Yıllardır sürdürülen yok sayma ve baskı politikalarından en fazla zarar gören Kürt yoksullarının, emekçilerinin ve özellikle de Kürt gençliğinin bugünü, devlet eliyle “yeniden” örülüyor. Bölgede “terörün sona ermesi” ve artık yaşamın “normale dönmesi”nin kanıtı olarak, GAP’ın mavi sularında sörf, bilgisayar başında ‘chat’ yapan, yeni açılan diskolarda, barlarda batılı gençler gibi pop müziğin hızlı ritimlerine kendini kaptırmış çılgınlar gibi dans eden gençler yansıtılıyor televizyon ekranlarına. Hemen her gün bölgedeki bir il bir blues konseri, klasik müzik ya da bale gösterisine zorunlu ev-sahipliği yapıyor.
Düne kadar, “terörist yuvası” denerek yakılan ormanlar bugün üniversite yönetimleriyle anlaşmalı olarak yüzlerce genç ve askerin ortak kamplarına ev sahipliği yapıyor, “asker ve gençlik el ele” diyerek ağaç dikimleri yaptırılıyor. Kalkınma, bölgenin “eski güzelliğini” geri getirme propagandası eşliğinde askerin zedelenen imajı yenilenmeye çalışılıyor. Büyük futbol takımlarının karşılaşmaları devlet güvencesiyle Diyarbakır’da “barış” ve “huzur” ortamında yapılarak, Kürt emekçileri ve gençliği, “günlük yaşamın yeniden inşası” politikalarının dolgu maddesi haline getirilirken, Tunceli’de gençler ildeki tek halı sahanın kapısının önünden dahi geçemiyor. Asker ve polisin futbol karşılaşmalarından fırsat bulup futbol oynayamıyor. Diskolar, barlar açılıyor, asker ve polis çocukları sabahlara kadar partiler yapıyor, yoksul Kürt gençlerinden de onlara benzemeleri isteniyor. Tenis kortları, barlar, diskolar Kürt gençlerinin ihtiyacıymış gibi sunulurken, batıdaki kültürel yozlaşmanın bölge gençliğini de kuşatması için örgütlü bir faaliyet yürütülüyor. Düne kadar kırsal alandaki çocukların eğitim sorununa çözüm olarak ortaya atılan ve aslında eğitim yoluyla asimilasyon politikasının hayata geçirildiği yerler olan Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nın (YİBO) sayıları artırılıyor. Diyarbakır’da şehir merkezinde açılan YİBO’larla asimilasyon politikasına hız kazandırılıyor. Okullar hâlâ kapalı olmakla birlikte, boş geçen dersler ve öğretmensizlik, branş öğretmenlerinden yoksunluk da çözülmemiş eğitim sorunları arasında.
Bölgedeki emekçiler, pamuk toplama mevsiminde çoluk çocuk Urfa’ya, Adana’ya göçerken, çocuklarını okula göndermek yerine pamuk toplayarak, karpuz tarlalarında çalıştırarak geçimlerini sağlamak zorunda kalmalarının acısını yaşıyorlar hâlâ.
Bölge gençliğinin iş, eğitim gibi acil ve yakıcı talepleri hızla büyürken beraberinde getireceği öfke ve tepkinin de birikmesini engellemek için gençlerin “beyinlerinin uyuşturulması” amaçlanıyor. Gençler arasında çeteleşme, mafya-vari ilişkiler devlet eliyle örgütleniyor; hemen her köşe başında tiner, bally kullanan çocuk manzaraları artık olağan görüntüler arasına giriyor. İşsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik kıskacında kalıp bunalan gençlerin yaşamını bir başka kıskaç daha tehdit ediyor; uyuşturucu.
Zorunlu göçlerle ve işsizlik sonucu büyük illere akan genç nüfusu, kahvehaneler, sokaklar, internet kafelerin porno siteleri ve chat programları bekliyor. Kendine, en yakınındakine bile güvenmeyen, değişimin öznesi olma fikri dumura uğratılmış, edilgen ve kendisine verilenle, bahşedilenle yetinen, geçmişi unutarak belirsiz bir geleceğin gözden çıkarılmış bireyleri olarak hak talep etmeyen bir gençlik kuşağı yaratılmak isteniyor.
