Nasıl çalışmak gerek?

Emek Gençliği, bundan altı ay önce gerçekleştirdiği konferanslarında çalışmasını derinlemesine irdelemiş ve yürütülen tartışmalar üzerinden başta kendi iç yaşamı olmak üzere yığınlarla kurduğu bağın niteliğini değiştirmeye dair çeşitli kararların da alındığı sonuç deklarasyonunu, yaptığı şölenle kamuoyuna duyurmuştu. Konferansların ardından geçen süreç, Emek Gençliği’nin çeşitli yönleriyle çalışmasını yeniden tartışarak, hâlâ aşılmayan hatalardan bir an önce arınması için çalışmanın bazı yönlerini ve çalışma tarzını ele almamızı gerektiriyor. Bu yazı, içerisinden geçilen dönemi de göz önünde bulundurduğumuzda, “tezkere ve YÖK-YEK Yasa Tasarısı gibi gençlik yığınlarını yakından ilgilendiren gündemlerin yaşandığı” bir dönemde daha da önemli hale geliyor.

KİTLELERİN İÇİNDE OLMAYI BAŞARABİLMEK
Çalışmamızı irdelediğimiz her dönem, en fazla ele aldığımız konulardan biridir, kitlelerin içinde olmayı başarıp başaramadığımız konusu. Ancak özellikle son dönemlerde bu tartışmanın daha da yaygınlaştığını gözlemleyebiliyoruz. Bu tartışmanın daha da yaygınlaşmasının temel nedeni, çalışma yürüttüğümüz alanlarda harekete geçirebildiğimiz, düzenlediğimiz eylem ve etkinliklere katılan kişilerin belirli bir kesimi aşamamasından kaynaklanmaktadır. Bu durumun yaşanmasının temel nedeni ise, bizlerin çalışmayı birimlere, sınıflara vb. taşıma ve hayatın içerisinde gençlerin yaşamlarına müdahaledeki zayıflıklarımızdan ileri gelmektedir. Güncel politik gelişmelere karşı yürütülen çalışma; afiş asma, bildiri dağıtmanın ötesine geçememekte, en iyi durumda kantinlerde gazete satışlarıyla sınırlı bir çalışma olarak sürmektedir. Çalışmanın bu tarzda yürümesi, beraberinde ‘genelleşmeyi’ getirirken, çalışmanın en küçük birimlere kadar yayılmasına engel olmakta; çoğu arkadaşımızın, sınıfındaki arkadaşlarını dahi, yürüyen çalışmanın ‘genelleşmesinden’ kaynaklı tanımamasına kadar varmaktadır. Bu da, beraberinde arkadaşlarıyla tiyatroya giden gençlik örgütü üyelerimizin, bunu, organ toplantılarında ayrıcalıklı bir iş gibi anlatmalarına neden olmaktadır. Yığınlarla kurduğumuz ilişki biçimini değiştirmeden, günlük işçi basınımız üzerinden her gün yaşam alanlarında istikrarlı bir propaganda faaliyeti örgütlemeye dayalı çalışmadan uzak durarak, eylem ve etkinliklere katabileceğimiz insan sayısının bugünkü durumu aşmasını beklemenin gerçek dışı bir yaklaşım olacağını anlamak gerekiyor. Bununla birlikte, çevresiyle kurduğu ilişki, hemen hemen sadece insanların bir yerlere davet edilmesi veya “bir şeyler”in dağıtımıyla sınırlı olan örgütlerimizde zamanla çalışmaya yabancılaşmanın yaşandığı gerçektir; ve bunun, bir süre sonra, çalışmanın rutinliğinden –tekdüzeliği, darlığı, doğallıkla kazançsızlığı, kök salıp genişlemeyi başaramadan kendini tekrar edip durması ve hele sorunun çalışma tarzının gözden geçirilip düzeltilmesinde olduğu saptanıp bu doğrultuda adımlar atılmadığında, davamızın ve mücadelemizin doğruluğunun sorgulanmasına kayma eğilimini körükleyiciliğinden– kaynaklı bıkkınlık ve savrulmalara ve mücadeleye inançsızlığın yaşanmasına sebep olduğu gözlenmektedir. Bu durumun değiştirilmesinin temel koşulu ise, kitlelerle canlı bir ilişki kurarak karşılıklı öğrenmeyi esas almaktır. Kurulacak canlı ilişkinin diri tutulmasının yolu, bir kalıp biçiminde her ayrıntısının bizler tarafından belirlendiği bir çalışmanın örgütlenmesinden çok, ilişkide olduğumuz kesimlerin kendilerinden bir şeyler katabilmelerini sağlayacak bir çalışmanın örgütlenmesinden geçmektedir. Bu ortaya konulanlar, kitlelerin içinde olmayı başarabilmenin kıstaslarıdır ve başarılabildiği oranda harekete katılan genç sayısını çoğaltmaya olanak tanıyacaktır.

