Evrensel ile el ele kampanyasının gösterdikleri

Devrimci işçi basının örgüt çalışmasında nasıl kullanılması ya da aynı anlama gelmek üzere nasıl kullanılmamasına dair bugüne kadar birçok tartışma yapıldı. Yaz döneminde gerçekleştirilen “Evrensel okurlarıyla el ele” dayanışma kampanyası, bu açıdan, pratik sonuçların da açığa çıkmasına neden olmuştur. Bu yazıda,  İstanbul’daki çalışmaları ele alarak, kampanyanın neleri gösterdiği ve öğrettiğini paylaşmaya çalışacağız.
İstanbul’da kampanya sonrası gazetenin günlük tiraj ortalaması 2400’e yükseltildi, birçok fabrikada abonelik gerçekleştirildi. Çeşitli dayanışma toplantıları örgütlenerek, gazete geniş emekçi kesimlerle tartışıldı. Binlerce dayanışma kartı, 200 binin üzerinde tanıtım amaçlı el ilanı, temel çalışma alanlarına uygun olarak işçi ve emekçilere ulaştırıldı. İşçi ve emekçilerin gazeteye mektuplarıyla sorunlarını paylaşması yönünde düne oranla ciddi bir adım atıldı. Tüm bu tablo, karşımıza birçok bakımdan deney ve sonuçların çıkmasını sağladı.
Üç aylık kampanya çalışmasını, gazetenin 7 yıllık süreciyle birleştirdiğimizde ve inceleyerek çeşitli sonuçlar çıkardığımızda, ilerlememize ışık tutacak zengin bir birikimle karşı karşıya olduğumuzu görmüş olacağız.                                                             

İŞYERİ-FABRİKA ÇALIŞMASI AÇISINDAN KAMPANYANIN GÖSTERDİKLERİ
İşçi gazetesi olarak, gazetenin işyeri-fabrika çalışmasının merkezinde olması, olmazsa olmaz bir koşuldur. Sınıf mücadelesinde devrimci örgütün işçileri aydınlatmasının ve sınıf bilinçli işçileri kazanmasının en temel aracı gazetedir. Bugüne kadarki çalışmalarımızda fabrika çalışması ve gazete genellikle şöyle tartışıldı: “Gazeteyi fabrikaya sokmak güç, gazete işveren tarafından görülürse işten atılırız. İşçilere gazete okutmak zor. Gazeteyi işçilere aldıramıyoruz.” vb.
Bunlar ve buna benzer gerekçelerle gazetenin işyeri çalışmalarının merkezine konmasında büyük zayıflıklar yaşanmıştır. İşçiler içinde çalışma yürütenler, gazeteyi genellikle mesai saatlerinin dışında ve fırsat bulabildikleri oranda okumayı tercih etmiştir. Kampanya sürecinde, fabrika-işyeri çalışmasında günlük gazeteyi işçilerin aydınlatılması ve örgütlenmesinin temel aracı olarak kullanmayı zayıflatan bu tür eğilimlerle mücadele edilmiştir. Sınıfın devrimci kitle partisinin merkezi propaganda ve örgütlenme aracının kullanılmadığı bir fabrika-işyeri çalışmasının politik bir çalışma olamayacağı, tersi her tür tutumun, işçi sınıfının politik mücadeleye katılımı açısından kendi kendini kandıran, sendikal-ekonomik çerçeveyi aşamayan bir sonuç doğuracağı konusunda eğitici bir tartışma sürdürülmüştür. Bugüne kadarki çalışmaların olumlu ve olumsuz örnekleri üzerinden fabrika ve işyeri çalışmaları değerlendirilmiştir.
Yukarıda örneği verilen türden gazetenin işyeri çalışmasında kullanılmamasına ilişkin gerekçeler, sınıf partisinin politikalarının, fabrika çalışmalarında yer alan militanlarınca en geriden kavranmasına neden olmuştur. Örgütün günlük politikalarının işçi örgütçüler tarafından kavranmasında sorunlara yol açması bir yana, genel olarak sınıfın aydınlatılmasında yürütülen propaganda çalışmalarının da sistemli olmamasının temel nedenini, bu tutum oluşturmuştur.
Takdir edileceği gibi, burjuvazi, kendi sınıf karşıtının örgütlenmesini engellemek ve iktidarını sürdürmek için elindeki tüm olanakları kullanmaktadır. İşçilerin en ufak bir hak talebini kabul etmemekte ve işçilerin bilinçlenmesini engellemek için işçilerin örgütlenme araçlarına saldırmaktadır. Örneğin işçilerin sendikal mücadelesi doğal bir hak olmasına rağmen, sermaye –ve egemenlik aygıtı– karşısında işçiler, sendikalarını neredeyse illegal örgütleyerek gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.
Böyle bir tabloda işçi sınıfının örgütlenmesinde elindeki en büyük silah olan gazetenin örgütlenme aracı olarak kullanılmasının engellenmesi, sermayedarlar sınıfı, burjuvazi açısından tamamen doğaldır. İşçi sınıfı, sınırlarını burjuvazinin çizdiği ve bunun da kabullenildiği bir örgütlenme ile hiçbir kazanım elde edememiştir. Dolayısıyla, işçiler, kendilerinin ihtiyaç duyduğu örgütlülüğü gerçekleştirebildikleri oranda, kazanımlar elde etmişlerdir. Sınıf mücadelesinde başarıya ulaşmak isteyen bir örgütün militanlarının da, gazeteyi her şart ve koşul altında fabrikaya sokmaları ve işyeri çalışmasının merkezine oturtmaları bir zorunluluktur.
Kampanyanın örgütlenmesi, bu bakımdan birçok olumlu ve üzerinden ilerlenmesi gereken deneyi açığa çıkarmıştır.
