85 yıl sonra da güncel bir kitap: “emperyalizm”

Lenin’in, 1916 yılının ilk yarısında kaleme aldığı ve kapitalizmin dünya çapındaki temel karakteristik özelliklerini inceleyerek, onun yeni bir aşamada, emperyalizm aşamasında bulunduğunu ve bu aşamanın kapitalizmin son aşaması, devrimin öngünü olduğunu tespit ettiği eseri Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Emperyalizm, (V.İ. Lenin, “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Emperyalizm”, Evrensel Basım Yayın, Çev: Olcay Geridönmez, 1. basım: Temmuz 2001.)  geçtiğimiz ay Evrensel Basım Yayın tarafından yeniden yayınlandı. Kitabın birinci baskısının, yayınlanmasının hemen ardından tükendiği işçi basınına da yansıdı. Öncelikle söylemek gerekiyor ki, bu ‘tükenme’ durumu bir tesadüf değil. Emperyalizm olgusu, Lenin’in bu kitabı yazışının üzerinden 85 yıl geçtikten sonra, bugün de, tüm ülkelerin işçi sınıfları ve ezilen halklar açısından mücadelelerinin temel hedefi olarak varlığını sürdürüyor. Türkiye’de ise, son aylarda bir kriz ile iyiden iyiye açığa çıkan ekonomik batak, emperyalizmle girilen bağımlılık ilişkilerinin ne denli yıkıcı sonuçlar doğurduğunu, tüm emekçilere alenen gösterdi, işbirlikçi tekelci burjuvazinin, bu krizden ‘çıkış’ yolu olarak IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist mali sermaye kuruluşlarıyla tam teslimiyet anlaşmaları yapması ve bu kapsamdaki teslimiyet programını halka rağmen uygulamaya koyması da, Türkiye’de işçi hareketinin güncel propaganda faaliyetlerinde emperyalizmin teşhirinin önemini artırdı. Kitabın, böylesi bir konjonktürde yayınlanması ve ilk baskısının, ileri işçiler, devrimci parti militanları ve aydınlar tarafından kısa sürede tüketilmesi bu açıdan değerlendirilmelidir. Tüm dünya çapında, emperyalizme ve onun küreselleşme saldırısına dönük kitlesel ve öfke dolu bir muhalefet gelişiyor. Dünya yoksulları, emperyalizmin kendi kaderleri üzerindeki belirleyici etkisini giderek daha fazla fark ediyorlar. Lenin’in büyük eseri de böylesi bir dönemde ayrıcalıklı bir önem kazanıyor. Bugün, Türkiye’de ve dünyanın başka yerlerinde, işçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesine katılan, bu mücadeleyi örgütlemeye çalışan tüm ileri işçiler ve sosyalist militanlar, Lenin’in Emperyalizm eserini, güncel gelişmeler doğrultusunda anlamaya çalışmalı ve onun, “Emperyalizm can çekişen kapitalizmdir. Devrimin öngünüdür” tespitini kavramalıdır.

“EN ÖNEMLİ EKONOMİK SORUN”
“Kitapçığımın, en temel ekonomik sorunu, yani emperyalizmin ekonomik özü sorununu kavramaya yardımcı olacağını umuyorum ki bu sorun incelenmedikçe, günümüzde savaşın ve politikanın nasıl değerlendirilmesi gerektiğini anlamak olanaksızdır.” (s. 28)
Lenin’in, kitabın Nisan 1917 tarihli Rusça baskısına yazdığı “Önsöz”de yaptığı bu vurgu, emperyalizm sorununun ve tümüyle bu soruna yoğunlaşmış Emperyalizm eserinin önemini yeterince ortaya koymaktadır.
Yaşadığımız çağın önemli toplumsal olaylarını, süren paylaşım mücadelelerini, işçi ve halk hareketlerini doğru bir şekilde ele almak; bu çalkantı ve çatışmalara temel olan ilişkiler arasındaki gerçek bağı ve böylece her biri ayrı ve rastlantısal gibi görünen bütün bu olayların son tahlildeki kaynağını ve gelişme yönünü kavrayabilmek için “emperyalizmin ekonomik özünün” incelenmesi büyük bir önem taşır. Bu sorun için temel başvuru kaynağı, kuşkusuz, bugün de geçerliliğini koruyan ve her günkü olgularla doğrulanan Lenin’in ölümsüz eseri Emperyalizm’dir.
