Emek Gençliği, bundan altı ay önce gerçekleştirdiği konferanslarında çalışmasını derinlemesine irdelemiş ve yürütülen tartışmalar üzerinden başta kendi iç yaşamı olmak üzere yığınlarla kurduğu bağın niteliğini değiştirmeye dair çeşitli kararların da alındığı sonuç deklarasyonunu, yaptığı şölenle kamuoyuna duyurmuştu. Konferansların ardından geçen süreç, Emek Gençliği’nin çeşitli yönleriyle çalışmasını yeniden tartışarak, hâlâ aşılmayan hatalardan bir an önce arınması için çalışmanın bazı yönlerini ve çalışma tarzını ele almamızı gerektiriyor. Bu yazı, içerisinden geçilen dönemi de göz önünde bulundurduğumuzda, “tezkere ve YÖK-YEK Yasa Tasarısı gibi gençlik yığınlarını yakından ilgilendiren gündemlerin yaşandığı” bir dönemde daha da önemli hale geliyor.
KİTLELERİN İÇİNDE OLMAYI BAŞARABİLMEK
Çalışmamızı irdelediğimiz her dönem, en fazla ele aldığımız konulardan biridir, kitlelerin içinde olmayı başarıp başaramadığımız konusu. Ancak özellikle son dönemlerde bu tartışmanın daha da yaygınlaştığını gözlemleyebiliyoruz. Bu tartışmanın daha da yaygınlaşmasının temel nedeni, çalışma yürüttüğümüz alanlarda harekete geçirebildiğimiz, düzenlediğimiz eylem ve etkinliklere katılan kişilerin belirli bir kesimi aşamamasından kaynaklanmaktadır. Bu durumun yaşanmasının temel nedeni ise, bizlerin çalışmayı birimlere, sınıflara vb. taşıma ve hayatın içerisinde gençlerin yaşamlarına müdahaledeki zayıflıklarımızdan ileri gelmektedir. Güncel politik gelişmelere karşı yürütülen çalışma; afiş asma, bildiri dağıtmanın ötesine geçememekte, en iyi durumda kantinlerde gazete satışlarıyla sınırlı bir çalışma olarak sürmektedir. Çalışmanın bu tarzda yürümesi, beraberinde ‘genelleşmeyi’ getirirken, çalışmanın en küçük birimlere kadar yayılmasına engel olmakta; çoğu arkadaşımızın, sınıfındaki arkadaşlarını dahi, yürüyen çalışmanın ‘genelleşmesinden’ kaynaklı tanımamasına kadar varmaktadır. Bu da, beraberinde arkadaşlarıyla tiyatroya giden gençlik örgütü üyelerimizin, bunu, organ toplantılarında ayrıcalıklı bir iş gibi anlatmalarına neden olmaktadır. Yığınlarla kurduğumuz ilişki biçimini değiştirmeden, günlük işçi basınımız üzerinden her gün yaşam alanlarında istikrarlı bir propaganda faaliyeti örgütlemeye dayalı çalışmadan uzak durarak, eylem ve etkinliklere katabileceğimiz insan sayısının bugünkü durumu aşmasını beklemenin gerçek dışı bir yaklaşım olacağını anlamak gerekiyor. Bununla birlikte, çevresiyle kurduğu ilişki, hemen hemen sadece insanların bir yerlere davet edilmesi veya “bir şeyler”in dağıtımıyla sınırlı olan örgütlerimizde zamanla çalışmaya yabancılaşmanın yaşandığı gerçektir; ve bunun, bir süre sonra, çalışmanın rutinliğinden –tekdüzeliği, darlığı, doğallıkla kazançsızlığı, kök salıp genişlemeyi başaramadan kendini tekrar edip durması ve hele sorunun çalışma tarzının gözden geçirilip düzeltilmesinde olduğu saptanıp bu doğrultuda adımlar atılmadığında, davamızın ve mücadelemizin doğruluğunun sorgulanmasına kayma eğilimini körükleyiciliğinden– kaynaklı bıkkınlık ve savrulmalara ve mücadeleye inançsızlığın yaşanmasına sebep olduğu gözlenmektedir. Bu durumun değiştirilmesinin temel koşulu ise, kitlelerle canlı bir ilişki kurarak karşılıklı öğrenmeyi esas almaktır. Kurulacak canlı ilişkinin diri tutulmasının yolu, bir kalıp biçiminde her ayrıntısının bizler tarafından belirlendiği bir çalışmanın örgütlenmesinden çok, ilişkide olduğumuz kesimlerin kendilerinden bir şeyler katabilmelerini sağlayacak bir çalışmanın örgütlenmesinden geçmektedir. Bu ortaya konulanlar, kitlelerin içinde olmayı başarabilmenin kıstaslarıdır ve başarılabildiği oranda harekete katılan genç sayısını çoğaltmaya olanak tanıyacaktır.
