Emek, barış, demokrasi bloğu ve üniversiteler

Ekim ayının başında açılan üniversitelerde yürütülecek çalışmaya üniversiteleri seçim meydanları olarak değerlendirmek, öğrencilerin bugününe ve geleceğine yön verecek temel sorunların çözümü için etkin olmalarını sağlamak, seçim ortamının yaratacağı politikaya duyarlılığın artması vesilesiyle anti-emperyalist gençlik muhalefetinin dinamiklerinin yaratılması gibi hedefler yön verdi. Ancak canlı ve tartışmalı bir seçim atmosferini yaratmanın çok kolay olmadığını söylemek herhalde üniversite içinde çalışma yürüten herkesin ortaklaştığı nokta oldu. Üniversite gençliğinin seçmen kütüklerine yazılamadığı için oy kullanmayacak olmasının bu havanın değiştirilememesinde olumsuz yönde önemli bir etken olduğunu biliyoruz. Ancak bunun kadar önemli bir başka sorun da üniversiteli gençlerin seçimlerden bir şey beklemiyor olmalarıydı.
Emek Barış Demokrasi Bloğunun üniversitedeki genç bileşenlerinin ve Emek Gençliği’nin seçim çalışmalarını yürütürken en çok karşılaştığı ve değiştirmekte zorlandığı anlayış; üniversite öğrencilerinin seçimlere katılan partiler arasında bir fark görmeyen, bir şeylerin değişebileceğine inanmayan, umutsuz ruh hali ve anlayıştı.
Bu yüzden üniversite gençliğine dönük seçim çalışmasının ve aydınlatma faaliyetinin temelini de Türkiye’nin temel sorunlarıyla birlikte üniversite gençliğinin acil talepleri oluşturdu. IMF’yle yapılan anlaşmaların iptal edilmesi, olası bir Irak operasyonunda Türkiye’nin savaş karşıtı tutum alması ve Türkiye’deki Amerikan üslerinin kapatılması, uluslararası kurullarla yönetilmekten kurtulmuş bağımsız ve demokratik bir Türkiye için emekçilerin iradesinin meclise yansıması, YÖK’süz, parasız bilimsel demokratik eğitim, iş ve güvenli bir gelecek vb. Bir başka deyişle Emek Barış Demokrasi Bloğu’nun seçim bildirgesinin talepleri üniversiteli gençlik yığınlarının da acil talepleri olarak üniversitenin seçim bildirgesiydi.
Emek Barış Demokrasi bileşeni gençlerin de ilk işi üniversite içinde blok bileşenlerinin ve kendisini IMF ve savaş karşıtı bir platformda ifade etmek isteyen, acil talepleri için her gencin katılabileceği seçim komitelerini oluşturma çabası oldu. Hemen her üniversitede oluşturulan bu komiteler, her gün daha fazla gençle birleşen, üniversitenin sınıflarında, amfilerinde ülkenin ve üniversitenin sorunlarını tartışmaya açan, bilimin ve insanlığın çıkarları için, üniversitenin ve üniversite öğrencisinin en acil talepleri için onları IMF ve savaş karşıtı tek parti olan DEHAP’tan yana tutum almaya çağıran platformlar olma hedefiyle çalışma yürüttüler.
Bu komiteler herhangi bir politik örgütlenmede yer almayan mücadele eğilimi içinde olan gençlerin bir bölümünü bünyesine alarak çalıştı. Bu komite ya da gruplarda yer alan gençler sorumluluklar alarak bütün çalışmalarda aktif görevler aldılar. Üniversitelerde stantlar açıldı, üniversite meydanları bayraklar ve afişlerle bezendi, seçim bildirgeleri dağıtıldı, üniversitelerin bulundukları bölgelerden milletvekili adaylarının imzalarıyla her üniversite için ayrı bildiriler dağıtıldı, üniversiteler için yerel taleplerin de yer aldığı afişler hazırlandı.
Burjuva basın ve TV kanallarının taraflı yayınları ve burjuva partilerinin olanakları, DEHAP’ın kapatılacağı üzerine tek yönlü propaganda pek çok kesimde olduğu gibi üniversitelerde de etkili oldu. Yine Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde olduğu gibi kampusta Genç Parti ve CHP’nin seçim otobüslerinin 3’er gün propaganda yapması ancak DEHAP çalışmasının üniversitenin dış kapısında bildiri dağıtmakla sınırlı kalması gibi anti-demokratik uygulamaların varlığı da etkili oldu.

ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ SANDIK BAŞINA GİTMEDİ
3 Kasım 2002 seçimlerine katılım oranı Nisan 1999 seçimlerine göre % 13 daha az oldu. Oy kullanma oranındaki bu gerileme içerisinde sandık başına giden üniversite öğrenci sayısının düşüklüğü dikkat çekicidir. Büyük kentlerde, on binlerce mevcudu olan üniversiteler başta olmak üzere toplam öğrenci sayısının en iyimser tahminlerle %10’u oy kullandı. Politik gençlik gruplarının yürüttükleri seçim çalışması bu tabloyu değiştirmeye yetmedi.
Blok bileşenlerininki kadar zengin ve yerel talepleri barındırmasa da, her türden politik grup ve akım üniversitede benzer yaygınlıkta bir propaganda faaliyetini aynı meydanlarda yürüttü. Hatta bu durum İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampusu’nda olduğu gibi afiş ve bildiri bombardımanından kurtulmak için gençleri kantinden uzaklaştıran ters bir etki yarattı.
Seçim çalışmasının yaygınlığı, talepleri ve platformuyla, miting alanlarını dolduran yüz binlerce Kürt ve Türk yoksulunun, gencinin, kadının görkemli coşkusuyla alternatif ve farklı bir havası olsa da Emek, Barış, Demokrasi Bloğu öğrencilerin gözünde bu etkiyi yaratamadı. Bütün bu karmaşanın içinden üniversite gencinin seçim komitelerinde yer alması, oy vermesi ya da Blok’a ilgi duyması için, Emek Barış ve Demokrasi Bloğu’nun diğer bütün parti ve akımlardan farklı bir program ve öneme sahip olduğunu kavrayabilmesi, tartışması, ikna olması, kendisince geçerli sebeplerinin olması gerekliydi. Bu sebepler elbette ki Emek, Barış, Demokrasi Bloğu’nda vardı ancak bunlar üniversite gençliği ile istenilen düzeyde buluşmaya yetmedi.
Sınıfına her gün girilmeyen, amfisinde IMF’siz, savaşsız demokratik bir Türkiye, demokratik bir üniversite talepleri her gün yankılanmayan, dersteki öğretim üyesinin “şeriat gelmesin” diye IMF’ci CHP’ye teslim olmanın açıklamasını yapmaya mecbur bırakıldığı bir üniversitenin seçim havasına girmesi ve Blok bileşeni olması çok kolay değildi.
Yıllarca Kürtler ve Kürtçe diye bir dilin olmadığının kanıtlanması için MGK direktifiyle araştırma yapmaya zorlanan üniversitenin, anadilde eğitim talebi dilekçesinin diyetinin DGM’lik suç teşkil ettiği öğretilen üniversite öğrencisinin, terör ve bölücülük propagandasıyla yaratılan şovenizmin kendiliğinden değişeceğini, ilk kez Türk ve Kürt emekçisinin, gencinin ortak talepler için bir araya gelmesini anlamasını ve mücadeleye atılmasını beklemek biraz kolaycılık olurdu.
Üniversite gençliğinin, düzen partilerinin birbirinden farklı olmadığının bilincinde olsa da, dünya ve ülkede yaşanan sorunlar karşısında sorumlu ve etkin bir tutum takınmadaki zayıflığı yüz binlerce öğrencinin oy kullanmamasının temel nedenidir. Üniversitenin yaşadığı çözülme ve yıkımın geldiği boyuta doğrudan bağlı olarak ortaya çıkan bu tablo, üniversitelerde neyin değişmesi gerektiğini bir kez daha göstermiştir. Üniversite gençliğinin, sisteme, düzene karşı tepkisi, Dünya ve Türkiye’de yaşanan sorunlara, halka karşı duyarlı ve sorumlu bir politik tutumla değil, kendine güvensiz, bireyci, lümpen ve cesaretsiz bir düşünce ve duyguyla birleşmiş durumdadır. Üniversite gençliğinin içinde bulunduğu bu durumun hızla yerini, kendi gücünün ve takınacağı tutumun gelecek açısından taşıdığı önemin bilincinde olan bir anlayışa bırakması gerekir.
Bunun için Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nun, ülkenin kaderini değiştirebilecek, Türk ve Kürt emekçi yığınların mücadele birliğini sağlamış, IMF’siz ve savaşsız bir Türkiye için mücadele eden bir odak olarak üniversitenin günlük yaşamına damgasını vurması gerekir.

