“Terörizme karşı mücadele” gerekçesiyle tırmandırılan emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı mücadele üzerine
(Belçikalı mücadeleci sendikacıların Üçüncü Uluslararası Sendikal Konferans’a sundukları tebliğ.)
JEF BRUYNSEELS
(FGTB sendikası Anvers bölge yönetimi üyesi ve Eççon Chemicals işyeri temsilcisidir.)
1. 22 MAYIS ÇARŞAMBA, BRÜKSEL: CLABECI’IN 13 İŞÇİ TEMSİLCİSİ BERAAT ETTİ
22 Mayıs Çarşamba, Berlin: Bush’a ve savaşa karşı 20 bin kişi yürüdü, İtalya’da ve Caen’de Bush’a karşı gösteriler düzenlendi.
22 Mayıs Çarşamba günü, Belçika’daki militan işçi hareketi tarihsel bir gün yaşadı. Üç yıl süren yargılamadan, 60 duruşmadan, bir o kadar eylem ve gösteriden sonra, adalet kararını verdi: Clabecı demir-çelik işletmelerinin 13 işçi temsilcisi beraat etti. Tarihsel bir zafer!
Bu temsilcilerde dikkat çeken ve uluslararası işçi sınıfının öncü güçleri içinde yer etmelerini sağlayan şey, bükülmez sınıf tutumudur. İşletmelerinin kapatılmasına karşı mücadeleleri, adaletsizliğe ve baskıya karşı uluslararası mücadelenin bir parçasıdır. Tek bir düşman biliyorlar: Kapitalizm ve emperyalizm.
Baş temsilci Roberto Orazio’nun, kendilerini desteklemeye gelen 1500 göstericiye, Adalet Sarayı önünde yaptığı konuşmada söyledikleriydi bunlar. Sınıf adaleti onun kişi olarak beraatına karar vermişti, ama bu, yeryüzünde adaletsizliğin sona erdiği anlamına gelmiyordu.
Şöyle devam etti Orazio:
“Afrika’nın bir köşesinden bir genç kız, zorla verilmek istendiği kişiyle evlenmekten kurtulmak için, demokratik zannettiği bir ülkeye geldi. Gelir gelmez, hemen bir kampa kapatıldı. Ve işler bununla da bitmedi. Ülkemizde, sınır dışı edilen bir kişinin ağzına yastık basarak bağırmasını engelleyen bir yasaya, onay verenler oldu. Sesi duyulmasın diye jandarmalar tarafından ağzına yastık basılarak öldürülen bu genç kadının adı Semira idi. Bu türden adaletsizlikleri ve “dünyanın her sefaletini ülkemizde barındıramayız” diyen anlayışı kabul edemeyiz biz.
Yoldaşlar, bu olup bitenleri kabul etmek zorunda değiliz. Bir göçmen olarak ben, dünyanın sefaletlerinden kaçmak için değil, çalışmak için buraya geldim ve bugün Clabecı işçilerinin kazanmasını sağlayan da, kararlılıktır.”
Clabecı’li işçi temsilcileri, birer terörist gibi sunulmuşlardı. Beş sene süren mahkemeler neticesinde Roberto, kendisinin bu durumdaki tek kişi olmadığının, haklarını savundukları için medyada bu türden muameleye maruz kalan çok kişi olduğunun farkına vardı : “Yanımda, Filistin bayrağını sallayan bir bayan görüyorsunuz. Kendi kendime kaç kez sormuşumdur: hücum tanklarıyla saldırılan, çocukları katledilen, yaşam mücadelesi terörizm olarak damgalanan bir halk nasıl acı çekiyordur, diye. Bu insanlar, benimkinden çok daha zorlu bir kavga veriyorlar. Ama yoldaşlar, o da bizim kavgamızdır. Herkesin kardeş ve iyi niyetli olduğunu sanan saf yaklaşımı artık terk etmeliyiz. Filistin halkı yok edilmek isteniyor ve biz de, şimdiye kadar olduğundan çok daha açık bir tutum takınmalıyız. Eğer bir yerde bazıları, silahlara, ordulara, roketlere sahipse ve çocukların üzerine ateş açmaktan sakınmıyorsa, artık orada söz konusu olan kardeşlik, iyi niyet filan değildir. Anlaşılabilir olanın ötesine geçilmiş demektir.”
