Bu yazı, anarşist öğretinin bütünlüklü ve kapsamlı bir eleştirisi olma iddiası taşımıyor. Sadece, söz konusu kitaptan yola çıkılarak, belli savların kısaca yanıtlanması hedef alınmıştır.
Omurgasız düşünmek, olup bitenleri ters bir mantıkla ele alıp karmakarışık bir biçimde içi içe geçirmek ve her şeyin alışılmadık bir şekilde tanımını yapmaya kalkışmak, sınıf savaşı tarihi üzerinde somutlandığında programsızlık kendini kral ilan eder.
Önsözünde, “Bakunin’in 1864’ten sonra I. Enternasyonal içindeki otoriter eğilimlere karşı verdiği savaşın bir belgesi” olduğu iddia edilen “Marx’a Karşı Elyazmaları” adlı bu kitap, aslında neye karşı olduğunu anlayamamanın karışıklığı içerisinde, çeşitli sübjektif önermelerin toplu bir hal ve ifade almasında somutlanıyor. “Sağdan ve soldan yapay olarak bir araya getirilmiş bir bulamaç… Bu çocuklar için okuma kitabı… Prodhon’un Saint Simon’un ve ötekilerin parçalarından alıp kaynattığı bir çorba.” (Marx).
Bakunin’in Marx’a ve onun şahsında temsil ettiği bilimsel sosyalizme karşı temelsiz saldırılarının, daha çok enternasyonal içerisinde kendine ve temsil ettiği anarşist düşünceye yer bulma kaygısından kaynaklandığı, kitap boyunca anlaşılabilir bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. “Fakat her güç gözü doymazları kendine çeker ve Enternasyonalin bu çok genç ve çok büyük gücünü yapısının ve davasının hiç bir zaman, farkına varamayan Marx ve arkadaşları bu güçlen politik ilerlemeleri için bir basamak veya bir araç gibi yararlanabileceklerini düşündüler.” Marx’a Karşı El Yazmaları s.9)
Veya
“Almanya’nın otoriter komünistlerinin lideri, emekçilerin ilk görevinin politik iktidarı ele geçirilmesi olduğunu ilan etmekle hiç de basit bir hata yapmamıştır” (Manda Karşı El Yazmaları s. 10).
Yine
“Marx’ın bütün despotik yöntemlerinden daha kötü olan Bilimsel Sosyalizmini…” (age sayfa 19) gibi…
Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı kadarıyla Bakimin, güçlü bir teoriyle kendini ifade edemeyişini, Marx’a saldırmakla kapatabileceğini sanıyor.
I. Enternasyonal’in ortaya çıkışı ve buna neden olan tarihsel koşullar ne Marx, ne de Marksizm’in düşüncelerinden esinlenerek oluşmadı. O daha çok Avrupa’daki işçi sınıfının ekonomik mücadelesinin kendiliğinden bir ivme kazandığı ve ulusal bir takım sorunların yoğun olarak gündeme geldiği bir döneme denk düşmektedir. .
Marx da özellikle bu kendiliğindenliğe dikkat çekerek, Engels’e yazdığı bir mektupta Enternasyonal’e giriş kararını şöyle ifade ediyordu: “Biliyorum ki, bu kez Londra ve Paris’teki gerçek güçler saflara katıldı ve bu yüzden bu tür davetleri geri çevirme şeklindeki alışılmış tavrımı bozmaya karar verdim… İşçi sınıflarının yeniden canlanmaları şimdi açıkça gerçekleştiği için” diye yazıyordu
I. Enternasyonal içerisinde işçi sınıfının Enternasyonalist dayanışması ve tek tek ülkelerdeki yığınların özgürlük mücadelelerinin güçlü bir perspektifle savunulmasının zemini henüz oluşmamıştı. Marx, bir çok grubun ve seksiyonun içinde bulunduğu I. Enternasyonale girerken durumun farkındaydı. Ve almış olduğu kararları hayata geçirirken bu hali göz önünde bulunduruyordu. Enternasyonalin oluşumu içindeki bu çok sesli ve karmaşık yapılan kendi çizgisine çekmek için oldukça zorlu mücadeleler vermek zorunda kalmıştı.
Marx’ın, Enternasyonal içindeki hizipleri bir arada tutma çabaları aynı zamanda Enternasyonal’in zaaflarından birini oluşturuyordu. Bu zaaf Bakunin gibilerinin de örgüte girmelerinin (daha sonra Enternasyonal’in dağılmasında önemli bir etkendir) nedeni olmuştur,
Bakunin’in Enternasyonal’e sunduğu programda hareketin ilkesel talepleri olarak “sınıfların eşitliğini, devletin derhal ortadan kaldırılmasını, miras hakkının ilgasını, politikanın tamamen yok edilmesini ” savunuyordu.