Lenin, emperyalizmin bir dünya sistemi olarak merkezileştiği tarihi, 20. yüzyılın hemen başı olarak saptar. Lenin’in emperyalizm olgusunu tahlil ettiği Emperyalizm eseri 1916 yılı baharında kaleme alınmıştır. Bu, hiçbir şekilde, 1916 yılına kadar emperyalizmin eksiklikler taşısa da tahlil edilmediği anlamına gelmez. Marx ve özellikle Engels, serbest rekabete dayanan kapitalist üretimdeki gelişme ve yoğunlaşmanın tekele yol açacağını ve yol açmaya başladığını öngörmüş ve saptamıştı. Ama bu dönem, emperyalizmin ve tekelciliğin bir takım ön belirtilerinin ortaya çıktığı bir dönemdir; henüz tarih sahnesine çıkmamış bir olgunun tahlil edilmesi mümkün değildir. Buna rağmen, Marx ve Engels’in saptamaları, onların bilimsel bakışına ve dâhiyane uzak görüşlülüklerine işarettir.
Lenin, eserinde, “burjuva istatistiğinden özetlenen verilere” ve “burjuva bilginlerin itiraflarına” dayanarak, emperyalist diplomasiye, politikaya ve canavarca güdülerle yürütülen savaşa yön veren ekonomiyi çözümlerken, birçok kaynak arasından özellikle iki yazara ve onların emperyalizmi konu edinen eserlerine atıfta bulunur.
Bunlardan ilki, bir İngiliz iktisatçı olan Hobson’dur. J. H. Hobson, 1902 tarihini taşıyan Emperyalizm adlı kitabında “burjuva sosyal reformizmden ve pasifizmden hareket” etmekle birlikte, “emperyalizmin temel ekonomik ve politik özelliklerinin çok iyi ve ayrıntılı bir tasvirini veriyor.”Emperyalizm konusunda diğer önemli çalışmanın yazarı Avusturyalı bir “Marksist” olan Rudolf Hilferding, 1910 yılında yazdığı Mali Sermaye’de emperyalizmin kapitalist gelişmenin son aşaması olduğunu saptar.
Lenin’in Emperyalizm’i yazdığı tarihe kadar, bu iki yazarın ortaya koydukları görüşler, emperyalizm üzerine yazılan ve söylenenlerin çerçevesi oldu. Değerli tahlillerine karşın, burjuva bakış açısıyla yazılan bu eserlerde ortaya konan görüşler, Marksistlerin, olduğu gibi benimseyeceği görüşler olamazdı. Sadece bu kadar da değil. 1914’te savaş patladığında, II. Enternasyonal partileri ve onların ünlü teorisyeni Kautsky, açıkça, emperyalizm savunuculuğu yapıyor, onu hoş göstermeye çalışıyor, kendi emperyalist hükümetine, diğer emperyalistlerle savaşta, cesaret veriyor, destekliyordu.
Artık Emperyalizm’in yazılması zorunluydu. O güne kadar yazılmış metinler, “kapitalizmin esas özelliklerinden bazılarının kendi karşıtlarına dönüşerek” ortaya çıkan, uzunca yaşanan serbest rekabet dönemini kapayarak, iktisadi yapının, devletin ve sınıf ilişkilerinin yeni biçimler aldığı bu “son evre”yi bütün yönleriyle açıklamaya yetmiyordu. Emperyalizm sorunu, Sosyalist Enternasyonalin gündemine, ilk defa, yükselen savaş tehlikesine karşı ortak bir tutum saptamak için toplanan 1912 Basel Kongresi’nde geldi. Bu Kongre, çıkacak emperyalist savaşın iki blok için de mutlak haksızlığını ilan eden ve işçileri emperyalist hükümetlere karşı savaşı önleme mücadelesini yükseltmeye ve savaşın çıkması halinde, her ülke işçisini, kendi emperyalist burjuvazisine karşı mücadeleye çağıran bir Manifesto yayınlamıştı. Fakat iki yıl sonra savaş başladığı zaman, II. Enternasyonal partilerinin ezici çoğunluğu, emperyalist savaşın destekçileri oldular. Lenin ve Bolşevik Parti, tereddütsüz bir şekilde savaşın emperyalist karakterini ilan ederek, “savaşı iç savaşa çevirin” çağrısı yaptı. 1915 yazında Lenin tarafından yazılan ve RSDİP’in resmi görüşü olarak yayınlanan Sosyalizm ve Savaş broşürü de, savaşı, savaşa yol açan emperyalist politikaları ele alır ve tahlil eder. Bu broşür, kuşkusuz sadece politik saptamalarla yetinmez. Rahatlıkla söylenebilir ki, Emperyalizm kitabında yapılan tahlil ve saptamaların büyük bölümü, Sosyalizm ve Savaş’ta da vardır. Fakat Sosyalizm ve Savaş’ta saptamalar yapılmış, saptama ve tahlillerin ayrıntı verilerle kanıtlanması yoluna gidilmemiştir.

