Kamu emekçileri sendikal hareketi zor bir süreçten geçiyor. Kamu emekçileri sendikal hareketinin ileri mevzisini oluşturan KESK ise, toplu görüşme sürecinde de görüldüğü üzere, durgunlukla mücadeleci bir mevziye geçmek arasındaki ince çizgide salınır dururken, aslında, bir örgüt olarak, kendi geleceğini şekillendirmenin arayışı içinde görünüyor. KESK’in günün ihtiyaçları temelinde yeniden inşaası, artık herkes açısından görülür hale gelmiş bulunuyor. Sorun, bunun, hangi güçlere dayanarak, ne yönde gerçekleşeceğidir. Emek hareketi bakımından da temel sorun budur. İşin bu yanı, kamu emekçileri sendikal hareketinin 10 yılı aşkın mücadele birikiminin çok yönlü irdelenmesini de içerecek şekilde ayrı bir yazı konusudur. Ancak, yeni bir inşa sürecinin kendini dayattığı bugün, bundan da öncelikli olarak, hareket içinde belirleyici bir öneme sahip EMEP”in ve EMEP’lilerin çalışmasının bir değerlendirmeye tabi tutulması gereklidir.
Bu açıdan bugüne kadar kamu emekçileri hareketinde yer almış parti taraftarlarının ve parti örgütlerinin çalışmalarını irdeleyen ve tartışmaya sunulan bir raporu bilgilerinize sunuyoruz.
* * *
EMEP, kamu emekçileri mücadelesinde bugüne kadar gösterdiği çaba, politik ve taktik tutumu ile, dikkate alınır, önemli bir yer edinmiştir. Kamu emekçileri sendikal hareketinin güçlü bir unsuru olarak, hem politika ve taktikler yönüyle hem de hareketin öncü unsurları konumundaki partililerin harekete katılışları yönüyle, bu alan, EMEP çalışmaları içinde çokça gündeme gelmiştir.
Gerek sendikalaşma sürecinde gerekse yasal düzenlemelerden sonra, bu alandaki saldırılar karşısında yapılan çalışmalar küçümsenmeyecek bir birikim yaratmıştır. Bu birikimin, emekçi hareketini geliştirecek mücadeleci özellikleri olduğu kadar, karşı karşıya olunan ağır saldırı karşısında hareketi zayıf düşürecek eğilimleri de barındırdığı kabul edilmelidir.
Bu alanda görevli bulunan partililerle, çeşitli kereler gerek organ toplantılarında gerekse bölge toplantısı, konferans vb. çalışmalarda, hem alanın hem de parti çalışmasının sorunları tartışılmıştır. Son olarak, 12 temmuzda 6 yerde yapılan bölge toplantılarında, kamu emekçileri hareketinin değerlendirilmesi ve önündeki görevlerin saptanması ile parti çalışmasının bu alandaki sorunları ele alınmış ve değerlendirmeler yapılmıştır.
Eksik katılımlara rağmen yararlı olduğu düşünülen bu toplantılardan çıkan sonuçlar, KESK’e bağlı sendikaların çeşitli kademelerinde yönetici görevler üstlenmiş arkadaşların raporlarındaki öneriler, ileri sürülen çeşitli görüşler nedeniyle, bir kez daha, hem taktik yaklaşımlar hem de parti yaşamı üzerine tartışmak gerekli görülmüştür. Çünkü bu toplantılarda da kimi arkadaşların ifade ettiği gibi, benzer meselelerin çokça konuşulmuş ve “bıkkınlık” getirmiş olmasına rağmen, bir fikir ve çalışma birliğinden söz edilememektedir.
Burada eleştiri konusu yapılması gereken kimi tarz ve söylemin tek tek birer istisna teşkil ettiği, saflarımızda egemen olmadığı düşünülebilir. Ancak ifade edilen bu yaklaşımların şu ya da bu düzeyde etkilerinin olduğunu, dolayısıyla parti çalışmasına olumsuz yansıdığını görmek gerekir. Aynı zamanda bu tartışma, arkadaşlar arasında şikayet konusu yapılan söz, duygu ve irade birliği yoksunluğunun giderilmesi açısından da gereklidir.