Kampanya öncesi, gazete sınırlı sayıda partililer aracılığıyla sınırlı sayıda fabrikaya girerken; kampanya ile birlikte, İstanbul’da 50’nin üzerinde işyerine gazete düzenli olarak girmeye başlamıştır. Sadece parti üyemizin gazetesini okuduğu ya da çevresindeki birkaç işçiye okutmakla yetindiği tutumun yerine, gazete okuyan işçi sayısını sürekli artırmayı amaçlayan bir tutum geçmiştir. Bunun sonucu olarak, belirli bir mahalde 2-3 olan gazete okur sayısının 10’a çıktığı, fabrikasında gazeteyi okutmaya çalışan işçilerin oturdukları mahallelerde hafta sonları gazete sattığı, 18 abonenin olduğu Tuzla tersanesinde bu sayının 50’ye çıktığı türden örnekler ortaya çıkmıştır. 50’nin üzerinde işyeri-fabrikada şu veya bu sayıda gazete okur sayısındaki artışlar, gereken yapıldığında, harekete geçirilebilecek olanakların somut göstergesi olması açısından önemlidir.
Öte yandan, gazetenin girebildiği yerlerde işçi hareketinin sorunlarının daha ileri düzeyde tartışıldığı görülmektedir.
Örneğin; Uşak işçilerinin sendikalaşmaya dönük tutumları birçok öğretici deney içermektedir. İstanbul’da bu deney işçilerle paylaşılmıştır. Geriye dönüp baktığımızda, Uşak deneyinin tartışılabildiği fabrikalar, yalnızca gazetenin sokulduğu fabrikalardır. Çünkü gazete, aynı zamanda, değişik mekanlardaki işçiler arasında köprü rolü oynamakta; doğru kullanıldığında, sınıf çalışmasında yaşanan olumlu ya da olumsuz bir deneyi diğer alanlardaki işçilerle paylaşmanın en doğrudan aracı olmaktadır.
Kampanya çalışmalarının en olumlu yanlarından biri de, gazeteye mektup gönderme oranının artması olmuştur. Çeşitli fabrikalarda işçiler yaşamlarına dair her türlü gelişmeyi gazeteye yazarak sınıf kardeşleri ile paylaşmışlardır. Kampanya çalışmalarında bunun en olumlu örneğini Tuzla Tersane işçileri oluşturmuştur. Tuzla Tersanesi’nde gazete abonelerimizin artmasıyla birlikte, gazeteye kısa sürede gönderilen 30’un üzerinde mektupla tersane işçisinin örgütlenme sorunları paylaşılmaya çalışılmıştır.
Devrimci bir işçi basının muhabirlerinin ve dağıtıcılarının işçiler olması, sınıfın yaşamına ve gazetenin sınıfın yaşamındaki rolüne dair en çarpıcı örneklerin gazetede yer alması ve aynı zamanda bu örneklerin işçiler içerisinde canlı bir tartışmaya dönüşmesi bakımından oldukça önemlidir.
Kampanya çalışmalarıyla birlikte örgütümüze yeni katılımlar gerçekleşmiştir. Gazetenin örgütçü rolü üzerine birçok tartışma yürütülmesi, kampanya döneminde ortaya çıkan örnekleriyle birlikte maddi bir güç kazanmıştır.
Gazetenin örgütleyici rolü üzerine çarpıcı bir örnek, Bağcılar’da bir ayakkabı fabrikasından verilebilir. Güneşli’de kurulu fabrikada çalışan AKP’ye oy vermiş bir işçi kadın, bütün önyargılarına rağmen gazete okuru olduktan kısa bir süre sonra, fabrikasında gazetenin dağıtımında rol oynamaya başlamış, aynı zamanda, yaşadıklarını, yaptığı haber ve yazdığı mektupla işçilerle paylaşmıştır. Fabrikadaki arkadaşlarına diğer gazete okurlarıyla birlikte kampanyayı anlatarak, gazeteye maddi bakımdan da destek sunmuştur.
Bu işçi, gazeteyi neden okuduğu ve dağıttığı sorusuna net bir yanıt vermektedir. “İşçilere gazeteyi okutmayı başaramazsak, örgütlenmemiz ve haklarımıza sahip çıkmamız mümkün değildir.”
İşyeri ve fabrikalardan işçilerin ve parti örgütçülerinin gazeteye mektup, röportaj, haber göndermeleri, sadece işçi basınının sahiplenilmesi açısından önemli ve somut bir adım değildir. Gazeteyle canlı bağlar kurulması başarıldığı oranda, işçilerin ve parti örgütçülerinin; ülke ve dünya meselelerini kavrama, tartışma, yığınları aydınlatmaya yönelik daha etkileyici birer ajitatör ve eylemciler olma, kendilerinin ve işçi, emekçi kitlelerinin dertlerini, sıkıntılarını anlama, anlatma ve değiştirme için yeniden ve yeniden seferber olma düzeyini ilerletme, yeteneklerini açığa çıkarma ve geliştirme gibi birçok açıdan da önemli ve somut kazanımları olmaktadır.
Bilinmelidir ki, fabrika çalışmalarının ilerlemesi veya gerilemesi fabrikadaki gazete okur sayısıyla doğrudan bağlantılıdır. Bunu, yine canlı bir örnekle açacak olursak; örgütümüz, Bağcılar’da kurulu demir çelik fabrikasını tartışırken, ilerleyememesinin nedenini, üyelerinin gazeteyi okumamasına bağlamaktadır. Bu tespit yerinde ve doğrudur. Çünkü günlük politika yapabilen bir örgüt ilerleyebilir, bunun koşulu da, gazetenin günlük takip edilmesidir.
Gazetede mektup, haber ve röportajın çıktığı, gazetenin okunup tartışıldığı fabrika ve işyerlerinde, yeni okurlar kazanmak ve gazeteyi kollektif bir ajitatör ve örgütleyici olarak işlevine uygun kullanmak mümkün olmaktadır. Örneğin, işçilerinin çeşitli konularda görüşleri, yaşadıkları ve çalışma ve mücadele koşulları gazeteye yansıyan fabrikalara veya sanayi havzalarına yönelik gazete satışları, işçiler tarafından küçümsenmeyecek bir ilgiyle karşılanmaktadır. Birkaç günlük dosya, ya da bir haber-röportajın yayınlandığı fabrika-işyerlerinde, gazetenin onlarca, yüzlerce satılabildiği görülmüştür. Bu satışlar, kalıcı bir işçi okur kitlesinin örgütlenmesinde, abone sayısının artırılmasında somut bir dayanak olmaktadır.