ORGANLARA DAYALI BİR ÇALIŞMA
Ortaya koyduğumuz fikirlerin maddi güce dönüşmesinin koşulunun yığınlar tarafından sahiplenilmesi olduğu gerçeği hepimiz tarafından bilinmektedir. Fikirlerin yığınlara ulaştırılma biçiminin ise, birey ya da dağınık çevre çalışmasının ötesine geçilecekse, birim organlarına dayalı olmakla belirleneceği gerçeğinin, birçok kez yazılmasına ve hemen her toplantıda tartışılmasına rağmen, hâlâ örgütlerimizce hakkı tam anlamıyla verilebilmiş değildir. Neredeyse tüm illerimizde, sadece bir iş çıktığında bir araya gelinen bir tarz egemen durumdadır. Periyodik şekilde güncel politik gelişmeleri değerlendirip çalışması için kendine görevler çıkartmayan örgütlerimizin üyeleri, sadece organ içerisinde kazanılabilecek organ yaşantısından da zamanla uzaklaşma ve birbirine karşı sorumluluk duymama eğilimi içerisine girmektedir. Organların şeklen de olsa olduğu yerlerde ise, atölye ve sınıf esasına dayalı bir bölünme, organlaşma ve çalışma örgütlenmesine gidilmemekte, toptancı bir yaklaşımla ya tüm okul bir birim olarak ele alınmakta ya da işçi birimi diye birbiriyle hiç ilgisiz işletmeler bir araya getirilmektedir. Böylesi bir birim biçimi, çoğu kişinin zamanını uyduramamaktan kaynaklı toplantılara katılmamasına yol açarken, tartışmaların da, derinlemesine, alanın tahlil edildiği, çalışmanın her yönüyle irdelendiği bir biçimde yürümesine engel olmaktadır. Örgüt çalışmamızın organ temelli bir faaliyet olarak yürümemesiyle, zamanla faaliyetin takvimsel bir biçime bürünerek, bu günlerde bildirilerin dağıtılıp günü kurtarmak üzere afişlerin asıldığı bir tarza dönüştüğü ortadadır. Böylesi bir tarza bir de neredeyse her gün gerçekleşen eylemden eyleme koşuşturma  eklendiğinde, çalışmanın sınıflardan, atölyelerden neredeyse tamamen kopması olağan hale gelmekte ve yığınların yaşamından kopma kaçınılmaz hal almaktadır. Tarz olarak bu anlayış çalışmamıza egemen olduğu sürece, yığınlarla birleşme ve onları mücadele içerisinde eğitme olanağına sahip olamayacağımız net olarak görülmelidir. Buradan hareketle, çalışmanın her yönüyle geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi için çözmemiz gereken temel sorun olan organlaşma meselesini çözmeden, ilerlememizin ve daha geniş kesimlere seslenmemizin olanaksız olduğunu anlamalı ve çalışmamızı sınıflara, atölyelere dayanarak örgütlemede ısrarlı olmalı, gazeteyi günlük olarak çalışmada kullanmalıyız. Tüm üyelerimizin bir organ içerisinde görev almasını, kendini buradan geliştirmesini, çalışmasını ve sonuçlarını ölçüp yargılamasını sağlamalıyız. Bunlar yapıldığı takdirde, hem örgütlenen eylemlere katılım, her genç militanın çalışma alanı üzerinden, tek başına kendisinin değil, ama sınıfının, işyerinin vb. katılımını tasarlaması ve sağlamaya çaba göstermesiyle olacak ve bu, kitlelerin katılımı ve eyleminin oluşmasına olanak tanıyacak, hem de eylemlere, çoğu açısından kuşkusuz gerekecek özel bir hazırlıklar da yapılarak ama esas olarak süregiden günlük çalışmamızın üzerinden bir çağrı yaparak hazırlanmış olacağız.

ANALİZCİLİK

Çalışmamıza ilişkin, çözülmeyi bekleyen, örgütümüzün genelinde egemen olan bir diğer sıkıntı ise, parti merkezimiz tarafından yapılan tespitlerin, tarif edilen işlerin, herkesin birbirine tarif ettiği bir biçime dönüşmesi ve yukardan gelen direktiflerin birbirine aktarıldığı, kimsenin üstüne alınmadığı bir biçime bürünmesidir. Örneğin uyuşturucu kampanyasının başladığı süreçte, bir genelgeyle yapılması gerekenleri örgüte aktaran gençlik merkezi yöneticileri, daha sonra illerde yaptıkları hemen tüm toplantılarda, kendilerinin genelgede yazdıklarının, örgütlerce “şu işler yapılabilir” biçiminde yeniden kendilerine aktarıldığına çokça tanık olmuşlardır. Başka bir biçimi ise, “birçok örgütümüzde şöyle bir sorunumuz var”, “şu işi aslında yapabiliriz” gibi yapılması gerekenlerin sadece tespit edilip pratikte bir türlü adımların atılmadığı çokça örneğe çalışmada rastlanması oluşturmaktadır. Böylesi yaklaşımlardan kurtulmanın da, ancak yukarıdan başlayarak sıkı bir denetimle gerçekleşeceği ortadadır. Kaldı ki, bu denetimin sağlanabildiği illerde küçümsenmeyecek bir gelişmenin olduğu da yine çalışmamızın sonuçlarında görülmektedir.

İDDİALI VE İKTİDAR PERSPEKTİFİNE DAYALI ÇALIŞMA
Bütün çabamızın, yığınları, burjuva bakış açısının karşısında sosyalizm fikri etrafında birleştirmek olduğunu bilmemiz gerekir. Bununla birlikte, yaptığımız işin, tek tek alanlarda cereyan etse de, aslında bir bütünün parçası olarak, iktidar perspektifine bağlanması gerektiği ortadadır. Söz konusu iktidar mücadelesi olunca da, işin ciddiyetine uygun bir çalışma plânına ve buna uygun bir iddiaya sahip olmak gerektiği gerçeği çokça toplantılarımızda konuşulmaktadır. Ancak, daha plân aşamasında -kağıt üzerinde- dahi bu iddiadan çok uzak bir şekilde davranıldığı olmaktadır. Ülkede iktidar olmak istiyorsak, öncelikle gücümüzün, kitleler içindeki etkimiz ve yerellerdeki örgütlülüğümüz sayesinde ete kemiğe bürünüp gerçekleşeceğini düşünürsek, çalışma tempomuzun da, iddialarımızın da buna uygun olması gerektiği ortadadır. Oysa ki, henüz aşılamayan anlayışla, dar bir çevre içerisinde hesap yürütülmekte, örneğin, çoğu zaman “güçlü olma”nın kıstası, belirli bir alanda diğer siyasi çevrelerden “fazla olmak” varsayılmaktadır. Kıstas bu olunca, iddianın düzeyini, bu bakış açısı belirlemektedir. Bu anlayış aşılmadan, egemenlik sisteminden kaynaklanan sorunlarla baş edebilecek ve bu sistemin değiştirilmesi mücadelesine katkıda bulunacak bir örgüt inşa edilemeyeceği ortadadır. Yine bununla bağlantılı ve çalışmamızda etkisini gösteren, aşmak durumunda olduğumuz sınırlılıklara götüren bir “anlayış”ın daha sözü edilmeli ve üzerine yürünmelidir: Örneğin 40 kişilik üniversite örgütlerimizin olduğu alanlarda, üniversite sınırlarını aşarak, o ildeki diğer gençlik kesimlerinin örgütlenmesi ihtiyacını görememe ve bu yönde davranamama, çalışmanın üniversiteyle sınırlı bir çalışma halini almasını ve öyle kalmasını kabullenme ufuk eksikliği ya da ufuksuzluğu. Hatta bazen bunun da aşılarak, üniversitenin örgütsüz olduğumuz fakültelerinin dahi gündemimize girerek örgütlenilmesi hedefinden uzaklaşılması. Bütünü görme ve bütünsel davranma eksikliği. Bu durumun yaşanıyor olmasının iktidar perspektifinden yoksunlukla bağlantısı vardır; ve hal böyle olunca, çalışmanın rutinleşen bir biçim alması kaçınılmazdır.