Bütün bunlara ek olarak bir de Avrupa’dan gelecek “demokrasi” ve “barış” için beklemeleri, Kürt siyasi çevreleri tarafından öğütlenince; Kürt emekçilerinin ve Kürt gençliğinin emperyalizme karşı barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesini Türk emekçileri ve gençleriyle birlikte yürütmesinin önemi daha da artıyor. Peki, Türk ve Kürt gençliğinin bu mücadelesinin dayanakları neler olacaktır/olmalıdır?
ÜNİVERSİTELERİN DURUMU VE MÜCADELE PLATFORMU
Üniversite gençliği ve üniversiteler her dönemin toplumsal hareketlerinde olduğu gibi, anti-emperyalist mücadelede de önemli bir dinamik olmuştur. Bu gerçek, 15 yıllık savaşın bölgedeki etkilerini derinden yaşayan ve demokrasi ve özgürlük mücadelesinde köşe taşı olan üniversiteler için de geçerlidir. Ancak, bölgedeki üniversite gençliğinin mücadelesinin bugününe baktığımızda bir durgunluk yaşandığını söylemek gerçeği ifade etmek olacaktır.
Devletin; halkın talep ve özlemleri için yürüttüğü mücadeleyle kısa sürede birleşebilen üniversite gençliğini kontrol altına almak, mücadele isteğindeki gençleri dağıtmak için estirdiği terörün üniversite içindeki baskıcı-dağıtıcı etkisi bugün de varlığını sürdürüyor. Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde bir fakülte binasının altında kurulan karakol ya da Tunceli’deki Fırat Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu’nun askeri kışlanın içinde kurulmuş olması, genel öğrenci kitlesi üzerindeki baskı ve denetimin boyutu açısından çarpıcı örneklerden sadece ikisi. Yine bölge üniversitelerinde YÖK eliyle örgütlenen gerici ve faşist kadrolaşmalar, üniversite içindeki en ufak bir kıpırdanış sezildiğinde ilk olarak harekete geçirilebilen ve bir provokasyon ortamının gerginliğiyle uyanışa geçen gençlik kitlelerinin önüne çekilen set durumunda. En ufak hak ve talepleri için harekete geçen öğrenci kitlesi, karşısında, hem okul yönetimini hem de polis ve jandarmayı buluyor.
Bütün bu baskılayıcı ve dağıtıcı etmenlerin genel olarak üniversite gençliği üzerinde yarattığı tahribatın yanı sıra öğrenci hareketindeki durgunluğun bir başka nedeni de Kürt sorununun çözümüne ilişkin yaklaşımlardaki bulanıklığın etkileridir. Yumuşama, barış süreci, Avrupa Birliği’ne üyelik ve uyum süreci diye adlandırılan ve Kürt siyasi çevrelerince ve son olarak HADEP Kongresi’nde de dillendirilen “değişim” politikası, ileri gençlik kitleleri üzerinde bir beklenti yaratmıştır. Yani mücadeleciliğin yerini beklenticilik almıştır.
Kürt siyasi çevrelerinin yaşanan en temel sorunların çözümünü, “sürece zarar verecek” iddiasıyla ertelemesi tutumunun, gerek Kürt gençliğinin politik kesimleri üzerindeki ve gerekse geniş gençlik kesimleri üzerindeki etkisini anlayabilmek, var olan durumdan nasıl çıkılabileceğini tartışabilmek açısından dikkate alınması gereken bir noktadır.