Gelinen noktada, düne oranla kampanya çalışmaları, gazetenin fabrikalarda nasıl kullanılması gerektiği konusunda olumlu adımların atılmasına neden olmuştur. Gazetenin sokulduğu fabrikalarda işçi örgütlerini çoğaltmak, sağlamlaştırmak ve yeni örgütler kurmak için atak, inatçı, militan, sebatkar bir tutumla çalışmalar sürdürülecektir. Bunun başarıldığı (gazete etrafında birleşmiş işçi örgütleri kurulduğu) yerlerden alınan güçle, çalışma yürütülen bütün fabrikalarda benzer adımları atmak, ileriye ve daha ileriye yürümek, artık “dönüşü olmayan bir yol”dur.
Her sorumlu parti yöneticisi, örgütçüsü ve partili işçinin, fabrika ve işyeri çalışmasının gidişatını ve genel olarak parti çalışmasının gidişatını değerlendirmedeki temel göstergesinin gazetenin okunma, mektup, haber ve röportajlarla beslenme oranı olması şarttır. Kampanya süresince, buna uygun bir çalışmanın yapıldığı yerlerde ilerleme kaydedilmiştir.

“GAZETE SATIYORUZ SATIYORUZ, BİR ŞEY OLMUYOR”
Örgüt çalışmamızda gazetenin ele alınmasında yaşanılan en dikkat çekici tartışmalardan birini, gazete satışlarından “bir sonuç alınamaması” oluşturmuştur.
Bugün açısından çok ciddi bir eğilimi oluşturmasa da, örgütümüzde, zaman zaman gazetenin tirajını yükseltmeye dönük çabalarımız sonucunda yapılan tartışmalarda, gazete satışlarının örgüt çalışmasını güçlendirmediğine dair değerlendirmeler sıkça yapılmıştır.
Bu tartışmalara yol açan gelişmeleri inceleyecek olursak, karşımıza şöyle bir tablo çıkar. İstanbul’da herhangi bir ilçe örgütümüzü düşünelim. Örneğin A ilçe örgütümüz hafta sonu 150-200 gazete satıyor ve günlük aboneleri yok ya da yok denecek kadar az. Dönem dönem gazetenin örgüt çalışmasının merkezinde olması gerektiği ve gazetenin buna bağlı olarak tirajının arttırılması tartışılıyor. Örgüt bir hamle yapıyor, gazetenin hafta sonu satışında bir artış sağlanıyor ve bir dönem sonra tiraj geriye düşüyor; ve 7 yıllık bir sürecin önemli oranda böyle işlemesi, örgütte gazete satışlarının bir sonuç vermediğine dair değerlendirmelere neden oluyor. Böyle bir tartışmanın örgüt hayatının gerçeğinden uzak yapıldığını görmek gerekiyor.
Evet, gazete bir örgütlenme aracıdır. Ancak, gazetenin tek başına işçi emekçi yığınlarını örgütleyemeyeceği açıktır. Bütün örgütlenme araçları gibi, gazete de, doğru kullanılabildiği oranda, sonuç alınabilir. Bugüne kadarki çalışmalarımıza ilişkin olarak, tartışılması gereken nokta ise, burasıdır.
İstanbul’da faaliyet yürüttüğümüz çeşitli alanları ele alalım; kadın, gençlik, işçi çalışması planlarımızda sürekli bir istikrarsızlık ile karşılaşırız, zaman zaman hamle yaptığımız dönemler olmuştur, zaman zaman da örgüt çalışmamız rutine düşmüş ve ilişkilerimizde bir darlık yaşanmıştır. Bu gelişmeleri incelediğimizde, karşımıza çıkacak sonuç, gazete ile doğrudan ilintilidir.
Bu bölüm okunduğunda, şöyle düşünenlerimiz de olacaktır: “A mahallesinde gazete satışını şu kadar yükseltmemize rağmen, örgüt çalışmamızda bir ilerleme sağlanamamıştır.” Böyle bir örneği tartıştığımız yerde, gazetenin önemli oranda “solcu” esnaflara ulaştırıldığı gerçeğiyle karşı karşıya kalırız ve gazetenin tek başına tirajının yükseltilmesi de, bu tip durumlarda aracı doğru kullandığımızı göstermez.
Kampanya bu bakımdan olumlu birçok eğilime işaret etmektedir.
Dayanışma kampanyası ile İstanbul’da birçok ilçe örgütü günlük gazete satışını artırdı. Ve yapılan abonelerin küçümsenemeyecek bir bölümünü işçi, emekçi aboneler oluşturdu. Çeşitli alanlardaki parti üyeleri, bugün partinin kitle ilişkilerini, gazete aboneleri üzerinden tartışmaktadır. Bir dönem önce 30-40 aboneyle sınırlı günlük gazete dağıtımının olduğu ilçelerde, bunun bile bir “yük olarak” görülüp değerlendirilmesine tanık olunurken; bu sayı 100-130’a çıkmasına rağmen bugün yük olarak değerlendirilmiyor. Bunun bir nedeni anlayışın değişmesi ise, diğer bir nedeni de, bu değişen anlayışa bağlı olarak, daha fazla parti üyesinin, bulunduğu birim ve çalışma alanında gazeteyi yeni insanlara ulaştırmaya seferber edilmesidir.
Bunda ısrar edildiğinde, partili, politik mücadeleye yeni güçlerin kazanılması, kitlelerle yeni bağların kurulması mümkün oluyor. Bu başarıldığı koşullarda ise, parti üye ve grupları, gazeteyi günlük çalışmada kullanmayı bir yük olarak değil, güç kazanılan bir iş olarak kavrıyor.