BLOK, ÜNİVERSİTE MÜCADELESİNDE BİR OLANAKTIR!
Seçim çalışmasının sınıflarda yapıldığı, var olan öğrenci örgütlerinin seçimlerde Emek, Barış, Demokrasi’den yana tutum alması çabasında ısrarcı olunan üniversitelerde hem seçim çalışmalarında hem de sonrası açısından önemli adımlar atıldı.
İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi’nde ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci topluluklarının Blok adaylarının katılımıyla sınıf ve amfilerde gerçekleştirdikleri ve yüzlerce öğrencinin katıldığı paneller, İstanbul, İzmir üniversitelerinde DEHAP propagandası yapan gençlerin seçim dönemine denk gelen ÖTK seçimlerinde yüzlerce öğrenciyi temsil etmek üzere Öğrenci Temsilcisi seçilmeleri, yine pek çok üniversitede bu dönemde kol, kulüp ve toplulukların yönetimlerinin belirlendiği yerlerde Blok çalışmasına katılan gençlerin yeni mevziler edinmeleri önemli adımlardı.
Yine seçimlere Emek, Barış, Demokrasi Bloğu olarak katılmanın, üniversitedeki politikaya duyarlı kesimleri etkilediği ve bir heyecan yarattığı görüldü. Oy kullanan az sayıdaki öğrencinin azımsanamayacak bir bölümü DEHAP’a oy verdi. Bu heyecan seçimlerden önce savaş karşıtı etkinliklerde ortak tutum almayla güç kazandı. Seçimlerden sonra da 6 Kasım protestolarıyla devam etti. Şimdi de başta Blok bileşenleri olmak üzere üniversitelerde kol, kulüp, topluluklar gibi öğrenci örgütlenmelerinin bir araya getirilmesiyle, savaş ve YÖK karşıtı öğrenci platformları oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu platformlar öğrencilerin, oy kullanmasa da iktidara gelen AKP-CHP hükümetini sorgulayacağı, hükümetin halka rağmen uluslararası tekellerin ve emperyalistlerin çıkarları için IMF direktiflerini uygulama çabasını teşhir edeceği ve beklentiyi bir tepki olarak örgütleyebileceği araçlardır.
Hükümetin açıkladığı Acil Eylem Planı içinde yer alan her madde üniversitenin ilgili bölümlerinde, topluluklarında ele alınması ve kimin yararına uygulamalar olacağı tartışılması, gereken meselelerdir. Üniversitelerin akademi dünyasının zenginliğini yeniden üretmesi, bilimin ve üniversitenin toplumsal rolünü sorgulaması, anti-emperyalist mücadelenin güçlü bir merkezi olabilmesi Blok’la birlikte yaratılan dayanışma ve mücadele eğiliminin geliştirilebilmesiyle daha fazla olanak kazanacak, bütün öğrenci örgütlerinin bu perspektifle yeniden ele alınmasıyla güçlenecektir.
Emek Barış Demokrasi Bloğunun gençlik cephesindeki bileşenlerinden Emek Gençliği daha güvenli ve inisiyatifli bir çalışma perspektifiyle bu hedeflerin yakalanması için çalışmanın motor gücü olmalıdır.

EMEKÇİ GENÇLİK YIĞINLARININ BİRLEŞME EĞİLİMİ GÜÇLENİYOR!
Seçim çalışmalarının en çabuk ve geniş gençlik yığınlarını kapsayarak yürütüldüğü alanlar yoksul emekçi mahallelerinin emekçi gençlik yığınları oldu. Blok seçim bürolarının açılışlarıyla başlayan kitlesel etkinliklere katılanların önemli bir çoğunluğu Türk ve Kürt gençleriydi. 1980 darbesinden bu yana sistemli bir propagandayla çeşitli biçimlerde bölünmüş gençler hızla birleştiler.
Mezhepçilikle, dini duygularla, hemşericilikle bölünmüş, gerici tarikatçı odakların etkisi altına alınmaya çalışılmış, milliyetçiliğin, ırkçılığın etkisi altında bırakılmış emekçi gençlik yığınları belki bir araya gelmeyi hayal bile edemedikleri ortamları çalışmaların başlamasından kısa bir süre sonra kendileri oluşturmaya başladılar.