ORGANLARA DAYALI BİR ÇALIŞMA
Ortaya koyduğumuz fikirlerin maddi güce dönüşmesinin koşulunun yığınlar tarafından sahiplenilmesi olduğu gerçeği hepimiz tarafından bilinmektedir. Fikirlerin yığınlara ulaştırılma biçiminin ise, birey ya da dağınık çevre çalışmasının ötesine geçilecekse, birim organlarına dayalı olmakla belirleneceği gerçeğinin, birçok kez yazılmasına ve hemen her toplantıda tartışılmasına rağmen, hâlâ örgütlerimizce hakkı tam anlamıyla verilebilmiş değildir. Neredeyse tüm illerimizde, sadece bir iş çıktığında bir araya gelinen bir tarz egemen durumdadır. Periyodik şekilde güncel politik gelişmeleri değerlendirip çalışması için kendine görevler çıkartmayan örgütlerimizin üyeleri, sadece organ içerisinde kazanılabilecek organ yaşantısından da zamanla uzaklaşma ve birbirine karşı sorumluluk duymama eğilimi içerisine girmektedir. Organların şeklen de olsa olduğu yerlerde ise, atölye ve sınıf esasına dayalı bir bölünme, organlaşma ve çalışma örgütlenmesine gidilmemekte, toptancı bir yaklaşımla ya tüm okul bir birim olarak ele alınmakta ya da işçi birimi diye birbiriyle hiç ilgisiz işletmeler bir araya getirilmektedir. Böylesi bir birim biçimi, çoğu kişinin zamanını uyduramamaktan kaynaklı toplantılara katılmamasına yol açarken, tartışmaların da, derinlemesine, alanın tahlil edildiği, çalışmanın her yönüyle irdelendiği bir biçimde yürümesine engel olmaktadır. Örgüt çalışmamızın organ temelli bir faaliyet olarak yürümemesiyle, zamanla faaliyetin takvimsel bir biçime bürünerek, bu günlerde bildirilerin dağıtılıp günü kurtarmak üzere afişlerin asıldığı bir tarza dönüştüğü ortadadır. Böylesi bir tarza bir de neredeyse her gün gerçekleşen eylemden eyleme koşuşturma eklendiğinde, çalışmanın sınıflardan, atölyelerden neredeyse tamamen kopması olağan hale gelmekte ve yığınların yaşamından kopma kaçınılmaz hal almaktadır. Tarz olarak bu anlayış çalışmamıza egemen olduğu sürece, yığınlarla birleşme ve onları mücadele içerisinde eğitme olanağına sahip olamayacağımız net olarak görülmelidir. Buradan hareketle, çalışmanın her yönüyle geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi için çözmemiz gereken temel sorun olan organlaşma meselesini çözmeden, ilerlememizin ve daha geniş kesimlere seslenmemizin olanaksız olduğunu anlamalı ve çalışmamızı sınıflara, atölyelere dayanarak örgütlemede ısrarlı olmalı, gazeteyi günlük olarak çalışmada kullanmalıyız. Tüm üyelerimizin bir organ içerisinde görev almasını, kendini buradan geliştirmesini, çalışmasını ve sonuçlarını ölçüp yargılamasını sağlamalıyız. Bunlar yapıldığı takdirde, hem örgütlenen eylemlere katılım, her genç militanın çalışma alanı üzerinden, tek başına kendisinin değil, ama sınıfının, işyerinin vb. katılımını tasarlaması ve sağlamaya çaba göstermesiyle olacak ve bu, kitlelerin katılımı ve eyleminin oluşmasına olanak tanıyacak, hem de eylemlere, çoğu açısından kuşkusuz gerekecek özel bir hazırlıklar da yapılarak ama esas olarak süregiden günlük çalışmamızın üzerinden bir çağrı yaparak hazırlanmış olacağız.
