyarınca yapılır. Ancak böyle yapılabilir. Bu, kooperatif üretimin, meta üretimi olmasının doğal bir sonucudur. Kentle köy arasındaki bağlantı, kentin kooperatiflere sanayi ürünleri sunup karşılığında hammadde ve tarım ürünleri alması, ancak meta değişimi olarak gerçekleşebilir. Bunun ötesine geçilerek, metadan kurtulmak, mülkiyet biçimleri arasındaki farklılığın kalkmasını ve tek bir gelişkin toplumsal mülkiyet biçimi yaratılmasını zorunlu kılar. Başka türlü, görece dar ve gelişkin olmayan mülki ve teknik temelde emeğin üretkenliği de büyük bir hızla artmayacak ve üretici güçler, bolluk yaratacak düzeyde gelişemeyecektir. Stalin, komünizmin üst evresine geçişi hazırlamak için bir koşul olarak bunu saymaktadır:
“… kolektif çiftlik mülkiyetini, kolektif çiftliklerin ve dolayısıyla tüm toplumun yararına, yavaş geçişlerle genel halk mülkiyeti düzeyine yavaş yavaş yükseltmek ve meta dolaşımının yerine aynı şekilde yavaş geçişler aracılığıyla, bir ürün değiş-tokuşu sistemi koymak gereklidir ki, merkezi iktidar veya herhangi başka bir toplumsal-ekonomik merkez, toplumsal üretimin toplam ürününü toplum yararına kapsayabilsin.” (35)
Ama üretici güçlerin göreli geriliği ve farklı toplumsal mülkiyet biçimlerinin, bu geriliğin sonucu olarak kaçınılmaz olduğu koşullarda, bu, meta üretimi ve değişimi alanının genişlemesi demektir. Birinci evrede, bireysel tüketim maddelerinin yanında, grup mülkiyetine dayanarak yapılan üretim de meta üretimidir. Yalnız bu kadar da değil: Sanayinin grup mülkiyetine dayalı işletmelerle değişim amacıyla ürettiği mamul maddeler de metadır.
Ancak, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirildiği ve üretim araçlarının sosyalist mülkiyetinin gerçekleştirildiği, proletaryanın iktidarda olduğu koşullarda, meta üretimi, söylendiği gibi, esas ve biçim bakımından özel türden, değişik bir meta üretimidir. İşgücü meta olmadığı gibi, özel mülkiyet ve sermayeden koparılmıştır. Bu meta üretim ve değişimi, sömürüye yer olmayan koşullarda var olabilmektedir. Belirli sınırlar içine çekilmiş, sınırlandırılmıştır. Ne sınırsızdır ne de toplumsal ekonominin bütününü kapsamakta ya da ona damga vurmaktadır. Tersine sosyalist üretime bağlanmıştır. Ve zaten “Meta üretimi, kendi kendine yeterli, onu çevreleyen ekonomik koşullardan bağımsız bir şey olarak değerlendirilmemelidir. Meta üretimi, kapitalist üretimden daha eskidir. Köleci düzende vardı ve ona hizmet etti, ancak kapitalizme yol açmadı. Feodalizmde vardı ve ona hizmet etti, ancak, kapitalist üretim için belirli önkoşullar yaratmış olmasına rağmen, kapitalizme yol açmadı. Meta üretiminin, neden kapitalizme yol açmaksızın belirli bir dönem için sosyalist toplumumuza da hizmet edemeyeceği sorusu, meta üretiminin bizde kapitalist koşullar altında olduğu gibi sınırsız ve kapsayıcı bir yaygınlığa sahip olmaması, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti, ücretli iş sisteminin ortadan kaldırılması, sömürü sisteminin ortadan kaldırılması gibi belirleyici ekonomik koşullar sayesinde ona, kesin sınırlar çekildiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, kendini dayatıyor.” (36)
Sosyalist sanayinin kooperatiflere sattığı bir dizi donanım ve aygıt bir yana bırakılırsa, özel mülkiyet hemen tümüyle tasfiye edildikten sonra, birinci evrede, meta üretimi ve değişimi alanı, başlıca bireysel tüketim maddeleri ve kooperatif ürünleriyle sınırlıdır. Üretim araçları meta değillerdir. Üretim araçlarının ne çeşitli devlet işletmeleri arasında dağıtılması meta değişimi alanına girer ve üretim araçlarının meta olduğu anlamına gelir ve ne de Makina Traktör İstasyonları’nda toplanan tarım makinelerinin kooperatifler için çalışması, onların değişim alanında bulunduğu ve meta olduğunu gösterir. Devlet mülkiyetindeki işletmeler, farklı bir mülki birim ya da “özyönetim kuruluşları” benzeri “özerk karar birimleri” oluşturmamakta, aralarında değişim söz konusu olmamakta; yalnızca devlet, üretim araçlarını, onlara ihtiyaç duyan kendi organlarına dağıtmaktadır. Mülkiyetleri değişmemekte, bir elden bir başka ele geçmemektedirler. Özleri itibarıyla meta olmayan üretim araçları, göreceğiz, yalnızca, bilânço çıkarma ve hesap yapma açısından, meta biçimini korurlar; yalnızca hesaplama açısından fiyatlarıyla ifade edilen değerlere sahiptirler.
