(“Sınıf mücadelesinin yürütülmesinin bugünkü koşullarında, sanatta partinin önder rolünün sağlanması proleter partizanlığın gerçekleşmesi için temel zorunluluklardan biridir. Proleter partizanlığın esas öğesi olarak sanatta parti önderliği ilkesi, bugün, burjuva ve revizyonist teorilerin ve diğer bütün oportünist akımların başlıca saldırı hedefidir.”)
Marksizm-Leninizm, yaşamın sanata yansıtılması şeklinin belirli sınıfların çıkarlarına ve ideolojilerinin niteliğine bağlı olduğunu uzun bir süre önce gösterdi. Partimizin uzun yıllara dayanan tecrübesinin kanıtladığı gibi, yaşamın sanata yansımasındaki sınıfsal nitelik kendini en bütünlüklü ve en açık olarak sınıf mücadelesinin kesintisiz geliştirilmesi koşullarında gösterir. Bu koşullarda sanat alanındaki ideolojik mücadelemiz özel bir keskinliği öngörüyor ve sanatın niteliksel ve niceliksel olarak daha da sağlıklı gelişmesinde kesin bir rol oynar. Bu mücadelenin doğru olarak yürütülmesi bugün ve yarın, edebiyatın ve sanatın geleceğiyle, bütün çağdaş yaratıcı sürecin akışı ile bağıntılıdır. Bu mücadele yalnızca yaratıcı süreçlerde zaman zaman kendini gösteren ve yerleşmiş estetik zevklerimizden epeydir silinmiş olduğu için bize aykırı gelen bazı zaafları ortadan kaldırmak İçin yürütülemez. Bu, ideolojik bir mücadeledir. “
Hem ülke içinde hem dışındaki vahşi emperyalist-revizyonist baskı sonucu Parti MK Dördüncü Genel Toplantısı öncesi sanat ve edebiyatta en bütünlüklü biçimleriyle ortaya çıkan burjuva ve revizyonist yabancı etkilere karşı mücadelemiz, yalnızca beğenmediğimiz çarpıtılmış belirli sanatsal zevklerden bir kaçış olarak açıklanamaz. Bu mücadele, yenilikçi niteliğinin arkasına, bütünlüklü, bilinçli bir sınıf ideolojisinin iyi tasarlanmış ve uzun dönemde ulaşması amaçlanan tamamen gerici ideolojinin saklanmış olduğu belirtilerin köklerini ortadan kaldırmakla yükümlü ilkeli bir mücadele olarak görülmelidir. Bu ideolojinin temsilcileri ve ajitatörleri, sosyalizm düşmanı uğursuz istek ve amaçlarına ulaşabilmek için sanat silahını kullanmaya kalktılar.
Yedinci Kongre, bir yandan edebiyat ve sanatın yakın zamanlardaki gelişmesinin, öte yandan sanatsal yaratıcılık alanındaki parti Önderliğinin tecrübesini değerlendirdi ve proleter partizanlığın tutarlı bir şekilde savunulması ve sağlamlaştırmasının sadece bütün çarpıcı başarıların temel koşulunu değil, aynı zamanda sanatsal kültürün daha da ilerletilmesinin temel zorunluluğunu oluşturduğu sonucuna vardı. Proleter partizanlık ilkesinde sanatımızın sınıfsal özü ve amaçları yansıtılmakta ve işçi sınıfının toplumsal estetik ülküleri ifade edilmektedir. Bu ilke, sanatımızı, partinin çizgisi doğrultusunda savaşmaya, sosyalizmin inşası ve devrimin tam zaferi için işçi sınıfının elinde güçlü ideolojik bir silah olarak savaşmaya yetkin kılmaktadır. Proleter partizanlık ilkesinin, toplumumuzda sınıf mücadelesinin geliştirilmesi koşullarında edebiyat ve sanatta hayata geçirilmesinin özel bir önem taşıdığını düşündüğümüz birkaç temel yönü vardır. Bunlar üç yönde özetlenebilir: 1) Edebiyatta ve sanatta partinin önder rolünün pekiştirilmesi 2) Edebiyatta ve sanatsal yaratıcılıkta proleter partizanlığın güçlendirilmesi 3) Yazar ve sanatçıların ideolojik düzeylerinin yükseltilmesi.