Üniversitelerin sermayenin çıkarları için üretim yapan kurumlar olarak örgütlenmesi ve üniversite öğrencilerinin de bu sistemin sürdürücüleri, teknik elemanlar olarak yetiştirilmeleri gerçeği ülkenin bütün üniversitelerinin olduğu gibi bölgedeki üniversitelerin de kaderini etkileyen bir sorun. Devlet, Kürt sorununun AB’yle birlikte ele alınması süreciyle birlikte başta üniversite öğrencileri ve bilim adamlarıyla bir fikri mücadeleyi kendi cephesinden örmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz yıl Van 100. Yıl Üniversitesi’nde yüzlerce üniversite öğrencisiyle yapılan toplantılar ve gençlerin AB’ye yakınlaştırılmaya çalışılması bu yıl, AB’nin üniversitelerdeki taşeronu olan AE-GEE (Avrupalı Öğrenciler Forumu) üyesi öğrencilerin Dicle Üniversitesi’ne götürülmesiyle devam etti. İstanbul üniversitelerinden Diyarbakır’a AB’nin nimetlerini anlatmak üzere gönderilen bu gençler beklediklerinin dışında bir tabloyla karşılaşmış, öğrenciler AB üyeliğinden duydukları endişeyi dile getirerek tartışmayı üniversite içinde kol, kulüp, topluluk kurmak için neler yapılabileceği üzerine bir deneyim aktarımı toplantısına doğru evriltmişlerdir.
GAP’ın ve bölgenin bereketli topraklarının Avrupalı, Amerikalı ve İsrailli tekellere peşkeş çekilmesi ve bölge halkının kendi topraklarından mahrum bırakılıp emperyalistlere ucuz işgücü yapılma planı, bizzat Urfa Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin sözde “bilim insanlarının da içinde yer aldığı kurumlarla hayata geçirilmeye çalışılıyor. Ancak aynı üniversitenin fizik, matematik, iktisat, çevre mühendisliği bölümleri öğretim üyesi olmadığı halde açılmış, öğrenim kadrosu sorunu ise İstanbul Üniversitesi’nin ilgili bölümlerinde verilen derslerin bilgisayar-internet ağı üzerinden Harran’a taşınmasıyla “çözülmüş” olması bölgenin idarecilerini ve üniversite yöneticilerini rahatsız etmiyor.
Eğitimin bilimsel temelde ve asgari araç donanımıyla yapılması açısından hiçbir adım atılmazken, öğrencilerden binlerce kilometre uzaktan verilen derslerle başarı olmaları beklenmekte ve bunun adına da “Harran’a teknolojiyi getirdik” denmektedir. Öğrencilerin üniversitelerde gerçekleştirmek istedikleri konserlere izin verilmezken devlet kendi istediği sanatçıları dalga geçercesine üniversite üniversite dolaştırmakta ve bunu da bölgenin değişen yüzü olarak göstererek Türk ve Kürt emekçilerinin desteğini kazanmaya çalışmaktadır. Dışa bağımlı emperyalist politikaların, barış ve demokrasi yaklaşımı, kültür ve dil özgürlüğüne yaklaşımı devlet tarafından üniversitelerin fikir hayatına hâkim kılınmaktadır.
Gelinen nokta ve yaşananlar karşısında Kürt illerindeki üniversitelerde verilecek mücadelenin temel eksenini, işte bu fikir hareketinin emek, barış, demokrasi ve anti-emperyalizm zemininde sürmesi için çaba sarf etmek oluşturuyor. Bu çerçevede, üniversite, fakülte ve bölüm yönetimlerini kol, kulüp, topluluklar kurmak için zorlamak, bu çalışmalar sırasında ve sonrasında, öğrencilerin sosyal yaşamlarını kendi ihtiyaçları doğrultusunda yeniden örgütlemesi için birleşmelerini sağlamak, kültür-sanat etkinlikleri yapabilecek olanakları yaratmak küçümsenmemesi gereken işlerdir.