***
Toplu görüşmelerin devam ettiği şu günlerde, işbirlikçi sermayenin halka dönük saldırılarından kamu emekçileri de elbette ki payına düşeni almaktadır. Sadece haklar, zam, bütçe vb. gibi ekonomik değil, aynı zamanda, oluşturulmak istenen yeni bir devlet ve idari yapı içersinde bir yere konulan kamu emekçisi, politik bir saldırıyla da karşı karşıyadır. Kamu reformu diye adlandırılan bu hazırlıkların neyi amaçladığı üzerine bugüne kadar bir hayli konuşulduğundan, ayrıntılı olarak ele almak gereksizdir. Ancak saldırının hedefinde kamu emekçisi görülse dahi, özelleştirme örneğinde olduğu gibi, mağdurlarının bütün bir emekçi halk olacağını bilerek hareket etmek ve çalışmanın örgütlenmesinde bunu gözetmek yerinde olacaktır.
Kamu hizmetlerinden yararlanan halka dönük yansımalarının olması, taleplerin sadece mesleki olmaktan öte daha geniş bir çevrenin ilgi alanına girmesi nedeniyle, birlikte hareket edilebilecek cephe oldukça geniştir. Bu emekçi “cephesinin” iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ancak partinin günlük çalışmalarına ve pratiğine baktığımızda, sorunun böyle ele alınmadığı ya da bu şekilde örgütlenmediği görülmektedir. Eğitim ya da sağlığın özelleştirilmesi, SSK’nın tasfiyesi girişimleri vb., bütün bunlar, bu alanda çalışan emekçilerin sorunlarından öte, partinin başlı başına üzerinden çalışma yürüteceği sorunlar olması gerekirken –sadece bildirilerde yer vermekten söz edilmiyor–, sendikal bir çalışmanın gereği gibi ele alınmakta ve görev, ilgilisine düşmektedir.
Buradaki “ilgili”nin, o hastanenin, okulun ya da kurumun partili çalışanı olduğu herhalde anlaşılmaktadır. Böyle olması da son derece doğru ve doğaldır. Ancak mesele, bütün bu çalışmaların ilgili parti örgütü/organın çalışması olup olmadığıdır. Genel durum, kamu işyerlerinde işyeri çalışması denilince, bunun, esas olarak, sendikal bir görev ve içerikte, bu kanallardan yürütülen bir çalışma olmasıdır. Tartışma konusu sorunlar da buradan başlamaktadır.
Yönetici parti organları –ilçe vb–, partinin tüm görüş ve çalışmalarını taşıyacağı bu alanları sendika üyesi arkadaşlara “terk etmekte”, bunun karşısında, birim/organ olmayı bir türlü kabullenmeyen arkadaşların da parti ilişkileri zayıflamakta; sendika çağrı ve görevleri yapıldığında, devrimci bir partili olarak “üzerine düşen”in yapıldığı düşünülmektedir.
Peki, bu durum, sadece yönetici parti organlarının bir eksikliği ya da zaafı olarak açıklanabilir mi? Söylendiği gibi, şimdiye kadar çok kereler tartışılan, genelgeler çıkartılan, çeşitli disiplin işlemlerinin gerekçesi olan bu hususta, yeniden geriye dönüp, ilkel diyebileceğimiz –parti yöneticilerinin yetersizlikleri vb– bir tartışma yürütmek yersizdir. Ancak sorun, örgüt çalışmasını zayıflatan bir problem olarak, yaşanmaya devam etmektedir.