PARTİ GENÇLİK İLİŞKİSİ
Parti-gençlik ilişkisi, bütün parti örgütlerimizde yeniden ele alınması gereken bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Birçok gençlik örgütümüzün, partimizin tarihi, partimizi bugünlere getiren değerlerimiz konusundaki bilgisizliğinin, dünyaya ve görevlerine bakışındaki zayıflık ve eksikliklerinin; kuşkusuz parti yönetimlerimizin ilgi ve ideolojik ve politik bakımdan kazanıcı –eğitsel, yönlendirici– müdahale yetersizliğinden kaynaklandığı kolaylıkla söylenebilir; ve bir an önce, geçmişine ve Marksizmin temel öğreti ve değerlerine yabancılaşma tehlikesiyle karşı karşıya olan gençlerimize partimizin rehberliğinin taşınılması zorunluluğu ortadadır. Partimiz, gençliğin gelecek olduğu formülasyonunu kuşkusuz sadece söz olarak ileri sürmemektedir ve sözünü yere düşürmeyeceğinden, gereğini layıkıyla yerine getirmek üzere önlemler almaya yöneldiğinden şüphe edilemez. Diğer yandan, gençlik örgütümüz cephesinden değiştirilmesi gereken birçok yanlış yaklaşımın olduğu ortadadır. Özellikle parti yönetimlerinden –çoğunlukla afiş yapma, bildiri dağıtma türünden iş “yıkma”dan kaynaklı– yakınmacılık, had safhalara varmış durumdadır; ve iş yapmamanın bahanesi olarak, parti örgütlerinin yaklaşımları dayanak haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu tutumlar bizim yabancısı olduğumuz ve iş yapmamanın hiç bir şekilde dayanağı haline getirilmeyecek tutumlardır. Böylesi durumların parti görevlerini yerine getirmenin önünde engel olmaması gerektiği bütün örgütlerimizce kavranmalıdır. Gençlik örgütü olarak, genç olmaktan kaynaklı özelliklerimizi, enerjimizi, dinamizmimizi partimizin çalışmasının örgütlenmesinde olanak haline getirmeliyiz. Kaldı ki, bildiri dağıtma, afiş asma ve gazete satma işini teknik iş olarak algılamaktan vazgeçilmelidir. Hele gazete, örgütlenmemizin başlıca ve esas aracıdır. Partimizin ve gençlik örgütümüzün platformunun yığınlara ulaştırılmasının araçları olarak bildiri, afiş vb. araçların kullanılmasının parti örgütlerimizin planlarının parçaları olduklarını görmeliyiz. Buradan hareketle, partimizin bu doğrultuda önümüze koyduğu görevleri yerine getirmeye özen göstermeliyiz. Parti yönetimleriyle girdiğimiz ilişkilerde parti örgütlerimizin il düzeyindeki planlarını göz önünde bulundurmalı, kendi planlarımızı bu planla örtüşecek şekilde hazırlamaya dikkat etmeliyiz.

GENÇ KOMÜNİST OLMAK
“Partili olmak, burjuva yaşam tarzının ögelerinin, bencillik, çıkarcılık, yararcılık ve fırsatçılığın oluşturduğu burjuva birey kavramının karşısına örgütlü, bu yönüyle çoğalmış, güçlenmiş, yalnızlıktan kurtulmuş, kendisini mülkiyet ilişkilerinden arındırmış, mücadeleci, yaratıcı, dönüştürücü yeni birey kavramının yaratılışı ve koyuluşudur.”
Yukarıda ortaya konulan partili tarifi, sınıflar mücadelesi tarihinin her döneminde mücadele etmiş birçok devrimcinin ortak özellikleri üzerinden yapılmıştır ve partimiz tarihi de, bu özeliklere sahip birçok devrimcinin ortak mücadelesinin sonucu yaratılmıştır. Ekrem Ekşi’nin, Erdal’ın, İmran’ın ve ismini sayamayacağımız onlarca yoldaşımızın yaşamları, yukarıda tanıma uygundur ve yoldaşlarımızın kişiliklerinin temel özellikleridir. Yazımızda böyle bir bölüme yer vermemizin nedeni, bugün yürütülen faaliyetlerin istikrarlı ve kesintisiz şekilde sürdürülebilmesinin güvence altına alınışını sağlayacak temel koşulun, genç komünistlerce, uygun bir yaşam tarzı ve mücadeleci militan tutumun yaşama geçirilmesi olduğunu vurgulamaktır. Öyleyse, kendi iç yaşantımız başta olmak üzere, kitleler içinde kurduğumuz ilişkileri buna yakışır şekilde düzenlemek ve genç komünistlerin tarihine yakışır mücadeleyi hayata geçirmek için tüm genç komünistler görev başına.

