Kapitalist dünya düzeninde egemen güçler hayatın her alanında müdahalelerde bulunup ideolojilerini insanlığa benimsetmeye çalışmaktadır. Fakat bunu başarabilmeyi en çok arzuladıkları alan belki de eğitimdir. Çünkü eğitim kendi ideologlarını en rahat biçimde yetiştirebilecekleri alandır ve doğal olarak kapitalist sistem, eğitimi de istediği biçimde şekillendirme çabasındadır. Bu nedenle, eğitime müdahaleleri, önce günümüzün bir tahlilini
yapıp, sonra ele alırsak çok daha anlaşılır olacaktır.
Yeni dünya düzeni ilan edildiğinden bu yana, emperyalistler, kapitalizmi halklara iyi gösterebilmek için didinip durmaktadır. Onlara göre tarihin sonuna gelindi ve artık ahlak,
bilim, teknoloji, üretim ve paylaşım da eskisi gibi düşünülemezdi ve ortaya, bilinemezciliği
merkez alan bir postmodernizmi sürdüler. Kitaplar yazıldı, filmler, televizyon dizileri yapıldı, tarih karanlığında, mitoloji ve dini kaynaklara referans olan efsaneler tarihsel gerçeklermiş gibi sunuldu. Bunlar da yetmeyip, açlık, savaşlar, yoksulluk, topraksız insanların göçleri daha da artınca, bu kez, farklı bir fikir ortaya atmaya kalktılar. Onlara göre, insanlığın ulaştığı en ileri değerleri temsil eden Batı uygarlığı, öteki geri, barbar uygarlıklar tarafından tehdit ediliyordu ve bunlar alt edilemezse, barış, demokrasi, refah, insan hakları gibi değerleri yaşatamazlardı.
Bu düşünceyi gerçekleştirebilmek için de, Batı uygarlığını savunmak için savaşanları, “kutsal”, kurtarıcı olma görevini üstlenebilecekleri birleştirecek bir inanç felsefesine ihtiyaç vardı ve dünyanın en eski ideolojisi olan din, bunun için en uygun olanıydı. Hıristiyanlık gibi bazı dinler, başlangıçta alt sınıfların ideolojisi olarak ortaya çıkmış olsalar da, kısa süre de egemenler tarafından yararları keşfedildi ve resmi din haline geldiler. Böylece de emperyalistlerin elinde en güzel maşalar olarak yerlerini aldılar. Burada, emperyalizmin tek başına Hıristiyanlığı kendi hizmetinde kullanmadığını belirtmekte fayda var. Emperyalistlerce “Yeni Muhafazakarlık” adıyla anılan ideoloji, İslam Dünyası’nda da emperyalistlerin yanında yer alan güçler için “Ilımlı İslam” adıyla anılmaktadır.
Hıristiyanlığın emperyalizmin yardımına çağrılması, tek başına, Doğu uygarlığına yönelik bir saldırıda birleşebilme kaygısı temelinde değil; kültür, sanat ve bilimi de hedef almış bir şekilde karşımızda durmaktadır.
1987’den beri yaradılışı öğretmenin resmi olarak yasak olduğu ABD’nin 17 eyaletinde, evrim teorisinin müfredattan çıkarılması tartışılmaktadır. Yaradılışçılar, ilk olarak Michael Behe’nin ortaya attığı “Bilinçli Tasarım Teorisi” ile evrim fikrine saldırıyorlar. Peki nedir bilinçli tasarım?
Bilinçli tasarım, bilimle din arasında köprü kurmak isteyen, çok karmaşık evrenin ve canlıların oluşabilmesi için bir tasarımcının varlığının gerekli olduğunu iddia eden bir teoridir. Bilinçli tasarımcıların temel argümanı, yaşamın ve evrenin tesadüfen, yavaş yavaş ortaya çıkamayacak kadar karmaşık olduğu ve bu yüzden bilinçli bir tasarımcı tarafından yaratılmış
olması gerektiği düşüncesine dayanıyor.
Behe’ye göre, “fare kapanı, çeşitli parçaların bir araya gelmesiyle oluşan bir karmaşık sistemdir ve herhangi bir parçası eksikken nasıl işe yaramıyorsa, insanın gözü de karmaşık bir
organ olduğu için, bir parçası bile eksik olsa işe yarayamayacaktır. Fare kapanını tasarlayan
biri olduğuna göre, göz de, bilinçli bir tasarımın ürünü olmalıdır.”
Yaradılışçılığın modern versiyonu olan bu bilinçli tasarım teorisi eğitimciler arasında tartışılıyor.
* Lise müfredatının değişmesi Kansas’ta Şubat ayında tartışılmaya başlandı ve eğer kabul edilirse, Eylül ayından itibaren lisede yaradılışçılık öğretilmeye başlanacak.
* Missouri’de eyalet vekilleri ders kitaplarında “evrime alternatif teoriler” üzerine bir bölüm olması için bir yasa tasarısı hazırladılar.
* Arkansas ve Alabama’daki kitaplar evrimi reddeden bölümler içeriyor.
* Wisconsin’in bir bölgesinde öğretmenler, öğrencilerine “evrim kuramının bilimsel yönden güçlü ve zayıf yanlarını” anlatmakla yükümlü.
