Son konferansımızdan bu yana, kapitalist dünya ekonomisinin gelişme süreci açısından yaşanan en önemli gelişme; 2009 yılının ikinci çeyreğinde başlayan büyümenin yerini giderek durgunluğa bırakması ve kapitalist dünya ekonomisinin hemen tüm sektörlerde yeni bir daralma sürecine doğru sürüklendiğini gösteren belirtilerin yoğunlaşmasıdır. İkinci çeyreğinden itibaren başlayan büyümeye karşın, 2009’da %6.6 oranında daralan dünya sanayi üretimi; 2010’da %10 büyüdü. Dünya sanayi üretimi, 2010 yılının Haziran ayında, 2008 krizi öncesinin en yüksek düzeyini aştı. Ancak büyüme hızı, 2011 yılının birinci çeyreğinden sonra düşmeye başladı ve son çeyrekte %0.4’e kadar geriledi. 2011’de dünya sanayi üretimi artış hızı, bir önceki yıla göre yarıya yakın düşerek, %5,4 oldu. 2012 yılın ilk çeyreğinde ise, büyüme hızı hafif bir yükselişin ardından tekrar düştü. Bir önceki çeyreğe göre geçen yılın son çeyreğinde %0,4 oranında büyüyen dünya sanayi üretimi, 2012’nin birinci ve ikinci çeyreklerinde sırasıyla %1,8 ve %0,0 oranında büyüdü. Tüm veriler; kapitalist dünya ekonomisinin, büyüme hızında; 2011 yılının ilk çeyreğinden sonra başlayan gerilemenin, dalgalanmalar olmakla birlikte sürdüğünü, bu yılın ortalarında sıfıra doğru yaklaştığını ve yeni bir daralma sürecine doğru ilerlediğini göstermektedir.
Toplam ekonomik büyüklüğü ABD’den daha fazla olan Avrupa Birliği, dünyanın üçüncü büyük ekonomisi Japonya ve Asya’nın en büyük ekonomilerinden biri olan Hindistan sanayi üretimi; 2011 yılının son ve 2012’nin birinci ve ikinci çeyreklerinde, önceki yılların aynı dönemlerine göre ard arda daraldı. Latin Amerika’nın en büyük ekonomisi Brezilya sanayi üretimi, son iki çeyrekte aynı şekilde negatif büyüme sürecine girdi. Mısır ve Tunus gibi kuzey Afrika ülkelerinin yanısıra, Arjantin, Kolombiya ve Peru’nun içinde yer aldığı birçok ülkede negatif büyüme yaşandı.
2010’da %14.4, 2011’de %13.8 oranında artan Çin sanayi üretimi büyüme oranı, bu yılın ilk çeyreklerinde önceki yılın aynı dönemlerine göre sırasıyla %11.6 ve %9,5’a geriledi. Bu oranlar, Temmuz’da %9.2’ye, Ağustos’ta %8,9’a düştü. Oysa Hindistan’nın yanı sıra esas olarak da dünyanın krizle sarsıldığı 2008 ve 2009 yıllarında %12.9 ve 12.3 büyümüş olan Çin, krizin daha da derinleşmesini engelleyen ve dünya ekonomisinin tekrar büyüme sürecine girmesinin unsurlarından biri olmuştu. Fakat içinde bulunduğumuz dönemde Çin’in durumu o yıllardan farklı. O, şimdi, finans kesiminde balonların ve köpüklerin oluştuğu, inşaat ve emlak söktörlerinde tıkanmaların ve başta demir-çelik olmak üzere çeşitli sektörlerde stokların birikmeye başladığı bir ülke. İç pazarı canlandırmak için yüz milyarlık paketler uygulanmasına karşın büyüme hızı düşen ve daha da düşecek olan Çin ve Hindistan, içinde bulunduğumuz dönemde aynı rolü oyayamaz. Çin’in yanısıra, Meksika ve Rusya’nın da içinde yeraldığı BDT’nin sanayi üretimi son üç çeyrekte de büyümeye devam etti. Ancak, belli başlı kapitalist ülkeler sanayi üretiminin ve dünya ticaret hacminin daralmaya devam etmesi durumunda, onların büyüme hızlarının daha da düşmesi kaçınılmazdır.