Burada yeri gelmişken belirtilecek bir husus –bölge toplantılarında da soru olarak yöneltilen–, parti tarafından disiplin cezası verilmiş olan kişilerin ne olacağıdır. (Kastedilen, herhalde bir daha parti çevresinde yer alıp alamayacakları olsa gerektir.) Bu durumdaki kişilere düşen görev; eğer ki, devrimci bir emekçi olarak, halk ve sınıf hareketinde parti etrafında bir yer edinip katılmak niyeti taşınıyorsa, yapılacak şey, disiplin cezası konusu olan olay ya da tutumlar hakkındaki değerlendirmeler çerçevesinde parti mücadelesiyle birleşmek, kendisini devrimci tarzda sorgulamak ve açık yüreklilikle hatalarının üzerine gitmek olacaktır. Kimi arkadaşların düşündüğü gibi, kendisine “haksızlık” edildiğini düşünenlerin, emekçi hareketi içinde yerini alıp bu “kan kayıplarının” olmaması için çalışmaları, izlenecek tek yoldur. Bunun dışındaki bir tutum, devrimci olamayacağı gibi, kimseye de faydası olmayacaktır. Bugüne kadar partiden uzaklaştırılmış kişilere de önerilen bu olmuştur.
Bir ilde, eğitimcileri birimlerde olabildiğince gruplandırmaya ve organ çalışmasını yerleştirmeye çalışan parti yönetimi, başarılı olamayınca, eskiye dönmüş ve bütün eğitimcileri –20, 30 kişi– bir arada toplamaya devam etmiştir. Bu durum eleştirildiğinde alınan yanıt, “denedik olmuyor, böyle bir araya gelindiğinde hem aidat hem de yayın dağıtımı hallediliyor” –herhalde en iyisi, ayda bir kez oluyordur– şeklinde oluyor. Bunun kabul edilemeyeceği, birim ve gruplarda ısrar edilmesi söylendiğinde, “o halde siz bize partiyi kapatın diyorsunuz, doğru düzgün aidat aldığımız bir onlar var, böyle zorlarsak o da olmayacak” deniliyor. Bu çalışma ve yönetim tarzında devrimci bir yön bulmak mümkün müdür? Bir ilimizde geçen bu diyalog, şu veya bu şekilde bütün parti örgütleri açısından genel bir görünümdür.
Peki, neden parti yönetimi, böyle oportünist bir noktaya savrulmuştur? Partinin sadece kamu emekçilerinin “eline” bakar durumda olması bir yana, herhalde partili kamu emekçisi eğitimci de, böyle bir konumda görülmeyi hiç de arzu etmiyordur. Arkadaşlardan kimse kendisinin bu durumda olduğunu kabul etmeyecek ve itiraz edecektir. Ancak gerçeklik budur ve bu durum sorgulanarak değiştirilmelidir.
Partinin birim örgütleri sorunu, elbette ki, sadece kamu emekçilerine özgü bir olgu değildir. Devrimci bir işçi partisi olabilmenin ve temel örgüt biçimi olarak birimler üzerinde yükselen bir mücadelenin örgütlenebilmesinin bir gereği olarak, organlar oluşturma ve organ hayatı, partinin en ciddi sorunudur. Bu konuda bir adım olarak, üyelik güncelleme çalışmasının dahi istenen bir şekilde sonuçlandırılmadığı ve parti grupları inşasının her zaman için bir görev olduğu bilinmektedir. Ancak bilinmesi gereken bir diğer şey, emperyalist burjuva düzenin birçok devrimci grup ve yapıyı tasfiye ettiği ve bu dalganın devrimci işçi partisini de tehdit ettiği gerçeğidir. Bu nedenle, her türlü hastalıklı eğilime karşı (bürokratizm, eleştiri yoksunluğu, yozlaşma, çürüme vb. vb.), bolşevizme, devrimci değerlere, parti kültürüne sarılmak herkesin önündeki bir görevdir.
Bu açıdan kamu emekçisi arkadaşların içinde bulundukları ortamı gözden geçirmeleri yararlı olacaktır.
Bölge toplantılarında söylenen kimi sözler ibret verici ve düşündürücüdür:
*1475’e partimiz tepki vermedi, işçilerin yapamadığını partimiz önderlik ederek yapmalıydı.
*Partinin bürokratizme karşı açık bir savaşı yok.
