Anayasa değişikliği ve yargı reformu tartışmaları bir süredir Türkiye’nin temel gündemlerinden biri haline geldi.
AKP Hükümeti, yeni ve demokratik bir anayasa talebi içindeki milyonlarca işçi ve emekçinin karşısına, anayasa ve yargı reformu adı altında bir değişiklik paketi hazırlayarak çıkmış bulunuyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, AKP Hükümeti ve destekçileri her fırsatta, bu değişikliklerin Türkiye’nin demokratik bir anayasaya ve yargı sistemine kavuşmasının temel adımları olduğu yönünde propaganda yapıyorlar.
PEKİ, GERÇEK BÖYLE MİDİR?
Türkiye, AKP Hükümeti tarafından gündeme getirilen anayasa ve yargı sistemindeki değişiklikleri yaparak demokratik bir ülke olma yolunda ciddi ve somut adımlar mı atmış olacaktır?
Yoksa hükümet bu hamlesiyle, gerici burjuva sistemi ve kendi siyasal egemenliğini güçlendirmeyi mi amaçlıyor?
Ya da işçilerin, emekçilerin, halkın temel taleplerinin, katılımının, hak ve özgürlüklerinin yer almadığı bir anayasa demokratik olabilir mi?
Bu ve bir dizi başka soruya verilecek cevaplar, AKP Hükümeti tarafından gündeme getirilen anayasa değişikliği hazırlıklarının amacını görmek açısından tayin edici öneme sahiptir.
A) AKP HÜKÜMETİ NE YAPMAK İSTİYOR?
1 – Bugünkü anayasa 12 Eylül Askerî Darbesi’nin bir ürünüdür. 1982 yılında, askerî darbe koşullarının egemen olduğu baskı ortamında yapılan referandum ile yürürlüğe girmiştir.
Uluslararası emperyalist güçlerin ve işbirlikçi sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere gerçekleştirilen 1980 Askerî Darbesi sonrası gündeme getirilen ve “referandum”la halka onaylatılan ’82 Darbe Anayasası’nda ilk değişiklik yine sermayenin ihtiyaçları gözetilerek 17 Mayıs 1987 yılında yapılmıştır. O günden bu güne birçok hükümet tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararı ile 16 kez anayasa değişikliği yapılmıştır, bunlardan ikisinde ise referanduma gidilmiştir. 1982 Anayasası’nda ANAP döneminde 4 maddede; DYP-SHP döneminde 15 maddede ve Başlangıç Metni’nde; DSP-MHP-ANAP döneminde 37 maddede ve Başlangıç Metni’nde; AKP döneminde ise 27 maddede değişiklik yapıldı. Böylece toplam 177 maddeden ve 16 geçici maddeden oluşan 12 Eylül Anayasası’nın 87 maddesinde değişiklik yapılmıştır.
Ancak bu değişikliklerin hiç biri 12 Eylül Anayasası’nın darbeci ve anti-demokratik özünü ortadan kaldırmamıştır. Hatta bu değişikliklerle yamalı bir bohça haline getirilen anayasa, sahiplerinin bile ayağına dolanacak kadar problemli hale gelmiştir.
“AB’ye uyum” adı altında uluslararası sermayenin ve işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda önemli bölümü değiştirilen anayasa, AKP Hükümeti’nin hiçbir karşılığı bulunmayan “Kürt Açılımı”, “Alevi Açılımı”, “Roman Açılımı” girişimleri ve çalıştaylarından sonra, bir kez daha anayasanın 3’ü geçici olmak üzere 29 maddesi değiştirilmek istenmektedir. Bu değişiklikler de, ruhunu askerî faşist darbeden alan 12 Eylül Anayasası’nın özünü değiştirmekten uzaktır.
Dahası, AKP Hükümeti, gündeme getirdiği 29 maddelik değişiklikle bir referandum havası yaratarak, 12 Eylül Darbe Anayasası’nı bir kez daha halka onaylatmak istemektedir.
2 – AKP Hükümeti işbirlikçi patronların, ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin (AB) desteği ile sistemin ihtiyaç duyduğu bir anayasa değişikliğini gündeme getirmiştir.