Basit meta üretiminden farklı olarak, üretim araçları üreten sektörlerin tüketim araçları üreten sektörlerden daha hızlı büyümesi, genişletilmiş yeniden üretimin koşuludur. Ancak üretimin kâr amacıyla ve bilinmeyen bir pazar için ve kâr amacıyla yapıldığı kapitalizm koşullarında; iki sektörün uyumlu bir orantı içinde büyümesi mümkün değildir ve bu krizlerin kaçınılmaz kılan etkenlerden biridir. Öncesinde olduğu gibi, son üç yılda da bu iki sektör orantılı büyümedi. Üretim araçları üreten sektörlerde de siparişlerin gerilemesi, atıl kapasite oranının artması, stoklar ve büyüme hızının düşmesi gündeme geldi.Üretim araçları üreten kesimin önemli bir bileşeni olan demir-çelik sektörü, 2010 ve 2011 yıllarında, tüketim araçları üreten sektörlerden daha hızlı büyüdü. Dünya Demir Çelik Birliği’nin verilerine göre, 2010’da bir önceki yıla göre %15 büyüyen dünya ham demir-çelik üretiminin büyüme hızı; 2011’de %6.2’ye geriledi. Bu yılın Ocak ayında % 8 civarında keskin bir düşüş gösteren dünya ham çelik üretiminin, Ocak-Mayıs dönemindeki büyüme oranı ise %0.8. Dünya ham çelik üretimi Ağustos ayında bir önceki yılın aynı ayına göre %1 düştü. Aynı ayda Japonya’da %3.3 (tusinami nedeniyle geçen yıl demir-çelik üretimi düştüğü için anlaşılabilir bir büyüme) ve Hindistan’da %2.6 artan çelik üretimi; Çin’de %1.7, ABD’de %3.8, Avrupa Birliği’nde %4.4, Almanya’da %7.1, İtalya’da %15,5 ve BDT’de %3.8 oranında düştü. Çin limanlarında, Nisan ayından itibaren %2.9 artışla 98,15 milyon tona ulaşan demir cevheri stoklarının %70’i çelik tesisilerine ait. Çin kömür stokları son üç yılın en yüksek düzeyinde bulunuyor.
Üretim araçları üreten sektörün bir başka önemli unsuru olan makina yapım sanayiinde siparişler ve üretim, başta Almanya olmak üzere birçok ülkede gerilemeye başladı. Bu, Almanya’da sanayi üretimindeki düşüşün en önemli nedenlerinden biri oldu.
Kapitalist üretim biçiminde; tarım, teknik temeli ve gelişme düzeyi bakımından sanayii geriden izler. Tarımsal üretim, hala iklim değişiklikleri ve bunun yolaçtığı kuraklık, sel ve diğer doğal afetler gibi doğa koşullarındaki gelişmelerden önemli ölçüde etkileniyor. Tarımsal üretim giderek daha çok tekellerin denetimine giriyor ve mali sermayenin spekülatif girişimlerinin konusu oluyor. Başta tahıl olmak üzere dünya tarımsal üretimi, olumsuz doğa koşulları, biyoyakıt üretimi için ayrılan tarımsal ekim alanlarının büyümesi vb. birçok etkene bağlı olarak 2010 yılında geriledi. Bir önceki yıla göre daha olumlu doğa koşulları, artan talep ve yapılan spekülasyonla tarım ürünleri fiyatlarının aşırı yükselmesi vb. etkenler sonucu, tarımsal üretim 2011 yılında arttı. Örneğin buğday üretimindeki artış, bir önceki yıla göre yaklaşık % 6 oldu.
2009 yılında %12.7 oranında daralan dünya ticaret hacmi, Dünya Ticaret Örgütü’nün verilerine göre; 2010 yılında gerçekleşen %13.8 büyümenin ardından, sert bir düşüşle %5 (CPL’nin verilerine göre %15,2 ve %5.8) seviyesine geriledi. Geçen yılın son çeyreğinde %0.5 büyüyen dünya ticaret hacmi, bu yılın birinci ve ikinci çeyreklerinde, önceki çeyreklere göre sırasıyla %0.9 ve %0.5 büyüdü. Haziran ve Temmuz aylarında da dünya ticaret hacmi, 2011 yılının 10. ve 11. aylarının ardından, önceki aylara göre, 2 ay üst üste %1,5 ve %0,2 oranlarında daraldı (negatif büyüme).
Dünya sanayi üretimi 2008 krizi öncesinin en yüksek düzeyine 2010 yılı Haziran ayında erişir ve bir sonraki ayda aşarken; dünya ticaret hacmi 2008 yılının en yüksek düzeyini, ancak, 2011 yılı 11. ayında aşabildi. 2008 krizi öncesinin en yüksek düzeyine (Nisan ayı) göre, bu yılın Temmuz ayında; dünya sanayi üretimi yaklaşık %9.5, toplam dünya ticaret hacmi ise ancak %5 civarında büyüyebildi.