Kullanım değeri-değişim değeri sorunu
Nove, sosyalist planlamaya, Marx’ın bir “zaafı” olarak gördüğü “kullanım değerlerinin kıyaslanabilir olmaması” ve değişim değerinin hesaba katılmaması (değere dayanılmaması) gibi bir gerekçeyle de saldırmaktadır. Kuşkusuz piyasada fiyatlanmasını öngördüğü nesnelerin değişim değerine dayanılmaz ve herhangi bir sınırlama olmaksızın, eşdeğerler değişimine düzenleyici bir rol tanınmazsa (piyasa koşulları kabul edilmezse), planlamanın kullanım değerlerini kıyaslama ölçütüne sahip olamayacağı ve herhangi bir hesaplama yapılamayacağı ve ancak merkezi iradenin keyfi kıyaslamaları olabileceği düşüncesindedir. Bu durumda, plan, olanaksız olmaktadır. Nove, Marx’a atıflarla, kullanım ve değişim değeri üzerine, onları birbirine karıştırarak ve çoğu kez kullanılırlık/yararlılık ile kâr arasında olmayacak bir bağlantı kurarak, bir dizi yalan-yanlış masal okur; talebi kesindir: Piyasanın düzenleyici olması.
“İlk önce kullanım değerlerini ele alalım. Burada Marx’ın kendisi, benim görüşümce, kullanım değerlerini birbirleriyle kıyaslanamayacak kadar önemsiz olarak değerlendirmekte ve her şey bir yana, değer ile kullanım değeri arasında yapay ve geçersiz bir ayrıma giderek, pek çok karışıklığa neden olmuştur.” (37)
“Marx, kullanım değerlerinin kapitalizmde yalnızca piyasa aracılığıyla, ex post ve yetersiz biçimde kıyaslanabilir hale getirildiğini; oysa sosyalizmde, toplumun, bilinçli biçimde ve meta-para ilişkileri vb. aracılara gerek duymadan kıyaslamalar yapacağını söylemiş olabilirdi. Gelgelelim söylemedi; onun söylediği, farklı kullanım değerlerinin kıyaslanabilir olmadığıydı.” (38)
“… Çıkarılırken aynı nicelikte emek girdisi gerektiren iki (farklı- Ö.D.) ton kömür, ısı değeriyle, dolayısıyla değerleri bakımından farklılaşabilir. Güzel bir elbise, beğenilmeyen bir elbiseyle aynı nicelikte emek girdisi gerektirebilir. Aslında, bir piyasanın varlığı akılda tutulmadıkça, iki sepet malı üretirken aynı nicelikte insan çabası gerektiğinin bilinmesinin, aynı kullanım değeri taşıdıklarına inanmamız için kesin bir gerekçe oluşturmadığı çok açıktır, yoksa değil midir? ‘Değer’ sözcüğü, bir şeyin ya da birinin yaptığı değerlendirmeyi, o şey ya da kişi için değerli olmayı akla getirir.” (39)
“Sosyalist plancılar toplumsal bakımdan yararlı etkiyi, yani kullanım değerini hangi birimlerle ölçmelidir? Ayakkabıların, gemilerin, balmumu ve lahanaların kullanım değeri, para bazı dışında, nasıl kıyaslanabilir? Kıyaslamayı kim yapacak?” (40)
“Kimi mallar başkalarından daha ‘değerli’dir ve onların değerleri henüz karşılanmamış isteklerin yoğunluğundan, dolayısıyla mevcut mallardan etkilenir. Bununla birlikte, asıl önemli sorun hâlâ çözümsüzdür: Hesaplamalar hangi birimle ifade edilmelidir ya da edilecektir ve nasıl hesaplanacaktır? Yine aynı oranda önemli bir soru, bunu kim yapacaktır?” (41)
“Şimdi bütün saptanması gereken, ‘kullanım için üretim’in, piyasanın kaldırılmasının merkezileştirici mantığıdır.” (42)
Kullanım değeriyle değişim değerini de birbirine karıştıran bir dizi karmaşa, ama maksat ortada! Piyasasız olmaz!
Kuşkusuz bütün üretim, hangi üretim biçimi koşullarında olursa olsun, kullanım içindir. Kullanımı, tüketimi öngörmeyen üretim olmaz. Ama bu kullanımın hangi tarz düzenlendiği, temel bir sorundur. Kullanım, eşyalar piyasada değerlenerek mi gerçekleşecektir yoksa o kötü ünlü değer yasasının işe karışması olmaksızın, değişim değeri tarihe karışarak ya da tarihe karışması sürecinde üretimin (ve sonuç olarak kullanımın) düzenleyicisi rolü zaptı-rapt altına alınıp sınırlanarak mı?
Marx’in kullanım değerine önem vermediği saptaması galattır. O, sadece, kapitalizm koşullarında, kullanım değerlerinin değişimin konusu olduğunu ve satın alıcı için, kuşkusuz bir yararlılığı olması (bir kullanım değeri oluşturması) gerektiğini, toplumsal bir kullanım değeri oluşturması gerektiğini, ama değerlerinin, kendilerini, -birileri için “değerli” olduklarından değil-, kullanım değerlerinden tamamen bağımsız olarak, yalnızca, üretimleri için harcanmış toplumsal bakımdan gerekli emek niceliği olarak ortaya koyduklarını söylemiştir. Metalar birbirleriyle, yararlılıkları ölçüsünde değil, kendilerinde içerilmiş toplumsal bakımdan gerekli emek miktarıyla kıyaslanabilir ve değiştirilebilirler. Hepsinde ortak olan şey, çünkü cisimleşmiş insan emeği olmalarıdır. Hava örneğin, Nove, onun, insanlar için taşıdığı muazzam yararı ve oluşturduğu kullanım değerini inkâr edebilir mi? Ama emek ürünü olmadığı için hiçbir değere sahip değildir. Ve zaten kimse kimseyle havayı değişmez.