HAFTA SONU SATIŞLARININ ELE ALINMASI
Dayanışma kampanyası boyunca hafta sonu satışlarımızın artmasının yanı sıra, birçok ilçe örgütü, 750, 900, 1000 civarında gazete satışları gerçekleştirildi. Bu satışlar, gazetenin ilk çıkış dönemindeki çabalardan bu yana gerçekleştirilebilir rakamlar değildi. Kampanya çalışmalarıyla birlikte, zor gözüken 1000 gazete satma işini, bazı ilçe örgütleri gerçekleştirdi.
Yüksek tirajlı gazete satışı gerçekleştiren ilçe örgütleri, rutin hafta sonu satışlarının dışında, gazeteyi planladıklarında, zorlanmadan rakamlarını yükseltebildiklerini gördüler. Örneğin; hafta sonu 10-15 kişiyle 250 gazete satışı gerçekleştiren bir ilçe örgütü, 35-40 kişiyle, ev taramaları ile, yeni çevrelere de giderek, bir günde 1000 emekçiye gazete ulaştırmayı başarmıştır.
Gerçekleştirilen bu satışlar, tek başına, başarılmış iyi işler diye düşünülemez; bu satışlarının gösterdiği iki önemli nokta vardır ve bunların altı iyi çizilmelidir.
1- Bu gazete satışları bir kez daha göstermiştir ki, parti örgüt çalışmamızda güçlerimizin halen çok küçük bir bölümünü harekete geçirerek örgüt çalışması sürdürmekteyiz. Dolayısıyla yapabileceğimiz işlerin de, yalnızca küçük bir bölümü hayata geçirilebilmektedir. Örneğin, 70 üyemizin olduğu bir örgütümüz, 35 üyesini bir iş etrafında birleştirdiğinde, dün yapamadığını bugün gerçekleştirmekte ve 1000 civarında gazete satışı yapabilmektedir. Parti çalışmamızın ilerlemesi, bu tutumda ısrar etmekten geçmektedir. Üyelerimizin önemli bir bölümünü günlük bir iş etrafında birleştirmeyi başarabildiğimiz oranda, kitleselleşmemizin önündeki engelleri aşabiliriz.
2- Bu, aynı zamanda, kitle çalışmasının günlük bir gazete etrafında nasıl yürütüleceğinin de somut örneklerini oluşturmuştur. 1 Eylül öncesinde, bütün eksikliklerine rağmen, gazete dağıtımını böyle ele alan örgütler, mitinge de en yüksek katılımı gerçekleştiren örgütler olmuşlardır. 1 Eylül öncesi 900 gazete satan ilçe örgütü, miting öncesi binlerce emekçiye, gazete üzerinden miting çağrısını gerçekleştirmiştir. Bu gelişme, örgütlerimize şunu göstermektedir ki, gerçekleştirilen bir eylem, etkinlik ya da miting öncesinde, eylemin hangi amaç ve taleplerle gerçekleştirildiği, dönemin özellikleri, sermaye cephesinin amaçları ve emekçilerin alması gereken tutum gibi birçok konuda emekçileri aydınlatmaya çalışan örgütlerimiz, bunu, en kolay, gazeteyi hedef kitlesine ulaştırarak gerçekleştirebilir. Çünkü emekçilerle tartışmak, onların gündemine oturtmak istediğimiz birçok konunun emekçilere mal edilmesini, ancak gazete üzerinden gerçekleştirebiliriz.
Özetleyecek olursak, gazetenin günlük çalışmada kullanımında ısrar eden ve bu çalışma etrafında güçlerini en ileri düzeyde harekete geçiren örgütler, bugün işçi, emekçi yığınlarla daha yaygın ve kalıcı bağlara sahip konumdadır.

OKUR TOPLANTILARININ GÖSTERDİKLERİ
Kampanya boyunca birçok emekçi kesimiyle toplantılar gerçekleştirildi. Bu toplantıların bir bölümü gazete okurlarıyla, bir bölümü de gazeteyi ilk defa okuyan emekçilerle gerçekleştirildi. Bu toplantıların bazıları gazetenin “reklamının” yapıldığı toplantılar biçiminde gerçekleşirken, bazılarında da, ülkedeki politik gelişmeler, emekçilerin örgütlenme aracı olan gazeteyle birleştirilerek tartışıldı. Gazetenin emekçilerle tartışılmasında, iki tarz öne çıkmaktadır.
Birincisi, gazetenin kaba biçimde reklamını yapan tutum, ikincisi ise, gazetenin okunmasının önemini ülkedeki politik gelişmeler ve emekçilerin sermayeye karşı mücadele ve örgütlenme sorunlarıyla birleştirilerek ele alan tutum.
İlki, tercih edilmemesi gerektiği gibi, gazeteye ve emekçilerin örgütlenme sorunlarına dair ilerletici bir yöntem olmadığı, yapılan benzer toplantılarda ortaya çıkmıştır. İkinci yöntem ise, gazetenin tartışıldığı emekçi kesimlerin mücadele karşısındaki sorunlarının aşılmasında eğitici ve öğretici olmaktadır.
Kampanya çalışmaları boyunca yapılan toplantıların gündemlerini, Irak’a yapılan emperyalist müdahale, ülkemizde yaşanan demokrasi sorunu, gençlik yığınlarının uyuşturucu ve fuhuş batağına sürüklenmesi oluşturmuştur. Böyle yapılan toplantıların hepsi, gazetenin genel olarak emekçilere tanıtılmasının ötesinde, çeşitli emekçi kesimlerinin yaşanılan sorunlar karşısında nasıl bir tutum alması gerektiği konusunda da öğretici olmuştur. Bu türden toplantıların, kampanya çalışmalarıyla sınırlı kalmaması ve düzenli gerçekleştirilen bir iş haline gelmesinin, özellikle işyeri-fabrika çalışmalarının, işçilerin mücadele ve örgütlenme düzeyinin ilerletilmesi açısından önemi tartışma götürmez durumdadır.