ANALİZCİLİK
Çalışmamıza ilişkin, çözülmeyi bekleyen, örgütümüzün genelinde egemen olan bir diğer sıkıntı ise, parti merkezimiz tarafından yapılan tespitlerin, tarif edilen işlerin, herkesin birbirine tarif ettiği bir biçime dönüşmesi ve yukardan gelen direktiflerin birbirine aktarıldığı, kimsenin üstüne alınmadığı bir biçime bürünmesidir. Örneğin uyuşturucu kampanyasının başladığı süreçte, bir genelgeyle yapılması gerekenleri örgüte aktaran gençlik merkezi yöneticileri, daha sonra illerde yaptıkları hemen tüm toplantılarda, kendilerinin genelgede yazdıklarının, örgütlerce “şu işler yapılabilir” biçiminde yeniden kendilerine aktarıldığına çokça tanık olmuşlardır. Başka bir biçimi ise, “birçok örgütümüzde şöyle bir sorunumuz var”, “şu işi aslında yapabiliriz” gibi yapılması gerekenlerin sadece tespit edilip pratikte bir türlü adımların atılmadığı çokça örneğe çalışmada rastlanması oluşturmaktadır. Böylesi yaklaşımlardan kurtulmanın da, ancak yukarıdan başlayarak sıkı bir denetimle gerçekleşeceği ortadadır. Kaldı ki, bu denetimin sağlanabildiği illerde küçümsenmeyecek bir gelişmenin olduğu da yine çalışmamızın sonuçlarında görülmektedir.
İDDİALI VE İKTİDAR PERSPEKTİFİNE DAYALI ÇALIŞMA
Bütün çabamızın, yığınları, burjuva bakış açısının karşısında sosyalizm fikri etrafında birleştirmek olduğunu bilmemiz gerekir. Bununla birlikte, yaptığımız işin, tek tek alanlarda cereyan etse de, aslında bir bütünün parçası olarak, iktidar perspektifine bağlanması gerektiği ortadadır. Söz konusu iktidar mücadelesi olunca da, işin ciddiyetine uygun bir çalışma plânına ve buna uygun bir iddiaya sahip olmak gerektiği gerçeği çokça toplantılarımızda konuşulmaktadır. Ancak, daha plân aşamasında -kağıt üzerinde- dahi bu iddiadan çok uzak bir şekilde davranıldığı olmaktadır. Ülkede iktidar olmak istiyorsak, öncelikle gücümüzün, kitleler içindeki etkimiz ve yerellerdeki örgütlülüğümüz sayesinde ete kemiğe bürünüp gerçekleşeceğini düşünürsek, çalışma tempomuzun da, iddialarımızın da buna uygun olması gerektiği ortadadır. Oysa ki, henüz aşılamayan anlayışla, dar bir çevre içerisinde hesap yürütülmekte, örneğin, çoğu zaman “güçlü olma”nın kıstası, belirli bir alanda diğer siyasi çevrelerden “fazla olmak” varsayılmaktadır. Kıstas bu olunca, iddianın düzeyini, bu bakış açısı belirlemektedir. Bu anlayış aşılmadan, egemenlik sisteminden kaynaklanan sorunlarla baş edebilecek ve bu sistemin değiştirilmesi mücadelesine katkıda bulunacak bir örgüt inşa edilemeyeceği ortadadır. Yine bununla bağlantılı ve çalışmamızda etkisini gösteren, aşmak durumunda olduğumuz sınırlılıklara götüren bir “anlayış”ın daha sözü edilmeli ve üzerine yürünmelidir: Örneğin 40 kişilik üniversite örgütlerimizin olduğu alanlarda, üniversite sınırlarını aşarak, o ildeki diğer gençlik kesimlerinin örgütlenmesi ihtiyacını görememe ve bu yönde davranamama, çalışmanın üniversiteyle sınırlı bir çalışma halini almasını ve öyle kalmasını kabullenme ufuk eksikliği ya da ufuksuzluğu. Hatta bazen bunun da aşılarak, üniversitenin örgütsüz olduğumuz fakültelerinin dahi gündemimize girerek örgütlenilmesi hedefinden uzaklaşılması. Bütünü görme ve bütünsel davranma eksikliği. Bu durumun yaşanıyor olmasının iktidar perspektifinden yoksunlukla bağlantısı vardır; ve hal böyle olunca, çalışmanın rutinleşen bir biçim alması kaçınılmazdır.
