Şubat, son ayı kışın. Önümüz bahar. Bahar da sımsıcak, dopdolu günler var.
Önce cemre düşecek. Cemre. Havaya, suya, toprağa. Kırlar yeşile yatacak. Bitkiler çiçeğe, yaprağa.
İlk sıcağını kadınlar yaşayacak baharın. Baharın baharını. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde. Biraz da burukça ama. Dünyanın dörtte üçünde, dörtte bir insan sayılmazken kadınlar. Sayılanlar da… Kadın olarak gene.
-Sen işçisin işçi kal- şarkısında olduğu gibi. -Sen kadınsın kadın kal- deniliyor. Hamurumuzu yoğur. Bize çocuk doğur yeler. Gerisine yorma kafanı. Biz icabına bakarız. Bak kutlamalarına bile katılıyoruz. Nazım’ın erkekçe şiirini okuyarak. Yazarak hatta. Dernek duvarları, sendika bültenlerine.
-Kadınlar, bizim kadınlarımız-
-Kimin?
-Bizim canım. Kimin olacak.
Anamız, avradımız, yârimiz. Ya kadınlar tersine yazsalar bu şiiri.
-Erkekler bizim erkeklerimiz.
Babamız, kardeşimiz, eşimiz…
Diyemezler değil mi? Saçlarını yolar, gözlerini oyarız sonra. Ellerinin hamurunu, tırnaklarının ojesini temizlesinler de…
Ya senin bıyığının boyası beyefendi?
Ben diyorum ki, şu bahar arifesinde mülkiyet düşünmesin kimse kimsenin üzerinde. Kadın, erkek olarak hiç kimse. Kadın, erkek yok. İnsan var, toplumda insan. Yarısı erkek yarısı kadın olarak yalnızca.
Işık ayı Mart ayı. Ateş ayı Ağrı Dağı’nın.
Çekmiş örsünü demirci Kawa.
Saldırıyor zalim Dehak’a.
Kurtarmak için halkını ve çocuklarını.
Kendini yakmış Zekiye. Surların başında. O ateşe kavuşmak için.
Işık oldu Mazlum! Işıklı yıldızlara karıştı. Diyarbakır zindanlarını delerek.
Akıl yürütür insanlar. Gelecek kışla ilgili. Güzün havasına bakarak.
-Bu kış zorlu geçecek. İyi ya da.
Bu baharın da kanlı geçeceğini gösteriyor. Toplumsal olaylar. Hele Kürdistan. Tüm odununu, kömürünü oraya yığdı diktatörlük.
Çiçek ayı, Nisan. En canlı ayı Doğa’nın. Ardından Mayıs. Açılmış, saçılmış doğa. Gencecik gelin gibi.
-Gelme kış gelme- şarkısını.
Gelme Mayıs gelme, diyesim geliyor içimden. Kan kokusu karışıyor çiçek kokusuna/ Sokaklarda kan akıyor, sel yerine. Bayramlarda bile.
Kıvılcımlar kalkmaya başladı.
Ankara yolunda İzmir Belediye işçileri ekmek yürüyüşü, hak yürüyüşündeler.
İki aya yaklaştı Kargo işçilerinin direnişi.
Yıl 1922. Çizme izleri İstanbul sokaklarında işgalci askerlerin. Pardon 1992. Çağ atlayıp, çığ altında kaldığımız yıl.
Yer Cağaloğlu. Gözü, bebeği, kulağı, burnu basının. Hürriyet’in önü. Açlıklarını haykırıyorlar Kargo işçileri. Haklılıklarını. Direnişlerini.
-Direndik. Direneceğiz. Kazanacağız…
-İşçi memur el ele, Genel greve!
Hünerlerini sergiliyorlar. Sonradan görme “sosyalist” patron İbrahim Arıkan’ın. 1402’lik İbram’ın. Bir atasözünü doğruluyorlar.
-Sofu soğan yemez. Yerse kabuğunu komaz. Solcu olan patron olmaz. Olursa da İbo gibi olur. Anasını beller çalışanların.
El atıyor polisler. Sorunlarına değil ama. Yakalarına işçilerin.
-Gelin bakalım!
-Neden?
-Açım dediniz?
-Açım demek suç mu? Dünyanın en büyük suçluları bebeler o zaman. Cezaları da idam. Her saat başı ağlıyorlar açız diye.
Dalaşma, didişme başlıyor polislerle işçiler arasında. Tırmıklama, yumruklama.
İnsanlar direndi. Polisler yüklendi. Giderek sertleşti durum. Kapmaca, kovalamaca başladı, tuttuğu işçiye girişiyor polis tekme tokat.
İnsan doldu çevreye seyre. Yeni gelen iki gençten biri:
N’oluyor? dedi diğerine.
Film çevriliyor herhalde.
Genç izleyicimiz haklıydı. Yüzlerce, binlerce gözün önünde adam dövmek olmazdı herhalde. Hele, hele de bizimki gibi demokratik bir ülkede. Film çevrilir gibiydi olay. Tek farkı patlayan flaşlarıydı gazetecilerin. O kadar çok patladı ki, rahatsız oldular polisler kuşku duydular. Devletin demokratlığına gölge düşeceğinden. Endişelendiler taze hükümetin şeffaflığının lekeleneceğinden. Dayanamadı bağırdı polislerden biri.
-Çekmeyin beyler. Ayıp oluyor.
El de diyecek ki işkence var Türkiye’de. Dayak var. Dayak değil bizimki. Hizaya getirme, Vatan, millet, Sakarya yolunda. Atalarımız bile:
Sözle uslananı etmeli tektir.
Sözle uslanmayanın hakkı kötektir demiş.
Yoksa adam olmaz bu millet.
Ayrıca alalarımıza saygılıyız biz. İzlerinden, sözlerinden çıkmayız hiç. Kaldı ki, tıp ilmi ile eşdeş bizim eylemimiz. Nasıl mı?
Doktorlar da can acıtırlar. İğne ya da ameliyat sırasında niçin? Sağlıkları için.
Ayrıca başka bir konuda da, denk düşüyoruz doktorlarla.
Adam öldürme konusunda.
Onlar fiziki olarak öldüğüne karar verirler insanların. Biz siyasi olarak öldüğüne.
Onlar organlarını almak için öldürürler adamı. Biz mikroplardan temizlemek için ortalığı.
Onların amacı bir can kurtarmak. Bizim amacımız, tüm toplum.
Mart 1992