Bu çıkışıyla AKP, aynı zamanda kendisinin sistem içerisindeki konumunu güçlendirmeyi, kadrolaşmasını pekiştirmeyi de amaçlamaktadır. Hükümet anayasa değişikliğini, ‘yargı reformu’, ‘demokratikleşme’ ve güçlü AKP formülü üzerinden hareket ederek gerçekleştirmek istemektedir.
İşçi ve emekçilerin, Kürt halkının, Alevilerin, farklı dil, kültür, kimlik ve inanç mensuplarının hak ve özgürlük talepleri karşısında devletin kolluk güçlerini harekete geçiren, şiddeti elden bırakmayan, 12 Eylül hukukunu devreye sokan AKP Hükümeti, halkın 12 Eylül Anayasası karşıtlığını, yargıya karşı duyulan güvensizliği, hak ve özgürlük özlemlerini suistimal ederek seçim öncesi gündeme getirdiği değişiklik paketi ile hegemonyasını daha da sistemleştirmek istemektedir.
Sadece bu yaklaşım bile, 29 maddelik değişiklik paketinin Türkiye’yi demokratikleştirmekten ve demokratik bir anayasaya kavuşturmaktan uzak olduğunu göstermektedir.
3 – Bugüne kadar yapılan düzenlemelerle 12 Eylül Anayasası’nın neredeyse yarısı değişmiş, anayasa sermayenin ve onların hükümetlerinin ihtiyaçları oranında revizyona uğramıştır. Ancak bu tablo aynı zamanda çarpıcı bir gerçeği de ortaya çıkarmıştır.
Anayasanın değiştirilemez maddeleri olarak kabul edilen ve devletin yapısını, işleyişini, şeklini, niteliklerini düzenleyen ilk 3 maddesi değişmedikçe, diğer maddelerde yapılan değişiklikler, şeklen yapılmış değişikliklerden öteye geçmemektedir.
Türkiye’nin demokratikleşme yolunda ileri bir adım atabilmesi için ilk 3 madde başta olmak üzere, 12 Eylül Anayasası tamamen ortadan kaldırılmalıdır.
Bu ise yeni ve demokratik bir anayasa olarak, başta işçi sınıfı olmak üzere, Türk ve Kürt emekçilerinin, aydınların, bilim insanlarının, gençlerin, kadınların, bütün bir emek, barış ve demokrasi güçlerinin mücadelesi ile mümkündür.
4 – Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti, daha önce de, sistemin ipliği pazara çıkmış kimi anti-demokratik kurum ve uygulamalarına karşı olduğunu ilan etmiştir.
Bunların başında Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK), Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Cumhurbaşkanı’nın üniversite rektörlerini ataması vb. kurum ve yasal düzenlemeler gelmektedir. Bunlara daha başka kurumlar, yasa ve uygulamalar da eklenebilir.
Başbakan Erdoğan ve AKP kurmayları hem hükümet olmadan önceki siyasi hayatlarında hem de hükümet oldukları sekiz yıllık süreçte, çeşitli vesilelerle bu kurumların anti-demokratik olduğunu söylemiştir. Hatta birçok kez, oligarşik, baskıcı bir yapının kuşatmasından dem vurmuştur.
Ancak AKP Hükümeti söz konusu kurumlarda yeteri kadar kadrolaşıp, yetkileri ele geçirip, kendi siyasi egemenliğini güçlendirdiğinde bu kurumların anti-demokratik karakterini unutmuştur. Aksine bu kurumların varlıklarını da, icraatlarını da yüksek perdeden savunmuş ve savunmaktadır. Yaşanmış deneyler bile AKP’nin bu yönlü girişimlerine güven duymamak için yeterince veri sunmaktadır.
Bugün artık, YÖK’ün 12 Eylül ürünü anti-demokratik bir kurum olmasını, RTÜK’ün sansür kurulu olmasını, Cumhurbaşkanı’nın, seçimlerden son sırada çıkan adayları rektör olarak atamasını vb. vb. hiç sorun etmemektedir.