1.Edebiyatta ve sanatta partinin önder rolünün pekiştirilmesi
Ülkemizde, ideolojik mücadelenin geliştirilmesinin bugünkü koşullarında, sanatın belirli amaçlar ile yüksek proleter partizanlığı ile sanatsal yaratıcılığa güçlü bir etki yapacak bir şekilde yöneltilmesi, özel bir önem kazanmaktadır. Edebiyat ve sanat bu şekilde partinin büyük davasının bir parçası olmakla, sosyalist devrimimizin görevlerine sıkıca bağlanmakta ve tamamen bu devrimin hizmetine girmektedir. Enver Hoca Yoldaş “Partinin sağlam önderliği kültür ve eğitimin, edebiyat ve sanatın gelişmesini, sağlamış, onlara yön ve harekete geçirici güç vermiş ve onları hak, işçi sınıfı, kooperatifçi köylülük ve sosyalist devrimimizin büyük görevleriyle daha sıkıca birleştirmiştir” dedi. Partimiz sanata tutarlı bir şekilde rehberlik etmiş ve sanatsal pratik ve bu alandaki sınıf mücadelesi karmaşık ideolojik-estetik sorunlarla karşılaştığı zaman onları yönlendirmiş ve yardımcı olmuştur. Parti, tüm dikkatini yaratıcı çalışmamızda ortaya çıkan kısmi yanılmalara ve sapmalara vermiş, bunları şiddetle eleştirmiş ve aynı zamanda edebiyat ve sanatta partinin önderliğini zayıflatmaya çalışan ve yabancı modern etkileri teşvik eden ideolojik düşmanları şiddetle mahkum etmiştir. Parti, edebiyat ve sanatta önderliğini sağlayarak yalnızca onların ideolojik saflığı için mücadele etmemiş, aynı zamanda her yazar ve sanatçı için sürekli yeni yaratıcı olanaklar yaratarak edebiyat ve sanatın içerik ve biçim; stil ve çeşit açısından zenginleşmesini teşvik etmiştir. Bu, partinin, yaratıcı sanatın özgün karakterini sürekli göz önüne alması, sanatçıya güvenmesi ve saygı duyması, eserine değer vermesi ve aynı zamanda hiçbir olumsuz yabancı etki ile uzlaşmaması sayesinde olmuştur.
Proleter partizanlığın güçlendirilmesi yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda siyasal örgütsel ve ekonomik bir sorundur. Bu sorunun birçok başka yönü de vardır. Proleter partizanlık, parti çizgisinin hayata geçirilmesi ve sanat alanında proletarya diktatörlüğünün savunulması amacını güden tüm etkinlikleri ifade eder. Proleter partizanlık, partinin çeşitli direktiflerinde ve talimatların da yansır. Sosyalist gerçekçiliğin bu temel ilkesi birçok görevin yerine getirilmesiyle bağıntılıdır; edebiyat ve sanatta Marksist-Leninist basının faaliyetleriyle, sanat okullarının çalışmalarıyla, kadroların yaratıcı edebiyat sanat alanlarında çalışmaları ve bunu yürütebilmeleri için eğitilmeleriyle, amatör hareketle ve genel eğitim sistemi içerisinde estetik eğitimle bağıntılıdır, öte yandan proleter partizanlığın güçlendirilmesi, edebiyat ve sanatın güncel sorunlarını işleyen estetik çalışmaların daha bütünlüklü olarak geliştirilmesi ve modern revizyonist akımların teşhir edilmesi ile bağıntılıdır. Ve son olarak kültürel ve sanatsal kuruluşlara önderlik eden parti örgütlerinin ve devlet organlarının bütün çalışmaları ile bağıntılıdır. Bütün bu alanlarda partinin direktiflerini ve talimatnamelerini tutarlı bir şekilde yerine getirmek üzere oluşturulmuş birleşik bir “«mücadele cephesi yoksa veya bu unutulursa, partinin tek tek kesimlerde ve alanlarda önder rolünün başarısına engel olan çarpıtmalar ortaya çıkar.