EMPERYALİZMİN TEMEL NİTELİKLERİ
Kısaca, emperyalizm olarak adlandırılan bu sistemin, derin ayrıntılı bir tahlilini yapmak, emperyalizme burjuva bakış açısıyla yaklaşan ve inceleyen burjuva bilginlerin gerici fikirlerini açığa çıkarmak, emperyalizmin devrimin ön belirtisi olduğunu ortaya koymak; Lenin’in emperyalizm planı buydu. Daha önce de belirtildiği gibi, Lenin emperyalizmi incelerken, konuya ilişkin o güne kadar yazılmış önemli bütün eserleri ve ulaşabildiği bütün istatistiki verileri büyük bir dikkatle inceler. I. Emperyalist Savaş’ın başlaması üzerine İsviçre’nin Cenevre kentine yerleşen Lenin, burada ulaşabildiği kaynakların sınırlılığı nedeniyle, 1916 yılı başında Zürich’e geçer ve kitabını, Zürich kütüphanelerinde ulaşabildiği bütün kaynaklara dayanarak yazar.
Birçok emperyalizm “eleştirmeni” ve en başta Kautsky, emperyalizmi siyasal bir “tercih” olarak görerek, karşısına, serbest rekabeti alternatif olarak çıkarmışlardır. Lenin, eserinde, emperyalizmin salt bir siyasal olgu olmadığını, derin ekonomik kökleri olduğunu ortaya koymuş ve kitaba üretimin yoğunlaşmasının kaçınılmaz olarak tekele yol açtığını ortaya koymakla başlamıştır.
Kitabın üçte ikisini oluşturan kısmında, emperyalizmin başlıca nitelikleri bölümler halinde ele alınmış, çürütülemez verilerle bu nitelikler açıklanmıştır.
Özetlersek:
– Sanayideki olağanüstü gelişme ve üretimin gün geçtikçe sayısı azalan büyük işletmelerde yoğunlaşması, “kapitalizmin en belirleyici özelliklerinden birisidir.” Az sayıdaki büyük işletme, toplam işçi sayısının büyük bölümünü çalıştırmaktadır. Örneğin, Almanya’da “toplam işletme sayısının % 1’inden azı, toplam buhar gücünün ve elektrik enerjisinin 3/4’ünden fazlasını elde bulundurmaktadır.” Kartel, tröst vb. biçimler kazanan tekeller, bir sanayi kolundaki üretimin ağırlıklı bölümünü ellerinde toplamakta, değişik sanayi kollarındaki birçok işi tek işletmede birleştirmektedirler. Belli başlı emperyalist ülkelerdeki yoğunlaşmayı ve tekelciliği verilerle gösteren Lenin, şu sonuçlara varır:”… Yoğunlaşma, gelişiminin belli bir aşamasında kendiliğinden tekelleşmeye yol açmaktadır. Rekabetin tekele dönüşmesi, modern kapitalist ekonominin en önemli olgularından biridir -hatta en önemlisidir-“; “… Üretimin yoğunlaşmasının bir sonucu olarak tekellerin doğması, kapitalizmin gelişmesinin içinde bulunduğumuz evresinde genel ve temel bir yasadır.” “Tekel! Bu, ‘kapitalist gelişmenin en son aşamasının’ son sözüdür.”