Birimlere dayalı çalışma ve gençlik mücadelesi

Emek Gençliği’nin 21-28 Ağustos tarihleri arasında yaptığı eğitim kampı gençlik çalışmasının birçok yönüyle tartışıldığı ve önümüzdeki dönem yapılacak çalışmanın temellerinin belirlendiği bir kamp oldu.
Gençlik yığınları içinde yürüttüğümüz çalışmanın ortaya çıkarttığı sonuçların değerlendirildiği seminerler ve toplantılar, gençlik örgütümüzün nerelerde zayıflıklar gösterdiği ve hangi sorunları çözmesi gerektiğini de açığa çıkarttı.
Bu kamp sonrasında illerde yapılan değerlendirme toplantıları da tartışmanın kampa katılamayan gençleri de kapsayacak şekilde derinleştirilmesine olanak sağladı. Bu yazıdaki amacımız, çalışmanın iyi giden, olumlu yanları üzerinde durmak değil, ama yapılan değerlendirmelerde ortaklaşılan ve öne çıkan aksayan yanları –tamamen anlaşılır kılmak ve düzeltilmelerini kolaylaştırmak üzere “köşeli” hale getirip– bütünlüklü şekilde ele alarak, tartışmanın, bundan sonra bu zemin üzerinde gerçekleştirilmesini sağlamak olacak. Yapılan tüm toplantılarda söz alan arkadaşların ağırlıklı olarak yaptıkları tespitlerden başlarsak:
“Ortalık çalışmasından kurtulamıyoruz, sadece gazete satıp, bildiri dağıtıp, afiş asıyoruz.”
“Örgütlü olmayan gençlerin karşısında farkımızı koyamıyoruz. Küçük burjuva siyasi çevrelere nasıl bakılıyorsa, bize de öyle bakılıyor. Marjinal bir grup gibi içimize kapanıyoruz.”
“Her alanın kendine özgü sorunları ve tartışma gündemleri olmasına rağmen, her yere genel bir propaganda götürüyoruz.”
“Kafamızdaki şablonlarla hareket ediyoruz, alanın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmuyoruz.”
“Kaba eleştiricilikten kurtulamıyoruz, derme çatma bilgilerle tartışmalara dahil olmaya çalışıyoruz.”
“Takvime bağlı bir çalışma yürütüyoruz, kendimizi her eyleme katılmak zorunda hissediyoruz.”
Ankara ve Adana üniversiteleriyle yapılan toplantılarda ifade edilmiş olan bu değerlendirmeler, birçok ilde farklı biçimlerde ortaya konulmuş da olsa, özde ortak değerlendirmeler olarak, üzerinde durulmayı hak ediyor.

ÇALIŞMA TARZI VE SONUÇLARI
Bütün değerlendirmelerin ortaya çıkarttığı sonuç, bize bir atasözünü hatırlatıyor. ‘Gideceği limanı bilmeyen bir gemiye hiçbir rüzgar yardımcı olamaz.’ Hedefleri belirlenmemiş, talepleri netleştirilmemiş, bir sonra atacağı adımı hesaplamadan yapılan bir çalışmanın ortaya çıkarttığı ortak sonuçlar olarak gözüken değerlendirmeler, birimler temelinde yürütülmeyen çalışmanın gençlik örgütünü içine çektiği girdaptaki tartışmalar olarak, kendi etrafında dönenerek, yıllardır devam ediyor. Sonuçta, doğada ve toplumda hiçbir şey olduğu gibi kalmadığı için, bir yandan bazı değerler yıpranırken, çalışma tarzı ve örgüt fikri, örgüte yeni katılan gençlere de aynı şekilde geçiyor. Nedir bu çalışmadaki zayıflıklar ve ne gibi sonuçlar doğurmaktadır?