Proleter partizanlığın yerine getirilmesinde partinin önder rolü pekiştirilmiş ve sağlamlaştırılmış olmasına rağmen, bu, zaman zaman aşırı basitlikte idari bir kavram olarak anlaşılmaktadır. Örneğin; repertuar, yayın ya da uygulamalarda gereken parça sayısını sağlamayı yeterli sayarak, bu önderliği içerik ve sanatsal düzeyin esas yönlendirilmesine dek geliştirmemek gibi.
Sınıf mücadelesinin yürütülmesinin bugünkü koşullarında sanatta partinin önder rolünün sağlanması proleter partizanlığın gerçekleşmesi için temel zorunluluklardan biridir. Proleter partizanlığın esas öğesi olarak sanatta parti önderliği ilkesi, bugün, burjuva ve revizyonist teorilerin ve diğer-bütün oportünist akımların başlıca saldırı hedefidir. Burjuva ve revizyonist ideolog ve estetikçiler ve bütün ideolojik düşmanlarımız, yaratıcı çalışmada parti önderliğini, sanatın ruhsuzlaştırması, kişiliğin ifade edilmesinin kısıtlanması olarak düşünüyorlar. Burjuva ve revizyonist ideologlar sanatçının özgürlüğü fikrinin borazanlığını yaparak, sanatta parti önderliğine karşı sürekli olarak kötü ünlü sloganları yükseltiyorlar. Bütün bunlar, sınıflar-üstü bir ideoloji maskesi ardında gizlenmektedir. Gerçekte burjuva ve revizyonist sanatın bizzat kendisi, sanatçıyı ortadan kaldıran onu pazardaki bir metaya dönüştüren ve ona halkın yaşantısı içerisine girme olanağını tanımayan ideolojileri ve gerici partizanlıkları tarafından yönlendirilmektedir. Tescilli revizyonistler G. Lukacs, E. Fischer ve R. Graudy, sanatta parti önderliğine ve Leninist proleter partizanlık ilkesine açıkça karşı çıkmaktadırlar. E. Fischer kötü ünlü ‘Sanat ve İdeolojik Üstyapı” adlı yazısında, “manevi seçkinlikler” olarak nitelediği sanatçılar ile devlet arasındaki kaçınılmaz “eski” çatışmanın teorisyenliğini uzun bir süre önce yaptı.
Revizyonist ideolog, partinin proleter siyasetinin sanatçı ile açık bir karşıtlık içinde olduğunu İddia ediyor. Hâlbuki bu siyasetin yaratıcı pratiği silahlandırdığı, onu yönlendirdiği ve halkın yaşamını gerçekten yansıtmaya, toplumsal yaşamanın temel yönlerini bilimsel olarak değerlendirmeye ve çözümlemeye yardım ettiği açıktır.
Sovyet revizyonist teorisyenleri ye bilim adamları Lenin’in utanmazca çarpıtılmasına başvurmaktadırlar. Onun, sanatta birçok eğilimin ortaya çıkmasından yana olduğunu ve sözde sanatta “hoşgörü” göstermeyi bildiğini iddia ederek, onu sanattaki liberal ve çökmüş akımlara karşı “müsamahalı” bir önder olarak tanıtıyorlar. Böylece revizyonist Sovyet yazarı, O. Litovsky yeni yayınlanan “İşte Böyle Oldu” adlı kitabında, Lenin’in sanat alanındaki siyasetinin “kelimenin en açık anlamıyla liberal” olduğunu yazıyor.
O, şöyle yazıyor: “Eğer sosyalist sanatçı, Merkez Komitesinin bir destekleyicisi ise ajitasyon ve propaganda kesiminde nitelikli bir işçi ise, bunun sonucunda, sadece bir sanatçı olarak alçalmakla kalmayacak, aynı zamanda kötü bir ajitatör ve propagandacı olacaktır. Eğer sanat, mevcut taktik durumun zorunluluklarını benimsemeye zorlanırsa, yaşam onu terk eder.”
Devrimci ideolojinin kutsal ilkelerine saldırdığında revizyonizmin en adi bir kalpazan haline gelmekten utanmadığı açıktır.