Sadece bu örnekler bile Başbakan Erdoğan ve AKP Hükümeti’nin yalnızca “kendine demokrat ve kendine Müslüman” olduğunun çarpıcı göstergeleridir.
5 – Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti, 29 maddelik anayasa değişiklik paketi ile yeni bir saflaşma ve kamplaşma yaratarak, seçimlere doğru konumunu güçlendirme hesabı içindedir.
Bugüne kadar çeşitli konularda halkı karşı karşıya getirdiler. Son yıllarda ise değişimden ve demokrasiden yana olanlar-olmayanlar, açılımlardan yana olanlar-olmayanlar vb. kamplaşmalar yaratarak, halkın gözünü boyayan ve bu kamplaşmaların rüzgârı ile halktan destek alan hükümet, bir kez daha “aynı suda yıkanma” peşindedir.
Bugüne kadarki icraatlarıyla Türk ve Kürt işçilerinin, işçi ve emekçilerin gözünde önemli bir yıpranma yaşayan başbakan ve AKP Hükümeti, artık beklenti yaratma olanaklarına eskisi kadar sahip değil. Hükümet, kendisine karşı biriken tepkiyi, giderek yükselen ve birleşik bir yola doğru ilerleyen mücadeleyi bertaraf etmek ve yıpranmışlığını onarmak üzere anayasa değişikliği ve ‘demokratikleşme’ hamlesine sığınmış bulunuyor. Anayasa tartışmaları ve ne olacağı henüz tam olarak belli olmasa da gündeme getirilen referandum, AKP’nin seçim öncesi oynamak istediği temel kozudur. Bu gelişme bir kez daha mağduriyet edebiyatına sığınma hesabından başka bir şey değil.
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve demokratik bir anayasaya kavuşması ise, AKP’nin amacına ulaşmak için kullandığı bir sostur.
B) AKP’NİN ANAYASA PAKETİ NEYİ DEĞİŞTİRİYOR?
1 – Hükümet tarafından gündeme getirilen 29 maddelik anayasa değişikliği paketinin içeriğinde 12 Eylül Darbe Anayasası’nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasının dışında esas olarak iki temel düzenleme yapılmaktadır.
Bunlardan birincisi, yüksek yargı organlarının oluşturulmasında ve işleyişinde yapılan değişikliklerle, askerî yargıda yapılan kapsam değişikliğidir. İkincisi ise, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin getirilen yeni düzenlemedir.
Yüksek yargı ve askerî yargı konusunda gündeme getirilen değişiklikler konusunda AKP, bu düzenlemelerin yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayacağını iddia etmektedir.
Ancak AKP’nin bu değişikliklerle yargının bağımsız ve tarafsız konuma geleceği iddiası tamamen gerçek dışıdır.
2 – Anayasa Mahkemesi üyelerinin belirlenmesi konusunda yapılmak istenen düzenlemeyi ele alalım.
Değişiklik önerisinde, bugün 11 olan Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı 19’a çıkarılıyor. Bu 19 üyenin 16’sını Cumhurbaşkanı atıyor. Geriye kalan 3 üyeyi ise Meclis belirliyor. Anayasa Mahkemesi üyeleri 12 yıl boyunca görevde kalıyor.
Cumhurbaşkanı tarafından atanacak olan 16 üyenin 7’sinin kimler olacağı konusundaki inisiyatif tamamen Cumhurbaşkanı’nın keyfine bırakılıyor. Diğer üyelerin atanmasında ise yetkisi daha da genişletiliyor.
Böyle bir düzenlemenin yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlaması mümkün değildir.
Elbette, Anayasa Mahkemesi bugünkü haliyle bağımsızlıktan ve tarafsızlıktan uzaktır. Burjuvazinin temel ilkelerinden biri olan, “kuvvetler ayrılığı” normu bile ayaklar altına alınmıştır. Ancak, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini olağanüstü artıran bu düzenlemeyle durum değişmemektedir. Aksine önerilen değişikliklerle Anayasa Mahkemesi’nin bu konumu daha da pekişmektedir.
Böyle bir değişiklik, bırakın bağımsızlığı ve tarafsızlığı, Anayasa Mahkemesi’nin üzerindeki siyasi baskıyı, hükümetlerin baskısını artırmaktan başka bir sonuç doğurmaz.