Metalar ele alındığında, metanın ikili karakterinin (kullanım değeri ve değişim değeri oluşturmaları) kaynağı emeğin ikili karakteridir. Kullanım değeri, somut bireysel emek tarafından yaratılır. Değerse, şu ya da bu kişinin harcamış olması şu ya da bu türden bir emek olması önemli olmaksızın soyut insan emeğine, toplumsal emeğe bağlanmıştır. Kapitalizmde (ve ona bağlanmış meta üretiminde) üreticiler işçi ve küçük üreticiler) emeklerini, bireysel ya da toplumsal olarak örgütlendiği koşullarda, bireysel emek olarak harcarlar. Ve ama emeklerinin toplumsal sonuçlarına yabancıdırlar. Emeğin kapitalizmdeki toplumsallaşması, bir dizi kapitalist kategori ve mekanizma dolayımıyla (üretim araçlarının özel mülkiyeti, işgücünün meta haline getirilişi, anarşik üretim, artı-değer, fiyatlar ve piyasa vb.) ve emekçiye karşı bir süreç olarak gerçekleşir. Değer, piyasa fiyatlarıyla ifade edilmek ve ancak bir ortalama olarak tutturulmak üzere, piyasada şekillenir. Kapitalizmde somut bireysel emek, sömürünün nesnesidir, toplumsal üretim sürecinde yarattığı ürün, özel biçimde mülk edinilir. Emek, başkaları için harcanır, bağımlıdır; toplumsal karakteri, özel mülkiyet üzerinden gerçekleşir. Bu nedenle, kapitalizmde, özel ve somut bireysel emekle ancak değişim sürecinde, piyasada oluşan, bu yüzden soyut bir kategori olan toplumsal emek, çelişiktir. Buradan giderek kullanım değeriyle değişim değeri de, bu çelişmeyi bağrında taşır.
Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmesiyle, bu çelişme ortadan kalkar. Bireysel emeğin, piyasa (ve para) ilişkileri “dolambacıyla”, kullanım değerinin değer olarak ifade edilmesiyle, toplumsal emek haline dönüşmesi, son bulur; emek -özel, bireysel emek olmaktan çıkarak- doğrudan toplumsal karakter kazanır.
Nove’nin ütopya olarak nitelediği bolluk toplumu açısından, -yine Nove’nin konuya ilişkin bir şey söylemediğini iddia ettiği- Marx, soruna açıklık getirir:
“Üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu ortaklaşa bir toplumsal düzen içinde, üreticiler ürünlerini değişmezler; aynı biçimde, ürünlerin içerdiği emek, burada, bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı gerçek bir nitelik olarak görünmez, çünkü artık, … bireylerin emekleri, dolambaçlı bir yol izleyerek değil doğrudan doğruya toplumun emeğinin bir parçası haline gelmektedir.” (43)
Engels, planlama açısından hesaplama sorununa, yalnızca ve yalnızca bu hesaplama ihtiyacını karşılamak üzere, ürünlerin üretimi için gerekli emek niceliğinin dikkate alınmasının gerekli olacağına, dipnotunda, “… yararlı etki ile emek harcaması arasındaki bu değerlendirmenin, komünist bir toplumda ekonomi politiğin değer kavramından kalacak tek şey” olduğuna değindiği Dühring eleştirisinde, komünizmin üst evresinde, “değer”in sonunu açıkça ilan etmiştir:
“Toplum üretim araçlarını mülkiyetine alıp da, onları, dolayımsız bir biçimde toplumsallaşmış bir üretim için kullanır kullanmaz, her bireyin emeği, özgül yararlılık niteliği ne denli farklı olursa olsun, hemen ve doğrudan doğruya toplumsal emek durumuna gelir. Bir ürünün içerdiği toplumsal emek niceliğinin, bundan böyle, önce bir dolambaç aracıyla saptanmasına gereksinme yoktur; ortalama olarak hangi niceliğin zorunlu olduğunu günlük deney doğrudan doğruya gösterir. Toplum, yalnızca, bir buhar makinesinde, son üründen bir hektolitre has buğdayda, belirli bir nitelikteki yüz metre kumaşta ne kadar çalışma saati bulunduğunu hesaplayabilir. Öyleyse, ürünler içine konmuş ve toplumun mutlak ve dolaysız bir biçimde bildiği emek niceliğini, onun doğal, eksiksiz, mutlak ölçeği olan zaman ile belirtecek yerde, bir üçüncü ürün durumundaki, bir zamanlar çıkar yol olarak kaçınılmaz bulunan, göreli dalgalanan, eksik bir ölçek (para-Ö.D.) ile belirtmekte devam etmek toplumun usuna bile gelemez… Öyleyse, yukarıda varsayılan koşullar içinde, toplum, ürünlere değer de yüklemez. Toplum, yüz metrekare kumaşın, üretimi için, diyelim bin çalışma saati istediği yalın gerçeğini, bu kumaş, bin çalışma saati değerindedir gibi şaşı ve saçma bir biçim altında dile getirmeyecektir. Kuşkusuz, toplum, o zaman da, her kullanım nesnesinin üretimi için ne kadar emek gerektiğini bilmek zorunda olacaktır. Üretim planını, en önemli parçasını emek güçlerinin oluşturduğu üretim araçlarına göre hazırlama durumunda kalacaktır. Planı belirleyecek olan şey, eninde sonunda, çeşitli kullanım nesnelerinin, kendi aralarında ve üretimleri için gerekli emek niceliklerine göre tartılmış yararlı etkileridir. İnsanlar, her şeyi, ünlü ‘değer’in işe karışması olmaksızın, çok yalın bir biçimde düzenleyeceklerdir.” (44)
Aynı şeyi, konuya ilişkin hiçbir şey söylemediği iddia edilen Marx da belirtmektedir:
“… Kapitalist toplumun ortadan kalkmasından sonra, ama hâlâ toplumsal üretimin devamı sırasında, değer belirlenmesi şu anlamda egemen olmaya devam eder ki, emek-zamanının düzenlenmesi, toplumsal emeğin çeşitli üretim toplulukları arasındaki dağılımı ve en sonu bütün bunları kapsayan defter tutma, her zamankinden daha önemli hale gelir.” (45)
Açıktır: Komünizmin üst evresinde değer, değişim değeri olmayacaktır; ürünler, yalnızca toplum ve bireyler için yararlı etkileriyle, kullanım değerleriyle anlamlı olacaklardır. Bu, değer yasasının da sonu demektir. Önemli bir şey ise şudur: Değerden geriye, yalnızca, toplumsal emeğin dağılımını belirleyecek planlamanın zorunlu saydığı ve onun gereği olarak ürünlerin üretimi için gereken emek-zamanlarının hesabını tutma (defter tutma) kalacaktır.