Edebiyat ve sanatta parti önderliğini sağlarken, aynı zamanda proleter partizanlığın her alanda güçlendirilmesi ve onun. düşmanların ve Marksizm-Leninizm’in döneklerinin saldırılarına karşı savunulması için savaşmaktayız.
2. Yaratıcı sanatsal çalışmada proleter partizanlığın güçlendirilmesi
Partimiz, keskin sınıf mücadelesinde, sanatı büyük davasının ayrılmaz bir parçası yaparak, ülkemizde halkın yaşamı, çıkarları ve özlemleri ile yakından bağıntılı zengin bir sanat kültürü yaratmıştır.
Toplumumuzun devrimci gelişmesinin şiddetli sınıf mücadelesi içerisinde gündeme getirdiği konu ve sorunlar dizisinin sanatsal ele alınışındaki sınıf tavrı (yüksek ideallerin onaylanması ve eski, engelleyici, yabancı, anti-sosyalist kavramların reddedilmesiyle) güçlendirilmeseydi, sanatımızda bu cephe halindeki ilerleme gerçekleştirilmezdi. Enver Hoca Yoldaş, Partinin 7. Kongresinde bu konuda şunları söyledi: “Merkez Komitesinin 4. Genel Toplantısı gerici yabancı akımların taklitlerini, toplumumuzda çelişkilerin yanlış ele alınışını, halkın yaratıcılığını küçümseyen teorileri vb. içeren bazı zararlı belirtileri şiddetle eleştirmişti. Tüm kültür cephesine önemli görevler yüklemişti. Bunların yerine getirilmesi edebiyat ve sanatın gelişmesine ve bütün kültürel ve sanatsal faaliyetlere taze bir güç katmıştır.”
Ama edebi ve sanatsal çalışmalarda proleter partizanlığın daha da sağlamlaştırılması amacını güden yaratıcı çalışma sürecine Parti 7. Kongresinin kararları ve sınıf mücadelesinin geliştirilmesi görevinin zorunlulukları ışığında bakıldığında bugünkü koşullarda özel bir önem taşıyan bir dizi yeni görevin ortaya çıktığı görülür.
Birincisi sınıf mücadelesi edebiyatımızda ve sanatımızda yansıtılması gereken sürekli ve temel bir konu olmalıdır. Bu konu sanatın ufkunu genişletir ve ona kaçınılmaz bir üstünlük verir; çünkü sınıf mücadelesi toplumsal yaşamın bütün alanlarında, her noktasında söz konusudur. O, insanlar arasındaki ekonomik ve siyasal ilişkilerde, topluluklarda ve ailelerde, şehirde ve kırda, dostça davranışlarda ve ahlaki ilişkilerde, okulda ve üretimde, geçmişte, bugün ve gelecekte kendini gösterir. Edebiyat ve sanatta sınıf mücadelesinin ele alınışı, onların (edebiyat ve sanatın) tarafgirliğinin sağlamlaştırmasının, partinin ve halkın dikkatini çeken iç ve dış gelişmelerdeki temel sorunlar ile bağdaştırmasının yöntemlerinden biridir. İ. Kadare’nin “Büyük Kış”ı, G. Madhi’nin “Moskova Toplantısı”, T. Laço’nun “Çelişki”si, N. Zorogi’nin “Dağların Kızı”, S. Drini’nin “İlahların Düşüşü”, K. Kosta’nın “Büyükanne”si ve son yıllarda yapılan birkaç film okuyucu ve seyircilerden olumlu bir kabul gördüyse, bunun nedeni yalnızca yazarların ustalıkları değil, aynı zamanda toplumumuzun sorunlarını ve partimizin siyasi çizgisini ele alışlarından sınıfsal taraf tutmadır. Gerçeği sınıf mücadelesinin gelişmesi açısından yansıtmış bulunan başka birçok eserimiz de var. Ama bu alanda daha fazla, çalışmak gerekir. Sınıf mücadelesinin edebiyat ve sanatta yansıması, yaratıcı çalışmamızın en önemli sorunlarından birini oluşturmaktadır; çünkü o, toplumumuzda çelişkilerin doğru kavranması ve çözümlenmesi, tipik olanın ve bireyin tam olarak kavranması, kahramanın kitle ile ilişkileri, estetik ve toplumsal ülkü, geleneklere karşı sınıf tavrı ve onun yenilikçilikle ilişkisi vb. gibi birçok diğer sorun ile bağıntılıdır. Toplumumuzda sınıf mücadelesinin gelişmesinin bütünlüklü Marksist-Leninist kavranışı sanatçının, devrimimizin gelişmesinin temel eğilimlerini bilimsel bir şekilde yakalamasına yardımcı olur. Yazarlar ve sanatçılar,” devrimizin gelişmesinin temel süreçlerini ve eğilimlerini, yaşamın çelişkilerini eserlerinde doğru olarak yansıtmak, şekilciliğin ve kalıpçılığın her türlü belirtisine karşı savaşmak, geleceğin sahibi olan proleter sanatın temel dayanağı sosyalist gerçekçilik yöntemini sadakatle ve yaratıcı bir şekilde uygulamak zorundadır”