Avrupa’nın her yanında ayağa kalkan, uluslararası planda global kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadeleye atılan bu türden sendikacılara sahip olmaktan gurur duyuyoruz.
2. ARTAN SALDIRGANLIK VE DÜNYANIN HER TARAFINDA SAVAŞ TEHLİKESİ
Bugün emperyalizm savaş demektir. Halklara karşı ve boyun eğmeyi reddeden ülkelere karşı savaş. Her militan sendikacının önünde de, savaş kundakçılarına ve emir verenlere karşı mücadele görevi durmaktadır.
13’lerin Brüksel’de beraat ettikleri gün, Bush’da Avrupa’daki diplomatik seferine başladı. Hükümetlerin, Amerikan politikası arkasında hizaya girmesini istiyor. ABD, “terörizme karşı mücadele” adına, Irak halkına karşı yeni bir savaş başlatmak istiyor.
Brüksel’de geçen 13 Aralık’ta 100 bin emekçi, Avrupa Birliği’ne karşı gösteri yapmıştı. Aynı akşam, mücadeleci sendikacıların düzenledikleri toplantıda, Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen 15 sendikacı söz aldılar. İşte, yapılan konuşmalardan bazı önemli bölümler:
* Yunanistan PAME temsilcisi Georges Mavrikos, savaş hazırlıklarını teşhir etti:
“Son aylarda dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Yunanistan’da da, Amerika’nın, NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin; bugün Afganistan halkına, yarın belki Irak halkına ve daha öteki gün de başka halklara karşı ilan ettikleri savaşa karşı, kitlesel militan bir hareket gelişti.
Bu savaş, terörizme karşı olmak adı altında yürütülmektedir. Gerçekte ise, emperyalistler halkları terörize etmek, emekçilerin demokratik haklarını gasp etmek, petrol ve doğalgaz yollarını denetlemek, uyuşturucunun üretimi ve dağıtımını kontrolleri altına almak ve halklara yeni ekonomik yükler bindirmek istiyorlar. Sendikal hareket, emperyalistlerin bu kirli savaşını durdurmak, NATO’yu lağvetmek, Avrupa Birliği’nin terörist yasalarını iptal ettirmek için mücadele etmelidir.”
* Almanya Ver.Di sendikası Münih Bölge Yönetimi Yürütme Kurulu üyesi Sabine Pustet, sendikalara karşı savaş açan Schröder’i eleştirdi:
“Federal Almanya Cumhuriyeti metalürji sendikası, Afganistan’daki savaşla ilgili olarak bazı dikkatli eleştirilerde bulunmuştu. Başbakan’ın buna yanıtı ise, sendikaların dış politikadan anlamadıklarını söylemek ve üyelerinin maddi çıkarlarının savunusuyla ilgilenmelerini tavsiye etmek oldu.
“Tabii ki kapitalistler, sendikaların üç kuruş davası gütmelerini tercih ederler. Ama eğer sendikalar, üyelerinin bizzat yaşamına kasteden savaş tehlikesine karşı bir şey yapmazlarsa, bu üç kuruşun da pek sefasını süremezler.
“Bugün ‘Avrupa’nın Birliği’ denen şey, zamanında, Hitler planları içerisinde de yer alıyordu. ‘Avrupa kalesi’nin huzur veren hiçbir yanı yok. Huzur getireceğini düşünenleri uyarmamız gerekiyor. Kimse ne güvenliktedir, ne de koruma altındadır. İşin doğrusu, bir barut fıçısı üzerinde oturmuş bulunuyoruz.
Şimdiki kriz, bağrında muazzam bir tehlikeyi taşıyor: Can çekişmekte olan bir üretim tarzını, savaş yoluyla yeniden kurtarmak istiyorlar.”