Burada, Nove’nin sorduğu “kim karar verecek?” sorusunun bir anlamı olabilir mi? Kuşkusuz, toplumsal olarak belirlenecektir. Devletin de ortadan kalktığı bu koşullarda, herkesin görev alabildiği bir toplumsal-ekonomik organ, belirleme ve uygulama işini yürütecektir. Yani, Nove’nin “karar vericilik” durumunda kaçınılmaz gördüğü (Troçkistlerin de SSCB şahsında suçladığı) “bürokrasi”, en küçük izi kalmamacasına ortadan kalkmış olacaktır. Artık herhangi birileri belirleyici olabilecektir.
Peki, henüz üretici güçlerin yeterince gelişmediği ve emeğe göre bölüşüm ilkesinin geçerli olduğu koşullarda ne olacaktır? Hele ’30’lar Rusya’sı gibi, henüz ü-retim araçlarının bütünüyle genel olarak toplumun mülkiyeti haline gelmediği, genel toplumsal mülkiyet yanında toplumsal grup mülkiyetinin varlığı koşullarında, kullanım değeriyle değişim değerinin ilişkisi nasıldır?
Üretim araçları toplumsallaştırıldığından, yine, bireysel emekle toplumsal emek arasındaki çelişme giderilmiş durumdadır. Emek, piyasa mekanizması dolambacıyla toplumsallaşmamakta, doğrudan toplumsal emek olarak, planla çeşitli üretim dallarına dağıtılmaktadır. Emek, özel türden değildir; işgücü metaı olarak şekillenmez. Ve önemlisi, insanlar birbirleriyle ilişkilerini, kapitalizmde olduğu türden, emeğin, somut ve soyut emek olarak ikili karakterini yansıtan bireysel ve toplumsal emek arasındaki çelişme üzerinden, ancak, piyasa dolayımıyla toplumsallaşan emek ürünü olarak değerlenen meta ilişkileri olarak “düzenlemezler”, meta fetişizmi aşılmıştır. Artık insanlar arasındaki toplumsal ilişkiler, metalar arasındaki ilişkiler olarak görünmez.
Ama meta üretimi devam ettiği sürece, emeğin, somut ve soyut emek olarak sahip olduğu ikili karakter belirli bir işlev görmeye devam edecektir. Bu, henüz “ihtiyaca göre” değil “emeğe göre” ilkesi geçerli kaldıkça, ya da bolluk toplumuna ulaşılmadıkça sürecek bir işlevsellik demektir. Bu koşullarda, üretici bireylerin toplumsal olarak harcadıkları somut emekle, henüz kaçınılmaz olarak bir değişim değerine sahip olacak metaların bu değerini belirleyecek toplumsal ortalama emek (soyut emek) hâlâ farklılık içinde olacaktır. Aynı nicelikte somut emekle bir üretici diğerinden fazla üretebilecektir. Bir üretici diğerinden daha yeteneklidir, daha yoğun çalışabilir vb. Bu, aynı ürünün, somut olarak farklı emek nicelikleriyle üretilebileceği anlamına gelir ve meta olarak ürünün değerini belirleyecek olan, yine, tek tek somut emekler değil, onların toplumsal ortalaması olarak soyut emektir. Değişim değerini hâlâ soyut emek belirlerken, o, kuşkusuz, kullanım değerini yaratan somut emekten belirli bir farklılık taşıyacaktır. Topluma somut emeğiyle veren üretici, tüketici olarak ondan soyut emeğin belirlediği bir nicel büyüklük olarak meta alabilecektir.
Bundan iki sonuç çıkar: Birincisi, henüz meta üretiminin görece önemli bir yaygınlığa sahip olduğu koşullarda, harcanan emek, üreticiler açısından zaman ölçütüyle değil, hâlâ, önemli ölçüde, para dolambacıyla, fiyatlanarak ölçülmelidir. İkincisi, birbirleriyle değiştirilen metalar (örneğin kooperatiflerin kolhoz pazarında sattıkları ürünler), soyut emek temelinde belirecek değerleri üzerinden değişilecektir.
Emeğin toplumsallaşma derecelerindeki farklılık da aynı noktaya çıkarır.
Toplumsal emek, kişisel yetenek ve verimlilik farklılıklarının ötesinde, örgütlenme biçimleri ve bu biçimlerin maddi teknik temelinin gelişmişlik derecesinin farklılığından gelen bir farklılığa da sahiptir. Tüm toplum çapında toplumsallaştırılmış emekle, kolhoz vb. çapında toplumsallaştırılmış emek arasında fark vardır. Üstelik küçük çaplı da olsa, kooperatif köylüleri kendi kişisel işletmelerinde bireysel emek de harcamaktadırlar. Ve üstelik sayılan işletmeler arasında meta değişimi (üretim araçları dışında) mevcuttur. Bu iki neden, toplumsallaştırmada derece farklılıkları ve meta değişiminin varlığı toplumsal emeğin doğrudan iş zamanı ile belirtilmesini (ikinci evrede hesap tutmak için gerekli olan bu “ölçme”yi) ve farklı türden somut emeklerin bu ölçüye göre kıyaslanmasını olanaksız kılar. Bu, emeğin bizzat kendisinin de, zaman ile ölçülmesinin olanaksızlığı anlamındadır. Bu olanaksızlık, toplumsal emeğin, değer ve onun biçimleri (para, pirim vb.) kullanılarak ölçülmesi zorunluluğunu doğurmaktadır. Üreticilerin somut emek türleri, meta değişimi üzerinden, metanın değerini yaratan soyut emeğe göre ölçülmektedir. Emeğin kendisi açısından da, durum farklı değildir. Henüz, üretici, Manc’ın dediği gibi, harcadığı emek zamanını belirten (toplumsal fonlar indirildikten sonra) bir bono almak yerine, ürettiği ürünlerin değerini belirten soyut emeğin ölçtüğü belirli bir ücret alır. Ama burada, ne özel emek toplumsal emek çelişmesi rol oynar, ne işgücü meta durumundadır, ne de bunları olanaklı kılabilecek üretim araçlarının özel mülkiyeti koşulları bulunmaktadır. Tersine emek toplumsallaşmış ve kendisi için olmuştur, üreticiler kendileri için çalışırlar. Ve proletaryanın devleti, somut emekle soyut emek arasında işçiler ve köylüler aleyhine ortaya çıkabilecek bir bozulmayı, -en başta halkın refahının artan ölçülerde yükseltilmesini amaç edindiğinden, ücretlerin sürekli yükseltilmesini ve tüketim maddelerinin fiyatlarının sürekli düşürülmesini gerçekleştiren bir politika izlemektedir- düzeltir.