*Şu anki durum iç açıcı değil. Parti militan ruhu harekete geçiremiyor.
*Devrimci barutu tükettik. Çok fazla kan kaybı var. ‘Ben’, ‘biz’in yerine geçmiş.
*Yaz aylarında neden bir araya gelemiyoruz? Tatil programları öne geçiyor.
*Partinin eğitim emekçilerine karşı güvensizliği var.
*İsteksizlik oluştu, ruh halimiz iyi değil. İnanç yitimi başladı.
*Zarar görmemek için konuşamıyoruz, parti bana bir şey yapar mı?
*Parti ile gönül bağı içinde kalmak isteği yaygınlaşıyor.
*Birbirimizi paylaşamaz hale geldik. Birbirimize karşı öfkeliyiz.
*Kamu emekçilerine üvey evlat gözüyle bakılmamalıdır.
Söylenenlerin bir kısmı, içinde bulunulan durumu göstermektedir ve gerçeklikleri yansıtmaktadır. Kuruluş aşamasından bugüne çokça değinip, çalışmamızda eleştirdiğimiz örgüt yaşamı ve tarzımıza dair zaaflar ve eksiklikler halen varlığını korumakta, tahrip edici sonuçları yaşanmaktadır. Unutulmamalıdır ki, parti için sürekli bir inşa ve yenilenme gerektiren koşullar, yöneticiler ve hareketin ileri unsurlarının ideolojik ve politik savrulmalara karşı uyanıklığını zorunlu kılmaktadır. Toplantılarda ifade edilen bu düşüncelere, birçok değer yitimini ifade eden tutumları, örnekleri ekleyebiliriz. Bu olumsuzlukların sadece kamu emekçilerinde olmadığı, parti çalışmasında yer almış çok değişik kesimlerde yaşandığı da bilinmektedir. Parti çalışmasının zaafa uğratılmasında sorumluluğun partinin bütününde olması karşısında, öncelikle yönetici organlardan başlayan bir eleştiri, özeleştiri ve değerlendirme yapılmalıdır.
Yukarıda örneklenen türden sözlerle ifade edilen düşünceler, bu alanda çalışan kimi partililerdeki savrulmaya çok açık bir şekilde işaret etmektedir. Partiye, mücadeleye, emekçi değerlerine yabancılaşma, savunduğu sınıf ve davanın başarısına inançsızlık, hareketi kendi içinde bulunduğu yaşam koşullarından bakarak yargılama vb. vb. Bu ruh hali içindeki partililerin, partiyi ve taktiklerini anlamasını, bulundukları alanda devrimci bir çalışmayı sürdürmesini beklemek boşuna olacaktır. Kan kaybı diye ifade edilen, partiden ve mücadeleden uzaklaşmalar, her dönem olabilecek, ancak, özellikle içinde bulunduğumuz koşulların çok daha kışkırttığı bir olgu. Bu nedenle, sürekli bir mücadele ve inşa içinde olmak, hep genç ve diri kalabilmek için tedbirler almak, sorumlu ve denetimli bir çalışma sürdürmek vazgeçilmez bir tutum olmalıdır.
Ancak bize dair bu sorunlar ve gerçeklikler, arkadaşlarda bir moral bozukluğu hali ile karşılanmaktadır. Nedir moral bozukluğu? Verdiğimiz kavganın inişli çıkışlı olacağı, zor dönemeçleri bulunacağı, her dönem –zor koşullarda da– disiplini, dirayeti elden bırakmamak gerektiği bilinmez değildir. Ve ne yazık ki, bu tür ruh halleri, yapılan iş ve çalışma üzerinden değil de, mücadeleye, sorunları çözmeye hizmet etmeyen tartışmalardan doğmaktadır. Bütün bunlar, partililerin; insanlık, işçi sınıfı ve sosyalizm mücadelesi içinde, parti çatısı altında birleşen militanlar olduğu fikrinin göz ardı edildiğini göstermektedir.