Bu, aynı zamanda, gazetenin politik bir eğitim aracı olarak işlevini yerine getirmesi için de zorunludur. Bir devrimci işçi partisi, geniş emekçi yığınlarının aydınlanmasını, ancak günlük bir işçi gazetesini doğru kullanabildiği oranda gerçekleştirebilir. Aynı zamanda, aydınlanmış ileri işçilerin, örgüt üyelerimizin politik eğitim ihtiyacını günlük politik gelişmelerden hareketle giderebilecek bir yayın özelliği de taşıyan gazete, bu özelliğiyle de ele alınmalı ve kullanılmalıdır. Örneğin; ülkeyi yönetenlerin dış politikalarının ne olduğu, emperyalist güçlerle hangi çıkarlar üzerinden ilişkiler gerçekleştirdikleri ve sınıf partisinin emek hareketine uluslararası düzeyde nasıl müdahale ettiği, buralardaki eksiklikler ve gelişmelerin neler olduğu, gazetenin dış politika sayfası düzenli takip edildiğinde, edinilebilecek bilgilerdir. Bu bakımdan, günlük politik çalışmamızda gazete, bir örgütçünün günlük eğitim aracı olmaktadır ve böyle ele alınarak kullanılmalıdır. 

GAZETEDEKİ İLERLEME ÖRGÜTÜMÜZÜN GENÇLEŞMESİNE BAĞLIDIR
İstanbul’da örgütümüzün gazete tirajının düşmesini engellemesi ve artırması, yaz dönemi boyunca, gazeteyi örgüt çalışmasında kullanmada düne oranla ileri adımlar atması, parti örgütlerinin gençleşmesinin önemine de işaret etmektedir.
Yaz döneminde, gazete kampanyasında, istenilen düzeyde olmasa da, belirli bir ilerlemenin yaşanması, örgütümüzün gençleşmesi ve genç kadrolarının ısrarlı tutumunun yol açtığı bir gelişmedir. Tek başına fiziki bir gençleşme, örgüt çalışmasında başarının nedeni olamaz. Gazete kampanyasındaki gelişmeler de, tek başına buna bağlanamaz. Aynı zamanda, örgütümüzün, fikren de genç ve güçlerini en iyi biçimde kullanmayı başaran bir örgüt olması zorunludur. Bu noktada önemli adımların atıldığını söylemek mümkündür.
Burada bir gerçeğin altını çizmekte fayda var. Örgütümüzün genç ve dinamik olması, gazetenin örgüt çalışmasında kullanılmasının önündeki engellerin aşılmasında önemli bir etken olduğu gibi, gazetenin de örgütümüzün gençleşmesi bakımından oynadığı rol hayati bir önem taşımaktadır. Parti çalışmasının ve örgütlenmesinin yenilenmesi, genç, dinamik bir parti çalışması, gazetenin günlük çalışmada kullanımına doğrudan bağlıdır.
Sonuç olarak; kampanya dönemi gazete okuru olmuş bir işçinin neden gazete okuduğuna ilişkin soruya verdiği yanıt, günlük işçi basının, işçi, emekçi yığınların mücadeleye seferber edilmesi ve örgütlenmesinin neden olmazsa olmazı olduğunu özetlemektedir: “Evrensel bana dünyayı değiştirme işini nasıl yapabileceğimi gösterdi”.
Evet, dünyayı değiştirme fikrini emekçilere kazandırmanın en önemli aracı gazetedir. İyi örgüt, iyi çalışan parti birimi, iyi partili olmak, ilerlemek ve büyümek isteyen bir parti, işçi basınını örgüt çalışmasında daha yaygın ve etkili kullanmayı yeniden ve yeniden öğrenmek zorundadır.

İşçi hareketi, sendikal örgütlenme ve eğilimler

Son yıllarda, özellikle genç işçilerin çalıştığı birçok fabrikada işçilerin sendikalaşma çabalarına tanık olmaktayız. İstanbul, İzmir, Kocaeli, Bursa gibi sanayi merkezlerinde birbirinden bağımsız gelişen bu sendikalaşma eğilimleri, birçok bakımdan öğretici unsurları da içinde barındırmaktadır. İşçilerin sendikalaşma ve örgütlenme girişimlerinin en çarpıcı olanını Uşak’ta yaşadık. Uşak dokuma ve tekstil işçileri, Teksif Sendikasının sendikalaşma çağrısı yaptığı bir bildiri üzerine sendikaya akın ettiler. Yaklaşık 6000 işçi, sendikanın çağrısına yanıt vererek sendikaya üye oldu. 
Baştan belirtelim ki, Uşak işçilerinin tutumunu; ” sendika çok etkili bir bildiri hazırlamıştı ve sendikalaşma çağrısı yapan bildiriyi okuyan işçiler bir anda gerçekleri kavradılar ve sendikalaşmaya karar verdiler”  biçiminde bir değerlendireme çok hafif kalacaktır. Uşak, Ünifil ve diğer pek çok yerde yaşananlar, işçi hareketinin ilerlemesine dayanak olmaları yönüyle zengin deneyler sunmaktadır. Bize düşen, bu deneyleri biriktirmek ve işçi hareketinin hizmetine sunmaktır. Bu yazıda, genç işçi kuşakları içindeki sendikalaşma eğilimlerini bu yönlü değerlendirmeye çalışacağız.

KURALSIZLIKTA EŞİTLİK
’80 sonrası neoliberal politikaların uygulanmasıyla birlikte, bir yandan özelleştirmeler, bir yandan da esnek çalışma, kalite çemberleri gibi üretimi kuralsızca arttırmayı ve işçi örgütlerini dağıtmayı hedefleyen adımlar hayata geçirildi.
Çıkan her yasa, işçilerin iş güvenliğini ortadan kaldırmakta ve sermayeye işçileri kuralsız sömürmenin olanaklarını sağlamaktadır. 1475 sayılı iş yasasının değiştirilmesiyle birlikte iş güvenliği de fiilen ortadan kaldırılarak, işçilerin birçok hakkı gasp edildi. Şimdilerde sermaye cephesi kuralsız çalıştırmanın önündeki son engelleri de kaldıracak girişimler içersindedir.