Planlama, ikinci evrede olduğu gibi yalnızca hesaplama açısından değil, ama gerçek etkisi açısından da değeri, kullanım değerinin yanı sıra göz önünde bulundurur.
Kullanım değerini dikkat merkezine alır; çünkü sosyalizm, kullanım değeriyle yalnızca değerin ve özellikle artı-değerin taşıyıcısı olduğu ölçüde ilgilenen, bunun ötesinde insanlar için yararlı olanla ilişkisiz olan kapitalistlerden farklı ve onların tam karşıtı olarak, insanların yararı ve refahını amaç edinir. Kullanım değerleri üretimi ve kalitelerinin iyileştirilmesi, toplumun giderek artan ihtiyaçlarının giderek artan ölçüde karşılanabilmesini sağlayacağı için, büyük öneme sahiptirler. Temel ekonomik yasası, “toplumun sürekli artan maddi ve kültürel gereksinimlerinin azami ölçüde karşılanmasının garantilenmesi için, üretimin, üst düzeyde gelişmiş teknik temelde kesintisiz büyümesi ve sürekli mükemmelleştirilmesi” olan sosyalizmin kullanım değerleri üretimine temel bir önem vermemesi, kendisini inkâr olur.
Ama henüz toprağa gömülmediği sürece ve onu toprağa gömme amacına hizmet etmek üzere, planlama, değeri de, zorunlu olarak göz önünde bulundurur ve ona gereken önemi verir. Henüz, plan, yalnızca emek zaman kayıtlarının tutulması ü-zerinden gerçekleşemeyeceği ve emek bu temelde üretimin çeşitli dalları arasında dağıtılamayacağı için, planlama, kullanım değerleri üretimine yönelik olarak üretimin miktar olarak planlanması yanında, aynı zamanda, değer olarak da planlanmasına dayanabilir. Meta üretiminin, başka türlü, planın kapsam alanına alınması olanağı bulunamaz. Önceden belirlenmiş plan fiyatları olmadan, meta üretimi ve değişimin, değerler oluşumunun zorunlu olarak ortaya çıkaracağı fiyatlar, denetim altına alınamaz; metaların değeri ve onlara yönelik talep dikkate alınmadan ise, ne plan fiyatları belirlenebilir ve ne de hangi ürünün (tüketim maddeleri söz konusudur) ne kadar üretileceği (arz).
Değişim değerinin oynadığı rolle birlikte, aslında, komünizmin birinci evresinde değer yasasının hâlâ “sönmediğini” ve bir etkide bulunduğunu görmüş bulunuyoruz.
Değer yasası, bölüşümde etkilidir; bu alanda, düzenleyici bir rol oynar. İnsanlar, emeklerinin karşılığını, ihtiyaçları olan kullanım değerlerini elde ederek, alamamaktadırlar. Ancak emekleri kadar alabiliyorlar. Ve karşılık olarak aldıkları tüketim maddeleri meta olarak üretildikleri ve değere sahip oldukları için, yine ancak değer yasasının düzenleyiciliği altında alıyorlar.
Aynı madalyonun diğer yüzünü oluşturmak üzere, meta üretimi ve değişimi olduğu sürece, değer yasası etkisini göstermeye devam edecek demektir. Değer yasası, bu alanda düzenleyicidir.
Ancak, bu iki alanda da, ya da bir madalyonun iki yüzünü oluşturan bu tek alanda, değer yasasının düzenleyici etkisi, ancak belirli sınırlar içinde bir düzenleyici işlev görür, sınırlandırılmıştır. Bir piyasa oluşturmak üzere düzenleyici değildir.
Neye dayanarak sınırlandırılabilmiştir?
İlk olarak, kentte ve kırda üretim araçlarının toplumsallaştırılmış olmasına. Değer yasası, üretim araçları özel mülk sahiplerinin elindeymiş gibi, anarşi içinde gerçekleşecek üretimin, piyasada oluşacak fiyatlar aracılığıyla düzenleyicisi olamaz. Temel faktör yoktur: Üretim araçları özel mülkiyet konusu değildir. Ve emek kendisi içindir, toplumsallaştırılmıştır.
Meta üretimi ve dolaşımı alanı, birinci nedenle, kesinlikle daraltılmış, sınırlandırılmıştır. Başlıca, üretim araçları (kuşkusuz, yanı sıra sağlık, eğitim vb.) meta değillerdir, metalar olarak üretilmez ve dolaşıma girmezler. Bu alan, değer yasasının düzenleyici etkisinin dışında yer aldığı gibi, bizzat onun düzenleyici etkisini temelli olarak sınırlandırır. Ekonominin “hakim tepeleri” ya da “kumanda merkezi” olan ağır sanayi, banka vb. asıl düzenleyiciler olarak, değer yasasının rolünü sınırlandırmakta, değer yasasının düzenleyiciliği, bu “kumanda merkezlerini etkisi altına alamamaktadır.