3. ASKERİLEŞME VE FAŞİSTLEŞME: 1989’DAN BERİ AĞIRLIKLI EĞİLİM
1989 Doğu Avrupa karşı devriminden bu yana, faşistleşme ve askerileşme, emperyalizmin ağırlıklı eğilimi durumuna geldi.
Doğu’da kapitalizmin restorasyonu üzerinden iki yıl bile geçmemişti ki, üçüncü dünya ülkelerine karşı geniş çaplı ilk savaşa tanık olduk: Irak’a karşı savaş.
Bugün tavsiyelerini Pentagon’a vermekten sakınmayan Andrew Marshal, bu savaşın hedeflerini şöyle açıklıyor: “Askeri işlerde büyük sıçrama bakımından Körfez Savaşı, yeni teknolojilerin doğal bir alanda denendiği bir ilk örnekti.”
“Doğal alanda” “deneme”!
Irak’ın güneyinde kanser vakaları, son on üç yılda on kat arttı. Genetik deformasyonların sayısı yirmi kat arttı. Iraklı kadınlar hamile kaldıkları zaman, jinekologlara doğacak çocuğun cinsiyetini sormuyorlar, normal bir çocuk mu, yoksa bir hilkat garibesi mi doğacağını merak edip soruyorlar… ABD; Irak, Yugoslavya, Afganistan gibi küçük ve kuvvetsiz ülkelere karşı, geliştirdiği son teknolojileri kullanıyor ve deniyor. Şimdi ise, bu denemeleri daha geniş bir alanda gerçekleştirmek istiyor.
3.1. Soğuk savaşın sonu, askeri bütçelerde büyük artış!
Bundan iki yıl kadar önce Bush, askeri harcamaların, önümüzdeki dokuz yıl boyunca 45 milyar dolar arttırılacağını ilan etti. Gerçek durum, seçim vaatlerini de aşıyor. 2000 yılında 289 milyar dolar olan askeri bütçe, 2007’de 470 milyar dolara ulaşacak. Yani yaklaşık iki katına çıkacak!
Kırk yıl boyunca askeri harcamalar, sözde sosyalist kamp tehlikesi ileri sürülerek meşrulaştırıldı. Emperyalist bloğun hegemonya hevesini dindirmeye yetmeyen Doğu’daki karşı devrim, daha fazla harcama için kesenin açılmasını beraberinde getirdi. Tek kutuplu ve savaşsız bir dünya yaratmak yerine, uluslararası tekellerin iştahlarını açtı. Sistemin ekonomik krizine bir çare bulmak yerine, savaş belasını da ekleyerek krizi derinleştirdi.
Bush, yedi tane başıboş terörist devlet sıralıyor: Küba, Kuzey Kore, Irak, Iran, Libya, Suriye ve Sudan.
Hâlbuki ABD’nin askeri bütçesi, bu yedi devletin askeri harcamalarının toplamından 26 kat daha fazladır. Bu yedi devlete Rusya ve Çin’i de eklesek, yine de dokuz devletin askeri bütçelerinin toplamı, ABD’ninkinin sadece yüzde 29,5’i tutar.
Küba’nın savunma bütçesi, ABD’ninkinin yüzde 0.18’i, Kuzey Kore’ninki ise yüzde 0.33’ü düzeyindedir.
Peki, o halde, kim kimi tehdit ediyor? Kim başıboş serseri devlettir? Terörist kimdir?
3.2. Savaş sanayi, en büyük tekeller için bir nefes borusudur
ABD, kendi uluslararası tekellerinin, özellikle de savaştan beslenen dev tekellerinin çıkarlarını korumak ve isteklerini tüm dünyaya dayatmak için, dişinden tırnağına kadar silahlanıyor. Bush, askeri bütçeyi 48 milyar dolar arttırmak istiyor. Muhafazakârların ve önde gelen generallerin talep ettiği gibi, askeri harcamaları ulusal
bütçenin önemli bir bölümü düzeyine çıkarmayı hedefliyor.