Bugün üniversite öğrencisinin içine itilmeye çalışıldığı bireycilik, kendisine sunulanla yetinme, verili koşulların mücadele ederek değişeceğine ve bu mücadelenin öznesinin kendisi olduğuna olan inanç yitimi, kendi diline, kültürüne, tarihine ve kimliğine yabancılaşması tehlikesine karşı Kürt gençliği, aydını ve bilim insanıyla birlikte karşı koymanın araçlarının oluşturulması önemlidir. Hem bu açıdan, hem de Kürt illerindeki üniversitelerde öğrencilerin nefes alabilecekleri alanlar yaratabilmek açısından; her üniversitelinin ilgi duyacağı kültürel, sosyal alanlarda etkinlikler yapmak, ilgi duyduğu edebiyat, sosyal bilimler ya da pozitif bilimler üzerine araştırmalar ve özel çalışmalarla olanaklı olacaktır. Üniversitelerde açılacak kol, kulüp ya da topluluk benzeri örgütlenmelerin varlığı üniversite kimliğini ve toplumun aydınlatılmasında üniversitenin bilimsel işlevini yeniden tesis etmeye de yardımcı olacaktır. Dahası bunlar, üniversite öğrencilerinin üzerinde de hâkim olan sindirilmişlik, korku, yanındaki arkadaşına bile güven duymama ve yaşam koşullarının daha iyi olabileceğine olan inancın köreltilmesinde etkili olan “bilim kurumlarında” üretilen fikri-ideolojik kuşatmayı geriletme ve dağıtma mücadelesi açısından ilerletici, değiştirici bir rol oynayabilir.
Devlet eliyle gerçekleştirilen asimilasyonun eğitimdeki yansımalarına karşı, kültür, tarih, edebiyat, spor, müzik ve daha eklenebilecek yaşamın bütün alanlarındaki yozlaştırma politikalarının karşısına ilk olarak üniversite gençliği çıkmalıdır. Yok sayılan bir tarih, unutturulmaya çalışılan bir geçmiş ve gelecek için duygu ve tarih birliği ancak böyle bir çalışmayla ve başta bilim kurumları olan üniversitelerin mücadelesiyle yeniden bilince çıkartılabilir. Üniversite kürsülerinden seslendirilecek bilimsel gerçekler, bilim insanlarıyla birlikte yapılacak çalışmalar, toplumun, tarihin, bugün ve geleceğin özgürce tesis edilmesi mücadelesine ışık tutacaktır.
Elazığ Fırat Üniversitesi’nde kurulmuş ve kurulmakta olan bölüm toplulukları, Urfa Harran Üniversitesi’ndeki Öğrenci Temsilciliği, Gaziantep Üniversitesi’ndeki kulüp, topluluk ve öğrenci dergileri üniversitenin fikir hayatını canlandıracağı gibi Kürt sorununun çözümünde, özgürlük ve demokrasi talepleri için yürütülen mücadelede üniversite gençliğinin rolünü ve katılımını güçlendirecektir. Bölgenin tarihsel açıdan önemli alanlarına geziler düzenlenmesi ve izlenimlerin bilim adamları ve gençlerle, halkla paylaşılmasından tutalım da kültür ve bilim adamlarının bu üniversitelere davet edilmesine, Kürt ve Türk aydınının ortak çalışmalar, araştırmalar yapmasına kadar pek çok işin planlamasının olanakları bugün bölge açısından değerlendirilmek durumundadır.
GAP’ın ve bölgenin bereketli topraklarının üretici köylülerin elinden alınarak emperyalistlere peşkeş çekilmesi, pek çok ekilebilir alanın, köylerin GAP projesi kapsamında sular altında kalması, az çok toprağı olup da kendi geçimlerini sağlayabilen köylülerin bundan sonra tekellerin bereketli topraklarının ucuz işgücü olacağı gerçeğini Harran Üniversitesi’nin başta Ziraat Fakültesi’nde eğitim gören öğrencilerce değerlendirmesi bir görevdir. Gerçeklerin söylendiği gibi olmadığı ve GAP’ın emperyalistlerin kârlarını artırmak için kullanılacağı gerçeğinin üniversite öğrencileri ve bilim adamlarınca ilan edilmesi, bunun kürsülerden kamuoyuna ve halka anlatılması, GAP için sözde bilimsel çalışmalar yapan ancak aslında bölgenin emperyalistlerin talanına bütünüyle açılmasına izin veren sözde bilim insanlarıyla buna karşı çıkacak ancak belki henüz bunu dillendirme cesareti bulamamış dürüst, namuslu bilim insanlarının bir hesaplaşmaya girmesinin sağlanması anti-emperyalist mücadeleyi güçlendirecektir. Özellikle Harran, İnönü, Fırat gibi gerici, tarikatçı ve faşist örgütlenmelerin ve kadrolaşmaların yoğun yaşandığı üniversitelerde “Bu üniversitede gerici örgütlenmeler çok güçlü, bir şey yapılamaz” yanılgısından hızla kurtulmak gerekmektedir. Özellikle 28 Şubat’tan sonra üniversite içinde yaratılan bölünmenin de etkisiyle, kendini Atatürkçü olarak ifade eden dürüst, namuslu bilim adamlarıyla bir araya gelebilmenin, bilimsel çalışmalar yapabilmenin yollarını bulmak, ülkenin batısındaki üniversitelerden davet edilecek bilim adamları, aydın ve sanatçılarla, edebiyatçılarla birleşebilecekleri alanların yaratılması için daha çok çaba sarf etmek gerekmektedir. Bu çalışma karşılıklı bir yardımlaşma ve planla ele alınabileceği gibi aynı zamanda Kürt ve Türk aydınlarının, Kürt ve Türk gençlerinin de duygu ve mücadele birliğini geliştirecek, dünyasını genişletecek, ufkunu açacaktır.
