Burjuva yaygaraların “sosyalizm öldü, iflas etti” çığlıklarının doruk noktasına ulaştığı günlerde Evrensel Yayıncılık’ın yayınladığı “Sosyalizm Kazanacak” adlı kitap, Bu saldırılara verilmiş bir cevap özelliği taşıyor.
Kitapta, okuyucu, sosyalizmin zafere ulaştığı ilk ülke olan Sovyetler Birliği’nde 1950’lerin ikinci yansından itibaren inşa edilmeye başlanan kapitalizmin yeni kimliğini, yeni koşullara ve değişen güçler dengesine uygun olarak büründüğü yeni biçimlerini inceleyen açıklayıcı bilgiler bulacaktır. Sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün irdelendiği süreci ayrıntılarıyla anlama; sosyalizmi tasfiyeyle temellenen, bilimsel sosyalizmin, işçi sınıfı ideolojisinin amansız düşmanı modern revizyonizme karşı nasıl etkili savaşılabileceğinin ipuçlarını bulacaktır. Sınıf bilinçli işçi ve devrimci öncü modern revizyonizmin etkili olduğu uluslararası ve ulusal özgün koşulları kavrayarak yakın zamanda sosyalizmin en son kalesi Arnavutluk’un da kaybedildiği bu sürece gelinmesindeki eksikleri saptamalıdır. Bu aynı zamanda bundan sonra sosyalizmin kazandığı her mevziinin korunması, geliştirilmesi ve komünizme doğru kökleşmesi yolunda atılan adımları sağlamlaştıracaktır. 1950’lerin ikinci yansından itibaren restore edilmeye başlayan kapitalizm ideolojik planda Marksizm görüntüsü altında burjuva ideolojisini geliştirirken, merkezi planlama üretimi araçları üzerindeki devlet mülkiyetinin korunması: gibi sosyalist biçimleri muhafaza etti. Türkiye’deki çoğu siyasi sol akım, Sovyetler Birliği’ndeki tekelci kapitalizm üzerindeki en son sosyalist elbiseyi de attığı günümüze kadar, kapitalizmin uygulamalarını “sosyalizmin hataları” olarak görmekte direndiler. Buna karşılık devrimci komünistler, gerçekte devlet ve grup mülkiyetinin kapitalist koşullarda da mümkün olduğunu, kapitalist mülkiyet biçiminin faşizmden devlet kapitalizmine kadar çeşitli biçimlere bürünebileceğine dikkat çekerek her devlet mülkiyetinin kolektif sosyalist mülkiyet olmadığını söyleyerek ve Sovyetlerdeki kapitalizmin inşasının ‘50’li yıllarla başladığını savundular.
Modern revizyonizmin, komünist parti ve devrimci işçi hareketi içindeki sosyal temelini, proletarya saflarına diğer sınıflardan katılan aydın, memur gibi tabakalarla birlikte işçi sınıfı içinde palazlandırılan işçi aristokrasisiyle beslenen burjuva ideolojisi oluşturdu. Modern revizyonizm, bu burjuva ideolojisinin, sömürücü sınıfların tasfiye edildiği ülkelerde iktidara gelen burjuva iktidarının ta kendisidir. Kitapta sosyalizmin tasfiyesine ilişkin alınan ilk somut adımlara değinilirken o dönemde uluslararası plandaki şu gelişmelere dikkat çekiliyor:
2. Dünya Savaşı’ndan büyüyerek çıkan ABD emperyalizmi askeri alanda NATO, SENTO gibi; ekonomik alanda ise Dünya Bankası, IMF gibi uluslararası kuruluşlarda örgütlendi. ABD, Japonya, İtalya gibi ülkeleri de silahlandırarak Sovyetler Birliği’ne tam bir ekonomik, mali, ticari, askeri ambargo uygularken, Mc Cartizm örneğindeki gibi en temel burjuva demokratik özgürlükleri ayaklar altına alarak komünizme olan saldırılarını ideolojik cephede de yoğunlaştırdı. 2. Dünya Savaşı öncesindeki emperyalistler arasındaki güçlü çelişkiler savaş sonrasında azalarak emperyalistlerin sosyalizmi yıkmak için birleşik bir cephe oluşturmasıyla karakterize bir durum ortaya çıktı. Devrim cephesi uluslararası güçlerin değişen yeni durumuna uygun taktikler oluşturmak zorundaydı. Ancak modern revizyonizme verilen ilk taviz Sovyetler Birliği Eylül 1953 ve Temmuz 1955 Parti Merkez Komitesi Plenum oturumunda alınan “toplumsal üretimin bir bölümünün maddi teşvik adı altında mühendis, tekniker ve parti fonksiyonerlerine verilmesi” yolunda alınan karar oldu.
Kitapta toplumsal üretimin dağılımı ve bölüşümüne ilişkin 1917 Ekim devriminden sonra uygulanan sosyalizm ilkeleri sıralanırken, bilinçli işçi ve devrimci öncüdeki sosyalist uyanıklık ve bilincin nasıl diri tutulacağı üzerinde duruluyor. Bu ilkeler şöyle sıralanır: 1) Komünizmin birinci aşamasında herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre ilkesinin uygulanması, 2) Ortak toplumsal giderler için ayrılan fonlardan sonra toplumsal üretimin emeğin süresi ve yoğunluğuna göre bölüşülmesi, 3) Bütün memurların ortalama işçi ücretlerinden yüksek maaş almaması ve bunun iktidarda örgütlenmiş proletarya diktatörlüğünün ilkelerinden biri olarak ele alınması gerektiği. Hatta Lenin bir dönem proletarya kendi uzmanlarını yetiştirene kadar burjuva uzmanlara ödenmek zorunda kalınan yüksek maaşların proletarya iktidarının ilkelerinden verilen bir taviz olduğunu belirtir.