Kimi arkadaşlarda kamu emekçilerine mesafeli yaklaşıldığı bir saplantı halindedir. Kendilerine değer verilmediği, görüşlerinin dikkate alınmadığı, kendilerine güvenilmediği türünden sonuçlara varılmıştır. Bu tür duygulara yol açan özensiz davranışların olabilmesi, yönetici parti organlarının genel olarak arkadaşları böyle olumsuz bir yere koyduğu anlamına gelmemelidir. Eksik olan, her bir partiliyi, parti çalışmasının bir parçası, tamamlayıcı bir unsuru olarak görebilmektir. Eğitime gereken önem verilmediği söylenmektedir. Oysa ki, bunu söyleyenler, eğitimin temel gerçekleştirme ortamı olan organ çalışmasını benimsememektedir.
Sendika yönetimlerindeki arkadaşların kendilerini yalnız hissetmeleri, hem yönetici organların ilişkilerinin zayıflığından hem de kendi alanlarındaki kamu emekçilerinin katılım zayıflığından kaynaklanmaktadır. Sendikal harekette, bilgilerin toplanması ve takibi açısından, elbette ki, sorumlu organlar oluşturmak gereklidir. Burada sorun ve yanlış olan, parti çalışmasının bütün yönleriyle buraya terk edilmesi ve bırakılmasıdır. Örneğin, bir il örgütünün raporunda, il başkanın da katıldığı sendika “il yürütmesi”, parti merkez kongresine hazırlığı gündem yapmaktadır. Kamu emekçilerinin parti grupları olmayınca, çalışma, bu şekilde “kotarılmaktadır”. Yanlışlık buradadır. Elbette ki, birim örgütlenmesiyle böyle bir sendikal yapılanma karşı karşıya getirilmemelidir.
Bugüne kadar bu alandaki çalışmalardan çıkarttığımız kimi değerlendirmelerin de paylaşılarak, bir fikir birliği içinde hareketin sağlanması, yararlı olacaktır. Bu açıdan kimi yaklaşımları ele almalıyız. Çünkü çokça konuşulmuş olmasına rağmen, bölge toplantılarında ifade edilen düşünceler bunların korunduğunu göstermektedir.
KESK İÇİNDEKİ YAPILARLA İLİŞKİLER
Geçmişten bugüne bakıldığında, tartışma ve değerlendirmelerin önemli bir bölümünün, kamu emekçileri hareketi içinde yer alan çeşitli grupların siyaset yapma biçimleri ve taktikleri üzerine olduğunu görürüz. Elbette ki, kimi zaman müttefikimiz kimi zaman karşımızda yer alan bu hareketlerin durumunu ele almak, seçimler vb. gelişmelerde taktikler belirlerken bu dengeleri gözetmek gereklidir. Ancak bizim problemimiz, bu gibi durumların mücadelenin merkezindeki bir mesele gibi öne sürülmesi; arkadaşların, bu türden kararların, eylem biçimlerinin, tarzların, tutumların vb. çalışmalarımıza engel olduğunu öne sürmeleridir. “Şu kadar kişiyiz, karar çıkartamıyoruz” vb. sözlerle, elimiz kolumuz bağlıymış gibi, yap(a)mamanın gerekçeleri üretilmektedir. Bir ilde arkadaşlarımız 3 kişi iken yönetime girmeyi ve birçok çalışmayı örgütleyebilmeyi başarıyorlarsa, bunun “sırrı” nerededir?
Dolayısıyla, olamayanların açıklamasını dışımızda aramak, dikkatlerimizin odağını dışımızdaki güçlere çevirmek, doğru bir tutum olmayacaktır. Bu nedenle, zaman zaman kendimizin de yönetimde olduğumuzu, neden işyeri çalışması gibi konularda sorunlar yaşadığımızı, eylemlerin zayıflığındaki sorumluluğumuzu tartışmak zorunda kalıyoruz. Emekçi yığınlar içersinde kararlı, sürekli, güven veren bir çalışmanın yürütülmesinde kendi sorumluluğumuzun yerine getirilmesi… Mesele budur.