Onlarca, yüzlerce öğrenciyi, bilim adamlarını bir araya getirebilecek en küçük bir edebiyat söyleşisini, yok sayılmak istenen bir tarihin, dilin, kültürün ve kimliğin gelişmesinin araçları olarak ele almak zorunludur. Her yıl bahar şenlikleri düzenleyen Gaziantep Üniversitesi, İnönü Üniversitesi öğrencileri kendi üniversitelerindeki demokratik ortamı sadece kendi üniversiteleri için bir olanak olarak değerlendirme fikrinden sıyrıldıkça bölgedeki bütün üniversitelerin kol, kulüp, topluluklarına çağrılar yaptıkça, buralarda çıkan öğrenci dergileriyle zaman zaman bir araya gelmeyi başardıkça bölgedeki emperyalist planlara karşı ülkenin bağımsızlığını, demokrasi taleplerini üniversite kürsülerinden dillendirmeyi de başarabilecektir. Batıdaki üniversitelerin ve bilim adamlarının, aydın ve sanatçıların birlikte mücadele etme konusundaki çabası ve ısrarı da kuşkusuz bu mücadeleyi güçlendirici bir rol oynayacaktır. Bütün bu çalışmalar sistemli bir biçimde ele alınır ve değerlendirilirse, bölge üniversitelerinde de üniversite kurultayları yapmak hayal olmaktan çıkacaktır.
Bütün bu olgular, Kürt illerinde de üniversiteler ve üniversite öğrencileri açısından, toplumsal muhalefetin özgürlük, demokrasi, insan hakları ve bağımsızlık mücadelesinin, toplumu aydınlatma sorumluluğunun düne oranla daha da arttığını göstermektedir. Bu noktada unutulmaması gereken şudur: Kürt gençliği ya kendisine bir olanak olarak sunulan bu bekleme sürecinin eklentisi olacaktır ya da Türk ve Kürt emekçileriyle, gençleriyle başta Avrupalı, Amerikalı emperyalistlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı özgürlük, demokrasi ve temel haklar mücadelesinin yılmaz savunucusu olacaktır. YÖK’ün kuruluş yıldönümü olan 6 Kasım’da bölgedeki pek çok üniversitede gerçekleştirilen YÖK protestolarını, Fen-Edebiyat fakülteleri öğrencilerinin öğretmenlik haklarının ellerinden alınmak istenmesine karşı bölgedeki üniversitelerde gerçekleştirdikleri imza kampanyaları, gösteriler, ders boykotları vb. eylemleri, sınıflarda öğrenci temsilcileri seçerek mesleki, bilimsel, akademik taleplerine sahip çıkma tutumlarını, bu soruya mücadeleden yana cevap verdiklerinin pratik göstergeleri olarak kabul etmek gerekir.