– Tekelcilik, yalnızca sanayiye has bir olgu değildir; serbest rekabet döneminde mütevazı bir aracılık rolü üstlenen bankalar da bizatihi dev tekellere dönüşmüştür. Mevduatın aslan payını ellerinde bulunduran bir avuç banka, büyük sanayicilerle birlikte küçük banka ve işletmeleri, onların “sermayelerine ‘katılarak’, hisse senetlerini satın alarak ya da takas ederek, bir borç ilişkisi sisteminden yararlanarak vb. onları kendilerine ‘bağlarlar’, kendilerine tabi kılarlar, teknik deyimiyle söylersek ‘konsorsiyumlarına’, ‘kendi’ gruplarına katarlar.” Topladıkları para gelirlerini kapitalistlerin emrine sunarken, sanayicilerle girdikleri düzenli ilişki, onlara sanayi üzerinde, “kredi alımını genişleterek ya da daraltarak, kolaylaştırarak ya da zorlaştırarak onları etki altına alma ve sonunda kaderlerini tamamen ele geçirme” imkanı verir. Bankalar ile sanayi sermayesi arasındaki karşılıklı ilişki, birçok sanayiciyi, banka yönetim kurullarına alarak, bankacıları özel bir sanayi dalında uzmanlaştırarak bir iç içe geçme yaratır. “Sonuç, bir yandan giderek artan kaynaşma… banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçerek birleşmesi…” Artık, mali sermaye çağı başlamıştır. Ve artık, ayrı ayrı banka ve sanayi sermayelerinden değil, ikisinin kaynaşması üzerinde yükselen mali sermayeden söz etmek gerekiyor. “Demek ki, 20. yüzyıl, eski kapitalizmin yeni kapitalizme, genel olarak sermaye egemenliğinin mali sermaye egemenliğine dönüştüğü bir dönüm noktasıdır.” “Üretimin yoğunlaşması ve bundan doğan tekeller, bankaların sanayiyle kaynaşması veya iç içe girmesi; işte mali sermayenin ortaya çıkışının tarihi ve bu kavramın özü.” Milyarları çekip çeviren, bir avuç tekelcinin oluşturduğu mali-sermaye, “karşı konmaz bir biçimde, toplumsal yaşamın bütün alanlarına” hükmeden bir mali oligarşi kurmuştur.
– Tek tek en ileri kapitalist ülkelerde, iktisadi yaşama egemen olan tekeller, sermaye birikiminin olağanüstü boyutlara vardığı ülkeler arasında kurulan uluslararası tekellerle tamamlanır. Büyük miktarda ‘sermaye fazlası’ oluşmuştur. Kapitalizm, doğası gereği, kitlelerin yaşam düzeyini yükseltmeye ve tarımı geliştirmeye kaynak aktarmadığından, böyle bir ‘sermaye fazlası’, zorunlu olarak, yeni alanlara aktarılmayı bekler; sermaye, daha çok kâr getirsin diye. Bu yeni alanlar; sermayenin az, toprak ve hammaddenin ucuz, ücretlerin düşük olduğu geri ülkelerden başkası değildir. Meta ihracı, arızi bir durumdur artık. “Serbest rekabetin tamamen egemen olduğu eski kapitalizmin ayırt edici niteliği meta ihracıydı. Kapitalizmin, tekellerin egemen olduğu en son aşamasının ayırt edici niteliği ise, sermaye ihracıdır.” Ulusal sınırların dışına taşan mali-sermaye, “ağlarını dünyanın bütün ülkelerine yaymaktadır.”
– Öncelikle iç pazarı paylaşan tekeller, kapitalizmin yarattığı ve sayısız bağla iç pazara bağlanan dış pazara yönelmişlerdir. “Evrensel bir yoğunlaşmanın” ürünü olan ve devlet tekeliyle birleşen “uluslararası tekel”ler, çıkarlarının uyuştuğu yerde anlaşarak, kimi zaman çatışarak, bütün dış pazarı, yeni sömürge ve yarı-sömürge ülkeleri, ekonomik yönden paylaşmışlardır. Kuşkusuz, bu paylaşım, bütün dünyanın, toprak bakımından, gelişmiş birkaç devletçe paylaşımıyla at-başı gitmiş, dünyada emperyalistlerce paylaşılmamış, mali sermayenin kolunun erişmediği hiçbir toprak parçası kalmamıştır. Bu durumda, kapitalizmin dengesiz ve sıçramak gelişim yasası, yükselen emperyalistin, paylaşımı “adil” bulmayıp, yeni bir paylaşım talep etmesi doğal ve kaçınılmazdır. 0 halde, dünyanın yeniden paylaşılması için verilen kıyasıya mücadelede, emperyalist savaşlar da kaçınılmazdır.