AEP MK 4. Genel Toplantısından bu yana ilerlemeler kaydedilmişse de sanatımızın bu güç sorunlarına getirilen yanlış çözümlere hala ara sıra rastlanmaktadır. Bazen, belirli eserlerde, sınıf mücadelesi yüzeysel yansıtılmakta ve sınıf mücadelesinin süreçlerinin bütünlüklü bir tahlili yapılmamaktadır.
İkincisi, proleter partizanlığın güçlendirilmesi, sosyalizmin tam olarak inşası döneminde Partinin dikkatini çeken ağır güncel sorunların ele alınışıyla da yakından bağıntılıdır. Böylece, bütün genişlikleri ve görkemliliğiyle daha derin bir şekilde işlenmeleri gereken işçi sınıfının egemen rolü, kırsal bölgenin devrimci dönüşümü, komünistlerin devrimcileştirici gücü gibi belirli konulara daha fazla ağırlık verilmelidir. Çünkü tartışma götürmez başarılara rağmen, ortadan kaldırılması gereken bir orantısızlığın var olduğunu düşünmekteyiz. Söz konusu olan, bu konuların, edebiyat ve sanatımızda, partimizin -işçi sınıfının önder rolünün pekiştirilmesi, şehir ve kır arasındaki esas ayrımların azaltılması, burjuva-revizyonist yozlaşmanın kaynaklarının tasfiye edilmesi ve sosyalizmin inşasının tamamlanması için- bugün yürüttüğü mücadelenin düzeni içerisindeki gerçek önemlerine uygun olarak hak ettikleri yeri almaları meselesidir. Öte yandan Partinin 7. Kongresinde ortaya konan, halkımızın emperyalist-revizyonist kuşatmaya karşı direnişi ve mücadelesi, yurtseverlik ve proletarya enternasyonalizmi, kendine güven, savunma ve devrimci uyanıklık ilkesinin yerine getirilmesi vb. gibi toplumsal gelişmenin bütün temel sorunlarının ele alınışına daha fazla dikkat etmek gerekir.
Konu ve sorunların sınıf taraflılığı ile ele alınışı, edebiyat ve sanatın, Partinin büyük davası ile bütün bugünkü ve tarihi Arnavutluk gerçeği ile daha iyi birleşmesine yardım etmektedir. Sanatı partinin sorunlarıyla birleştirmek, onu zengin toplumsal bir içerik ve yüksek komünist ülkülerle zenginleştirir. Bunun sonucunda, o, burjuva ve revizyonist ülkelerin edebiyat ve sanatlarındaki yozlaşmada görüldüğü gibi, (sanat-ç.n.) erotik basitliklerin kabuğu içerisine hapsolmaz ve hiçbir zaman egoist soyutlanmış bireyin bilincinin bulanık derinliklerini deşelemenin aracı olmaz. Batı ve Sovyet moderncilerinin işlevlerinden bir tanesi insanın kendine ve kendi düşüncesine olan güvenini yok etmektir. Amerikalı estetikçi ve yazar R. Kostellionts’a göre sanat “kör edici, sağırlaştırıcı, delirtici bir acı çekmedir.” Kitapların merkezine psikopatların, ahmakların, ruh hastalarının ve fahişelerin alınmasının nedeni budur. Sovyet şairi V. Kotov “Aşk, Kendini Savun!” adlı kitabında, kendini kocasıyla birlikte yakan Hitler’in karısı Eva Braun tipini, bu hareketleriyle evliliğine “sadakatini” gösterdiği için övmektedir. Şair, Eva Braun’u, sözde sadık olmayıp kavgacı ve vefasız olan büyük adamların kanlarıyla karşılaştırmaktadır. Ona göre antik çağın Sokrat’ın karısı, büyük şair Puşkin’in karışı ve Leo Tolstoy’un Sophia’sı böyle idiler!