AKP de bu düzenleme ile Anayasa Mahkemesi üzerinde egemen olma peşinde koşmaktadır.
Dahası Başbakan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini artıran bu değişiklik ile, kendisinin Cumhurbaşkanı olma hedefini açıkça ortaya koymaktadır. Başbakan Erdoğan daha bugünden kendi Cumhurbaşkanlığı’na yatırım yapmaktadır.
3 – Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda bir diğer aldatmaca ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) ilişkin yapılan değişiklikler konusunda gündeme getirilmiştir.
Yapılan değişiklikle HSYK’nın 7 olan üye sayısı 21’e çıkarılmakta, 5 olan yedek üye sayısı da 10’a çıkarılmaktadır. Daha önce HSYK üyelerinin belirlenmesinde herhangi bir yetkisi olmayan Cumhurbaşkanı’na bu düzenleme ile 4 asil üyeyi atama yetkisi verilmektedir.
Bu değişikliklerin, HSYK’nın yapısının belirlenmesinde yetkinin paylaşılmasına ve yapısının demokratikleşmesine hizmet edeceği öne sürülmektedir.
Bu iddialar gerçeklerden tamamen uzak iddialardır.
Çünkü HSYK’nın belirlenmesi konusunda Cumhurbaşkanı’na yetki verilmektedir. Adalet Bakanı’nın HSYK başkanlığı sürmektedir. Adalet Bakanlığı Müsteşarı HSYK’nın doğal üyesi olmaya devam etmektedir.
Elbette HSYK da bugünkü yapısıyla bağımsız ve tarafsızlıktan uzak bir konumdadır. Ancak tıpkı Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin önerilen değişikliklerde olduğu gibi, HSYK’da yapılan değişiklikler de bu durumu değiştirmemekte, aksine daha da güçlendirmektedir.
Adalet Bakanı’nın Kurula başkanlık etmesi, Bakanlık Müsteşarı’nın doğal üye olması ve Cumhurbaşkanı’na 4 üyeyi atama yetkisinin verilmesi gibi uygulamalar bunun göstergesidir.
Başbakan ve AKP Hükümeti bu konuda da yargıyı ele geçirme ve egemenliğini arttırma peşinde olduğunu açıkça ilan etmektedir.
4 – Anayasada yapılacak değişikliklerle, mevcut gerici burjuva sistemi güçlendirmenin, yargıyı ele geçirmenin ve siyasi rantın peşinde koşan hükümet, yürüttüğü demokratikleşme propagandasıyla gerçekleri ters yüz etmektedir.
29 maddelik değişiklik paketi ile “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel müracaat hakkının tanınmasının, çocuk haklarında iyileştirmenin, askerlere sivil yargı yolu açılmasının” demokratikleşmeye hizmet ettiğini söyleyen hükümet, esas amaçlarını gizlemek için, bu göstermelik düzenlemeleri propagandasının dayanağı yapmaktadır.
Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılması da bu propagandanın bir parçasıdır. AKP Hükümeti, Ergenekon soruşturması, darbe teşebbüsleri ve bu yönlü operasyonlar sürecinde sıkça karşılaştığı “12 Eylül darbecilerine neden dokunulmuyor?” eleştirilerini bertaraf etmek ve 12 Eylül Darbesi ve sonrasında büyük acılar çekmiş ve hak gasplarına uğramış toplumsal kesimleri “yumuşatmak” hesabıyla, son anda bu maddeyi de değişiklik paketine dahil etmiştir.
Geçici 15. madde, Milli Güvenlik Konseyi başta olmak üzere 12 Eylül darbecilerinin yargılanamayacağını içermektedir.