PARTİ GENÇLİK İLİŞKİSİ
Parti-gençlik ilişkisi, bütün parti örgütlerimizde yeniden ele alınması gereken bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Birçok gençlik örgütümüzün, partimizin tarihi, partimizi bugünlere getiren değerlerimiz konusundaki bilgisizliğinin, dünyaya ve görevlerine bakışındaki zayıflık ve eksikliklerinin; kuşkusuz parti yönetimlerimizin ilgi ve ideolojik ve politik bakımdan kazanıcı –eğitsel, yönlendirici– müdahale yetersizliğinden kaynaklandığı kolaylıkla söylenebilir; ve bir an önce, geçmişine ve Marksizmin temel öğreti ve değerlerine yabancılaşma tehlikesiyle karşı karşıya olan gençlerimize partimizin rehberliğinin taşınılması zorunluluğu ortadadır. Partimiz, gençliğin gelecek olduğu formülasyonunu kuşkusuz sadece söz olarak ileri sürmemektedir ve sözünü yere düşürmeyeceğinden, gereğini layıkıyla yerine getirmek üzere önlemler almaya yöneldiğinden şüphe edilemez. Diğer yandan, gençlik örgütümüz cephesinden değiştirilmesi gereken birçok yanlış yaklaşımın olduğu ortadadır. Özellikle parti yönetimlerinden –çoğunlukla afiş yapma, bildiri dağıtma türünden iş “yıkma”dan kaynaklı– yakınmacılık, had safhalara varmış durumdadır; ve iş yapmamanın bahanesi olarak, parti örgütlerinin yaklaşımları dayanak haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu tutumlar bizim yabancısı olduğumuz ve iş yapmamanın hiç bir şekilde dayanağı haline getirilmeyecek tutumlardır. Böylesi durumların parti görevlerini yerine getirmenin önünde engel olmaması gerektiği bütün örgütlerimizce kavranmalıdır. Gençlik örgütü olarak, genç olmaktan kaynaklı özelliklerimizi, enerjimizi, dinamizmimizi partimizin çalışmasının örgütlenmesinde olanak haline getirmeliyiz. Kaldı ki, bildiri dağıtma, afiş asma ve gazete satma işini teknik iş olarak algılamaktan vazgeçilmelidir. Hele gazete, örgütlenmemizin başlıca ve esas aracıdır. Partimizin ve gençlik örgütümüzün platformunun yığınlara ulaştırılmasının araçları olarak bildiri, afiş vb. araçların kullanılmasının parti örgütlerimizin planlarının parçaları olduklarını görmeliyiz. Buradan hareketle, partimizin bu doğrultuda önümüze koyduğu görevleri yerine getirmeye özen göstermeliyiz. Parti yönetimleriyle girdiğimiz ilişkilerde parti örgütlerimizin il düzeyindeki planlarını göz önünde bulundurmalı, kendi planlarımızı bu planla örtüşecek şekilde hazırlamaya dikkat etmeliyiz.
GENÇ KOMÜNİST OLMAK
“Partili olmak, burjuva yaşam tarzının ögelerinin, bencillik, çıkarcılık, yararcılık ve fırsatçılığın oluşturduğu burjuva birey kavramının karşısına örgütlü, bu yönüyle çoğalmış, güçlenmiş, yalnızlıktan kurtulmuş, kendisini mülkiyet ilişkilerinden arındırmış, mücadeleci, yaratıcı, dönüştürücü yeni birey kavramının yaratılışı ve koyuluşudur.”
Yukarıda ortaya konulan partili tarifi, sınıflar mücadelesi tarihinin her döneminde mücadele etmiş birçok devrimcinin ortak özellikleri üzerinden yapılmıştır ve partimiz tarihi de, bu özeliklere sahip birçok devrimcinin ortak mücadelesinin sonucu yaratılmıştır. Ekrem Ekşi’nin, Erdal’ın, İmran’ın ve ismini sayamayacağımız onlarca yoldaşımızın yaşamları, yukarıda tanıma uygundur ve yoldaşlarımızın kişiliklerinin temel özellikleridir. Yazımızda böyle bir bölüme yer vermemizin nedeni, bugün yürütülen faaliyetlerin istikrarlı ve kesintisiz şekilde sürdürülebilmesinin güvence altına alınışını sağlayacak temel koşulun, genç komünistlerce, uygun bir yaşam tarzı ve mücadeleci militan tutumun yaşama geçirilmesi olduğunu vurgulamaktır. Öyleyse, kendi iç yaşantımız başta olmak üzere, kitleler içinde kurduğumuz ilişkileri buna yakışır şekilde düzenlemek ve genç komünistlerin tarihine yakışır mücadeleyi hayata geçirmek için tüm genç komünistler görev başına.