Bunların başında kıdem tazminatlarının kaldırılması gelmektedir. 1475 Sayılı Yasa’nın yerine getirilen 4875 Sayılı İş Yasası’nın sunduğu olanaklardan yararlanan işverenler, 7’li sistem, 4’lü sistem, itelemeli sistem gibi çeşitli üretim yöntemlerini uygulayarak, işçileri en düşük ücretle, en çok nasıl çalıştırabileceklerinin arayışları içerisine girmişlerdir.
Ülkemiz giderek emeğin kuralsızca sömürüldüğü bir cennet haline getirilmektedir.
İşverenler henüz sendikalarda örgütlü oldukları için bazı yasal haklara sahip olan işçileri “ücret” ve  “sosyal haklar”da olmasa da, çalışma koşulları bakımından örgütsüz işçilerle eşitleme yoluna gitmektedir.
Örneğin; Tuzla Tersane işçileri örgütsüz, her gün ölümle burun buruna çalıştırılmakta, düzenli bir işe sahip olamamakta, çoğu durumda çağrı üzerine işe gitmektedirler. Tuzla Tersane işçilerine oranla daha fazla ücret alan ve bir dizi sosyal hakka sahip olan Türk- Metal Sendikasında örgütlü Siemens işçileri de, evlerinde oturup işverenin çağrısını beklemektedir. Amaç, kuralsız çalıştırma ve kuralsız çalıştırmanın önündeki iş güvencesi, sendika ve grev hakkı gibi tüm engelleri kaldırmaktır.

DENEYİM İHTİYACI
İş güvenliği olmayan ve düşük ücretle kötü çalışma koşullarına mahkum edilen işçiler, işyerlerindeki çalışma koşullarına isyan etmektedirler. Her öfke patlaması, kendini giderek direniş biçiminde dışa vurmakta; sendikal örgütlülükten yoksun işyerlerinde ise, çoğunlukla sendikalaşma girişimi olarak ortaya çıkmaktadır. Sendikalaşma eğilimi en çok da genç işçi kuşakları arasında yüksektir. Bu kesim, sınıf mücadelesinin (sendikal ve siyasal) bütün deneyiminden ve bilgisinden yoksun durumdadır.
Bu yüzden de, bugün açısından, sendikalaşma girişimlerinde yer alan işçilerin ana gövdesinin, “İşçiler kazanılmış haklarını nasıl elde ettiler? Bugün bir plan dahilinde gerçekleştirilen saldırılar neyi amaçlamaktadır? Nasıl tutum alınmalıdır?” gibi sorulara bir bütünlük içinde yanıt vererek, örgütlendiği söylenemez. Çoğunlukla örgütlenme, “kötü işveren/kötü işyeri” fikrinden hareketle gerçekleşmektedir. 
Özellikle genç işçiler, çalıştıkları işyerlerinin kötü çalışma koşullarına karşı öfkelerini “yeter artık sendikaya giderek bu sorunu çözelim” biçiminde ele almaktadır. Ve genelde işçiler sendikaya üyeliklerini gerçekleştirdikten sonra, kendi görevlerini yerine getirdiklerini ve artık sorumluluğun sendikal mekanizmalarda olduğunu düşünerek hareket etmektedirler. Bu süreç, sayısız örnekte de olduğu gibi, sendikalaşma girişimlerinin çoğunlukla işverenler tarafından boşa çıkartılmasını kolaylaştırmaktadır. Patronlar kendi çıkarları için işçilerin örgütlenme olanaklarını yok etmek ve işçiler arasında bölünme yaratma amacını bir plan dahilinde ve aynı zamanda bir dayanışma içerisinde gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla işçilerin hak elde etme mücadelesinde birliklerinin zayıf olması, kazanım elde etmenin olanaklarının karşıt sınıf tarafından kolaylıkla engellenmesine neden olmaktadır.
Mücadele ve örgütlenme konusunda işçiler içerisinde iki eğilim bulunmaktadır. Birincisi; Türkiye’de örgütlenme ve sendikalaşma girişimlerinin en ileri düzeyde yaşandığı ve işçi hareketinin mevziler kazandığı döneme tanıklık etmiş yaşlı işçi kuşağının eğilimidir. Hak almaya yönelik bir girişim ve/veya sendikalaşma eğilimi karşısında, yaşlı kuşak işçiler, “bilen adam” rolüne soyunmakta; geçmiş yıllardaki mücadelelerin kazanımlarını, olumlu ve olumsuz deneylerini paylaşmak yerine “biz çok gördük yaşadık bu işleri, bu fabrikada sendikal örgütlenme başarılamaz” gibi moral bozucu bir noktada durarak, örgütlenme eğilimlerini baltalayan bir tutum izlemektedirler. Bu durum, başlı başına ülkemizdeki sendikal mücadele deneyimlerinin kuşaktan kuşağa aktarılması ve bu birikimle bir mücadelenin sürdürülmesinin önünde engel teşkil etmekte ve sendikal mücadele içerisinde yer alan işçiler birçok deneyi tekrar tekrar yaşamak zorunda kalmaktadır.
Bir diğer eğilimi ise, genellikle, bugün bütün eksikliklerine rağmen, örgütlendiğinde, işçi hareketinin gidişatını değiştirecek genç işçilerinki oluşturmaktadır. Genç işçi kuşağı, sendikalaşma mücadelesine rengini vermekle birlikte, bir deney yoksunluğuyla hareket etmektedir. Sendikal hareketin dayanağını da bugün genç işçi kuşağı oluşturmaktadır.   
İşçiler arasında sendikalara ciddi bir güvensizliğin de olduğu gerçeğiyle hareket ettiğimizde, karışımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Genç işçiler, sendikalaşma girişimlerinin başarısızlığa uğramasıyla birlikte, kendi örgütlenmelerini sorgulayan ve buradan çeşitli sonuçlar çıkartarak yeniden hamle yapan bir tutum almak yerine, ilk tepki olarak, genelde, “sendika da bize sahip çıkmadı, zaten biz sendikaya güvenerek hata yaptık” gibi sonuçlara gitmektedir. Buradan, böyle bir deney yaşamış işçilerin bir daha sendikalaşma mücadelesinde yer almadıkları anlamı çıkartılmamalıdır.