Onun bu etkisi, sosyalizmin temel ekonomik yasası ve sosyalist ekonominin planlı gelişmesi nesnel yasasının işleyişi nedeniyle sınırlanmaktadır.
Planlama ve yıllık ve 5 yıllık planlar, değer yasasının rolünü sınırlandırmaktadır.
Bu rol, ayrıca, sosyalist devletin, tekelci karakterdeki tüm ekonomik etkinliği yoluyla da sınırlandırılmaktadır.
Değer yasasının bu sınırlandırılmış düzenleyici etkisi en iyi şekilde, meta dolaşımı alanında görülür: Metaların değeri ve onlara olan talep ve arz dikkate alınarak, bireysel tüketim maddeleri arasında belirli bir fiyat ilişkisi, planla saptanır. Plan, kişisel tüketim maddelerinin fiyatlarını “keyfi” olarak saptamaz; tümünün karşılaştırmalı değerleri, arz ve talepleri dikkate alınarak bir fiyatlar sistemi saptanır. Bu saptamada, değer yasası, gerçek bir yardımcı, gerçek bir düzenleyici olarak işlev görür. Ancak dikkat edilirse, yine de tam bir düzenleyici değildir. Piyasa yoktur, fiyatlar dikte edilmiştir; ama, değer yasası “uyarınca”, bu yasa dikkate alınarak dikte edilmiştir.
Kooperatif pazarında ise, değer yasası neredeyse tam bir düzenleyicidir. Burada fiyatlar arz-talep ilişkisiyle oluşmakta ve fiyat dalgalanmaları pazara sunulan meta miktarını ve hatta türlerini etkilemektedir. Neredeyse, küçük çaplı, ekonominin bütününü kucaklamayan bir piyasadan söz e-dilebilir. Ama bu “piyasa”, ekonominin bütününe bağlıdır. Metaların ana kütlesi, devlet ve kooperatif ticaretinde saptanmış plan fiyatlarıyla değişildiğinden, bu fiyatlar ve dikte edilmişlikleri, kooperatif pazarı ve fiyatları üzerinde kesin bir sınırlayıcı etki yapmaktadır.
Ancak, değer yasasının, yalnızca bölüşümle ve başlıca bireysel tüketim maddelerini ilgilendiren meta dolaşımı alanıyla sınırlı bir etkide bulunduğunu düşünmek yanıltıcı olur. O, sosyalist üretim üzerinde de etkide bulunur. Bu, düzenleyici bir etki değildir, ama etkidir. Stalin konuya ilişkin şunları söylemiştir:
“Ama değer yasasının etkileri yalnızca meta dolaşımı alanıyla sınırlı değildir. Üretimi de kapsar. Ne var ki, değer yasasının sosyalist üretimimizde düzenleyici rolü yoktur, ama yine de üretime etkide bulunur ve üretimin yönetiminde bu gözden uzak tutulmamalıdır. Şöyle ki: Üretim sürecinde işgücü sarfının karşılanması için gerekli olan tüketim malları, bizde değer yasasının etkisine tabi olan metalar olarak üretilmekte ve satılmaktadır. İşte tam da burada değer yasasının üretim üzerindeki etkisi kendini göstermektedir. Bununla bağıntılı olarak işletmelerimizde, ekonomik muhasebe ve verimlilik, maliyet, fiyatlar ve benzeri şeyler aktüel öneme sahiptir. Bu yüzden işletmelerimiz değer yasasını göz ardı edemezler ve etmemeliler.” (46)
Sanayi tarafından metalar olarak üretilen tüketim maddeleri üretimi, değer yasasının etkisine tabidir. Hem değişim için, satış için üretildiklerinden ve hem de şu iki nedenden: Birincisi, üretim sürecinde harcanan işgücünün yerine konması, meta olarak üretilen tüketim maddelerinin tüketimiyle mümkündür; işçi ücreti, meta dolaşımı alanıyla ilişkilidir. Meta dolaşımındaki tüketim maddeleri değere sahiptir ve yeniden üretilecek değerin bir bölümü ücreti karşılayacaktır. Ve ikincisi, üretilen tüketim maddelerinin değeri içine, yalnızca ücreti karşılayan tüketim maddelerinin değeri değil, yanı sıra kooperatifler tarafından meta olarak üretilen hammaddelerin değeri de girmektedir. (Ayrıca, üretimde kullanılan ve üretilen ürüne değerinin bir bölümünü aktaran -meta olmayan- üretim araçlarının yıpranmasını da eklemek gerekir.) Tüketim maddeleri üretimi sürecinin değer yasasının etkisi altında olduğu ve bu sanayinin ürettiği metaların değerini oluşturan, biri hariç bütün unsurlar, hem değere sahip ve hem de bu değer parayla ücret ya da fiyat olarak ifade edildiği için, değere sahip olmamasına karşın, üretim araçlarının da, yalnızca hesaplama açısından, parayla ifade edilen fiyatlarının kullanılması gerekli olmaktadır.