Dünya ticaret hacminin gelişmesine ilişkin veriler, kapitalist dünya pazarının büyüme hızını bire bir yansıtan bir özellik taşımasa da, onun gelişme seyrini gösteren en önemli verilerden biridir. Bu veriler; son üç yılda dünya toplam sanayi üretiminin pazarlardan daha hızlı büyüdüğünü, kapitalist dünyanın, krizlerin temelini oluşturan aşırı üretim sorunuyla karşa karşıya olduğunu göstermektedir. Aşırı üretimin kaçınılmaz sonuçları ise; üretimin kısılması, fabrikaların kapanması ya da düşük kapisetede çalışması, işsizliğin ve yoksulluğun artması, bolluk içinde yoksulluk ve bunu izleyen pazarlardaki daralmadır. Dünya sanayi üretim hızında 2011 ikinci çeyreğinde başlayan sert düşüş ve dünya ticaretinin büyüme hızındaki gerileme bu temelde gündeme geldi. Kuzey Afrikadaki gelişmeler ve Yunanistan, İspanya, İtalya, İngiltere, Portekiz vb. ülkelerde uygulanan saldırı paketleri bu süreci hızlandıran ve sonuçlarını ağırlaştıran bir başka etken oldu.
YENİ BİR MALİ KRİZE DOĞRU
2008 krizi finansal bir kriz olarak uç vermiş, başta sanayi ve ticaret olmak üzere diğer sektörlerlerdeki krizi derinleştirerek ve finans sektöründe, sonuçları sonraki gelişme sürecini etkilleyen sarsıntılara yolaçarak gelişmişti. Krizin tahrip edici sonuçlarının tekeller açısından daha da ağırlaşması, finans sektörünün çökmesi ancak triliyonlarca doların kapitalist devletler tarafından tekellerin kasalarına aktarılmasıyla engellenebilmişti. Tekellerin kasalarına aktarılan triliyonlarca dolar ise, para basarak, daha çok da yüksek faizlerle iç ve dış piyasasalardan borçlanarak sağlanabildi. Bunun sonuçları ise; başka şeylerin yanı sıra, en başta da devletlerin aşırı borçlanması, borç ve faiz yükünün artışı ve altının yükselişi, hemen bütün paraların temsil ettiklerii değerin düşmesi oldu.
Aralarında farklılıklar olmakla birlikte ülkeler; artan harcamalarını, büyüyen bütçe açıklarını, borç taksitlerini ve faizlerini tekrar ve yükselen bir trendde borçlanarak finanse edebildikleri ve yeni finans ve para krizlerinin unsurlarını bağrından taşıyan ve geliştiren kısır bir döngünün içine girdi. Kapitalist dünya 2009 yılı ikinci yarısında başlayan büyüme sürecine, 2008 krizinden devraldığı bu kamburla girdi. Kapitalist dünya ekonomisinin 2009’un ilk çeyreğinden sonra büyüme sürecine girmesi, bu büyümeden yararlanan ve büyüme sürecine giren ülkelere geçici de olsa nefes alma ve tıkanmanın eşiğine gelmiş olan mali çarkı döndürme olanağı sağladı. Kapitalist dünya ekonomisinin tekrar büyüme sürecine girmesinin ardından altının yükselişi durdu, hatta kısa bir süre düştü. Çin gibi yüksek büyüme hızını gerçekleştiren ülkelerin devlet borçlarının GSYİH’ya oranı geriledi. Ancak başta ABD ve Japonya olmak üzere belli başlı kapitalist ülkelerin devlet borçları, kapitalist dünya ekonomisinin büyüme sürecine girmesinden sonra da devam etti. ABD’nin devlet borçları 16, bu yılın ortalarına kadar büyüyen Almanya’nın borçları da 6 trilyon dolara yükseldi. Diğer kapitalist ülkeler açısından da durum farklı değil. Neredeyse yükselen bir trendde borçlanma, mali çarkın dönmesinin ve ekonomomik büyümenin koşulu haline geldi. Fakat, bu aynı zamanda ekonominin tüm sektörlerini derinden etkileyecek bir mali krizin taşlarının döşendiği yoldur.
2008 ve 2009 yıllarının ikinci çeyrekleri arasında dünya sanayi üretiminde gerçekleşen sert düşüşün ve patlayan mali krizin ardından büyüme sürecine giremeyen ve aşırı borçlanan ülkeler açısından ise süreç; ekonominin diğer sektörlerini de derinden etkileyecek ve bu ülkeleri iflasın eşiğine getirecek olan mali bir krize doğru sürüklenme oldu. Bunun ilk örneği, cılız sanayisi AB’ne girmesiyle birlikte büyük ölçüde tasfiye edilen ve 2008 krizinin ardından ekonomisi 2009 yılında da büyüme sürecine giremeyen ve yılın sonlarına doğru iflasın eşiğine gelen Yunanistan oldu. Onu, aralarında sanayinin gelişme düzeyi, borçlarının GSYİH’ya oranı vb. bir çok bakımdan önemli farklılıklar olan, ancak kriz ve durgunluk girdabından çıkamayan Portekiz, İspanya, Macaristan ve diğerleri izledi.