Sendikalaşma çalışması yürütmüş ve sonuç alamamış bir işçinin moral bozukluğu yaşaması ve ilk tepki olarak geriye çekilmesi oldukça doğaldır. Ancak, aynı işçi, tokat yediği yere bir daha gitmeyen küçük burjuvalar gibi hareket etmemekte, bir dönem sonra, önceki deneyiminin birikimini de işin içine katarak, yeniden yeniden denemektedir. 

SENDİKALAŞMAYA BİR ÖRNEK
Sendikalaşma mücadelesinin nasıl verildiğini bir örnekle açmaya çalışalım: Bursa’da  700 işçinin çalıştığı, oto kılıfı üreten BFTC adlı fabrikada işçiler, işyerinde yaşanan sorunlara karşı iş durdurma eylemi yapar ve taleplerini işverene kabul ettirirler. Bir süre sonra benzer sorunların tekrar yaşanması üzerine, yeniden iş durdurma eylemi yapılır ve işveren, işçilerin taleplerini kabul ettiğini bir kere daha söyler. Ancak işveren, kabul ettiklerini fiilen uygulamaz ve işçileri sürekli biçimde oyalamayı sürdürür.
Eylemin ardından taleplerinin uygulanmadığını gören işçiler, ancak sendikanın taleplerini patrona uygulatabileceğini düşünerek, sendikaya üye olurlar. İşverenin sendikalaşmayı kabul etmemesi üzerine birkaç gün kapı önünde direniş yaşanır, ardından 44 işçinin dışındaki işçiler işbaşı yaparlar, ancak işyerine de sendika girer.
Sonrasında işçilerde yaşanan duygu, “biz sendikaya gidip üyeliğimizi gerçekleştirdik, bundan sonra iş sendikanın alacağı tutuma bağlıdır” şeklinde tarif edilebilir. Bugün bahsi geçen işyerinde işçiler, çeşitli sorunlar yaşamaya devam etmektedir. Sendikalaşarak sorumluluklarını tamamladıklarını düşündükleri için, işçiler, işyeri komitelerini de dağıtmış durumdadır. İşe alınmayan işçilerin iş mahkemesine açtıkları davada, mahkemeye tanık işçi dahi bulunamamaktadır.
BTFC’de yaşanan birçok yerdeki sendikalaşma çalışmalarının benzeridir. Bazen işçiler kendi aralarında komiteler kurmakta, bazen hakları için her hangi bir tepkinin ardından sendikalaşmayı önlerine ilk hedef olarak koymakta; sendikalaşma süreci gerçekleştikten sonra ise, sorunları sendika yönetimlerine havale eden bir tutum takınmaktadırlar.
Bugün bahsi geçen işyerinde işveren işçilerin örgütlülüğünü dağıtmayı amaçlamaktadır. İşçiler süratle kendi işyeri örgütlerini oluşturma ve sağlamlaştırma bakımından bir atmaz iseler, sendikal örgütlülüklerini kaybedeceklerini söylemek kehanet olmasa gerek. Bilindiği gibi, İstanbul Ümraniye Organize Sanayii’nde kurulu Ünifil işçileri de işyerlerinde sendikalaşmayı başarmış ve sendikaları yetki almıştır. Ardından, işveren işçiler arasında bir bölünme yaratmış ve işçilerin sendikadan üyeliklerini geri almalarını sağlamıştır.
Verdiğimiz bu örnek, sendikalaşma mücadelesinin çarpıcı örneklerinden sadece birisidir. Hafızalarımızı biraz zorladığımızda, yakın tarihimizde benzer onlarca örneğin olduğunu görebiliriz.

KISA BİR ÖZET
Bugün işçiler, yaşadıkları sorunlar karşısında ciddi bir örgütlenme eğilimi içerisindedir. Örgütlenme çalışmalarında, genç işçilerin işçi hareketinin geçmiş mücadele birikiminden yoksun, kendiliğinden bilinci egemen durumdadır. Dünya ve ülkedeki gelişmeleri (olumsuz anlamda değişimleri) ve bu gelişmelerin beraberinde getirdiği zorlukları (sanayiinin organize bölgelerde toplanması ve patronların birlikler kurarak dayanışmaya gitmeleri vb.) dikkate almayan, daha çok, bir önceki dönemin (sosyal devletçi, uzlaşmacı) sendikal çizgisinde şekillenen bir sendikal bilinçtir karşımızdaki. Bu nedenle, örgütlenme ve sendikalaşma çalışmalarında işçi hareketi mevzi kazanarak ilerleyen durumda değildir.
Tek tek fabrikalardaki sendikalaşma çabaları bir resmin ayrı ayrı parçaları olarak ortada durmaktadır. Bugün açısından yapılması gereken tek şey, bu parçaların bir araya getirilmesidir. 
Patlama noktasına gelen işçiler, öfkesini dışa vurmanın bir yolu olarak sendikalaşmaktadır. Bu olumlu bir yönelimdir. Sendikal çalışmalar çoğu kez  kendiliğinden işçi bilincinin ortaya çıkardığı tepkiler üzerinden olmaktadır ki, bunun da doğal sayılmayıp eleştirilecek bir yanı yoktur. Kuşkusuz işçi kitlesi, daha henüz sendikalaşırken, mücadeleye kendiliğinden bilinçle katılacak, siyasal sınıf bilincine ve mücadeleci sınıf sendikacılığı çizgisine mücadelesi içinde partisinin yardımıyla varacaktır.
Kendiliğinden bilincin sonuçlarından biri de, sendikalara güvensizlik noktasında karşımıza çıkmaktadır. Sendika bürokrasisinin çaba ve fedakarlık içermeyen konformist yaklaşımları, işçilerin sendikalara olan güvenlerini zedelemekte ve geçici de olsa onları umutsuzluğa sürüklemektedir.