Maddeleştirerek ortaya koyarsak:
1) Birçok yerde örgütlerimiz farklı fakültelerde okuyan tüm gençleri bir birim olarak ele alırken, en ileri örneklerde dahi, bunun ötesine pek geçilemiyor. Bu tarz, çalışmanın, pratikte olduğu gibi, fikirsel anlamda da genelleşmesine neden oluyor. Üniversitenin ya da bir başka alanın içinde olmamıza rağmen propagandamızın “dışarıdan” bir tarzda yürütülmesine neden oluyor. Bunu, yazılan birçok bildiri ve propaganda aracında somut olarak görebiliriz. Kendi bölümüne ya da alanına dönük daha özel ajitasyon ve propaganda çalışması yürütmedeki darlıkların birçoğu da bu tarz örgütlenmeden kaynaklanıyor.
2) “Bir-iki kişilik birim mi olur, bu gençler burada yalnız kalır ve örgütle bağları zayıflar, zamanla koparlar” kaygısıyla, buralardaki gençler, alanlarından alınarak başka alanlarda görevlendiriliyorlar.
3) Organ toplantıları, katılıma bakılarak, arka arkaya iptal ediliyor ve zamanla sadece ihtiyaç duyulduğunda toplanılır hale geliniyor. Burada “ihtiyaç”tan kasıt, gelen bildirilerin ve afişlerin nasıl dağıtılıp yapılacağının planlanması oluyor.
Organların ele alınışına dair bu yanlış yaklaşımlar beraberinde birçok sorunu da getiriyor. Bu tarzda oluşturulmuş organlar, doğal olarak alanlarındaki tartışmaları yakından takip etme, kendi alanına dair bir tartışma yürütme ve kendi araçlarını yaratmayı başaramazken, toplantılar da, daha çok, yapılacak bir eyleme nasıl katılınacağı veya materyallerin kimler tarafından dağıtılacağının planlandığı toplantılara dönüşüyor. Başta ortaya konulan tespitlerden biri olan, her bölümün kendine özgü sorunları ve tartışma konuları olduğu gerçeği ise, bu biçimde oluşturulmuş organların gündemine girme ve yapılacak çalışmanın bunun üzerinden tartışılma şansını yitiriyor. Böyle bir organda, üniversitede çıkan dergiler, yapılan paneller, yayılmaya çalışılan burjuva ideolojik safsatalara karşı nerden müdahale edilmesi gerektiğine dair bir planlama ve eğitim olanağına da sahip olunamıyor.
Böyle bir örgüt çalışması ise, bilimin ve bilginin tamamen sermayenin çıkarlarına sunulduğu burjuva ideolojik üretim merkezleri haline getirilen, dolayısıyla, aydınlanmanın ve ideolojik mücadelenin en ileri örneklerinin verilmesi gereken üniversitelerdeki tartışmalara, gençlik örgütünün, ancak, derme çatma, kulaktan dolma bilgilerle katılmaya çalışmasını beraberinde getiriyor. Bu şekilde yürütülen faaliyette, tabii ki, gazete, teorik ve kültürel yayınlar ve hazırlanan bildiri ve afiş gibi materyaller; hem çalışmada kullanılmaktan çok, satışı yapılan herhangi meta gibi ele alınmaya başlanıyor, hem de yürüyen tartışmalara daha derin bilgilerle katılmanın, müdahale etmenin araçları olarak kavranamıyor. Böyle bir çalışma, beraberinde “ortalık çalışması” tartışmasını getirirken, “ortalık çalışması” olarak ilan edilen bir faaliyetin ajitasyon ve propaganda araçlarının da külfet olarak görülmesi ve “gereksiz” ilan edilmesine neden oluyor.
Tam da burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise, “sınıflara girip ne yapacağız, onu da yaptık, aynı sonuçla karşılaştık” biçiminde yapılan bazı değerlendirmeler oluyor. Sorunu yukarda tarif ettiğimiz tarzda ele almadığımızda, sınıflar, sadece ders görülen alanlar haline dönüşüyor. Alınan eğitim ve yürütülen tartışmaların hangi sınıfın çıkarı doğrultusunda gerçekleştiği ve hangi bölüm olursa olsun bir ideolojik mücadelenin –devrimci müdahalenin gerçekleşmediği koşullarda da– kendiliğinden sürdüğü ve her gün süren bu mücadelenin, militan genç devrimcilerin müdahalesine bağlı olarak şekilleneceği, tam da bu noktada, ajitasyon ve propaganda materyalleri ve sosyalist yayınların anlam bulduğu gerçeği görülemiyor.
Böylesi bir organ tarzında karşımıza çıkan başka bir sorun ise, akademisyenlerle kurulan ilişkide açığa çıkıyor. Alanlarındaki tartışmalara uzaklaşan, organlarında bu çalışmanın nasıl yürüyeceğine dair bir planı olmayan örgütler, akademisyenlerle kurduğu ilişkiyi sadece yayınların götürülmesine indirgiyor ya da onlara bir ‘eylem’ anında, ihtiyaç olursa gidiliyor. Çoğu zaman da, böylesi bir ele alış, derslerine giren akademisyenlere yayınların başkaları tarafından götürülmesi gibi garip durumlara dahi neden oluyor. Bilim adamlarıyla bu şekilde kurulan ilişkinin düzeltilmesi, onların birikimlerinin gençlik çalışmasının birikimi ve dayanağı haline getirilmesi, ancak ve ancak, en başta gençlik örgütü ve militanlarının, bilim adamlarıyla, onların uzmanlık alanları üzerinden bir ilişki geliştirmesi ve bu ilişkinin istikrarlı bir biçimde yürütülmesiyle mümkün olabilir. Akademik çevrelerle kurulacak ilişki böylesi bir düzeye çekildiğinde, üniversitelerde, toplumcu bilim adamlarının zamanla birikimlerini emekçi yığınlara sunmaları olanaklı hale gelebilir.
Örneğin emek platformu döneminde iktisatçılarla kurduğumuz ilişkinin buna uygun olması, bugün günlük işçi basınında yazan ve sınıf partisinin saflarında yer alan akademik çevreleri oluşturmuştur.
“Okumak gıdadır, okuyan insanlık bilen insanlıktır.” (V. Hugo) “Her okur bir lider değildir; fakat her lider bir okur olmalıdır.” (Harry Truman ) Bu iki sözün sahibinden ilki ünlü bir yazar, ikincisi ise, atom bombasının İkinci Dünya Savaşı sonunda atılması emrini veren ABD başkanıdır. Konumuz, tabii ki, onlar üzerine tartışma yürütmek olmayacaktır. Burada derdimiz, akademik alanda yürüteceğimiz çalışmanın zorunlu koşullarından biri olan okuma ve araştırmaya, öğrenmeye tutkun bir örgüt olmayı sağlamak olmalıdır. Akademik alanda yürütülecek çalışmada bunun koşullarını oluşturmak, bir yandan gençlik örgütünde ihtiyaca ve düzeye uygun istikrarlı bir eğitim çalışmasının yerleştirilmesi ve öte yandan genç militanların okuma alışkanlıklarını geliştirme ve bunun düzenli takibiyle olanaklıdır. Organlara dayalı bir çalışma olmadan, gençlik örgütünün niteliğini yükseltme olanaksızdır.

AKADEMİK MESLEKİ ÖRGÜTLERDE ÇALIŞMA
Gençlik örgütümüz, bir dönemdir kol-kulüp, ÖTK, TÖK, meslek odalarının gençlik kolları üzerindeki çalışmaların önemi üzerine duruyor. Bu, gençlik örgütümüzün bu alanlara doğru bir yöneliminin olmasıyla birlikte, pratikte de bir anlam bulmaya başladı. Geçen sene yürütülen Tıp Öğrenci Kolu (TÖK) çalışması ve fazla olmasa da kimi kol ve kulüplerdeki çalışmalarımız, bu nedenle önemli. Ancak yukarıda belirtilen nedenlerden kaynaklanarak, bugünkü çalışmalarımızın istenilen düzeyde olmadığını da söylemeliyiz. Savaş sürecinde gençlik örgütümüzün kol, kulüp ve ÖTK’ları bir araya getirmedeki başarısı, bugün yönelimimizin doğruluğunu ortaya koyarken, diğer yandan ise, bu alanlardaki çalışmaların daha da yoğunlaşması gerektiğini gösteriyor.
ÖTK’ları kullanma ve bu alana dönük müdahalelerin zayıflığı; ÖTK seçimlerine endeksli, seçimlerin kazınılıp kazanılamamasına sıkıştırılan bir çalışmayı da beraberinde getiriyor. Temsilciliklerin kazanıldığı yerlerde ise, sınıfla ve diğer temsilcilerle ilişkiyi geliştirip, talepler üzerinden bir çalışma yürütülmesinde sıkıntılar var. Tek bir ÖTK temsilcisinin bile önemli bir etken olduğu unutuluyor, gençlik çalışmamızın bütünü içerisinde ÖTK çalışması bir yer edinemiyor. Oysa iki çalışma birbirini güçlendiren tarzda ele alındığında, bir ya da iki ÖTK temsilcisine sahip olunmasının üniversite mücadelesindeki belirleyiciliği görülecektir. Anlaşılacağı üzere, temsilci seçiminin kazanıldığı yerlerdeki çalışma ile bunun başarılamadığı yerlerdeki çalışma arasında bir fark olmuyor. Temsilcilik kazanılamayan yerlerde ise, seçilen temsilciliklerin zorlanması ve beraber çalışmanın sağlanmasına yönelik bir çabanın olmadığı aşikar.
ÖTK’larda yürütülen çalışmadaki sıkıntılar, kol ve kulüpler açısından, özü aynı olmak üzere, farklı bir biçimde yaşanıyor. Üniversitelerde var olan kulüpler içerisinde çalışma yürütmek yerine, içerisinde bütünüyle ya da çoğunlukla Emek Gençleri’nin bulunduğu kulüp kurma tarzı, kulüp ve kol çalışmasındaki bakış açısının zaaflarını gösteriyor. Üniversitelerdeki liberal ve burjuva akımların temsilcileri olan kariyer kulüpleri karşısındaki pozisyonumuz, bunlarla girdiğimiz polemik ve karşı bir cephe örgütlemedeki zaaflarımız ise, kavrayıştaki diğer bir sıkıntılı yanı oluşturuyor. Oysa ki, bugün kariyer kulüplerinin karşısında belirli bir güç oluşturabilecek bir üniversite gençliği kulüplerde bir araya gelmiş durumda.
Diğer bir çarpıcı yan ise, yönetiminde bulunduğumuz ya da bizzat kurduğumuz kulüplerde dahi yıl içerisinde bir-iki etkinlik yapılmış olması ve kulüplerin kendi üyeleri içindeki tartışmalardaki zayıflıklar olarak öne çıkıyor. Emek Gençliği’nin kendi bağımsız çalışması ile kulüp çalışması arasındaki çizginin belirsizleştiği bir çalışma tarzında, bu, kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.
Başta Emek Gençliği üniversite örgütleri olmak üzere, bütün örgütleri tarafından, çalışma yürütülen bütün alanlarda idealizme karşı materyalizmin savunulması ihtiyacı da düşünüldüğünde, var olan ama içinde çalışma yürütmenin başarılamadığı ya da reddedildiği kulüplerin, öğrencilerin yoğunluklu olarak gidip geldiği kulüpler olduğu bilinerek, bu kulüplerde çalışma yürütülmesi ve kariyer günleri ya da burjuva propagandacıları karşısında sosyalist bakış açısının savunulmasının önemini, hem eğitim kampı hem de ardından yapılan toplantılar ortaya koymuştur.
Her alanda yürüttüğümüz gençlik çalışmalarımızın eksikleri, hataları ve olumlu yönleriyle birlikte ele alındığında, önemli bir dönemde olduğumuz görülecektir. Birimler temelinde yürütülen organ çalışmalarımızın güçlendirilmesi, zaaflarını aşarak daha ileri hamleler yapabilmesi, gençlik örgütümüzün her düzeydeki kararlı, ısrarcı, militan tutumuyla kuşkusuz sağlanacaktır.