Lenin, ilk altı bölümde, bütün verileri kullanarak, yukarıda kendi eserinden yaptığımız alıntılarla özetlediğimiz tahlillerden sonra, bazı sonuçlar çıkarır. Lenin, çıkardığı bilânçoda yaygın olarak zikredilen şu tanımı yapar:
“1) Üretim ve sermayenin yoğunlaşmasının, ekonomik yaşamda belirleyici rolü oynayan tekelleri yaratacak kadar yüksek bir gelişme aşamasına ulaşmış olması; 2) Banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçip kaynaşması ve bu ‘mali sermaye’ temelinde bir mali oligarşinin oluşması; 3) Meta ihracından farklı olarak sermaye ihracının özellikle büyük bir anlam kazanması; 4) Dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin oluşması ve 5) Yeryüzü topraklarının kapitalist büyük güçler arasında paylaşılmasının tamamlanması.”

ÇÜRÜYEN VE CAN ÇEKİŞEN KAPİTALİZM
Bütün bölümlerde, emperyalizm sorununa burjuva bakış açısından yaklaşan burjuva bilginlerle ve “Marksist” görünümlü sosyal-şovenlerle polemik yapan Lenin, kitabın bir bölümünü, özellikle, bunları eleştirmeye ayırır. Burjuva-oportünist teorisyenler, esas olarak mali oligarşi tarafından her yönden baskı altına alınmış küçük burjuvazinin umutsuz sesi oluyorlardı. Emperyalizmin, doğrudan serbest rekabetten çıktığını, onun gelişiminin kaçınılmaz sonucu olduğunu görmek istemiyor, alternatif olarak rekabetçi döneme dönüşü öneriyorlardı. Böylece, onlar, birtakım reformlarla mali-sermayenin bu politikadan caydırabileceğini, emperyalizmin yumuşatılabileceğini iddia ediyorlardı. Örneğin, Kautsky’ye göre, emperyalizmin ekonomik temelle bir bağlantısı yoktu; “tercih edilmiş” bir politikaydı. Bu durumda, başka (demokratik!) bir politika da pekâlâ olanaklıydı. Emperyalistler arasındaki ilişkilerde barışın egemen olacağı bir dönem (ultra emperyalizm) uzak değildi. Lenin, bu cılız eleştirilerle, bu “masum dilek”lerle alay ederek, emperyalizme karşı reform değil, devrim diyordu.
Lenin, Emperyalizm’de şunu da saptamıştır: II. Enternasyonal partilerinin emperyalizmin safına geçmiş olmaları tesadüfî bir durum değildir, işçi hareketinde görülen bu bölünmenin (II. Enternasyonalin ihaneti) temelinde emperyalizmin asalaklığı yatmaktadır. “Kupon kesme” yoluyla, bütün dünyayı soyup soğana çeviren emperyalizm, “sağlanan bu muazzam aşırı kârlarla işçi liderlerini ve işçi aristokrasisini oluşturan bu yüksek tabakayı”, zenginleşmiş işçi tabakasını satın alma olanağına kavuşmuştur, işçi hareketinin gerçekten sosyalist bir işçi hareketi olabilmesi için, saflarından bu tabakayı atması zorunludur. Lenin, tahlillerinden “Emperyalizm, can çekişen kapitalizm”dir sonucuna varmıştır. Emperyalizm, dünyanın her bir parçasını emperyalist zincirin bir parçası haline getirirken, kaçınılmaz olarak olağanüstü derinleştirdiği çelişkilerle bu zinciri kırma olanağı da yaratmıştır. Kapitalizmin temel çelişkisi, üretimin devasa toplumsallaşması ve üretim araçları üzerindeki mülkiyetin bir avuç mali sermaye grubunda toplanmasıyla daha da keskinleşmiştir. Serbest rekabet dönemi kapanmış; kapitalizm, gelişmesinin son aşamasına varmıştır. Kapitalizmin, emperyalizm aşamasındaki en çarpıcı karakteri asalaklık ve çürümedir. Emperyalizm, çelişkilerinin son sınırına varmış kapitalizmdir.
Birincisi, emperyalist metropollerde mali oligarşinin egemenliği, işçi sınıfının yaşam koşullarını olağanüstü kötüleştirmiş, proleter devrimi pratik bir sorun haline getirmiştir.