Borç kıskacındaki ülkelere, 1929 bunalımı gibi derin bunalımlar ya da savaşlar dışında tanık olunmayan bir hızla halkları yoksullaştıran, ekonomileri tahrip eden, bir sonucu da iç pazarların ve dış ticaretin daralması olan paketler dayatıldı. Bu paketler, işçi sınıfının ve halkların mücadelelerine karşın, doğrudan alacaklı büyük emperyalistlerin, IMF, Dünya Bankası ve AB gibi uluslararası kuruların denetiminde, ulusal çıkarlara tam bir ihanet içinde olan, milyarlarca doları yabancı bankalara kaydıran halk düşmanı işbirlikçi tekelci burjuvaziye ve temsilcilerine dayanarak uygulandı. Halkların ulusal gururu, bağımsızlık ve egemenlik hakkı, hoyratça ayaklar altına alındı. Mali sektörü daha güçlü olan ve 2011 başlarından bu yana sanayi üretimi ve ekonomisi daralan Büyük Britanya da tasarruf paketleri uygulayan ülkeler kervanına takılmak zorunda kaldı.
2011 yılının ikinci çeyreğinde başlayan dünya sanayi üretimi büyüme hızındaki sert düşüş ve bu yılın ilk yarısındaki gelişmeler; uluslararası ölçekte finansal bir krizin unsurlarını geliştirirken, 2008-2009 krizi sonrası dünya kapitalist ekonomisinin büyüme süreciyle paralel bir gelişme sürecine giremeyen, aşırı borç yükü altındaki ülkelerde durumun daha da ağırlaşmasına yolaçtı. Euronun ne olacağı, AB’nin varlığını nasıl südüreceği tartışmaları yaygınlaşırken, borç krizi içindeki ülkelere, belli başlı kapitalist ülkelerin ve dünya ekonomisinin gelişme seyrine ilişkin açıklamaların ardından kapitalist ekononominin nabzının attığı borsalar dalgalandı. Dünya sınai ve tarımsal üretiminin yanı sıra ticaret hacmi 2008 krizi öncesinin en yüksek düzeyini farklı oranlarda da olsa aşmasına karşın, belli başlı borsa endeksleri 2008 krizi öncesinin altında seyrediyor.
Henüz uluslararası ölçekte büyük sarsıntılara yolaçacak bir mali kriz patlamamış olsa da, veriler; sürecin bu yönde ilerlediğini, bu sektörde de alarm zillerinin çalmaya başladığını göstermektedir. FED’in faiz oranlarını yükseltmeyeceği ve ayda 40 milyar dolar, toplamı 2 trilyon doları bulan tahvil alımı başlatacağı açıklandı. ABD’nin ardından Japonya’da, benzer bir uygulamayı, 695 milyarlık tahvil alım programını başlattı. Almanya, borç krizindeki ülkelere karşı uyguladığı katı politikayı esnetirken, AB’nin zor durumda olan ülkelere müdahale için oluşturduğu fon arttırıldı. Çin daha önce ekonomiyi canlandırmak için uyguladığı paketlere ek olarak, alt yapının yenilenmesine yönelik yeni bir paketi uygulamaya başlayacağını açıkladı. Altın tekrar yükselmeye başladı. 2008 krizinde, kapitalist devletlerin tüm araçlarını ve olanaklarını kullanarak ekonomiye yoğunlaşmış müdahalesi, krizin patlamasıyla başlamıştı. İçinde bulunduğumuz dönemde ise, kapitalist devletler, belli başlı kapitalist ülkelerde ve dünya ölçeğinde, 2008 krizi düzeyinde iflaslar ve sarsıntılar başlamadan harekete geçti. Ancak bu müdahaleler, gelişme süreci üzerinde etkide bulunmakla birlikte, yönünü, kaçınılmaz sonuçlarını değişteremez.