Hükümet, bu maddenin kaldırılması ile büyük bir demokratikleşme hamlesi yaptığını iddia etmektedir. Geçici 15. maddenin kaldırılmasıyla 12 Eylül darbecilerinin yargılanması yolunun açılacağı vurgulanmaktadır. Ancak 12 Eylül darbecilerini yargılayacak demokratik bir siyasi irade bulunmamaktadır. Darbecileri yargılayacak bir irade var mıdır sorusu hâlâ yanıtsızdır. Başbakan ve AKP Hükümeti böyle bir siyasi irade ortaya koymaktan uzaktır. 12 Eylül hukukunu ve kurumlarını kendi yükselişi için dayanak haline getiren bir hükümetten bunu beklemek, ölüden göz yaşı beklemek gibi bir şey. Ergenekon soruşturması da bunu göstermiştir. Türkiye’nin karanlık tarihiyle hesaplaşmak, gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamak gibi sistemi sarsacak yönlü gelişmeler AKP’nin kitabında yer almamaktadır.
Bütün bu gerçeklere rağmen Başbakan ve hükümet kendi kendini demokrasi kahramanı ilan etmekte ısrarlıdır. Çünkü bunu yaparak, gerçek bir demokratikleşme, insanca bir yaşam, eşit haklar, barış ve kardeşlik isteyen uyanış içindeki halk kesimlerini, aydınları, bilim insanlarını, sanatçıları, kadınları ve gençleri bölmek, beklenti yaratmak, sisteme ve kendisine yedeklemek istemektedir.
Türk ve Kürt halkından işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, aydınlar, bilim insanları, sanatçılar AKP Hükümeti’nin “demokratikleşme oyunu”na gelmeyecektir.
C) AKP HÜKÜMETİ VE MEVCUT HALİ İLE TBMM DEMOKRATİK BİR ANAYASA YAPABİLİR Mİ?
1 – Anayasa değişikliği hazırlıkları ile öne çıkan bir başka tartışma da, AKP Hükümeti’nin ve mevcut hali ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin demokratik bir anayasa yapıp yapamayacağıdır.
Başbakan Tayyip Erdoğan bu tartışmalara öfkeyle tepki gösteriyor; “Halkın oyu ile seçilmiş bir hükümet ve yine halkın oyu ile oluşmuş bir meclis neden demokratik bir anayasa yapamazmış” diye her zamanki tavrını sürdürüyor.
Başbakan seçimlere bir yıl kadar bir zaman kalmışken, 3 yıl önce %47 oy almış olduğunu söyleyerek, milleti adres gösteriyor.
Başbakan ve AKP Hükümeti bu tutumuyla bile nasıl bir demokrasi zihniyetine sahip olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.
Bu oy oranının demokratik bir anayasa için yeterli olup olmadığı bir yana, %47’lik bir halk desteğinin hâlâ arkasında olduğuna kendisi bile inanmamaktadır.
2 – Bugünkü meclisin demokratik koşullarda oluşmadığını ve halkın gerçek iradesini yansıtmaktan uzak olduğunu demokrasiden az çok nasibini almış olan herkes kabul etmektedir.
Meclisin bileşimi, tamamen anti-demokratik olan mevcut anayasa, seçim ve siyasi partiler yasasının sonucu oluşmuştur.
Sadece %10’luk seçim barajı başta olmak üzere, siyasi partilerin hazineden yardım alma koşulları, milletvekili adaylık şartları ve siyasi yasaklar bile seçim sisteminin ve siyasi partiler yasasının anti-demokratik karakterini göstermektedir.
AKP Hükümeti bu anti-demokratik yasaların hiç birine dokunmamaktadır. Dahası, Başbakan Erdoğan %10 seçim barajının kaldırılmasının doğru olmadığını, koalisyonlara neden olacağını ve istikrarı bozacağını her fırsatta söylemekte, işçi ve emekçilerin temsiliyetine engel çıkarmakta ve anti-demokratik baraj uygulamasını savunmaktadır.
3 – Başbakan ve hükümet, anayasa değişikliği konusunda toplumun büyük çoğunluğunun, işçi ve emekçilerin taleplerini ve iradesini yok saymaktadır.
Hükümet, ABD, AB, işbirlikçi patron örgütlerinin önerilerini dikkate alıp, desteğini almaktadır. Ancak sıra sendikalara, meslek odalarına ve kitle örgütlerine, emek, barış ve demokrasi mücadelesindeki siyasi partilere gelince, “bakın onlara da danışıyorum”un ötesine geçmeyen bir tutum takınmaktadır.