Karşımızdaki saldırgan sermaye güçleri bu denli istikrarlı, sistemli bir çalışma içindeyken, sınıfın, emekçi hareketinin ileri unsurları konumundaki partililerin aynı hırs ve öfkeyle hareket ettiğini söyleyebilir miyiz? Kapitalist sermayenin her türden soysuz temsilcisinin sınıf tutumuyla hareket etmeleri karşısında, bizler; insanlığın geleceği, mücadelenin güvencesi ve partisi olduğunu söylediğimiz işçi sınıfının sınıf tutumu ve yaşamıyla hareket ediyor muyuz? Buralarda istisnasız herkes kendisini sürekli bir şekilde sorgulamak ve yenilemek durumundadır. Özellikle sendika yöneticisi durumundaki arkadaşlar, aynı zamanda, kendilerini o göreve seçen emekçilerin temsilcileri olarak hareket etme sorumluluğunu hiç unutmayarak, çalışmaya katılmalıdır.
İLKE Mİ, İLKELLİK Mİ?
Sendika seçimlerinde güç dengelerini gözetmeyen, ilkeler adına kaba ve düz bir mantıkla sorunu ele alan, olgulara sadece kendi bulunduğu yerden –örneğin şubeden– bakan, ötesini düşünmeyen, esnek bir taktik tutuma yanaşmayan, bunları anlamamakta ayak direten vb. vb. tutumlara çokça rastlamaktayız. Elbette ki, bütün buradaki kriterler ve değerlendirmelerde o alandaki partililerin tespitleri esas alınmalı, tam bir fikir açıklığı ve birleşme üzerinden taktikler saptanarak uygulanmalıdır. Aksi taktirde, parti yöneticilerimiz kendi üyeleriyle didişir, tabanda kabul görmeyen adayların yarattığı sorunlarla boğuşur, alandaki görevli arkadaşlara güvensizlikle suçlanır pozisyondan çıkamayacaktır.
“Sendikalar içinde muhalefet öne çıkarılmalıdır” düşüncesi de, bu yaklaşımların kışkırttığı bir görüştür. Kabul edilmelidir ki, yığınları birleştiren ve bunun etrafında güç olunan bir çalışma örgütlenmedikçe, burada iyi bir sınav verilmedikçe, hiçbir “zararlı” unsuru alt edemezsiniz. Nitekim olumlu diyebileceğimiz örnek çalışmaların ve başarıların arkasındaki tutum da budur.
Kimi arkadaşlar da Emek, Barış , Demokrasi Bloğu ilişkilerini problem ederek, “hem birlikteyiz hem de sorun çıkartılıyor” demeye getirerek, bu sorunların çözülüvermesini bekliyor. Ya da problemlerin çözülmesinde “merkezde bir koordinasyon oluşturulsun” türünden öneriler yapılıyor. Blok çalışmasının, önemli bir adım, emekçilerin birleştirilmesinde gelişmesini istediğimiz bir yönelim olduğu muhakkaktır. Ancak herkesin “siyaset” yaptığını, her meselenin “masumiyet”le ele alınıp çözülemeyeceğini, burada da esas olanın, doğru bir çalışma yürütmek olduğunu unutmamak gerekir. Yani işleri bloğa havale ederek, kendi bağımsız çalışmalarımızı ihmal ederek görevlerimizi yerine getiremeyiz. Ancak bir takım anlaşmazlıkların giderilmesi için elbette müdahalelerin olması mümkündür ve yapılmalıdır. Bunun için de, bloğun bugünkü gerçekliği gözetildiğinde, özel komisyonlar vb. kurmanın gereği yoktur. Bu gibi durumlarda, sendika merkez yöneticisi durumundaki arkadaşlar, gerekli girişimlerde bulunarak, sorunu çözmeye yönelmelidir.