ORTAÖĞRETİM GENÇLİĞİ AÇISINDAN DURUM
Savaş koşullarının ağır faturalarını ödeyen, okulları kapalı olan ya da derslerine girecek branş öğretmenleri olmayan, pek çok dersi boş geçen ortaöğrenim kurumlarındaki gençlerin mevcut koşullar devam ettiği sürece “iyi bir gelecek hayallerinin” varlığından bahsetmek artık çok olanaklı değil. Her lise öğrencisinin hayallerini süsleyen üniversiteli olmak, iyi bir meslek ideali vb. isteklerinin gerçekleşmesi bir yana, gençlerin en temel hakları olan ilk ve ortaöğrenim hakkının bile bölgedeki koşullar nedeniyle kullanılamadığı bir gerçek. Bu koşullar içinde doğal olarak başarı puanları düşük olan okullardan mezun olan öğrenciler, yeni sınav sistemiyle daha da artan adaletsizlik sonucu, “üniversite hayali” kurma şansını bile kaybetmiş durumdalar.
En ufak hak talepleri, yasal olan Öğrenci Birliklerinin kurulmasına yönelik çalışmalar, örgütlü mücadeleyle iyi bir gelecek için mücadele etme girişimleri gerek okul yönetimleri, gerekse devletin bürokratik-militarist örgütlerinin engellemeleriyle karşılaşıyor, ağır disiplin cezalarıyla ezilmek isteniyor. Bunlara bir de devlet güçlerinin, aileleri “çocuklarına sahip çıkmaları” adı altında sürekli baskı altında tutmaları eklendiğinde, liseli gençlerin üzerinde yaratılan baskı ve kuşatmanın boyutları daha da artıyor. Bir üniversiteyi kazanarak kendini kurtaracağı inancına sarılarak kendi içine kapanan, arkadaşlarıyla yaşamı paylaşmak yerine internet kafelerde zaman öldürmeye mahkûm edilen, bencilleşen ve bireysel kurtuluş yolları arayan, bir şeyleri değiştirebilmek için kendi öz gücüne, kendisiyle aynı sorunların altında ezilen binlerce genç arkadaşına güvenme duygusundan alabildiğine uzaklaştırılmış bir liseli gençlik kuşağı yaratılmak isteniyor.
Ancak bunca baskı altındaki liseli gençlerin geçtiğimiz yıllarda AOBP uygulamasına karşı gerek imzalar toplayarak, gerekse basın açıklamaları türünden eylem ve etkinliklerle sorunları için mücadele etme eğilimlerini ortaya koydular. Liseli gençlik içinde ve en çok da onların ailelerinde yaratılan korku ve tedirginlik düşünüldüğünde bu mücadeleci eğilimin öğrenci velileri, ailelerin bilinçlendirilmesi ve ortak bir mücadele tutumunun geliştirilmesi yönünde seferber edilmesi büyük önem taşıyor.
Liseli gençlerin bir araya gelebilecekleri mekânları yaratmak, buralara aileleri de davet etmek, onların evlerine gitmek, arkadaş toplantıları yapmak vb. çalışmaları küçümsemeden sistemli bir biçimde yürütmek hem liseli gençlerin birbirlerine olan güvenlerini tazeleyecek hem de onların aileleriyle birlikte mücadeleye atılmalarına olanak sağlayacaktır. Lise gençliğinin okul içinde ve dışındaki sosyal yaşamlarını da düzenlemelerine yardımcı olacak olan kültürel etkinlikler düzenlemek, film gösterimleri, söyleşiler yapmak onların daha geniş bir perspektifle mücadele etmelerinde öğretici ve ilerletici olacaktır.
Kürt emekçisinin çocuğunun geleceğine, eğitim hakkına çocuğuyla birlikte sahip çıkma mücadelesinin bir başka önemli bileşeni de kuşkusuz sendikalar ve meslek örgütleri olmalıdır. Gençliğin sosyal kültürel etkinlikler düzenleme çabasından tutalım da eğitim hakları için yürütecekleri mücadele böyle bir emekçi desteğiyle daha da güçlenecek ve meşruluk zemini genişleyecektir. Kitle örgütleriyle, sendikalarla, kamuoyu ve halkın desteğiyle yürütülecek bir “eşit, parasız, demokratik, bilimsel eğitim” mücadelesinin karşısına çıkacak zorlukları ve sorunları yine bu birliktelikle aşmak, ortaöğretim gençliğinin yılgınlık içine düşmesini engelleyeceği gibi, kararlılığını pekiştirecektir.