Hükümet, işçilerin, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, farklı dil, kültür ve inanç mensuplarının, çevrecilerin, gençlerin, kadınların örgütlü kesimleri başta olmak üzere, bütün halk kesimlerinin taleplerine ve isteklerine kulak tıkamaktadır.
Bırakalım bu kesimlerin taliplerini dile getirecekleri zeminleri oluşturmayı, bu kesimlerin kendi güçleriyle gündeme getirdikleri önerileri bile elinin tersiyle itmektedir.
Sonra da bu kesimlerin karşısına çıkıp, bugün fiilen kullanılır duruma gelmiş haklar düşünüldüğünde, düne göre ilerleme bile sayılamayacak anayasa değişiklikleriyle göz boyamaya çalışmaktadır.
Bu da herhalde Başbakan ve AKP Hükümeti’nin “tüccar siyasetinin ve siyasetçiliğinin” bir meziyeti olsa gerek.
4 – Başta CHP ve MHP olmak üzere, sistemin sacayakları durumunda olan başka bazı çevrelerde, anayasa değişikliği için mecliste genel bir mutabakatın şart olduğunu, bugün böyle bir mutabakatın olmadığını söyleyerek, anti-demokratik seçim sistemini savunarak AKP’ye itiraz etmektedirler.
Başbakan ve AKP Hükümeti’ni ilk günden beri desteklemiş olan yazar, akademisyen ve hukukçular bile benzer bir itirazı dile getirmektedir. Dahası hükümetin en önemli destekçisi konumundaki kimi liberal çevreler de aynı eleştirilerde bulunmaktadır.
Bu itiraz, eleştiri ve tepkilerin bir sonucu olsa gerek, Başbakan ve hükümet son dakikada anayasa değişikliği paketinde yeni düzenlemelere gitmiştir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısında gerçekleştirmek istediği değişiklikler konusunda kısmi bir geri adım atmıştır. Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılmasını değişiklik paketine dahil etmiştir.
Bu son dakika hamleleri bile, aslında atılan büyük demokratikleşme nutukları ve estirilen demokrasi rüzgârlarının arkasındaki küçük hesapları, düzen siyasetinin kirli oyunları ve pazarlıklara dayalı çirkin yüzünü gözler önüne sermeye yetmektedir.
Ayrıca, mevcut siyaset ve iktidar kavgası çarkının dişlileri konumundaki AKP, CHP ve MHP arasında anayasa değişikliği konusunda bir mutabakatın olması da, memleketin demokratikleşmesi açısından bir ilerleme göstergesi olamaz. Bu bakımdan, CHP, MHP ve aynı kulvardaki güçlerin muhalefetini, demokratikleşme kaygısı olarak değerlendirmek mümkün değil. Emek, barış ve demokrasi güçlerinin, işçi ve emekçilerin, Kürt halkının, Alevilerin, farklı dil, kültür ve inanç mensupları gibi çevrelerin tepki ve kaygıları ile statükocu, 12 Eylül savunucusu, emek, barış ve demokrasi karşıtlarını aynı kategoride değerlendirmek yanlış olur.
D) İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN, EZİLENLERİN, HALKIN TALEPLERİNİ, TEMEL İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNİ İÇERMEYEN BİR ANAYASA DEMOKRATİK OLAMAZ!
Demokratikleşme ve anayasa arasındaki bağa ilişkin şüphesiz çok şey söylenebilir. Dahası, hükümetin gündeme getirdiği 29 maddelik anayasa değişikliği paketi ile birlikte çok şey söylenip, tartışılmaya başlanmıştır.
Ancak kesin olan şey şudur: Türkiye’nin içinde bulunduğu durum; işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, Kürt halkının, Alevilerin ve farklı dil, kültür ve inanç gruplarının çözüm bekleyen acil sorun ve taleplerine yanıt vermeyen bir anayasa demokratik olamaz. Birkaç başlığın araya sıkıştırılmış olması, değişikliğin özünü ve amaçlarını değiştirmemektedir.