KÜRT SORUNU KARŞISINDA TUTUM
Blok çalışmalarıyla bağlantılı ele alınan, birçok partilide de olduğunu düşündüğümüz Kürt sorunu karşısındaki –zaaflı– görev ve tutuma da değinmek yararlı olacaktır. Bölge toplantılarında ifade edilen kimi düşünceler, bunun ipuçlarını vermektedir: “Birinci sorun açlık sorunudur, Kürt sorunu öncelikli değildir.”, “EMEP, DEHAP’laştı mı?, Evrensel, Gündem’leşti mi?” “Kürt sorununu merkeze oturttuk, diğer sorunlar ötelendi.” gibi. Bu türden düşünceler barındıran arkadaşların, partinin Kürt sorunu ve demokrasi mücadelesi konusundaki yaklaşımlarında veya bunların günlük çalışmasına yansıtılmasında hatalı buldukları şeyler olsa gerek. Kendilerine sorulduğunda, Kürt sorunu konusunda teorik bir dizi açılım yapabileceğini düşündüğümüz bu arkadaşlar, muhtemel ki, çalıştıkları alanda muhatap kaldıkları soruları yanıtlamakta güçlük çekmekte, kendilerinin de açıklamakta zorlandıkları şeyler hissetmektedirler
Bu türden karşılaştırmalara gerek duymanın, partimizin çizgisini anlamak ve savunmak yerine bir baskılanmaya boyun eğmek olduğunu, ülkenin ve emekçilerin sorunları karşısında devrimci bir tutum yerine “piyasacı”, şoven bir tutum anlamına geleceğini görmek gerekir. Birçok çalışmada, mücadelenin birçok yönünde olduğu gibi, bu konuda da, yaptıklarımızda hatalı, eksik, zamansız, öngörüsüz vb. vb. türden nitelendirilecek ve tartışılabilecek şeyler olabilir. Ancak bunların hiçbirisi, Kürt sorunu ve EMEP’in tutumu hakkındaki bu yargıları haklı göstermez. Kürt sorununda eğitimin gereğine vurgu yapılmıştır. Ancak bu eğitimin de yeterince yapılmadığı görülmektedir. Bu durumdan görev çıkartmalı ve çarpık yaklaşımlar giderilmelidir.
MÜCADELE ÇİZGİSİ VE EYLEM TARZI
Kamu emekçileri günümüze değin hayli yoğun, kavga dolu bir mücadele sürecinden geçmiştir. Gelinen noktada, “KESK eski mücadele hattını izlemiyor, uzlaşmacı, bürokratik sendikacılık gelişti” vb. şikayetler dillendirilerek, olumsuzluklar gerekçelendiriliyor. Şüphesiz sayılanların her biri, bir gerçeği ifade etmektedir. “Kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı”nı elde etmek için verdikleri amansız mücadele, bu alanın önemli bir dinamiği olmuş, ancak bugün, güdük de olsa yasal düzenlemeyle bu talebin bir ölçüde karşılanmış olması, bu ivmeyi düşürmüştür. Dolayısıyla eski günlerin aranıyor oluşunda bu durumu gözetmek gerekir. Ancak saldırılar bitmemiş, aksine artmıştır ve mücadelenin daha da güçlendirilmesi gereklidir. İşte burada, bilinir sendikal mücadelenin sınırlarını zorlayan ve aşan bir yaklaşım sergilenmeli, “yığınlar içinde parti çalışması”nın gerekleri yapılmalıdır. Böyle oldukça, “basın açıklamalarından bıktık”, “Bir kez daha mı Ankara eylemi”, “Artık sendikacı dövmek lazım” türünden tepkilerle karşılaşmaktan kurtulabiliriz.