Ancak, bu programın anlamsızlığı hemen kendini ortaya koyuyordu. Kendi içinde bile tutarsız, çelişkili olmakla beraber, işçi sınıfının kurtuluşunun yolunu çizmekten ne kadar uzak olduğu açıktı. Marx onun programmi değerlendirirken, programın taleplerini oluşturan noktalardan hareket ediyor ve programın hem tarihsel hareketliliğe, hem de o anki somut duruma ne kadar aykırı olduğunu gözler önüne seriyordu.
“Toplumsal devrimin ilk talebi mirasın kaldırılması idi, besbelli ki, eğer toplumsal devrimi bir gün içinde yapma olanağı olsaydı, derhal toprak mülkiyeti ve sermaye kaldırılmış olurdu ve miras hukukunu yürürlükten kaldırma gereği kendiliğinden düşerdi…
Veraset hakkının kaldırılmasına karar çıkarmak, ciddi bir davranış değil, tersine bütün köylülüğü ve bütün küçük burjuvaziyi gericiliğin çevresinde toplayacak saçma bir tehdit olurdu! … Bütün bu teori, ekonomik rejimimizi hukuk sistemimizin temeli ve kaynağı olarak göreceği yerde, bugünkü hukuk sistemimizi ekonomik düzenimizin temeli sayan eskimiş bir ülküye dayanmaktadır!” (Anarşizm ve Anarko Sendikalizm s.55)
‘Bir yandan sınıfların daha ilerideki varlığını varsaymak, öte yandan, bu sınıfların üyelerinin eşitliğini varsaymak, bu saçmalama, ‘özel görevi’ bize teoriyi öğretmek olan bu yaman adamın hayasız bilgisizliğini ve başına buyruk sorumluluğunu hemen gözler önüne seriyor.”(Anarşizm ve anarko sendikalizm sayfa 56)
“Bakunin’in programı bütün politikaların ortadan kaldırılmasını savunmaktadır. Böylece işçi sınıfı da politika yapamayacak, ekonomik mücadeleyle sınırlı kalacaktır. Politik bir söylem alanı bulamayan, politik mücadelenin araç ve yöntemlerinden soyut bir işçi hareketi yenilmeye mahkûm kalacaktır. Her halükarda devletin ortadan kalkmasını savunmak temel olunca, işçi sınıfını politik mücadelenin araçlarından soyutlamak, eksen oluyor. “Bu eşek, her sınıf hareketinin, sınıf hareketi niteliği ile, zorunlu olarak siyasal bir hareket olduğu ve her zaman da böyle olmuş olduğunu bile anlamamış.”(Anarşizm ve Anarko Sendikalizm s.56)
“Bakunin’in anarşist programında tarihi, eleştirel bir bakış açısıyla göremeyişi onun handikaplarından bir diğeridir. Tarihi eleştirel olarak yorumlamak eğer sömürüden kurtuluşun teorisini yapmaya soyunulmuşsa bir zorunluluktur. Çünkü eleştirellik, bağrında dönüştürücülüğü de taşıdığından sonuçta bu yönde bir eylemlilik söz konusudur. Toplumlar tarihinin geçmişinde olmuş olanı değiştirmek diye bir şey söz konusu olamaz. Bu ancak tarihi tahrif etmek olurdu. Ancak olacak olan, geçmişte yaşanılan sömürü tarihinin ezilen sınıflar lehine yeni bir düzene sokulması ise, bu ancak tarihte sınıfların varlığım görmeye başlamakla mümkün olur. Sınıfsız ve sömürüşüz bir toplumu yaratmaya ancak bu şekilde başlanabilir.
Bakunin’in toplumsal tarihe sınıfsal açıdan bakamayışı, onu, tarihin aslında sınıflar mücadelesinin tarihi olduğunu anlamaktan alıkoyuyor. Toplum tarihi, karşıtlıkların ve birbiriyle uzlaşmaz çelişik kuvvetlerin oluşturduğu toplumsal sistem içerisinde sürer gider. Ta ki, sınıfsız toplumun koşulları yaratılıncaya dek…
“Dünyada, halkı politik özgürlüğe ve güce gerçekten sahip olan iki büyük ülke vardır. Bunlar İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri’dir. Orada özgürlük politik bir haktan daha fazla bir şey ifade etmektedir. Bu bütün toplumun yapısıdır, öyle ki, en sefil en yoksul yabancılar bile bu özgürlükten, en zengin, en etkin yurttaşlar kadar yararlanmaktadırlar.” (Marx’a Karşı El Yazmaları, s. 38)
“Tek kelimeyle İngiliz halkının ne özgürlüğünü ne de politik gücünü kazanma ihtiyacı yoktur, o bunlara geleneklerinde zaten sahiptir.”(Marx’a Karşı El Yazmaları, s. 39)
Bakunin’e kalırsa ABD ve İngiltere’nin devrime hiç de ihtiyacı yok. Devleti, egemen olan sınıfların, kendi egemenliklerini sürdürmelerinin bir aracı olarak kullandıklarını düşünürsek, ulusun bütün katmanlarının devlet şahsında temsil edildiğini ve yaygın olarak bu politikanın burjuvazinin ulusun bütününün temsilciliğine soyunarak, ulusun sınıflara bölünmüş oluşunu gözden kaçırmak istemesini ve böylece diğer sınıfları da burjuva dünyasının eklentisi ve destekçisi kılmaya çalışmasını Bakunin yutmuşa benziyor. Çünkü egemen sınıfların yaşama biçimlerinin ayrıcalıklarını bütün topluma mal edebiliyor.