EMPERYALİST GÜÇLER ARASINDA KESKİNLEŞEN ÇELİŞKİLER VE ARTAN ÇATIŞMA RİSKİ
Eşit olmayan dengesiz gelişme kapitalist gelişme sürecinin mutlak yasasıdır. Kapitalist dünya ekonomisinin 2008 krizi sonrası büyüme süreci de; sektörler, ülkeler, bölgeler, üretim, pazarlar vb. arasındaki ilişki ve gelişme seyri bakımından da dengesiz ve onun uzlaşmaz karşıtlıklarını derinleştiren bir gelişme süreci oldu. Almanya dışında, ABD ve Japonya da dahil belli başlı gelişmiş kapitalist ülkelerin sanayi üretimi 2008 krizi öncesi düzeyin altında seyretti. Başta İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere birçok gelişmiş kapitalist ülkenin sanayi üretimi; 2008’in en yüksek düzeyi bir yana 2005 düzeyine bile ulaşamadı. Sanayi üretimi krizi öncesi düzeyi aşan, 2010 ve 2011 yıllarında sırasıyla %11.5 ve %9 büyüyen Almanya, AB ve Euro bölgesi içindeki konumunu güçlendirdi. O, ABD’nin başında bulunduğu bloktan kopmaksızın, mali ve ekonomik gücüne, özellikle makina yapım sanayindeki teknik üstünlüğüne dayanarak, yeni pazarlara, yatırım alanlarına ve hammade kaynaklarına doğru yayıldı.
Önceki yıllarda olduğu gibi, son bir yılda da Çin, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip ülkeleri arasında genel olarak ekonomisi özel olarak da sanayi üretimi en hızlı büyüyen ülke oldu.Yanı sıra sanayinin teknik temelini yenileyerek ilerleten Çin, gelişme düzeyi bakımından da diğer emperyalist ülkelerle arasındaki farkı kapatamasa da, azalttı. Benzer bir süreç, Rusya’da da yaşandı. ABD ve müttefikleri tarafından, yüksek kârların elde edildiği büyük bir pazar, ucuz ve eğitilmiş işgücüne sahip bir üretim üssü olarak görülen Çin, SB’nin dağılmasından sonra yağmalanacak sıradan bir ülke haline getirilmesi gereken bir ülke olarak ele alınan Rusya; ABD ve müttefiklerinin, gelişmesi ve yayılması engellenmesi gereken başlıca rakipleri haline geldi.
Güçler ilişkisinin değişmesinin kaçınılmaz sonucu ise; yeni ve gelişmekte olanın, pastadan daha çok pay istemesi, istemekten öte elde etmek için her aracı kullanması, güçler ilişkisine uygun olarak dünyanın yeniden paylaşılmasıdır. Dünya ekonomisindeki son gelişmeler, belli başlı emperyalist güçler arasındaki rekabet ve mücadeleyi şiddetlendiren bir başka etken oldu. Son bir yılda başta Ortadoğu ve Afrika olmak üzere dünyanın hemen tüm bölgelerinde, rekabet, etki ve nüfuz alanlarını genişletme mücadelesi şiddetlendi. Çin ve Rusya savaş sanayinin teknik temelini yenilerken, silah üretimi ve silahlanma yarışı hızlandı. ABD Kongresi tarafından hazırlanan bir rapora göre, ABD’nin silah satışları 2011 yılında, bir önceki yıla göre üç misli arttı.
Önceki yıllarda olduğu gibi, son bir yılda da, ekonomisi geliştikçe enerjiye, hammaddelere, yeni pazaralar ve yatırım alanlarına ihtiyacı artan Çin ve toparlanan Rusya’nın pastadan daha fazla pay alma ve yayılma girişimleri yoğunlaştı. Öte yandan, genç ve gelişen bir emperyalist güç olan Çin’in yanı sıra Rusya’nın, yeni pazarlara, hammade ve enerji kaynaklarına doğru yayılmasını ve gelişmesini engelleme, ABD ve müttefiklerinin başlıca önceliği haline geldi. Obama yönetimi, önümüzdeki yıldan itibaren, ABD öncelikli stratejik hedefinin Asya olacağını ve ABD stratejik planları ve askeri güçlerinin dünya ölçeğinde mevzilenmesinin buna uygun olarak yenileneceğini açıklarken bu gerçeği dile getiriyordu. Son adalar kirizinde de görüldüğü gibi, Japonya ve Çin ilişkileri gerginleşirken, Japonya savaş kapasitesini geliştireceğini açıkladı. Bölgede askeri tatbikatlar yoğunlaştı.