Sabahtan akşama haftanın 7 günü kahve ve bilardo salonundan başka gidecek yeri olmayan, uyuşturucunun, hırsızlığın, çeteciliğin tek çıkar yol olarak gösterildiği yoksul emekçi mahallelerinin gençliği seçim çalışmalarında düne kadar düşmanı bildiği gençlik kesimleriyle aynı kaderi ve geleceksizliği paylaştığı gerçeğiyle olmadığı kadar yüzleşti. Düne kadar arasında uçurumlar olduğunu düşündüğü üniversite gençliğinin işsizliğiyle ve gelecek kaygısıyla yüzleşti. Kendisi gibi binlerce gencin kendisini ifade edebileceği alanlardan yoksunluğunu, kültür, sanat, spor ve yerel yönetimlerden beklentilerinin aynılaştığını fark etti. Ve bütün bu nedenlerden dolayı DEHAP büroları ilgi odağı oldu, gençlik etkinlikleri kitlesel gerçekleşti. Türk ve Kürt gençliğinin kader ve mücadele birliği görüldükçe, gençliğin savaş karşıtı gösteri ve etkinliklere katılımı, coşkusu ve görev alma isteği de arttı. Geceler mahallelerde gençliğin savaşa karşı meşaleli yürüyüşleriyle aydınlandı, binlerce gencin katıldığı sokak şenlikleri, tiyatro gösterileri yapıldı.
Düzenlenen etkinliklerde, tartışma toplantılarında emekçi gençlik yığınlarının IMF ve savaş karşıtlığı ve öfkesi dikkat çeken düzeydeydi. “Türkiye’yi yönetenlerin Amerika istediği için” aldığı her tutum, işçi ve işsiz gençlik yığınlarının bağrında emperyalizm karşıtı bir eğilimi de geliştiriyor. Emekçi gençlik yığınlarının önderlerinin, sözcülerinin, ileride duranlarının sosyalizm fikrine ve mücadelesine kazanılmasının önünde tek engel bu kesimlerle seçimlerde kurulmuş bağların güçlendirilmemesi olur. Düne kadar günlük işçi basınına ‘komünistlerin’ gazetesi diye ilgi göstermeyen gençler bu önyargılarından doğru bilgiyi alarak -örneğin, dış borç ödemeleriyle neler yapılırdı dosyası- kurtuldular. Seçimler boyunca ulaşılabilen, yüz yüze tartışılabilen her genç bugünkü haklarını ve geleceğini kazanabilmesinin tek yolunun kendisi gibi emekçi yığınların ve Türk ve Kürt işçisinin birlikte mücadelesiyle olanaklı olduğunu öğrenme, kavrama olanağı yakalamış oldu. Örneğin, İzmir’in emekçi mahallelerinde Emek Gençliği’nin Ekim Devrimi’nin yıldönümü vesilesiyle başlattığı eğitim toplantılarına ve belgesel film gösterimlerine katılan yüzlerce gençte, insanlığın büyük kazanımlarının bilgisine ulaşmanın yarattığı heyecan, İzmir’in sınırlarını aştığı ölçüde bütün emekçi gençlik yığınlarının heyecanı ve coşkusu olabilir.
Emekçi gençlik yığınlarının seçim çalışmalarında en çok dillendirdikleri taleplerden birisi de kendilerini ifade edebilecekleri, bir araya gelebilecekleri, kütüphane kuracakları, kültürel sportif etkinlikler gerçekleştirebilecekleri alanların açılması için çalışmak oldu. ‘Biz artık kahveye, bilardo salonuna gitmek istemiyoruz’ diyen gençler taleplerini kimi yerlerde ‘seçim bürolarını kapatmayın, biz kendi aramızda kirayı, masrafları karşılarız’ biçiminde oldu kimi yerlerde birkaç yüz gencin ortak eğilim ve arzusu olarak gençlik merkezi, lokali, evi gibi yerlerin açılması için görev almaya hazır oldukları ifade edildi, hatta kendilerine yer aramaya başladılar.
Seçimler bitti ve emekçi gençlik yığınları bu taleplerinin takipçisi durumundalar. Gençlerin spor, kültür isteklerini küçümsemeden onların bu çalışmalar içinde kişilik kazanacaklarını, üretmenin ve paylaşmanın heyecanını duyacaklarını, görev ve sorumluluk almanın bilinç düzeylerini ilerleteceğini bilerek gençliğin teşvik edilmesiyle birlikte somut bir çalışma planıyla adımlar atmak gerekiyor. Gençlik yığınlarının talepleri için sokaklardan, mahallelerden örgütlenmeksizin, komiteleşmeksizin ne bu çalışmayı başarması ne de bugününü ve geleceğini değiştirebilmesi olanaklı. Bu açıdan bu eğilimlerin geliştiği, somut bir çabanın ortaya çıktığı, geniş toplantıların yapılır durumda olduğu alanlarda gençleri bu doğrultuda görev ve sorumluluk almaya çağırıp, kendi örgütlerini kurmaya seferber etmek yapılacak en doğru iş olacaktır.