KESK’in birçok eylem tarzının giderek bıkkınlık yarattığı; zayıflama, “kadro eylemi” gibi abes adlandırmalara ihtiyaç duyma, hoşnutsuzluk üretme hali bir gerçekliktir. Bu türden eleştiriler karşısında “grev denilmekle grev olmuyor” yanıtı da, bir başka gerçekliğe vurgudur. Çünkü EMEP’liler de, “olur olmaz genel grev ileri sürmekle”, “yığınların durumunu görmemekle” “suçlanmakta”dır. Bu yanıta haklılık payı kazandıran, gerçekten de, grevin örgütlenmesi için gereğinin, yani istikrarlı bir işyeri çalışmasının, istisnalar dışında, “kimse” tarafından yapılmamasıdır. 1475 sayılı yasadaki değişikliğin bu kadar “gürültüsüz” bir şekilde nasıl geçtiğinin de, “kamu reformu karşısında ne yapacağız”ın cevabı da, sanırız ki, burada yatmaktadır. “1475’e partimiz tepki vermedi” diye düşünen arkadaşa ise, partinin kendisi gibi emekçilerden oluşan bir örgüt olduğunu hatırlatmak gerekecektir.
Eylem biçimleri ve mücadele tarzı konusunda burjuva görüş ve akımların harekete taşıdığı olumsuz unsurları da gözetmek gerekecektir. Postmodernizm denilen dalganın buralardan uç vermemesini, toplum içinde insan ilişkilerinde yaşanan çarpıklıkların buralara yansımamasını düşünmek, gerçekçi olmaz. Hareketin önünde görünen kimi grupların siyaset yapma tarzlarının eylem biçimlerine de yansıyacağı açıktır. Bu etkiyi kırmanın yolunun da, yığınların deney ve tecrübeleriyle birleşen bir kitle çalışmasından geçtiği bilinir bir şeydir.
“Hizmet ve üretimden gelen güç” ,”eylemlilik” türünden kavramların bu yollardan dilimize sokulduğunu da unutmamak gerekir. Grev, genel grev gibi kavramların sadece yasal gerekler gözetilerek kullanılmadığını söylemek, bu dil ve değerler bozuşmasını görmemek olacaktır. Bütün bunlarla “boğuşurken”, üst sınıf devrimciliği diyebileceğimiz, “dışarıdan” ve “yukarıdan” pozisyona düşmeden, hareketin doğru bir hat ve tarza oturması için gayret gösterilmelidir.
Hareketin içinden doğan çeşitli platformlar, şüphesiz mücadele açısından değerlendirilebilecek mevzilerdir. Emek platformu, demokrasi platformu, savaşa karşı platform vb. gibi. Ancak bunların “mutlak” olmadığı, esas olanın nasıl değerlendirileceği bilinmelidir. Bu platformların, yığınların birleşmesine, harekete geçmesine hizmet edip etmediği önemlidir. Bunlara hayat verecek olan da, taban ve işyeri çalışmaları olacaktır. İstanbul Sendikalar Birliği’nin “inandırıcı” olmadığını düşünen arkadaşlar, bu “güven ve çekim” eksikliğinde, kendi yapmadıklarının payını da düşünmek zorundadır.
ÖRGÜTLENME SORUNLARI
Kamu emekçileri sendikalarında, mücadeleci bir sendikacılık için engel teşkil eden kimi tüzüksel ve kurumsal yapı ve işleyişlerin olduğu biliniyor. Bir kez daha, bunların, yönetici arkadaşlar tarafından, bir fikir birliği sağlanarak derli toplu hale getirilmesi gerekecektir. Bir yandan, bu hususların KESK üyeleri ve kamu emekçileri içinde tartışmasını yapmak, diğer yandan, gelecek seçimler için yürütülen hazırlıklar içinde bunları da gözetmek yararlı olacaktır.
Sonuç olarak; kamu emekçileri hareketi, günümüzün emekçilere dönük saldırılarının püskürtülmesinde, işçi ve emekçi hareketinin büyütülmesinde, partimizin bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde önemli bir güç ve dayanaktır. Bu alandaki sayısız kavga içinde yetişmiş, yığınlar içinden öne çıkmış yönetici ve militanların, devrimci bir işçi partisinin üyeleri ve görevlileri olarak hareket ettiklerini bilmeleri; fikir, çalışma ve güç olarak yenilenmeyi başaramayanların, gelişmeleri anlamak ve çözmekte zorlanacağını unutmadan, parti çalışmasına katılmaları gerekli ve zorunludur.