Son bir yılda da, dünya ölçeğinde güçler ilişkisindeki değişimin yansımaları ve sonuçları daha net bir biçimde görülür hale geldi. Batılı emperyalist güçlerin, Libya’ya müdahalesine çıkarları gereği karşı olmalarına rağmen, Rusya ve Çin boyun eğmek, gönülsüzce de olsa kabullenmek zorunda kalmışlardı. Kaddafi yönetiminin yıkılması; bu ülkenin parçalanmanın eşiğine gelmesi, ekonomisinin büyük ölçüde tahrip olması, halkın yaşam ve çalışma koşullarının daha da kötüleşmesi, tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin batılı emperyalist devletlerin denetimi altına girmesi vb. ile sonuçlandı. Rusya ve Çin, başta petrol anlaşmaları olmak üzere mevzilerini büyük ölçüde kaybettiler. Kaddafi yönetiminin yıkılmasından sonra Mali karışır, iç savaşın girdabına çekilerek parçalanırken, öncelikli hedef Suriye oldu. Batılı emperyalist güçlerin, Suriye’deki yönetimi devirme ve kukla bir yönetimle bu ülkeyi tam denetimi alma girişimleri yoğunlaştı. ABD ve müttefikleri, Suriye’deki uzantılarının yanı sıra, başta Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün, Katar olmak üzere tüm güçlerini hareket geçirdi. Mezhep çelişkileri körüklenirken, kitleler arasındaki hoşnutsuzluk ve yönetime karşı oluşan tepki yedeklenmeye ve Libya örneğinde olduğu gibi benzeri bir askeri müdahalenin koşulları yaratılmaya çalışıldı. Rusya, Suriye’yi silahlandırır, bu ülkedeki askeri üssünü güçlendirirken, yeni savaş gemilerini Akdeniz’e yolladı.
Suriyedeki yönetimin devrilmesi ve kukla bir yönetimin kurulması; zengin pertol yataklarına sahip Ortadoğu’ya hakim olmak, enerji yollarını ve Doğu Akdenizi konrol altına almak, Çin ve Rusya’nın bu bölgede yayılmasına set çekmek, Libya’da olduğu gibi bölgeden kovmak, İran’ı kuşatmak ve bölgedeki etkisini kırmak, en yakın müttefiklerini tasfiye etmek vb. birçok bakımdan önem taşıyordu. Ayrıca Suriye Ortadoğu ve Akdeniz’de Rusya’nın askeri üssünün bulunduğu ve dayandığı tek ülkeydi. Bu küçük ülke, Rusya ve yanı sıra Çin ile ABD ve müttefikleri arasındaki mücadelenin yoğunlaştığı ve güçlerin sınandığı bir odak, Ortadoğu ise mezhep çatışmalarının eşiğinde, patlamaya hazır bir barut fıçısı haline geldi.
Libya’dan farklı olarak, Rusya ve Çin, Suriye’nin ABD ve müttefiklerinin denetimine girmesine ve Ortadoğu’da dengelerin değişmesine yol açacak özellikle askeri bir müdahaleye karşı çıktılar. Ancak çıkarlarını ve mevizilerini güvenceye alacak bir uzlaşma ve mevcut haliyle varlığını sürdürmesi giderek zorlaşan Suriye’deki yönetimin bu temelde yenilenmesi seçeneğine de kapıyı açık bıraktılar.
Afganistan, Yugoslavya, Irak, Fildişi, Libya vb. örneklerde de açıkça görüldüğü gibi, özgürlük ve demokrasi savunucusu geçinen liberallerden eski revizyonist partilerin kalıntısı sözde özgürlükçü sosyalistlere kadar uzanan geniş bir yelpazenin desteğini alan emperyalist müdahaleler; yükleri işçilerin ve halkın sırtına bindirilen askeri harcamaların artmasına, müdahale edilen ülkelerin, üretici güçlerinin tahribine, halkların korkunç acılar çekmesine, yoksullaşmasına, her alanda gerilemesine vb. yol açmaktadır. Halkların talepleri, ulusal bağımsızlık ve egemenlik hakkı, özgürlük ve demokrasi onların hiç bir zaman umurunda olmadı ve olmayacak… Gözettikleri tek şey; işçi sınıfının geçen yüzyılın ikinci yarısında aldığı yenilgi sonucu ömrü gerektiğinden fazla uzamış olan köhne düzenlerini sürdürmek, aşırı kârlarını güvence altına almak, etki ve nüfuz alanlarını genişletmek, rakiplerini zayıflatmak oldu. Bunun için her aracı ve yöntemi kullanan emperyalistler; tarihte az tanık olunmuş demogoji, iki yüzlülük ve alçakça manevralarla halkların öfkesini ve tepkisini kullanmaya ve yedeklemeye çalışmaktan da geri kalmıyorlar.
Önümüzdeki dönem, emperyalistler arası çelişkilerin keskinleştiği, ekonomik-mali, politik-askeri müdahalelerin artttığı bir süreç olacaktır. Bu müdahallere karşı mücadele etmek, ileri ve geri tüm ülkelerin işçileri ve halklarının birleşik mücadelesini geliştirmek artan bir önem kazanacaktır.