KÜRT KÖYLÜ VE İŞÇİ-İŞSİZ GENÇLİĞİNİN MÜCADELEYE KATILIMI
Kürt yoksul köylü ve işçi-işsiz gençliğinin kültürel, sportif, sosyal açıdan kendini geliştirme, yaşamı paylaşma ve üretme olanaklarının ülkenin diğer bölgelerinden çok daha dar ve yetersiz olduğu bilinen bir gerçektir. Kültür, sanat merkezlerinin kapılarında asılı bulunan kilitler, bu gençlik kesimlerinin neredeyse bütün zamanlarını boş geçirmelerine neden olurken, onları kahve köşelerine, bunalıma ya da suça teşvik ediyor. Gençlerin kültürel, sportif, sosyal etkinlikleri için yer bulabilmesi için bir çaba içinde olması, yerel yönetimlerden gençlerin en doğal ihtiyaçlarının karşılanması için talepte bulunması, bunun için gruplar halinde öbek öbek bir araya gelerek hakları olan şeyleri talep etmeleri için çaba sarf etmek, insani ve yaşamsal bir önem taşıyor. Gençlik evlerinin, gençlik meclislerinin belediyelerce kurulması, gençlik kütüphaneleri ve okuma evlerinin açılması, buralarda gençlerin etkinlikler düzenleyebilmesi için maddi olanaklar sunulması, bu talepler için imzalar toplayarak bölge gençliğinin sesini duyurmasına önayak olmak, Kürt gençliğinin politik kesimlerinin temel sorumluluğudur. Günlük yaşamın bile baskılandığı Kürt illerinde en çok da gençlerin bu tür talepler etrafında bir araya gelmesinin düne göre daha fazla önemsenmesi gerekiyor.
İş ve meslek edindirme kurslarının açılmasını talep etme, kültür ve sanat merkezlerinin belediyeler bünyesinde kurulması için çalışma yürütme, buralarda Kürt gençliğinin kendi kültürel değerlerini özümseyip ilerletmesi, mesleki bir eğitimle donanması, işsizliğe karşı iş talep etmesi vazgeçilmez işler olarak mücadelenin gündemini oluşturmalıdır. OHAL uygulaması kalkmış ya da kalkmamış bütün illerde bu tür alanlar ve olanaklar değerlendirildikçe kahve köşelerine, atari salonlarına, internet kafelere ya da sokak aralarına itilmiş gençleri bulundukları yerlerden çıkarıp, yaşama ve mücadeleye kazanmak politik olmaktan öte insani bir sorumluluktur.
Bugüne kadar savaşın bedellerini canlarıyla, geçim kaynaklarının kurutulmasıyla, köylerinin boşaltılmasıyla ödeyen Kürt emekçileri ve gençleri, gittikçe artan işsizlik, Köy-Kent projeleri, OHAL’in kalktığı illerde yaşanan anti-demokratik uygulamalar, eğitim kurumlarının birer kışla gibi yönetilmesi, günlük basın organlarının bölgeye sokulmaması ya da okunmasının engellenmesi, yükseköğrenim hakkından mahrumiyet, bölgenin verimli topraklarının emperyalistlere peşkeş çekilmesi vb. haksızlıklar varlığını sürdürürken, beklenti ve belirsizlik içerisinde sıkışıp kalmaya razı olamaz, olmamalıdır.
Gerçekten eşit, özgür ve demokratik bir yaşam, Türk ve Kürt emekçilerinin ve gençliğinin kader birliği yapmasıyla, birleşik bir mücadele yürütmesiyle gerçekleşecektir. Kürt gençliğinin mücadele ve örgütlenme çabasını yukarıda ortaya konulan temellerde daha da artırmak, bu zeminde kararlı ve inatçı bir hatta ilerlemekten başka çözüm yolu yoktur.
Aralık 2000