ABD’nin bu mükemmel vurucu kuvveti, Avrupalı uluslararası tekelleri kaygılandırıyor. Onların henüz, kendi çıkarlarını savunup koruyacak ayrı bir silahlı kuvvetleri yok.
3.3. Zihinlerin askerileşmesi
Avrupalı sanayicilerin Yuvarlak Masası ilan ediyor: “Ortadoğu’daki 1990 krizi, teknik ve ekonomik ilerleyişimizi sergileme bakımından karşılaştığımız zorlukları gözler önüne serdi. Avrupa’nın paradoksu, ekonomik bakımdan bir dev, ama politik bakımdan bir cüce olmasında yatmaktadır. Avrupa’nın Körfez’de hayati çıkarları ve yapılması gerekenle ilgili de fikirleri vardı. Ama zora başvurma zamanı geldiğinde, Avrupa’nın ne karar mekanizmaları ne de müdahale imkânları vardı. Avrupa Topluluğu, kendi dış politikasını başkalarına (ABD’ye) bırakarak, ekonomik sorunlarını çözemez.”
Avrupalı patronlar varsın, bir askeri kol talep etsinler, bundan daha doğal bir şey yoktur. Ama Attac adlı kuruluşun fikir babası, Le Monde Diplomatique dergisinin yayın yönetmeni İgnacio Ramonet aynı görüşleri savununca, gariplik orada yatıyor. “Avrupa Birliği ekonomik bir dev olmakla birlikte, diplomatik bir cüce kalmaya devam ediyor ve her önemli olayda bu konumunu teyit ediyor. Otonom, sağlam ve etki yaratacak bir savunma olmadan, hiçbir dış politika güven verici olamaz. Avrupa Birliği, bir dünya vizyonuna ve güçlü ortak bir projeye sahip olmadığı için, uluslararası planda güven vermeyen bir aktör olarak kalmaya devam ediyor.”
Bütün Avrupa sosyal demokrasisi de bu savaşçı vizyonun kuyruğuna takılmaktadır. Jospin, bunun dışında değildir: “Avrupa şimdi, global bir müdahale doktrinine ve güç uygulama imkanına sahip olmalıdır. Avrupa çapında ortak silahlanma yatırımlarına daha çok ağırlık vererek devam etmeliyiz.”
Avrupa sosyal demokrasisinin bu bakımdan azımsanmayacak bir tecrübesi zaten var. 1914’te Birinci Dünya Savaşı sırasında, Alman ve Fransız işçilerine, birbirlerini boğazlama çağrısında bulunmuştu. Sonuç, sömürgelerin yeniden paylaşılması uğruna 9 milyon ölü ve yirmi milyon yaralı oldu. Sosyal demokrasi bugün yine, Avrupalı tekellerin emirlerine amade bekliyor.
İşte ekonominin ve politikanın askerileşmesine, zihinlerin askerileşmesinin de eşlik etmesi, böyle oluyor.
3.4. Sosyal güvenliğe ve sağlık hizmetlerine karşı savaş ilanı
Herkesin her gün fark ettiği tüm bu sağa kayma, tümüyle ve derinden, emperyalizmin benimsediği radikal savaş yanlısı tutuma bağlıdır. Avrupa burjuva partileri “güvenlik” konusunu, günlük bir sorun ve kaygı haline getirmeyi başardılar. Bu konu, sıradan insanları, sürekli olarak daha fazla ordu ve polis talep etmeye itiyor.
Sendikacıların bu sözde çözüm yönteminin teşkil ettiği tehlikeye dikkat çekmesi gerekmektedir. Savaşın bizzat en üst düzeyde güvensizlik manasına geldiğini halka anlatmak gerekiyor. Zira bir savaş durumunda, silahlanmaya, içeride ve dışarıda mevzilenen silahlı kuvvetlere daha fazla para gerektiği içindir ki; kamu hizmetlerine, sağlığa, okula, bayındırlık işlerine, yani kısaca halkın güvenliğine daha az para ayrılacaktır.