ZOR BİR DÖNEME GİRERKEN İŞÇİ VE HALKLARIN DİRENİŞİNİ ÖRGÜTLEMEK
Başta “borç kiriz”i içindeki ülkeler olmak üzere, büyüme hızları hızla düşen ve ekonomileri durgunluk ya da kriz içinde olan ülkelerde ve dünya ölçeğinde işsizler ordusu büyüdü. Yunanistan ve İspanya’da resmi işsizlik oranları %25’i buldu. Bu ülkelerde gençler arasında işsizlik oranı, yüksek öğrenim görmüş gençler arasında da yaygınlaşarak, %50’ye doğru tırmandı. Euro bölgesinde işsizlik oranı 2012’nin ikinci çeyreğinde resmi verilere göre %11.2’ye yükseldi. İmalat sanayii üretemi bu yılın ilk çeyreğinde sırasıyla %9.6 ve %7.5 düşen Mısır ve Tunus’ta işsizler ordusu büyümeye devam etti. Afrika’nın en gelişmiş ülkesi olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nde işsizlik oranı %25’i geçti.
Birbirini izleyen saldırı paketleriyle emeklilik yaşı yükseltilir, emekli maaşları düşürülürken, eğitimden sağlığa kadar hemen tüm alanlarda kısıntılar artarak yaygınlaştı. Dünya işçi sınıfının ve emekçilerinin mücadelesi sonucu kazanılan haklar daha da kısıtlandı. Ülkeyi borç krizlerine sürükleyen yabancı ve yerli tekellere yönelen ve üstelik mevcut düzenin sınırları içinde alınabilecek hiçbir önlem gündeme bile alınmazken (örneğin bankalardan yerli ve yabancı tekellerden alınan vergilerin arttırılması vb. gibi) doğrudan emekçilerden alınan vergiler arttırıldı. Gerçek ücretler düşmeye devam etti. Birçok ülkede mutlak bir yoksullaşma süreci yaşandı.
Son yıllarda, esnek çalışma, geçici işçilik, yarım gün çalışma, emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi uygulamalar dünya ölçeğinde yaygınlaştı. Açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan insan sayısı arttı. Örneğin, dünyanın en gelişmiş ve ileri ülkeleri arasında yer alan ve son iki yılda sanayi üretimi yüksek oranlarda artan Almanya’da; Federal İstatistik Dairesi’nin açıklamalarına göre, nüfusun yüzde 15,6’sı, göçmenlerin %26’sı yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Son bir yılda; işçi ve halk hareketleri, değişik talepler etrafında, farklı biçimler ve düzeylerde de de olsa dünya ölçeğinde ve hemen bütün ülkelerde gelişti. Ancak, toplumsal temelinin genişliği, yolaçtığı sonuçlar ve deneyimler vb. birçok bakımdan “borç krizi”ndeki ülkelerde gelişen mücadeleler öne çıktı. Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki madenci grevi, Şili’de gençlik hareketi ve grevler, yatışmış olsa da başta Mısır olmak üzere Kuzey Afrika’da parlayan halk hareketleri dikkat çeken diğer mücadeleler oldu.
Başta İspanya, Yunanistan ve İtalya olmak üzere “borç krizi”ndeki birçok ülkede grevler, genel grevler ve büyük kitlesel gösteriler yaygınlaştı. Yunanistan ve İspanya’da saldırı paketlerinin oylandığı günlerde, parlamentoların önünde yüz binlerin katıldığı, büyük kitlesel gösteriler gerçekleşti. Ancak, işçi ve emekçi hareketi; yer yer mevzi çatışmalar olsa da barışçıl gösteriler ve bir ya da iki günlük genel grev ve direnişlerin sınırlarını aşmadı. Uzun süreli grev ve direnişler, fabrika işgalleri gündeme gelse de, bunlar, işyerleri ve işkollarıyla sınırlı mücadeleler olarak kaldı.
Bu ülkelerdeki ekonomik durum ve tasarruf, istikrar gibi çeşitli biçimlerde nitelenen saldırı paketleri; şçi sınıfı ve şehir ve kırın yarı-proleter kitlelerinin yanı sıra küçük burjuvaziyi ve tekel-dışı burjuva tabakaları özellikle alt kesimlerini de etkiledi. Toplumun en hareketsiz ve geleneksel burjuva partilerinin toplumsal dayanağını oluşturan kesimler de hareketlendi. Emperyalizme ve iktidardaki burjuvaziye karşı mücadelenin toplumsal temeli genişledi ve özellikle bağımlı ülkelerde bir avuç tekelci grup dışında tüm ulusun hareketi hareketi olma niteliği kazandı. İşçi sınıfının ve devrimci partilerinin tüm ulusun temsilcisi ve öncüsü olarak hareket etmesinin ve halkın birleşik hareketini ve cephesini örgütlemenin ve ilerletmenin koşulları gelişti.