Hitler Neydi…
Ama Eva Braun, sahne yıldızı, Ona sonuna dek sadık kaldı!
…
Puşkin neydi…
Ama sevgilisi Natalya Nantes’e kurnazca göz kırpmakta!
Leo Tolstoy, tanrı kadar büyük
Çıldırmış gibi Sophia’dan kaçıyor…
(V. Kotov, “Zaashchishchaysya, Liubovj!” (Moskova, 1969, s. 55-56)
Tek kelimeyle, Rus yayılmacılığının şoven askerinin zaferine abartılmış kişilerle methiyelerin düzüldüğü bu revizyonist Sovyet edebiyatının yanı sıra, canilerin, onların “sadık” karılarının ve “her şeye muktedir aşk” maskesi altında fahişelerin övüldüğü başka bir edebiyat yeşermekte.
Militan ve saf sanatımız, bütün gücü ve güzelliğiyle bu saldırgan, yoz burjuva ve revizyonist modernizmin karşıtını oluşturur. 7. Kongre’de ortaya konan ve tahlil edilen sorun ve konular daha keskin bir sınıf tavrıyla ele alınırsa bu karşıtlık daha da militanlaşır. Bu konu ve sorun dizisinin mümkün olan en bütünlüklü bir şekilde ele alınışı edebiyat ve sanatımızın yaratıcı ufkunu daraltmaz; tersine onu derinleştirip genişletir, çünkü o, sonsuz çeşitte konu ve biçimi yaratan görüş zenginliğine sahiptir. Bu geniş ufuk içerisinde, her yazar ve sanatçı, yaratıcı kişiliğinin yeşermesi ve sanatsal ifadenin bütün araçlarının kullanılması için sınırsız bir alan elde eder.
Üçüncüsü, proleter partizanlığın sınıf mücadelesinin gelişmesi şartlarında güçlendirilmesi edebiyat ve sanatın sanatsal düzeyinin sürekli yükseltilmesini gerektirir. Proleter partizanlık bütün sanatsal yansıma araçlarının yetenekli bir gelişmesi olmadan, sanatsal biçimde sürekli bir evrim meydana gelmeden; başarılamaz. Ancak sağlam içerikli ve zarif bir sanatsal biçimi olan bir sanat, sınıf mücadelesinde işçi sınıfının elinde güçlü bir silah olabilir. Sağlam bir içeriğin mükemmel sanatsal bir biçimde özümlenmesine ulaşmak için mücadele etmeliyiz. Enver Hoca Yoldaş bu konuda şöyle diyor: “Ve böyle bir içeriğin yeni biçimlerin aranmasına ve bulunmasına yol açması kaçınılmazdır” Parti bize bir yandan sanata proletaryanın genel davasının bir parçası olarak bakmayı, örneğin onu ideoloji, siyaset, sosyoloji, ahlak ve toplumsal bilincin diğer biçimlerinden ayırmayı, öte yandan da ona, yaratıcı düşünce ve hayal gücünün inisiyatifini teşvik eden, gerçeğin kendine özgür araçlarla, kendine has çeşitli biçimler ile yansıtılması olarak bakmayı öğretmiştir. Lenin, şunu salık veriyor: “Bütün bunlar tartışma götürmez, ama bu sadece proletarya partisinin çalışmasının edebi kısmının, proletarya partisinin çalışmasının diğer kısımlarıyla aynı kalıba konmayacağını kanıtlar. “
Yaratıcı edebi ve sanatsal çalışmamızın sanatsal düzeyinin yükseldiği doğrudur ve yazarların ve sanatçıların sanatın bütün biçimlerini oluşturma ve anlatımın yeni araçlarını bulma çabaları yoğunlaşmıştır.