Kruşçevci revizyonistler 1956 Aralık’ında “Kişilerin putlaştırılmasına karşı mücadele” bayrağı altında bir konferans yaptılar. Onların aldıkları her karar Lenin ve Stalin’in savunduğu sosyalist ilkelerden sapma doğrultusundaydı. Stalin’in savunduğu meta üretiminin tüketimle sınırlı kalması ilkesi çiğnenerek, üretim araçlarını da metalaştıran karar; meta dolaşımının etki alanını genişletip kapitalist pazar ekonomisine geçişin ana uzuvlarını yarattı. 1958 yılında ise kolhoz mülkiyetini ulusal mülkiyet düzeyine yükseltmeyi hedefleyen sosyalist ilke de rafa kaldırılıp grup mülkiyetini güçlendirecek ve meta üretimini pazar için daha da geliştirecek olan makina ve traktör istasyonlarının kolhozlara devri gerçekleştirildi. 1965 ve 66’da yapılan reformlarla ise devletle işletmelerin ilişkisi, “işletmelerin, kazancın azamileştirilmesi ilkesine göre çalışma” ve karın bir bölümünün işletmelere bırakılması resmileşti. Bu uygulama aynı zamanda işçi ve emekçi örgütlerinin, üretimin örgütlenmesine ve çalışma koşullarının saptanmasına olan katkısının yok edilmesiydi. Görüldüğü üzere modern revizyonistler Stalin döneminde ne yapıldıysa tersini yaptılar, O neyi savundu ve yapılmasını istediyse tersini savundular ve uyguladılar.
Kitapta dikkat çekilen diğer bir nokta bilinçli işçi ve komünistin gözden kaçırmaması gereken Stalin’in de sık sık vurguladığı proleter devrimin bir ülkede zafer olanağı ile sosyalizmin kesin zaferinin birbirine karıştırılmaması gerektiğidir. “Sosyalizmin kesin zaferi ancak dünya ölçeğinde ele alınabilir ve dünya ölçeğinde sosyalizm güçler ilişkisinde kesin bir üstünlük sağlamadığı, emperyalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatma almadığı sürece sosyalizmin kesin zaferinden söz edilemez. Sosyalizmin kesin zaferi gerçekleşmediği sürece de proletaryanın gerek tek tek ülkelerde gerekse uluslararası alanda kazandığı hiçbir mevzi ve zafer tam bir güvence altında değildir.”
Günümüzde geri bir ülkede gerçekleşen sosyalist devrimin Sovyetlerdeki işçi ve emekçilerin yaşam düzeyini hızla yükselten yaşam koşulları, Arnavutluk komünistlerinin yakın zamana kadar büyük bir fedakârlıkla taşıdıkları devrim mücadelesinin kızıl bayrağı ve modern revizyonizme karşı verdikleri amansız mücadele her bilinçli işçi ve komünist tarafından hatırlanmalıdır. Lenin proletarya devriminin karşı karşıya olduğu tehlikelere değinirken, feodalizmin bağrından çıkarak kapitalist ekonomik ilişkileri hazır devralan kapitalizme göre devrimci proletaryanın sosyalist ekonomiyi kapitalizmin yıkıntıları arasında yeniden inşa etme zor göreviyle karşı karşıya bulunduğunu hatırlatıp, geriye dönüşlerin olabileceğine dikkat çekiyordu. Bu tehlikenin bugün gerçekleşmiş olması bilinçli işçi ve komünistlerin yenilgiden ders çıkaran bir devrimci tutum geliştirmesini sağlamalıdır. Çünkü Sosyalist Ekim devrimi de, Paris Komünü 1905 Rus devrimi yenilgisinden edindiği derslerle kendini eğiten proletaryanın devrimci atılımıyla gerçekleşti.
Bugünse sosyalizmin aldığı ölümcül yaralardan ders çıkarıcı bir tutum takınan bilinçli işçi ve devrimci öncünün devrimci atılımına bağlı kurulacak sosyalizm, şanlı Ekim deneyimi ve Arnavutluk sosyalist deneyimiyle güçlenmiş olarak bu kez daha sağlam bir temele oturacaktır. Türkiye ve ezilen ulus proletaryasının birleşik mücadelesinin ilerlemesinin biricik garantisi modern revizyonizme her türden reformizme karşı yürütülecek mücadeleye bağlıdır. Çünkü emperyalizmin artan sömürüsü işçi ve emekçileri her geçen gün yoksullaşma içine sürüklerken bu durum kendiliğinden işçi ve emekçiler üzerindeki politik uyuşukluğu kırmakta reformist ve revizyonist propagandaların yıkılmasının koşulları da olgunlaşmaktadır. Her geçen gün sömürünün olgunlaştırdığı koşullar er geç başarıya ulaşacak sosyalist bir devrimin yaklaşan ayak seslerinin koşullarıdır!
Sonuç olarak kitap, Kruşçev’le başlayarak, Gorbaçov’un “reformlarıyla noktalanan, sosyalizmin sistem olarak yeryüzünden silinmesiyle ve bütün sosyalist biçimlerin atılmasıyla sonuçlanan süreci genel çizgileriyle inceliyor ve bilinçli işçi ve komünistin çıkarması gereken derslere dikkat çekiyor.
Kitabın, bu süreci ve geriye dönüşlerin nedenlerini bütün ayrıntılarıyla ortaya koyduğunu söylemek zordur; kitabın da zaten böyle bir iddiası yoktur. Konunun bütün yönleriyle incelenmesi bu konuda yapılacak birçok araştırmanın konusu olmak durumundadır. Fakat kitap çok önemli bir başlangıç, önemli bir çalışmadır.
Ocak 1992