Geçmişte Amerikan Hava Kuvvetleri’nin bir subayı iken, bugün savunma uzmanlığı yapmakta olan Franklin Spinney şöyle diyor: “Gayri safı milli hâsılanın yüzde 4’ünü askeri harcamalara ayırmak demek, sosyal sigorta ve sağlık harcamalarına savaş ilan etmek demektir.” Savaş endüstrisine yatırım yapanlar halkla alay ediyorlar. Böyleleri aynı anda Avrupalı, Amerikan veya Japon silah tekellerine yatırım yapabiliyorlar, burada tek kıstas kârdır.
Eğer insanlar, güvenliklerini garantiye almak istiyorlarsa, savaşa karşı mücadele etmelidirler. Güvenliklerini garanti altına almak istiyorlarsa, savaşın kaynağı olan emperyalizme karşı mücadele etmelidirler.
4. DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDA DİRENİŞ YÜKSELİYOR
21. yüzyıla girişle birlikte dünyanın her tarafında gelişmekte olan bir kitle hareketinin doğuşu, “şu iyimser tezi bir kez daha doğruluyor: “Nerede zulüm varsa, orada direniş de vardır.”
4.1 Güneş balçıkla sıvanamaz
1989’dan beri dünya hakları, kapitalizmin dışında bir çıkış yolunun olmadığına, sorunları sadece piyasa ekonomisinin çözebileceğine dair bombardımana tabi tutuluyorlar.
Bugün artık bu görüş tutmuyor. Kısa bir süre önce Brüksel’de Sabena Havayollarının bir pilotu, çalıştığı işletmenin iflas etmesi üzerine intihar etti ve arkasından şu mektubu bıraktı: “Gördüğünüz gibi piyasa ekonomisi sorunlarımı çözmedi, benim, eşimin ve beş çocuğumun geleceğini mahvetti.”
Arjantin, daha on yıl önce Latin Amerika’nın en müreffeh ve kapitalist gelişmenin model ülkesi olarak gösteriliyordu. Şimdi bankaları işgal eden Arjantinli kitleler bize şu mesajı veriyorlar: “Gördüğünüz gibi pazar ekonomisi ülkemizi kurtarmadı, aksine iflasa sürükledi”.
Sistemin, Sabena’da ve Arjantin’de olduğu gibi iflasının ortaya çıkması, geçmişte durumları nispeten iyi olan orta katmanların da, işçi sınıfı ve yoksul kitlelerin potansiyel müttefiki olarak mücadeleye atılmalarına neden olmaktadır.
Sosyalizmin Avrupa’da yıkılması dünya barışına mı yol açtı?
Bu, 1989’un masalı idi. 10 yıl sonra, bir Avrupa ülkesi olan Yugoslavya, NATO tarafından tamamen yıkılmış bulunuyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana uzun bir barış süreci yaşadıysak eğer, o da, Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerin varlığı sayesinde oldu. Birçok üçüncü dünya ülkesinde ve ilericilerin kafasında, Sovyetler Birliği’nin varlığının, faşizm ve dünya savaşı tehlikesine karşı kale gibi bir barikat olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
4.2. Filistin halkının kahramanca direnişi, savaşa karşı da bir barikattır
İsrail’in Filistin topraklarına ve otonom şehirlerine saldırarak işgal etmesi ve bunun karşısında Filistin halkının kahramanca direnişi, daha önce görülmemiş boyutta bir dayanışma dalgasının oluşmasına neden oldu. Bu dayanışma dalgası, sadece Arap kitleleri içinde değil, tüm dünyada, üçüncü dünya halkları içerisinde ve emperyalist ülkelerin önemli merkezlerindeki halklar arasında gerçekleşti, İsrail ordusunun bizzat içinde bile savaş karşıtı bir hareket gelişti.
Filistin halkının direnişi ve dünyanın her tarafında oluşan dayanışma hareketi, bir ilk başarı kazandı bile. Bush yönetimi Irak’a saldırı planını daha sonraya ertelemek zorunda kaldı. Filistinlilerin son kurşunlarına kadar yedi gün boyunca sürdürdükleri Cenin Direnişi, Gazze şeridinin işgalini de engelledi.