Öte yandan, Emek, Barış, Demokrasi Bloğu çalışmalarına tepkisel yaklaşan önemli bir gençlik kitlesinin varlığı ve bu gençlerin tutumunun kaynağında, yıllardır sürdürülen gerici, şoven, düşmanlık propagandasının olduğu bilinmez değildir. Ancak, Türküyle, Kürdüyle Blok etrafında bir araya gelen gençler açısından olduğu gibi Bloğa karşı tepkili olan gençlik yığınları da işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, sosyal haklardan yoksun bir yaşamın pençesinde ayakta durmaya çalışıyor.
Bu gençlik yığınlarının da, Blok etrafında birleşen gençlere katılmaları için gerekli çaba sarf edildiği noktada milyonlarca gencin Türk ve Kürt emekçilerinin saflarında, sömürü ve savaşa karşı Emek, Barış ve Demokrasi için mücadeleye atılması ulaşılmaz bir hayal değildir.

EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE VE ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ

ABD emperyalizminin Irak’ı işgal planı tartışmaları başladığında daha 3 Kasım seçimleri yapılmamıştı ve 58. hükümetinin büyük ortağı olacağı öngörülen AKP’ye yöneltilen ‘Türkiye’nin rolü ne olur’ soruları yanıtsız bırakılır durumdaydı. Seçimlerin hemen ardından AB ile sürdürülen müzakere tarihi tartışmalarının hüsranla sonuçlanması, ABD işbirlikçilerinin dillerine pelesenk ettikleri “Türkiye’nin tek dostu ABD’dir” teranesinin bu kez de R. Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti’nce üst perdeden ilanını beraberinde getirdi. AKP hükümetinin bu yaklaşımı, içinde bulunulan konjonktürde Türkiye’nin ABD’yle birlikte Irak işgalinde yer alacağının utangaçça ilanından başkaca bir anlam taşımamaktadır.
ABD emperyalizmiyle girdiği siyasi, askeri, ekonomik her ilişkiden büyük zararlar görmüş Türkiye halkının, ABD’nin savaş arabasına binmek istemeyeceği, kardeşlik duyguları beslediği Arap, İslam halklara kendi topraklarından açılacak bir savaş cephesine rıza göstermeyeceği, gerek hükümet gerekse egemenler için evvelemirde bilinen bir durumdur. 58. Hükümet de bunu gözeterek temkinli açıklamalar yapmaktadır.
Savaş yanlısı tutumun savunuculuğu görevi ise her zaman olduğu gibi medyanın gücüne bırakılmıştır. Sahibinin sesi medya baronları ve burjuva kalemşörler, Irak operasyonundan Türkiye’nin kazanacaklarını anlatmakla bitiremiyorlar. Daha Hükümet kurulmadan önce Türkiye’nin Irak savaşında alması gereken pozisyonu çok net  açıklayan bir başka güç de, ne acıdır ki Türkiye üniversitelerinin rektörleri ve YÖK olmuştur.

YÖK ağaları savaşın yanında!
YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, 16 Ekim 2002 ‘de Rektörler Komitesi toplantısından sonra yaptığı açıklamada, Kuzey Irak’a müdahale hazırlıklarına destek verdi: “Büyük bir gönül birliğiyle Kuzey Irak’taki gelişmeler konusunda bir karar aldık. Türk üniversiteleri olarak Kuzey Irak’taki gelişmeler konusunda devletimizin yetkili organlarının alacağı her türlü önlem ve eylemin, sonuna kadar, maddi, manevi tüm varlığımızla yanında olacağız.”
YÖK’ün  açıklaması, yıllardır bilimin ve bilimsel üretim süreçlerinin gerici yasalarla tahakküm altına alındığı, sermayenin ve neoliberalizmin belirlediği piyasa kurallarının üniversiteleri getirdiği yeri ibret verici biçimde ortaya koymuştur.