Demokratik bir anayasanın yapılması, ancak askerî darbe dönemiyle tahkim edilmiş mevcut gerici burjuva cendereden çıkmayı hedefleyen genel bir demokratikleşme sürecinin parçası olabilir. Demokratik Türkiye mücadelesinden bağımsız olmayan, demokratik anayasa sorunu ancak gerçek demokrasi güçlerinin, işçi sınıfının ve halkın eseri olabilir.
Bu çerçevede;
1- Türklerin ve Kürtlerin tam hak eşitliğine dayalı, iki halkın bir arada yaşamasını garanti altına almadan;
Bu temelde bölgesel özerklik de dahil, Kürtlerin demokratik hak ve taleplerini karşılamadan;
Azınlıkların varlığını kabul edip, haklarını tanımadan;
“Tek millet, tek dil, tek din, tek bayrak vb.” tekçi ve şoven anlayışlardan kurtulmadan
Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.
2 – Devletin tüm din ve mezheplere karşı eşit uzaklıkta durmasını sağlamadan;
Bunun için din derslerini zorunlu olmaktan çıkarıp, diyanet ve imam hatipleri kapatıp gerçek bir laikliğin temelini oluşturmadan;
Alevilerin, farklı inançların ve inanmayanların demokratik taleplerini karşılamadan
Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.
3 – 12 Eylül Askerî Darbesi’ni mahkûm etmeyen ve onun ortaya çıkardığı bütün kurum ve yasalarla hesaplaşan bir siyasi iradeyi ortaya koymadan;
Başta JİTEM, Özel Harekât Dairesi, Örtülü Ödenek vb. kontrgerilla faaliyetlerinin dayanağı olan kurum ve uygulamaları kaldırıp, bugüne kadarki suçlarını kabul edip, sorumlularının yargılanmasını teminat altına almadan
Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.
4 – Seçimlere doğru gidilen bir süreçte %10 ülke seçim barajı başta olmak üzere, tüm ayrıcalıklar ve seçim barajları kaldırılmadan;
Seçim yardımı adı altında halkın olanaklarının, hazinenin yağmalanmasına son verilmeden;
Bütün siyasi partilerin eşit koşullarda seçime girmesinin koşulları sağlanmadan
Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.
5 – İşçilerin, emekçilerin örgütlenme ve siyasi faaliyet yürütmesinin önündeki engelleri kaldırmadan;
Başta dayanışma grevi olmak üzere, grev ve toplu sözleşme alanında sınırsız özgürlükler getirip, lokavtı yasaklamadan;
Kamu emekçilerinin grevli, toplu iş sözleşmeli sendika hakkını tanımadan;
Sendikasız, sigortasız işçi çalıştırmayı suç saymadan;
Sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi yapmanın önünde engel olan her tür baraj ve yasağı kaldırmadan
Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.
6 – Sağlık ve eğitim hakkı başta olmak üzere, kamu hizmetlerinin devlet tarafından nitelikli, parasız ve zorunlu olarak verilmesini sağlamadan, kadınlara eşit haklar ve pozitif destek tanınmadan, çocuk hakları, çevre, tarih ve doğanın korunması temel alınmadan;
TEKEL işçileri ile birlikte on binlerce işçi ve emekçiye dayatılan 4-C uygulaması başta olmak üzere, işçileri, memurları ve köylüleri açlığa, sefalete, kölece yaşam koşullarına mahkûm eden iş ve çalışma yasalarını ortadan kaldırmadan;
İnsanca bir yaşam, ulaşım ve barınma hakkını devlet olarak karşılamayı garanti etmeden;
Bu kapsamda gerekli sosyal yardımların düzenli ve maddi olarak yapılmasını zorunlu hale getirmeden
Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.
DEMOKRATİKLEŞME VE DEMOKRATİK BİR ANAYASA;
TÜRK VE KÜRT MİLLİYETİNDEN İŞÇİ SINIFININ, EMEKÇİLERİN, FARKLI İNANÇLARDAN EMEKÇİLERİN, KADINLARIN, GENÇLERİN, AYDINLARIN VE BİLİM İNSANLARININ ESERİ OLABİLİR!