Venezüella’da patronlar sendikasının başkanını başkanlığa getirmek için CIA’nın planladığı, ABD ve Avrupa Birliği’nin hemen onay verdiği askeri darbe, Venezüella halkı tarafından geri püskürtüldü. Ordunun bir kısmı da halkın yanında yer aldı.
4.3. Emperyalizme karşı cephe ve savaş kundakçıları
Dünya halkları ve işçi sınıfı, kapitalizme ve savaşa karşı, uzun sürecek bir mücadele sürecinin daha başında bulunuyorlar.
Almanya Başbakanı Schröder, sendikaların dış politika konusunda hiçbir şey bilmediklerini ve daha ziyade kendi günlük işleriyle meşgul olmaları gerektiğini ileri sürmektedir. Gerçekte durum böyle midir?
Schröder bir şarlatandır. Geçenlerde Alman metalürji sektöründe yapılan grevde, doğal olarak sendika temsilcileri ücret artışı için mücadele ettiler. Ama biz sendikacılar, aynı zamanda, tüm işçiler için büyük bir tehdit oluşturan olgulara, yani savaşa da karşı mücadele ederiz. Alman sendikacısı, “barut fıçısı üzerinde oturuyoruz” diye haykırmakta haklıydı. Bu mesajı, tüm Avrupa işçi sınıfına iletmeliyiz.
Geniş bir cephe kurmak zorunlu ve bu cephe kuruluş yolundadır. Mücadele eden halkların, işçilerin ve yüz binlerle mücadeleye hazırlanan gençlerin ve emperyalizmin önünde boyun eğmeyen sosyalist ülkelerin cephesi.
Emperyalizme karşı bu geniş cepheyi örmek için her geçen gün biraz daha fazla işe girişmeliyiz. Dünya herhangi bir köy değil, “bizim köyümüz”dür.
5. SAVAŞA KARŞI BÜYÜK ÇAPLI BİR KAMPANYA
“Savaş İçin 1 Euro Bile Vermeyeceğiz” Bu kirli savaşa hayır!
* Yakın geçmişte Avrupa’nın birçok ülkesinde yüz binlerce işçi ve emekçi, Bush’un ve Avrupa’nın savaş politikalarına karşı sokaklara çıktı.
* Şu talepler etrafında savaşa karşı geniş bir cephe kuralım:
1- Ülkelerimizin ve Avrupa Birliği’nin her türden emperyalist savaş planlarına katılmasına hayır.
2- Barışa evet, savaşa hayır.
3- Avrupa Birliği’nin ve NATO’nun saldırılarına karşı demokratik ve sendikal özgürlükleri savunalım. Anti-terörist yasalara hayır.
4- Avrupa Ordusu’na hayır. NATO Avrupa’yı terk etsin.
5- Uluslararası dayanışmayı güçlendirelim: Avrupa’daki tüm toplumsal güçler bir cephede toplanalım. Tüm ülkelerde savaşa karşı komiteler kuralım.
6- Avrupa Birliği’nde işçi ve emekçilerin sırtından yapılan kısıtlamalarla savaş bütçelerinin beslenmesine hayır.
Avrupa Birliği’nin sosyal dokusunun yıkılması ve savaş tehdidine karşı geniş bir cephe oluşturmak için 2003 Selanik Çağrısı’nı destekliyoruz.
Bush, Blair, Prodi, Berlusconi, Shröder ve Chirac’a … süper zengin uluslararası tekeller olan Esso, BP, Fiat, Philips, Total Fina, Basf, Volkswagen ve tüm diğerlerine,
DİYORUZ KI:
“Tüm dünya halkları ve Avrupa işçilerinin birliği, sizin saltanatınıza son verecektir. Hep birlikte kapitalist boyunduruğu kırıp atacağız.”
Savaşa hayır! Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın halkların mücadelesi ve direnişi!
Avrupa’da ve dünyada yaşasın mücadeleci sendikacılık.