Aynı şey, üretim araçları üretimi sürecinde de gereklilik olarak belirmektedir. Değer yasası, üretim araçları üretimi üzerindeki etkisini, bu sektördeki işgücü harcamalarının karşılanması için gerekli tüketim maddelerinin değerini düzenleyici rolü dolayımıyla gerçekleştirmektedir. Meta olan tüketim maddeleri, ancak ücret olarak ödenen parayla satın alınmakta ve değer yasası, tüketim maddeleri ve ücret üzerinden üretim araçları üretimini de etkilemektedir. Buradan, komünizmin ikinci evresinde de tutulacak, değerden geriye kalan emek-zaman hesabının, henüz değerin ortadan kalkmadığı koşullarda, öz olarak değere sahip olmayan üretim araçları açısından, biçimsel olarak değere sahiplemiş gibi, ama bu kez emek-zaman hesabı olarak değil, fiyat biçiminde, parasal hesap olarak tutulması zorunluluğu doğmaktadır. Meta olmayan ve değere sahip olmayan üretim araçları, yalnızca, hesaplama açısından değer biçimini kullanmaktadırlar. Başka türlü, üretim sürecinde, hesabın bir bölümü yapılabilirken, asıl bölümü yapılamaz ve üretim bir bütün olarak hesaplanamaz ve dolayısıyla planlanamaz olacaktır.
Planlama, üretimi, miktarının yanında değer olarak da planlarken, kuşkusuz fiyat planlaması yapacaktır. Sosyalist ekonomide fiyat, ürün değerinin planlı olarak saptanmış parasal ifadesinden başka bir şey değildir. Planlama, bir bütün olarak üretimi, üretim araçları da içinde olmak üzere, fiyatların, tek tek ve birbirleriyle ilişkileri içinde saptanması aracılığıyla planlayıp yönetebilir. Üretim araçlarının fiyatları yalnızca hesaplamada kullanılmak üzere, fiyatlar, kuşkusuz yalnızca, metaların değerinden hareketle, bu değeri oluşturan toplumsal üretim maliyeti üzerinden saptanabilir.
Ancak, üzerinde durulan etkisiyle değer yasasının, sosyalist üretimin düzenleyicisi olmazken, onun planlanmasının temel bir unsuru olan plan fiyatlarının saptanmasının düzenleyicisi olduğu sanılmamalıdır. Değer yasası, fiyatlar üzerinde etkide bulunan etkenlerden biridir yalnızca.
Önceden belirtildiği gibi, değer yasası ve arz-talep dikkate alınarak dikte edilen fiyatlar, değerden belirli bir sapmayla saptanır. Fiyat mekanizması, emeğin, sanki piyasa koşulları geçerliymiş gibi, değer yasasının düzenleyiciliğinde bir dağılımını değil, belli dalların ve sektörlerin, belirli işletmelerin vb. teşvik edilmesini gözeterek, temelde ise, üretimin gelişkin teknik temelde sürekli gelişmesi ve halkın maddi ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması temel ekonomik yasasının gereklerine göre dağılımın düzenleme mekanizması olarak kullanılır. Bu fonksiyonuyla, planlamanın başlıca mekanizmalarındandır.
Üretim araçları “fiyatlarının, tüketim maddeleri ve genel olarak meta dolaşımının “değerlenmesi” ve bu değerlerin fiyatla ifadesinin kaçınılmazlığı koşullarında, ancak hesaplama için gerekli olduğu ve fiyatların, değer yasasının etkisi dikkate alınarak, ama artı-değer üretimi yerine miktar ve kalite olarak kullanım değerleri üretiminin artırılmasını (halkın artan ihtiyaçlarının karşılanmasını) amaçlayarak saptanıp düzenlendiği türden bir fiyat mekanizmasının, piyasada kendiliğinden ve dalgalanmayla bir ortalama olarak oluşan fiyatlarıyla kapitalist fiyat mekanizmasından öz ve biçim olarak farklı olduğu bellidir.
Bu fiyat ve fiyat mekanizmasının, örneğin O. Lange’ın arz-talebe göre (piyasada) belirlenen fiyatları ve onun mekanizmasıyla ilişkisiz olduğu kesindir. Yine Nove’nin, kapitalizmde de yaygın ölçülerle görülen tekelci fiyat diktelerini (tekel fiyatları, devlet tekeliyle saptanan tarım ürünleri taban fiyatları, ekmek vb. narhları vb.) sosyalizmde yadsıma olanaksızlığı nedeniyle kabul eder ve başlıca “merkezileşmiş devlet kuruluşları” açısından “fiyat denetimi”ni gerekli saymaktan kaçınamazken öne sürdüğü, piyasa ve fiyat mekanizmasıyla ilişkisi olmadığı, ortadadır.
Nove, “… Mal ve hizmetlerin büyük çoğunluğunun fiyatı ancak malı sağlayanla müşteri arasındaki görüşme (ayrıntı özellikleri, teslim tarihlerini, kalite gibi şeyleri kapsayan bir pazarlık) sürecinde konabilir” (47) diyerek serbest pazar ilişkilerini, piyasayı öngörür; kullanım değeri üzerine çeşitlemelerine karşın, fiyat saptanmasında uygun ölçüt olarak kâr ve kârlılığı düşünürken, rekabeti, kâr amacı ve düzenleyiciliğiyle kapitalizm ve piyasayı, buna uygun bir piyasa fiyatları mekanizmasını varsaymaktadır. Bunun, sözü edilen fiyat mekanizmasıyla en küçük bir ilgisi olamaz. (Fiyatların arz-talep koşullarını doğru yansıtması koşuluyla verili bir ücretler ve fiyatlar düzeyinde, karlılık etkinlik açısından uygun bir ölçüttür. (Nove, sf. 419) demektedir.)
Ancak yine de, planlamanın dayanakları ve araçlarından olan fiyatlar ve fiyat mekanizması, öz ve biçim olarak değişikliğe uğramış da olsa, “kapitalizmden geldiği şekliyle komünizm”de işlevsel olan, kapitalizmin kalıtsal unsurlarındandır. Tıpkı, öz ve biçim olarak değişikliğe uğrayan meta ve meta dolaşımı gibi. Tıpkı, sınırlanmasına karşın belirli bir rol oynayan değer yasası gibi.