“Tarihsel gelişmesindeki, törelerindeki, sosyal alışkanlıklarındaki, yapısındaki bu çok büyük farklılıklar dikkate alınırsa, yalnızca Amerikan ve İngiliz halkının politik bilince sahip olduğu ve Avrupa kıtasının bütün halklarının bu bilince kesinlikle sahip olmadığı sonucuna varılır…
Bu bilinci ne yapısında, ne alışkanlıklarında, ne de kendi tarihinde bulundurmayan bir halka bunun propaganda yolu ile verilebilmesi olanaklı mıdır?” (age sayfa 40)
Bakunin ezilenlerin özgürleşmesi için politik mücadelenin, dolayısıyla bilincin gereksizliğini söylemesine rağmen, daha sonra bu bilinci sadece Amerikan ve İngiliz halklarına bahşederek, hem kendi içinde çelişkiye düşüyor, hem de tarihsel doğrularla çelişiyor. Toplumlar, her ne kadar öznel koşullan ve yaşanılan dönemleri farklıysa da sonuçta hep aynı iktisadi üretim süreçlerini yaşarlar.
Anarşizmin dayandığı ve dolayısıyla Bakunin’in kitabının temelini oluşturan bir diğer nokta kendiliğindenciliktir. “Çok ustaca örgütlenmiş olan ve aktif bir şekilde uygulanan bir propaganda aracılığıyla, bir ulusun halk kitlelerine, kendi tarihinin ürünü olmayan ve dolayısıyla kendi bağırlarında yaşatmadıkları eğilimler, özlemler, tutkular, düşünceler verebileceği düşünülebilir mi? Bana öyle geliyor ki, böyle sorulan bir soruya, halkçı bilincin gelişme biçimi hakkında birazcık fikri olan, bilinçli ve akıllı bir kimsenin vereceği yanıt olumsuz olacaktır.” (age sayfa 41)
Kendiliğindenciliğin yaslandığı ideolojik ve düşünsel zemin, sınıf karşıtlıklarının nicel birikiminin devrime dönüşme koşullarını tarihe ve sürece havale etmekte ifadesini bulur. Ancak kimi örgütlü yapıların örgütlü olmakla beraber kendiliğindenciliği eksen aldıklarında sadece eklektik bir duruma düştükleri görülür. Bu yanıyla Bakunin’in durumu daha trajik. Çünkü onda kendiliğindencilik ve örgütsüzlük bire bir örtüşüyor.
Bakunin’e göre, bir otoriteyi de beraberinde taşıdığı için her örgütlü yapı yadsınmalıdır. Yerine geçirilense; dönemsel toplumsal kalkışmaların önderliğini yapmaya indirgenmek oluyor. Kitleleri ayaklanma ya da herhangi bir eylemliliğe örgütleme yoluyla sürüklemek yerine, kendiliğinden oluşan hareketliliklerle yetinmek temel alınıyor.
Anarşizmin önermeleri, toplumsal eylemin kendisince de yadsınmıştır. Önemli bir örnekle de açıklayabiliriz. Kısaca şöyle; Paris Komünü’nün önemli bir bileşeni olan Proudhoncu Anarşistler, Komün’ün almış olduğu tedbirlere katılarak bir anlamda, kendi öğretilerinin tarihsel-toplumsal eylemin doğasına aykırı olduğunu da kanıtlamış oluyorlardı.
Toplumsal sürecin nesnel yasaları, kendi iç dinamiklerini oturtarak ilerler. Buna uygun teori üretememek, toplumun ilerleme eğiliminin ortaya çıkarttığı durumla örtüşük şeyler söyleyememek, hariçten gazel okumaktan başka bir şey ifade etmez.
“Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” Toplumsal süreçlerden yaratılan ve bütün toplumların tarih süzgeçlerinden damıtılarak geçirilmiş bir hayatı anlama ve değiştirme teorisinin en eylemci sloganı, ezilen yığınların sömürüden kurtulma tarihlerini yaptıkları sürece, bir eylem kılavuzu olmaya devam edecektir.
(Marx’a Karşı El Yazmaları, Michael Bakunin, Birey Yayınları Çeviren: Işın Gürbüz, Mayıs 1992)
Ocak 93