YÖK’ün Kemalizm savunuculuğuyla, “dost, müttefik ülke ABD”yle işbirliği arasında salınan tutumu savaştan doğrudan zarar görecek mazlum halkların katledilmesine onay vermek demektir. YÖK ve rektörler, ABD emperyalizminin bölge zenginliklerine ulaşmasının yolundaki bütün engelleri kitlesel kırımlarla, katliamlarla kaldırması politikalarına destek vererek, üniversitelerin, bilimin emperyalizmin hizmetine ne oranda sokulmak istendiğinin eşsiz bir örneğini vermektedirler. Üniversiteler Irak’ın işgal edilmesiyle başlayacak ve bölgeyi kan gölüne çevirecek savaşların destekçisi olmaya çağrılıyor. Bu gerici tutum, Kerkük, Musul hayallerini yeniden canlandıran Misak-ı Millicilikle, milliyetçilikle desteklenmeye çalışılmaktadır.
Başta Kemal Gürüz olmak üzere bütün üniversitelerin rektörleri yaptıkları açıklamayla birlikte üniversitelere ve halka şu soruların yanıtlarını vermelidirler:
Üniversitenin savaşa koşulacak maddi ve manevi olanakları nelerdir? YÖK rektörleri mi, yoksa öğrencilerini mi savaşa gönderecek? Üniversitelerin laboratuvarları savaşa yönelik araştırmalarda mı kullanılacak?
Bilim kurumlarının başına çöreklenmiş sözde bilim adamlarının bilim mücadelesi tarihine kara bir leke olarak düşecek bu açıklaması daha pek çok soruya gebe. Ancak önemli olan, bütün bu soruları; üniversitenin sermaye ve emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayan Prof. ünvanlı temsilcilerine üniversite öğrencilerinin sormasını ve yanıt almasını sağlamak zorunluluğudur. Bilimsel üretim süreçlerine, bilimi kendi çıkarları doğrultusunda kullanan ve baskı altına alan burjuvazinin kirli çıkarlarının değil toplumun çıkarlarının yön vermesini sağlayacak etkenlerin başında günümüz genç kuşağının çabalarının geldiği gerçeği, üniversite gençliğinin düşünce ve eylemini belirlemelidir.

Üniversite savaş karşıtı mücadelede sorumluluk üstlenmelidir!
Üniversite gençliği savaş karşıtı, anti-Amerikan, anti-emperyalist tartışma ve mücadelenin öznesi olmaya çok yatkındır. Üniversite gençliği, elbette ki başta Türkiye’de olmak üzere bölge halkları arasında gelişecek emperyalist savaş karşıtı bir cephenin örülmesine dinamizm kazandıracaktır. Ancak bu dinamizmin bilinç ve örgüt tamamlayanlarının zayıflığı/olmayışı, üniversiteli gençlik mücadelesinin toplumsal aydınlanma ve savaş karşıtı muhalefetin örgütlenmesindeki rolünü de cılızlaştırmaktadır.
Üniversiteli genç kuşakların burjuva ideologlarınca bilinç bulanıklığına itildiği, toplumsal hafızasının bulanıklaştırıldığı ya da yok edildiği gerçeği bilinmektedir. Somali’de, Yugoslavya’da, Filistin ve Afganistan’daki gelişmeler ve çatışmaların her biri üniversiteli gencin zihninde birbiriyle bağlantısı olmayan; etnik kökenli, dinsel-mezhepsel çatışma ya da savaşlar olarak yer tutmakta, emperyalizmin hedefleriyle aralarındaki diyalektik bağ kurulamamaktadır. Kapitalizmin tek ve ebedi sistem olarak kutsandığı Yeni Dünya Düzen’ci neoliberal politikaların belirlediği eğitim sistemi, üniversite gençliğinin bilincini ve hafızasını hedef almıştır. Üniversitenin piyasanın ihtiyaçlarına göre düzenlenmesinin, bilimsel üretimin ve aydınlatma sorumluluğunun sınırının da bu ihtiyaçlarca belirlenmesinin sonuçlarını yaşamaktadır üniversiteler. Ancak aynı üniversiteli kuşakların bugün savaş karşıtı tutum alması, bu fasit dairenin parçalanmasını kolaylaştıracak, bir bakıma zihinleri özgürleştirecektir.
Gelgelelim üniversite gençliğinin, savaş karşıtı tutumunu, “Biz tepkimizi göstersek ne olur, ABD Irak’a girecek, bizim tepkimiz mi engelleyecek ABD’yi, ABD durdurulamaz” biçiminde ‘sadece ifade etmekle’ sınırlı yaklaşımı, bu zihinsel devrimin önündeki en güçlü engeli oluşturmaktadır. Bu engel aşılmadan -ki bu laf üreterek değil, ancak, eylem örgütleyerek başarılabilir- ilerlenemeyeceği bilinmelidir.