Hareketin toplumsal temelinin genişliğine karşın, uluslararası mali sermaye grupları ve yerli tekelci burjuvaziler geri adım atmadı. (Sadece Portekiz’de son saldırı paketinin uygulanması ertelendi.) Parlamento ve partilerinin yıpranması ve toplumsal dayanaklarının zayıflaması pahasına, pervasız ve kararlı bir tutumla paketleri uyguladılar. Ancak bunun sonuçlarından biri; kitlelerin kendi öz deneyimleriyle bir ya da iki günlük grevler ve barışçıl gösterilerle saldırıların püskürtülemeyeceğini görmeleri ve özellikle ileri kesimleri arasında daha ileri mücadele biçimleri ve süresiz genel grev tartışmalarının gündeme gelmesi oldu.
İktidardaki burjuvazinin halk düşmanı karakterinin yanı sıra, ulusal bir ihanet içinde olduğu bütün yalınlığıyla ortaya çıktı. Burjuvazinin geleneksel partileri ve parlementoları itibar kaybederken, bu partilerin (özellikle paketleri uygulayan hümetleri kuranların) kitle desteği, tekelci sermayenin toplumsal dayanakları zayıfladı. Emperyalistler tarafından ulusal onurları da ayaklar altına alınan kitleler arasında; başta ABD ve Almanya olmak üzere büyük emperyalist devletlere, AB ve IMF gibi emperyalist kuruluşlara, onlarla işbirliği yapan yerli tekelci burjuvaziye karşı hoşnutsuzluk, öfke ve mücadele eğilimleri gelişti.
İşçi hareketine ve sendikalarına egemen olan sendika bürokrasisi ve sosyal reformist partiler ve akımlar; gelişen hareketi, sadece örgüt ve mücadele biçimleri bakımından değil, platformu ve talepleriyle de en geri, “en az direnme” düzeyinde tutma çizgisi izledi. Ancak bu, onların işçiler ve emekçiler üzerindeki etkilerinin zayıflamasına yolaçtı. Saldırılar ve ağırlaşan toplumsal koşullar; işçi aristokrasisi ve bürokrasisinin özellikle alt kesimlerini etkilerken, bu tabakının saflarında da çelişkileri derinleştirdi.
“Borç krizi”deki ülkelerde mücadeleler; saldırı paketlerini gündeme getiren IMF, AB gibi kuruluşların, burjuva partileri ve hükümetlerinin protesto edilmesini, paketlerin geri çekilmesini merkezine alan bir platformda gelişti. Bu, ilk başlarda ve kendiliğinden hareketin dar sınırları içinde doğal ve anlaşılabilir bir durumdu. Ancak, gelişen kitle hareketinin bu dar sınırları aşamaması, onun en önemli zaaflarından biri oldu. Bu zaaf, ancak, başka şeylerin yanı sıra, kitlelerin ülkenin ve halkın karşı karşıya kaldığı zor durumdan çıkışın yolunu ve bunun önündeki engel toplumsal güçleri kendi özdeneyimiyle görmesini sağlayacak ve hareketin gelişme seyrine bağlı olarak ilerleletilmesi gereken geçiş dönemi şiarlarının ve taleplerinin, mücadele ve örgüt biçimlerinin gündeme getirilmesi ve kitleler arasında yaygınlaşmasını sağlayacak bir ajitasyon çalışmasının örgütlenmesiyle aşılabilirdi. Özellikle Yunanistan’da; bazı küçük gruplar bölük pörçük ve başka zaaflar da taşıyan daha ileri talepler ve platformlar gündeme getirmelerine karşın, hareketin gelişme seyrini etkileme gücüne sahip güçleri, mücadelenin her alanda ilerlemesinin koşullarından biri olan bu çalışmayı örgütlemeye dahi yönelmedi. Sınıfın devrimci partisinden yoksunluğu ya da hareketin gelişme seyrini etkileyemeyecek düzeydeki zayıflığı ve bunun sonuçları tüm yakıcılığıyla ortaya çıktı.
Önümüzdeki dönem; dünya ekonomisinin gelişme seyrine de bağlı olarak, işçilerin ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının daha da ağırlaşacağı, ekonomik, politik her alanda saldırıların yoğunlaşarak yaygınlaşacağı, işçiler ve emekçiler arasında hoşnutsuzluk, öfke ve mücadele eğilimlerinin gelişeceği, emperyalistler arası çelişkilerin ve dalaşmaların şiddetleneceği bir süreç olacaktır. Dünya işçi sınıfının ve emekçilerinin tarihsel deneyiminden ve son dönem gelişmelerinden sonuçlar ve dersler çıkararak, partilerimizi ve çalışmamızı yenileyerek, ilerletmeliyiz.
Kasım 2012