İşçilerin sendikal örgütlenmeleri için sendikal bilinç yeterlidir düşüncesi hayli yaygındır. Ne var ki, ilk anda makul gibi görünen bu tarz düşünce doğru değildir. Çünkü, kendiliğinden bilinç ekonomik bir bilinçtir ve son kertede burjuva bilince tekabül etmektedir. Bu sınırda kalındığı müddetçe işçi yüz yüze kaldıkları saldırıların kaynaklarını görememekte ve adeta karanlığa kılıç sallayan kör bir dövüşçü durumuna düşmektedir. Sendikalaşma çabalarının işverenler tarafından kolayca püskürtülmesinin kaynağını da burada aramak gerekir. İşçilerin örgütsüz durumlarından ve yaşanan deneylerden yararlanmaya çalışan emek düşmanı kesimler de boş durmamaktadır. İşçi hareketindeki her gelişme işçilerin bilincinin çarpıtılması için kullanılmaya çalışılmaktadır. Özellikle sendikaların kötü olduğu, işçilerin kendi doğal örgütleri olmadığı fikri egemen kılınmaya çalışılmaktadır. Bu fikrin geliştirilmesinin malzemeleri de bugünkü sendikacıların tutumu üzerinden şekillenmekte ve kullanılmaktadır.

SONUÇ OLARAK
İşçi hareketinin seyri ve genç işçi kuşaklarının sendikal örgütlenme girişimleri üzerine buraya kadar söylenenlerin dışında daha pek çok şey söylemek mümkündür; ancak olguyu anlamak bakımından aktarılanlar yeterince açıklayıcıdır. Sorun şudur ki, genç işçi kuşaklarının bu çabaları karşısında ne tutum takınılacaktır? Geçmiş mücadele deneylerine sahip “yaşlı kuşak” işçilerin tutumlarından yukarıda söz edildi. Sınıf bilinçli işçilerin, sınıftan yana sendikacıların ve en başta da devrimci işçi partisinin üyelerinin soruna böyle yaklaşamayacağı/yaklaşmaması gerektiği ortadadır. Ne işveren saldırıları karşısındaki deneyim eksikliğinin yol açtığı istikrarsızlıklar, ne de sendika bürokrasisinin örgütlenmenin ön barikatını işverenlerle el ele tasfiye girişimleri, genç işçi kuşaklarının sendikalaşma çabalarına tereddütle yaklaşılmasının gerekçeleri olabilir. Kesin olan, bu çabalara azami destek olunabildiği ölçüde sayılan handikaplar giderilebilecek ve işçi sınıfı sendikal mevzilerini geliştirip genişletebilecektir. Kayıplar göze alınmalıdır. Adı üstünde verilen sınıf mücadelesidir ve hiçbir mücadele yoktur ki, sıfır kayıpla başarıya ulaşabilsin. Belli sayıda işçi işini kaybedecektir, ama sonuçta kazanan işçi sınıfı olacaktır. Elde edilen mevzi sınıfın sermaye cephesine karşı bir mevzisidir.
Sendikal örgütlenme faaliyetinin başarısı yalnızca örgütsüz kesimin girişimleriyle olabilir bir şey değildir. Bu bakımdan sınıftan yana olduklarını söyleyen sendikacılara büyük iş düşmektedir. Özellikle İstanbul Sendikalar birliği (İSB) gibi oluşumlar, mücadele gündemlerinin başına genç işçi kuşaklarının sendikal örgütlenme talebini koyduğu oranda, kendilerinden beklenenlere karşılık verebilecektir.
Devrimci işçi partisinin militanları sınıfın günlük mücadele ve eyleminin ağırlıklı yanını oluşturan sendikalaşma faaliyetlerine boydan boya katılarak, sendikal örgütlenme çabası veren genç işçi kümelerinin aynı zamanda politik bir hareket olarak da örgütlemelerine yardım etmelidir. Bu yapıldığı ölçüde, genç işçilerin sendikalaşma faaliyetlerindeki istikrarsızlıklar giderilebilecek, işçiler ilk adımı attıktan sonra inisiyatifi sendikacılara bırakarak geri çekilmeyecek, hareketin geleceğini kendi inisiyatifi ve girişkenliği belirleyecektir.
Sermaye, özellikle organize sanayi bölgelerini oluşturarak, buralarda, kendi içlerindeki dayanışmanın her türlü olanağını yaratarak işçilerin örgütlenmesine ket vurmaya çalışmaktadır. İşçiler içerisinde dayanışma fikri yok edilmeye çalışılmaktadır. Yardımlaşma-dayanışma fikri, küçümsenerek, feodal bir yaklaşım olarak sunulmaktadır. Bugün işyerlerinde sendikalaşma çalışmalarının sonucu yaşanan direnişlerin başarıyla sonuçlanması durumunda, OSB’ deki diğer fabrikaları da etkileyeceği bilindiğinden, engellemek için patronlar bir dayanışma içerisinde hareket etmektedir.
İşçiler ise, bir OSB’de yaşanan direnişin başarılı olmasının tek yolunun diğer işletmelerin de kendi sorunlarına sahip çıkmasından geçtiğini bilmelidir. Bir işletmede yaşanan direniş, oradaki işçilerin sorunu olarak görülmekte ve işçiler arasındaki dayanışma da en fazla direniş yerinin ziyaret edilmesinin ve maddi destek sunulmasının ötesine geçmemektedir. Oysa ki, bir işletmedeki mücadele OSB’ deki bütün işletmelerin mücadelesidir ve klasik dayanışma fikri aşılarak, bir işletmedeki mücadelenin diğer bütün işletmeler ve diğer emekçi kesimleri tarafından sahiplenilen bir örgütlülüğün yaratılması bir zorunluluk olarak ortada durmaktadır.
İşçi hareketi bugün bu saldırıların amaçlarına ve kapsamına uygun örgütlenmeli ve yönlendirilmelidir. Saldırıların amaçları ve nasıl engelleneceği konusunda işçiler içerisinde bir bilincin geliştirilmesi sınıfın sınıfa karşı mücadelesinin kavratılmasıyla hayat bulabilir. Sendikal çalışma, siyasal sınıf bilinciyle yürütüldüğü oranda işçi hareketi kazanımlarını koruyabilir ve yeni mevziler kazanabilir.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