Amerika durdurulabilir!
ABD’nin daha baştan Türkiye’nin bir dost ülke olarak Irak operasyonunda rol üstleneceğini ilan etmesi boşuna değildir. Türkiye coğrafik olarak da stratejik-jeopolitik konumu gereği de emperyalizmin hesapları bakımından önemlidir. Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya’nın kesiştiği noktaya hakim, Ortaasya’ya açılan kapı olmak demek, emperyalistlerin nüfus ve pazar alanlarının bu bölgeden genişletilebilmesi demektir. Enerji koridoru olarak adlandırılan Türkiye’nin ABD emperyalizmi başta olmak üzere diğer emperyalist devletlerce de elde tutulmak istenmesinin nedeni, bu koridordan geçilerek ulaşılacak ve emperyalistlerin ekonomilerine devasa kaynaklar sunacak zenginliklerdir. İşte bu planların içerisinde kendisine karşı tutum alacak, Irak’ı işgal planında yer almayacak, üslerini açmayacak bir Türkiye, ABD’nin bölge planlarını zora sokacaktır. Üstelik Türkiye’de gelişecek bir anti-emperyalist mücadele hattı bütün bölge halklarının mücadele seyrini belirleme şansına sahiptir. 
Bundan yıllar önce, Amerika Vietnam’ın savaş teknolojisine yetişemediği için değil, Vietnam halkının Amerikan emperyalizmine karşı direngen ve kararlı tutumuyla yenilmiştir. Venezüella’da, Brezilya’da, Ekvador’da halkın anti-Amerikan, anti-emperyalist öfke ve mücadelesi, Amerikan karşıtı hükümetleri halk desteğiyle ayakta tutmakta ve emperyalizm bu ülke halklarına diz çöktürememektedir. ABD’nin Irak’ı işgal planına İngiltere destek vermeden önce kendi halkını ikna etmek zorunda kalacaktır ve bunun çok da kolay olmayacağı görülmektedir. Ve Ürdün başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinden insanlar Irak müdahalesini durdurmak için canlı kalkan olmaya gitmektedirler. Eğer Türkiye Hükümeti’nin Irak operasyonunda Amerika’nın yanında tutum almasını engelleyecek bir halk muhalefeti yaratılabilirse, ABD’nin başarısı tartışılmazlık durumundan çıkacaktır. Ve daha da önemlisi, bunların hiçbirisi kehanet değil, halkların mücadele deneyimlerinin gösterdiği gerçeklerdir. Bu mücadele, ABD’nin bölgeden tümüyle çekilmesinin, bölgeye ilişkin yapılacak her türlü düzenleme ve kararın bölge halklarınca alınmasının gerçekleşebilmesinin yolunu da açacaktır.
Üniversite gençliğinin mücadele örgütlerinden yoksun oluşu, güvensizliği, üniversite yönetimlerinin muhalif her hareketi disiplin soruşturmaları ve uzaklaştırmalarla bastırmaya çalışması, elbette üniversiteli gençlik kuşaklarının ‘değiştiremeyiz, ABD durdurulamaz’ duygularını pekiştiren etkenler arasındadır ve her biri önemli sorunlardır.
Ancak bütün bunlar, üniversiteli gençlik kuşakları arasında güçlü, sürekli, kapsamı her geçen gün genişleyen bir aydınlatma çalışmasıyla bilinir kılındığı ölçüde, karşıt tepkinin örgütlenebilmesini olanaklı kılar. Hiç unutulmamalıdır ki, hangi düzeyde olduğu bir yana, üniversitede savaş karşıtı bir eğilim ve tartışma ortamı vardır ve bu kendiliğinden tartışmalara yön verilmesi gerekmektedir. Üniversitenin ve üniversiteli genç aydın kuşakların toplumsal rollerinin hatırlatılması/bilince çıkartılması, bilimin ve akademinin savaşın yanında olamayacağı, bilim kürsülerinin tek başına kalmayı göze alarak da olsa savaş karşıtı kürsülere dönüşmesi için her çaba değerlidir ve mücadeleyi yükseltecektir.