Gençlik Kampının Ardından

Her deneyim birikimlerimizi artırırken; birikimlerimiz, deneyimlerimizin zenginleşmesine olanak tanır. Emek Gençliği, ’98 Bergama Kampı’ndan bugüne düzenlediği kamplarda, belirli bir birikim ve deneyim kazanmıştır.

Her düzenlenen kamp; öncesi, kamp süreci ve sonrasıyla çalışmamıza dair birçok veri sunmuştur.

Kamplar, hem kampın gerçekleştirildiği dönem, hem de kamp sonrası kitlelerle bağlarımızı güçlendirdiğimiz, çalışmamızın çeşitli yönleriyle yeniden ve daha zengin şekilde yenilendiği dönemler olmuştur.

15-25 Ağustos tarihleri arasında Dikili’de gerçekleştirilen gençlik kampı da, gençlik çalışmamızın ilerletilmesi, zayıflıklarımızın görülmesi ve geliştirmemiz gereken özelliklerimiz açısından çok zengin bir deneyim sunmaktadır.

Geçmiş kamp değerlendirmelerine göz atıldığında; kampa katılan her gencin farklı yeteneklerinin kamp süresinde açığa çıktığı ve bu olanakların kamptan sonraki faaliyeti zenginleştirilmesi gerektiği vurgusu ortaktır. Ancak geride bıraktığımız kamplar ve sonrası göstermektedir ki; bu olanaklar önemli ölçüde heba edilmiştir. (Kuşkusuz bu durumun nedeni sadece bu yazının kapsamına sığmayacak kadar geniş ve çeşitlidir. Gençlik örgütümüzün çalışma biçimindeki darlıklara ilişkin, Özgürlük Dünyası arşivinde azımsanamayacak kadar yazı vardır. Ve bu yazıların önemli bir bölümünde işaret edilen zaaflar, bugün de aşılabilmiş değildir.)

Peki, 2007 gençlik kampından sonra, bu olanakları gerçekleştirmek, gerçeğe çevirmek mümkün müdür? Kuşkusuz ki, bu sorunun yanıtı, kestirmeden, “evet” ya da “hayır” diye verilemez. Kampı, “zaman darlığı”, “çalışmanın geç başlanması” gibi olumsuz etkenlere rağmen örgütleyebilen bir gençlik örgütü, şüphesiz ki bunları yapabilir. Ancak madalyonun tersine baktığımızda, dar pratikçi, müzik, kültür, sanat, bilim gibi alanları terk eden bir gençlik örgütünün bu olanaklardan yararlanmasının koşulu da yoktur. Bu iki zıt özelliğin de gençlik çalışmamızda etkili olduğu bilinen bir durum. İşte, bu iki eğilimden ilki üzerinden yürüyebilirsek; yani eğer gençlik yığınları içerisindeki çalışmamızı, kamplarımızı örgütlediğimiz kadar çok yönlü ve zengin yaklaşımla örgütleyebilir ve elimizdeki araçların her birini işlevine uygun kullanmayı başarırsak, kampın sunduğu olanaklar, dün bağ kuramadığımız ya da görmezden geldiğimiz gençlik kesimleri içinde emek gençliğinin bir çekim merkezi olmasının yolunu açacaktır. Çalışmamızda bugüne kadar hakim olan ve olumsuz sonuçlarını defalarca işaret ettiğimiz dar pratikçi tutum egemen olduğunda ise, 2007 Dikili Kampı’nın anlamı, potansiyel açığa çıkartmaktan ileriye geçemeyecektir.