Bununla beraber, bazen proleter partizanlığın, ona günlük bir ajitasyon havası veren dar bir kavranışına bayağılık ve yaşamdan alınan materyallerin kalıpçı bir şekilde ele alınışı gözlemlenmektedir. Çocuk edebiyatı ve yayınlanmış bazı şiirlerde konu ve sorunların boş, tantanalı bir ifade tarzı ile ele alınışlarının örnekleri bulunmaktadır. Bazen şiirlerde muğlâk ve anlaşılmaz tipler bulunmaktadır ki, bu, Parti MK’sının 4. Genel Toplantısını takiben eleştirilmiş bir olgudur.
Proleter partizanlığın güçlendirilmesinden söz ettiğimizde, daha yüksek bir sanatsal düzeyi yükseltmek, proleter partizanlık sorununun geniş bir kavranışına ulaşılması, sanatın halkın hizmetine daha etkin olarak konulması ve onun daha da demokratikleştirilmesi anlamına gelir. Eski ve yeni, tutucu ve liberal, kalıpçı ve modernci yabancı belirtiler, sanatsal biçim alanındaki sınıf mücadelesinin anlatımlarıdır.
En bütünlüklü bir şekilde Parti MK’sının 4. Genel Toplantısı öncesinde beliren yabancı etkiler, başta “biçim arayışı” düşüncesi altında kamufle edilmişti. Gerçekte onlar proleter partizanlığı çarpıtmayı ve sanatımızın sınıfsal tutumunu değiştirmeyi amaçlamışlardı. Şiirin lirik kahramanlığının geçirdiği bütün bu metamorfoz, örneğin: “Ben bir Hint inciriyim”, “bir “kabuk”, bir “fosil” ve daha neler neler, sanatı yabancılaşırdı ve eylemin sınıf ruhunu ortadan kaldırarak onu günün temel sorunlarından kopardı. Bu yüzden, biçimi, bugün burjuva ve revizyonist edebiyat ve sanatta moda olan modernci çarpıtmalardan koruma görevi bugün de mevcuttur. Biçim, biçime ilişkin baskıdan, yabancı yaratıcı akım ve pratiklerden her zaman daha kolay zedelenebilir.
Biçim alanındaki arayış, bugünkü revizyonist Sovyet eleştirisinde moda olmuştur. Ünlü revizyonist Sovyet eleştirmeni G. Kunitsyn “Edebiyatta Sınıf Ruhu” (“Znanıya 1968, No:2 s. 217) adlı makalesinde şöyle yazıyor: “Sanatta düşmanımız doğal olarak ne Kalka, ne de onun sanat akımına yakın olan herhangi biri değildir. En başta Kafka’nın tersine, genel yalanı onaylarken gereği ayrıntılarda korumaya çalışan sahte gerçekçiliğin ve doğalcılığın çeşitli biçimleridir.”
Revizyonist eleştirmenin ne Kafka’dan ne de modernizmden rahatsızlık duymadığı açıktır. Bütün bunlar onun için kabul edilebilir şeylerdir. Onu asıl endişelendiren “doğalcılık” dediği gerçekçi sanattır. F. Paçrami de, kendi anladığı şekliyle, tutuculuktan, doğalcılıktan ve kalıpçılıktan endişe duymaktayken liberalizm onun için bir sorun teşkil etmiyordu.
Bu yüzden, büyük burjuva-revizyonist ideolojik baskıyı karşılamamızın ve sanatımızı saldırı durumunda tutmamız için yazarlarımız, sanatçılarımız, bilim adamlarımız ve eleştirmenlerimizin saflarında devrimci dünya görüşünün oluşturulması için mücadelenin yükseltilmesi zorunludur.
Albany Today dergisinden çevrilmiştir (Devam edecek)
Aralık 1989