İkincisi, dünyanın toprak ve hammadde bakımından yeniden paylaşımı mücadelesi, savaşı kaçınılmaz kılan ve emperyalizmi güçten düşüren bir etken olmuştur. Üçüncüsü, emperyalist sömürü ve baskı altında yaşayan ezilen halklarla emperyalizm arasındaki çelişkiyi büyütmüş, bu ülkelerdeki halkları proleter devrimin yedeği haline getirmiştir.

“EMPERYALİZM, PROLETARYA DEVRİMİNİN ÖNGÜNÜDÜR”
Okuyucunun Emperyalizm’\ okurken gözden kaçırmaması gereken bir noktayı hatırlatmak gerekiyor. Lenin, Emperyalizm’i daha çok Rus okura ulaştırabilmek için ve Çarlık sansüründen geçebilecek şekilde bir ‘Ezop dili’ kullanarak, Çarlık koşullarında yasal olarak yayınlayabilmiştir. Politik tahlillere çok sınırlı olarak girmiş, sorunun esas olarak ekonomik yönü üzerinde durmuştur. Lenin’in bu konudaki ayrıntılı ve sansürsüz politik tahlilleri, savaş yıllarında yazdığı yazıları içeren Sosyalizm ve Savaş kitabında yer almıştır. Emperyalizm’in adını andığımız eserle birlikte okunması okuyucuya kolaylık sağlayacaktır.

* * *
Yazılışının üzerinden 85 yıl geçmişken, emperyalizm, emperyalizm olarak kalmaya devam ediyor. Şu an içinden geçtiğimiz dönemde, emperyalizm tahlillerinin, emperyalizm bunca yıldır yıkılmadığına göre, “yanlış” olduğu ya da emperyalizmin “değişerek” eski kalıplara uymadığı fikri oldukça yaygın olarak iddia ediliyor. Solda görünen sayısızca akım ve kişi, güçlü emperyalist dalganın baskısı altında emperyalizmin “kendini yenileyerek, çürüyüp can çekişmekten kurtulduğunu” “yeni” buluşlar olarak ilan ediyorlar. ‘Küreselleşme’ olarak adlandırılan süreci, “doğal ve kaçınılmaz” bir süreç olarak, buna kanıt olarak gösteriyorlar. Küreselleşmenin, kapitalizmin baştan aşağı ‘yeni’ ve çelişkilerinden arınmakta olduğu bir dönemini tanımladığını öne sürüyorlar.
Lenin’in, tahlil ettiği dönemde emperyalizm, içinden yeni çıktığı serbest rekabetin birçok izini üzerinde taşıyan, denebilirse henüz rüşeym halinde bir olguydu. Eğer bir “değişim”den söz edilecekse, emperyalizmin Lenin’in saptadığı özelliklerinin çok daha fazla geliştiğini, çelişkilerinin çok daha keskinleştiğini söylemek gerekir. O zamanlar, birkaç on bin işçi çalıştıran tekeller vardı, şimdi General Motors bir milyona yakın üyeye sahip bir işçi ordusunu sömürüyor. Şimdi mali oligarşiler açıkça darbe tezgâhlıyor. Paylaşıma gelince, eğer önemli olan paylaşımın biçimi değil de içeriği ve sınıf karakteri ise (Lenin böyle söylüyor), bugün dünyanın, Yugoslavya vb.nin yanı sıra, ‘barışçıl’ biçimde nasıl paylaşıldığını sıcağı sıcağına gözlemliyoruz. Emperyalizm, koruduğu nitelikleri ve derinleşmiş çelişkileriyle bugün de yaşıyor. Tarihsel olarak can çekişen, ömrünü dolduran bu olgu pratik olarak yaşamaya devam ediyor…
Leninist emperyalizm tahlilinin geçerli ve güncel olduğunu okuyarak görelim… Lenin, “Önsöz”de, kitapta emperyalizmin ekonomik özünü çözümlediğini ve bu öz incelenmeden modern siyasetin kavranamayacağını yazmıştı. Devrime gönül veren her kişi, onu incelemeksizin, son derece karmaşık sınıflar-arası mücadelenin özelliklerini, siyaseti kavrayamayacağını bilmeli ve o ekonomik özü incelemekte geç davranmamalıdır.

Ağustos 2001

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