DOĞAYLA BARIŞ İNSANA ÖZGÜRLÜK

Her kamp, kendi içersinde, ülkemizdeki ve uluslararası alandaki gelişmelere gençliğin yaklaşımını gösteren bir biçimde toparlanmalıdır. Seçilen kamp sloganı, sadece slogan olarak kalmamalı, öncesiyle ve sonrasıyla, kendi içersinde bir bütünlük arz etmelidir. Kamp programı da, seçilen temel temaya uygun bir biçimde şekillendirilerek, gereken mesajların verilmesine olanak tanımalıdır. Bu yıl, bu temel yaklaşımımıza uygun olarak, temamızı “doğayla barış insana özgürlük” olarak belirledik. Doğanın her gecen gün tahrip edildiğinden başlayarak, insanlığa kaç yıl yetecek doğal kaynakların kaldığından, savaşların ve burjuva tüketim anlayışının doğa üzerindeki yıkıcı etkisine kadar, çevre sorununa ilişkin olarak yıl boyu tartışılanlar, dönemin en çok gündemde olan konularından birini oluşturdu. Ülkemiz gençliğinin de mücadeleci kesimlerinin bu konuyu gündemlerine almaları ve bunun mücadelesinin bir yanını oluşturması gerektiği ortada. Bu kamp, bu yönüyle, gençlik örgütümüzün yıl içersinde de bu çalışmaları sürdürmesinin gerekliliğini bir kere daha gösterdi. Kamp hazırlık sürecinde, aynı zamanda, bu alanda çalışma yürüten birçok dernek ve toplulukla kurulan ilişkiler ve toplumun bu konuya duyarlılığı, bizlerin bu meseleye eğilmedeki zayıflığını da su yüzüne çıkardı. Diğer yandan, barış sorunu, her kampımızda olduğu gibi, bu kampta da, temel temalarımızdan birini oluşturdu. Özelikle kamplarımıza katılan gençlerin Kürt sorunu konusunda değişim içerisine girmeleri, kampımızın bu açıdan yarattığı etkinin görülmesi açısından önemlidir. Kamp programının içerisinde olan Kürt sorunu paneline olan ilgi, dil atölyesinde Türk gençlerin fazlalığı, gençler arasında yapılan sohbetler gösterdi ki, Emek Gençliği, partimizin çizgisine uygun biçimde bu konuda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirebilecek olanaklara fazlasıyla sahiptir. Bundan sonrası, kampın temasına uygun bir çalışmanın, olanakların genişliği ve araçların zenginliğinin farkında olarak, çalışmanın her alanda hayata geçirilmesine kalmaktadır.

SORUMLUK VERMEDE CESARET

Çalışmalarımızda en çok şikayetçi olduğumuz konulardan biri, işlerin belirli arkadaşlar üzerinden yürüdüğü ve işe katılan arkadaş sayısını arttıramadığımızdır. İşlerin planlanış ve karar alma sürecine dahil etmediğimiz gençlerin, çalışmanın örgütleniş sürecine de dahil edilememesi, bizlerin darlıklarından ve kitle çalışmasının yerine günü kurtarmaya yönelik dar pratikçi yaklaşımların çalışmamızda egemen olmasından kaynaklanmaktadır. Her çalışma tarzı, kendi kadrosunun şekillenişini beraberinde getirir. Planlanma sürecinde her gence güvenmek ve sorumluluk vermekten çekinmemek, planın, etrafımızda birleşen, birlikte iş yapabileceğimiz her genci kapsayacak şekilde düzenlenmesi ve en önemlisi de, planın yapılış sürecinden karar alma sürecine her arkadaşın söz sahibi olarak dahil edilmesi, darlıklarımızın aşılması açısından, zorunluluktur. Kamplar, bu açıdan öğretici olmaktadır. Kampın başında, il sorumlularıyla kampın birlikte planlanması, kamp komitesinin ortak seçilmesi, daha fazla gencin karar alma sürecine dahil edilmesini, işlerin daha fazla gencin sorumluğunda sürdürülmesini beraberinde getirdi.

Gençlik Kampı, daha önceki kamplarda olduğu gibi, bir kez daha gösterdi ki, kampa katılan her genç, kampın bir öznesi olarak, kampın yönetilmesine ve ortak işler sürecine dahil edildiğinde, bir yandan sorumluluk alma bilinci gelişirken, bir yandan da kendine olan güveni, aldığı sorumluluğu yerine getirmekten kaynaklı olarak değişime uğramakta, gelişmektedir.

Kamp boyunca, yemekhanesinden, güvenliğine, sunuculuğundan temizliğine kadar, farklı işlerde sorumluluk alan gençler, ortak yaşamın gerektirdiği işleri yerine getirirken, kolektif çalışmanın getirdiği ortak çalışma kültürünü de edinmiş oldular.

Özellikle de liseli gençlerin, kamp boyunca, kampın ortak işlerine dahil olmakla birlikte, kendi aralarında örgütledikleri liseli toplantılarını yönetişleri, farklı illerdeki liselileri bir araya getirişleri, ileri düzeyde sorumluluk alabilecek ne kadar çok gencin olduğunu bir kere daha göstermiş oldu. Kamp sürecinde işlerin kotarılmasında gençlere sorumluluk vermekten çekinmeyen, güvenle iş dağıtan yaklaşımımız, yıl boyunca yürütülecek çalışmalarda sürdürüldüğü ve inisiyatif tanındığı sürece, çalışma, kendi içerisinden yeni ve daha ileri görevler alabilecek gençler çıkartacaktır.

HER YÖNÜYLE ZENGİN BİR KAMP

Bütün kamplarımızın sonunda yapılan genel değerlendirmelerin ortak noktalarından biri, kampın programının, bütün gençlerin ilgi ve yeteneklerine uygun hazırlandığı ve her gencin kampta kendini ifade edebilme olanağını yakaladığıdır. Gazetecilik, müzik, tiyatro, folklor, drama, resim, heykel ve benzeri alanlarda oluşturulan atölye çalışmaları, yüzlerce gencin düzenli takip ettiği ve zevkle çalışmalarına katıldığı etkinlikler olarak kampımıza ayrı bir zenginlik katmaktadır. Atölyelere katılan gençlerin kamp sonundaki değerlendirmelerinde ifade ettikleri “kampta bir şeylere yaradığımı fark ettim” ya da “kamp sürecinde ilgi duyduğum, yapmayı sevdiğim şeyleri başka arkadaşlarla ortak yapmaktan çok zevk aldım” türünden sözler, bizlere, yürünmesi gereken yolu bir kere daha gözümüze sokarcasına göstermektedir. Kamplar, farklı konularda bilgi aldığımız panelleriyle ve söyleşileriyle onlarca aydınla bizleri yüz yüze getirirken, gece konserleriyle farklı kültürlerle bizleri buluşturarak, film gösterimleriyle, belgeselleriyle gecemize renk katarak, dolu dolu 10 gün geçirmemizi sağlamaktadır. Sonuçta, kampa katılan herkes, kamptan öğrenerek ve öğreterek, üreterek mutlu ayrılmaktadır.