* Georgia’da ders kitaplarının üzerine “Bu kitap evrime dair bilgiler içermektedir. Evrim, canlıların kökenine dair bir kuramdır, olgu değildir” şeklinde ibareler yapıştırıldı. Ancak daha
sonra mahkeme bu ibarenin kaldırılmasına karar verdi.
Yaradılışın yeni versiyonu olan akıllı tasarımın sınıflara sokulması için bu görüştekiler, insanları adalet duygularından vurup, öğrencilere dünyanın kökenine dair tüm fikirlerin
öğretilmesi gerektiğini söylüyorlar. İlk başta zararsız görünüyor bu fikir, ama burada yatan asıl amaç, tek başına evrime saldırmak değil, aynı zamanda bilime de saldırmaktır. Çünkü bu görüşteki insanlar, bilimin doğacı eğiliminin ateistçe olduğuna inanıyor ve bilimi
değiştiremedikleri taktirde, Tanrı’ya da inanamayacaklarını söylüyorlar. Bir İngiliz felsefe
profesörü olan Antony Flew, ateizmden vazgeçerek, bilinçli tasarımdan etkilendiğini açıklıyor; ABD Başkanı Bush, tanrıyla ilişkisi olmayan birinin ABD Başkanlığı yapamayacağını söylüyor…
Son zamanlarda kuantum fiziği üzerine tartışmalar da yoğunlaştı. Maddenin yoktan var olmadığı vardan da yok olmadığı yıllar öncesinden ispatlandığı halde, kuantum dünyasında
maddenin yok edildiği iddia ediliyor. Heisenberg’in kesinsizlik ilkesi, kuantum fiziğinin
temellerini oluşturur. Kuantum fiziği de, maddenin yok olmayacağını, hızı artınca enerjiye
dönüşeceğini söylüyor. Ama Heisenberg, “bir parçacığın konumu ve hızını istediğimiz bir
kesinlikle tespit etmek mümkün değildir. Bu yüzden de doğada kesin olan bir şey yoktur”
diyor. Kısaca söylemek gerekirse, kuantum fiziği yorumlanırken, egemen ideolojinin işine
yarayacak olan Heisenberg’in yorumu dillendiriliyor.
Emperyalizmin iddialarını kanıtlamaya çalıştığı önemli alanlardan biri de, genetiktir.
DNA’nın yapısını açıklayarak Nobel ödülü alan James Watson, “Eskiden kaderimizin alnımızda yazılı olduğuna inanırdık. Oysa artık biliyoruz ki genlerimizde yazılı” diyor ve bazı
Sosyobiyologlar, insanın her türlü davranışını genlere bağlıyorlar. Son olarak, kanser üzerinde
çalışan Amerikalı Moleküler Biyolog Dean H.Hamer, “Tanrı geni: İnanç Genlerimize Nasıl
Kazındı?”adlı kitabı yayınlandı. Kitabında yazdığına göre, “Tanrı Geni”, eskiden beri bilinen ve beyinde bambaşka görevleri olan “VMAT2” idi. Hamer, bu genden kuşkulanmış ve ABD Ulusal Kanser Enstitüsü’nde bulunan yüz binlerce DNA örneği içinden en dindar 2 bin kişinin DNA’sını seçip, genlerini incelemiş. Bu 2 bin DNA örneğinin % 1’inden azında VMAT2 geninin kodladığı VMAT2 proteininin fazla üretildiğini görmüş ve “bu gen, olsa olsa inançtan sorumludur” deyip, buna, “Tanrı Geni” demiş. Yani sonuçtan da anlaşılacağı gibi, bu, bilimsel bir araştırma değildir.
Bugüne dek bulguları hiçbir bilim dergisinde yayımlanmayan Hamer, 1994’te, aynı yöntemi kullanarak, eşcinsellik genini bulduğunu öne sürmüştü. Fakat aradan geçen yıllarda kimse bu genlere rastlayamadı. Bu konulara ilişkin olarak, Nature Genetics dergisi Aralık sayısındaki makalesinde, “tek başına genlerin her şeyi açıklamadığını” söyleyen Prof.Michael A.Goldman, “insan davranış ve etkinliklerini, çok sayıda gen, bu genlerin farklı koşullarda birbirlerini etkileyip, farklı kodlamalar yaparak oluşturdukları değişik biyolojik yapılar iç ve dış çevrenin toplamının birbirleri üzerinde sürekli ve çok yönlü etkide bulundukları dev bir bileşik sistem sağlıyor” demektedir.
Emperyalizmin saldırganlığı, silahların, bombaların, nükleerlerin yanında en önemlisi olan ideolojik saldırganlıkla devam etmektedir. Doğrudan bilime ve dolayısıyla eğitime yönelik bu ideolojik saldırılar, bugün bilimsel bilginin üretildiği ve geleceğin bilim adamlarının yetiştiği
üniversitelerimizi de sarmaya devam etmektedir ve bu gerici, idealist akım ve düşüncelerin bilim dünyasınca diyalektik materyalizmin ışığında yürütülecek bir mücadeleyle mahkum
edilmesi şarttır. Aksi taktirde bu saldırılar bir süre sonra önüne geçilemez bir konum alabileceklerdir.
* ODTÜ Psikoloji/Hazırlık