Komünizm, kapitalizmle, kaçınılmaz olarak, onun, bir çırpıda yok edemediği, ama sınırlayarak ve öz ve biçim bakımından değişikliğe uğratarak kendi hizmetine koştuğu, bir dizi aygıt, kategori ve yasalarından yararlanarak çatışmakta ve gelişmektedir. Kapitalizmle, kapitalizmin unsurlarından yararlanır savaş… Bu, kendi özgül toplumsal ekonomik temelleriyle, serada yetişmiş gibi, var olamayacak ve var olmayan komünizmin gerçekleşmesinin, sosyalist inşanın zorunlu gereğidir.
Bu, zorunludur, bundan kaçılamaz; bütün sorun, meta ve meta dolaşımının alanını giderek daraltmak, değeri giderek başvurulması zorunlu bir unsur olmaktan çıkarmak, değer yasasının etkisini sınırlayarak, süreç içinde belli alanları değer ve değer yasasının etkisinden kurtarmak, fiyatlar ve fiyat mekanizmasını kullanmaktan kurtulmak, koşullan oluştukça, fiyatlandırılmamış ürünlerle fiyatlandırılmamış alanlar yaratmaktır. Meta, mata dolaşımı, değer, değer yasasının etkinliği, fiyatlar sınırlandırılarak ve yok edilmek üzere, zorunlu olarak kullanılan, tahammül edilen kategorilerdir. Yoksa gönül hoşluğuyla, beğeniye bağlı olarak benimsenmiş değil. Kapitalizmi bütünüyle (bütün unsur ve kalıntılarıyla) tasfiye etmek üzere, onun kalıntılarıyla, unsur ve kategorileriyle iş görüldüğünün bilincinde olmak ve ilk fırsatta, koşulları doğar doğmaz ve doğdukça, bunlardan teker teker kurtulmak tutumunda olmak gerekmektedir. “Kim-Kimi” sorusu, mülkiyet ilişkileri bağlamında çok uzun sürmeden çözülecektir, Rusya’da 1936 Anayasası çözüldüğünün işaretidir. Ama bu soru, bütünüyle tasfiye, meta, değer, fiyat vb. unsurlarıyla (yöneten-yönetilen ya da kafa ve kol emeği farklılaşmasıyla vb.) tamamen toprağa gömme, tabutuna son çivinin çakılmasıyla sonucuna varmadan, kesin bir şekilde yanıtlanmış sayılamaz. Bu unsurların, yanlış kullanıldıklarında, değişik bir biçimde de olsa, yeniden kapitalizmin yolunu açmaları, kendilerine uygun yapılar (yeni mülkiyet biçimleri, yeni sınıflar, sömürü ilişkileri vb.) yaratmaları olasılığı, son çivi çakılıncaya kadar vardır. En büyük uyanıklıkla sınıf mücadelesinin sürdürülmesi, bu unsurların gereğince kullanılmaları ve sınırlandırılarak tasfiyeleri yolunda ilerlenmesinden bir gün, bir saat bile geri durulmaması, komünizmin ikinci evresi yolunda yürümenin gereğidir.
Ekim-Kasım 1995
DİPNOTLAR
(1) Leninizm 4. Defter, Sosyalist İnşanın Zaferi Uğruna Mücadele. Sf. 43, İnter Yay. 1. Basım, Haziran 1992
(2)Sovyet Yönetiminin Örgütlenmesi, sf. 258 ve 264, Ekim Yay. 1. Baskı, Şubat 1990
(3) İşçi Sınıfı ve Köylülük, sf. 327-28, Sol Yay. 2. Baskı, Ocak 1990.
(4) Age, sf. 301
(5) Age, sf. 325
(6) Age, sf. 303–304
(7) Sovyet Yönetiminin Örgütlenmesi, sf. 175
(8) İşçi Sınıfı ve Köylülük, sf. 319
(9) Age, sf.323
(10) Age, sf. 346
(11) Lenin, Age, sf. 305
(12) Nove, sf. 91-92
(13) Leninizm, 4. Defter, sf. 52-53
(14) Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, sf. 320
(15) Sovyet Yönetiminin Örgütlenmesi, sf. 160
(16) Lenin, Sağ ve Sol Sapmalar Üzerine, sf. 123 Ekim Yay. 2. Baskı, Mart 1990
(17) Leninizm, 4. Defter, sf. 48
(18) Age, sf. 49-50, altını çizen Stalin
(19)Aktaran: A. Nove, Uyg. Sosy. İkt. Sf. 127
(20) Sağ ve Sol Sapmalar Üzerine, sf. 111
(21) Özetleyen Stalin, Leninizm’in Sorunları, sf. 583, Sol Yay. 1. Baskı, Şubat 1977
(22) Leninizm 4. Defter, sf. 50-51
(23) Uyg. Sosy. tkt, sf. 398-399
(24) Agy, sf. 399
(25) Agy
(26) Agy
(27) Sovyet Yönetiminin Örgütlenmesi, sf. 70
(28) Nove, sf. 400
(29) Agy, sf.401-402
(30) Agy, sf.13
(31) Agy, sf. 392
(32) Agy, sf. 404
(33) Agy, sf. 410
(34) Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, sf. 29-30
(35) Stalin, Eserler, Cilt. 16, sf. 339, Inter Yay., 1. Baskı, Haziran 1994
(36) Stalin, Age, sf. 292-293
(37) Nove, sf. 54
(38) Agy, sf. 55
(39) Agy, sf. 59
(40) Agy, sf. 69
(41) Agy, sf. 71
(42) Agy, sf. 72
(43) Gotha ve Erfurt…. sf. 29
(44) Anti-Dühring, sf. 483-484, Sol Yay. 2. Baskı, Mart 1977
(45) Kapital, 3. Cilt, sf. 890, Sol Yay. 1. Baskı Ağustos 1978
(46) Eserler, Cilt. 16, sf. 296
(47) Uyg. Sos. ikt., sf. 418