YÖK’ün girişimlerini boşa çıkarmak
Üniversitenin egemen gerici ideolojiyi yayma gayreti elbette rektörlerin ve YÖK’ün yaptığı açıklamayla kalmadı/kalmayacak. Tarihsel altyapısı, eğitim kadrolarının genişliği, öğrenci sayısının fazlalığı ve gençlik hareketinin önemli bir merkezi olması özellikleriyle gözlerin üzerinde olduğu İstanbul Üniversitesi yönetimi, gerici ideolojisini doğrudan düzenlediği ve öğrencileri katmak için çaba sarf ettiği etkinliklerle perçinlemeye de çalışıyor. Üniversite içinde öğrencilerin düzenlemek istediği etkinliklere çoğu zaman izin vermeyen üniversite yönetimi, yüzlerce genci üniversitenin en büyük konferans salonlarında brifinglendirerek, resmi ideolojiye kazanmaya çalışıyor. Kıbrıs sorununu tartıştırıyor, Ortadoğu’da neler oluyor gündemli etkinliklere hazırlık yapıyor.
Benzer bir durum diğer üniversitelerde de çeşitli biçimlerde gelişecektir ve bu etkinlikleri takip etmek, buralarda yapılacak tartışmaları yönlendirmek, savaş karşıtı çalışmaların önemli unsurları arasında yer alırsa daha da anlamlı olacaktır. Aynı üniversitede şu ana kadar 88 bilim adamının “Savaşa Karşıyız” diyerek imzaladığı metinlerle geliştirdikleri tepki ve öğrenci kulüplerinin, temsilcilerin bir araya gelerek oluşturdukları savaş karşıtı platformlar, üniversitelerde kırılma noktasına işaret eden önemli gelişmeler olarak kavranmalıdır.

Savaş karşıtı her genç sorumluluk alabilmelidir
Bugün üniversitelerin sınıf ve anfilerinde yürütülen savaş karşıtı tartışmalar, üniversite bileşenlerini de içine alacak biçimde kitlesel mücadelelerin  örgütlenebileceğine işaret ediyor. Bunun için, laik’inden dincisine, sosyalistinden milliyetçisine savaşa karşı çıkan tüm kesimleri birleştirebilecek bir esneklikle hareket etmek gerekmektedir. Bu tür bölünmelerin savaş karşıtı cepheyi parçalayıp, zayıf düşüreceği unutulmamalıdır.
Savaş karşıtı tutumlarını açıklayan öğretim üyeleriyle birlikte etkinlikler, tartışma ve söyleşiler düzenlemek, savaş karşıtı tutum alan Türkiye aydınlarını, yazarlarını, sanatçılarını üniversitelere davet etmek, barış etkinlikleri düzenlemek, şenlikler düzenlemek, ama bunlardan bir ya da birkaçını değil hepsini başka başka araçlarla yapılır hale getirmek, her düzenlenecek etkinliğin kararını geniş öğrenci kesimleriyle almak ve gerçekleşmesi için katkı sunmak, üniversitelerdeki çalışmanın bileşimini ve niteliğini güçlendirecektir. 
Kısa bir süre önce yaşanan seçimlerden de hatırlanacağı gibi, Emek-Barış-Demokrasi Bloğu üniversitenin ileri kuşakları arasında bir heyecan yaratmış, Türk ve Kürt gençliğinin talepleri ve mücadele birliği üniversitedeki seçim atmosferini önceki seçimlerden farklı kılmıştır. Şimdi de görülmektedir ki, savaş karşıtı çalışmanın ilk karşılık bulduğu kesimler Blok için çalışan kesimler olmuştur, ve gençlik yığınları içinde bu konuda bir beklenti olduğunu söylemek gerçeği ifade edecektir. Bloğun üniversitelerdeki genç bileşenlerinin YÖK Yasa Tasarısı, disiplin yönetmelikleri, formasyon hakkı gibi akademik talepler için yürüttükleri ortak mücadele savaş karşıtı çalışmayla birleşmelidir. Kürt ve Türk gençliği bölge halklarının savaşa karşı mücadelesinin dinamiği olma görevini ve sorumluluğunu üstlendikçe bu çalışma  güç kazanacaktır.
YÖK gericiliğinin zayıflatılarak defedilmesi, üniversitelerin üzerindeki baskının kalkması, soruşturmaların durdurulabilmesi, üniversite eğitiminin bilimsel bir içeriğe kavuşabilmesi, üniversite öğrencilerinin mücadele örgütlerini inşa edebilmesinin olanakları böyle kapsamı geniş bir savaş karşıtı çalışmayla güç kazanacaktır. Türkiye üniversitelerinde gelişecek güçlü bir emperyalizm karşıtı mücadele, Türkiye emekçilerinin ve Ortadoğu halklarının mücadelesine güç katacaktır.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