Her gencin kendince öğrendiği, kendini yenilediği kamplar, Emek Gençliği örgütlerine de çok şey öğretmektedir. Her gence seslenen, her genci ifade eden bir örgüt çalışması ve yaşantısı, bizlerin çalışmasında artık karakter özelliği olarak yerleşmelidir. Geçen dönem, Kadıköy örgütümüzün yıl içerisinde sınırlı olanaklarla ve kampın kapsayıcılığında olmasa da gerçekleştirdiği (tiyatro, dil, felsefe konulu) atölye çalışmaları, düzenlediği söyleşi ve paneller çalışmaya renk katmış ve çok daha geniş bir gençlik kitlesiyle yüz yüze gelip birleşmemizi sağlamıştır. Kampın ve Kadıköy örgütümüzün gösterdikleriyle, bu sene, olanaklarımızın genişliğini de görerek, bütün Emek Gençliği örgütleri, çalışmalarını, bu çalışmalarından da öğrenerek düzenlemekle karşı karşıyadır. Üniversitelerin sosyal kültürel etkinlikler konusundaki kısırlığı, ülkenin aydınları ve sanatçılarıyla olan ilişkisinin zayıflığı göz önünde tutulduğunda,  öğrencilerinin, üniversitelerde son yıllarda kol, kulüp ve topluluklar üzerinden sosyal kültürel etkinlikler düzenlediklerinde gerçekleşen katılımın genişliği, daha da anlaşılır olmakta ve yürünmesi gereken yolu göstermektedir.

Bu durum, üniversitelerde yürüttüğümüz çalışmanın eksik yanlarından olan sosyal kültürel yaşama müdahale ve olanakların bu alana taşınması konusundaki sınırlılıklar aşıldığı taktirde, üniversite gençliğinin ana kitlesiyle aramızdaki kopukluğun aşılması yönünde ciddi bir katkı sunacağını ortaya koymaktadır. Üniversitelerin dışına çıkıldığında ise, durum daha vahim hale gelmektedir. Dayatılan burjuva yaşam tarzının egemenliğini kurduğu, teknolojiyi, iletişim araçlarını, gençliğin yaşamının burjuva eğlence ve ahlak anlayışının ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirildiği bir durumla karşılaşmaktayız. İşçi, işsiz ve ortaöğrenimde öğrenim gören gençler, yaşamlarını sürdürdükleri alanlarda kendileri geliştirme, ilgi alanları ve yeteneklerini değerlendirme olanağından yoksun bir yaşama mahkum edilmektedir. Yükseköğretimde eğitim almanın ve iş bulma olanaklarının her gecen gün zayıflaması ise, gençleri, televizyonda pompalanan eğlence ve yaşam tarzına ulaşma isteğiyle, özentiye, bireyciliğe, kısa yoldan para kazanma yollarını aramaya sürüklemektedir. Emek Gençliği’ne burada düşen sorumluk ise, yürüttüğü çalışmada, gençlerin yaşadığı sorunlarının kaynaklarıyla birlikte çözüm yolarını gösterirken, gençlerin yeteneklerini değerlendirmelerinin olanaklarının yaratılmasına yardımcı olmaktır.

Yürütülen çalışma, sadece durumu ortaya koyan bir ajitasyon, propagandayla sınırlı kaldığında, geniş gençlik kitleleriyle birleşebilme olanağı bulunamayacağı aşikardır. Çalışmanın gençlerin beklenti ve ihtiyaçlarına cevap vermesi, yeteneklerini geliştirmesine olanak sağlaması zorunluluktur. Kampa çeşitli alanlardan gelen gençlerin atölyelere gösterdikleri ilginin yoğunluğu, yıl içerisinde bu alanlarda yapılacak kültürel etkinliklere yüzlerce gencin katılacağının göstergesidir. Adana örgümüzün yıl içersinde yaptığı film gösterimleri ve tiyatro etkinlikleri, İzmit’te bir yıldır yürütülen gençlik evi çalışması ve çalışma sürecinde gerçekleştirilen etkinliklerin daha da zenginleştirilerek bu illerde sürdürülmesi ve tüm örgütlerimizin, bu çalışmanın deneyimlerinden hareketle, kendi illerinde benzeri etkinliklere yönelmesi, bizleri, gençlik kitleleri içinde olması gereken noktaya getirecektir. Kampın gösterdiği olanaklar, bu süreçte işlerimizi kolaylaştıracaktır.

SONUÇ YERİNE

Yazının başında da ortaya konulduğu gibi, her deneyim birikimlerimizi artırmaktadır. Bu kamp çalışması sürecinde ve kampta, bundan sonraki çalışmalarımız açısından birçok önemli sonuç çıkartmış bulunuyoruz. Kampın örgütleniş sürecini tüm eksiklikleri ve olumlu yanlarıyla görebildiğimiz taktirde, bundan sonraki çalışmalarımızın, olanakların en ileri düzeyde gerçekliğe dönüştürüleceği çalışmalar olacağını söyleyebiliriz. Görünen o ki, zaten, yürütülen çalışmalarda yaşadığımız sıkıntılar, olanakların heba edilmesi ve var olan araçların yeterli düzeyde değerlendirilememesinden kaynaklanmaktadır. Bunun birçok nedeni olmakla birlikte, çalışmanın tarzının değiştirilmesi, geleneksel çalışma tarzı ve dar pratikçilikten kurtularak, günümüzün koşullarına uygun zenginlikte bir faaliyetin yürütülmesi, bizlerin iddialarına uygun düşecektir. Bunun başarılamaması için hiçbir neden olmadığı bir kere daha tüm açıklığıyla görülmüştür. Bir sonraki kamp da, bu deneyimler ışığında, bir öncekini aşarak, bizlere daha fazla olanağın kapısını açacaktır.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