sovyetler birliği’nde kadının kurtuluşu

 

7 Kasım 1947’de Büyük Sosyalist Ekim Devrimi otuzuncu yıldönümünü yaşadı. Bu günü yalnızca Sovyet halkı değil, ilerici insanlığın tamamı kutladı.

Bu yıldönümü, başımızı çevirip gelinen yola bakmanın ve Sovyetler Birliği’nin son otuz yıl boyunca elde ettiği başarıların tablosunu görmenin vesilesini oluşturuyor.

Sovyetler Birliği’nde sosyalist devrimin kazanımları devasa boyutlara ulaştı; bu, toplumsal yaşamın bütün alanları için geçerlidir. Her şeyden önce de kadının durumunda kökten bir iyileşme yaşanmıştır.

Stalinist Anayasa, Sovyetler Birliği’nde kadınların kurtuluşunu az sayıda sözcükle fakat esaslı bir biçimde belirler. Anayasanın 122. paragrafında şöyle denir: “SSCB’de kadın ekonomik, devletsel, kültürel, toplumsal ve politik yaşamın bütün alanlarında erkeklerle eşit haklara sahiptir”. Böylelikle sosyalizm ülkesinde bütün kadınların düşü, insanlığın en yüce ruhlularının arzusu gerçekleşmiş oldu. Büyük Yunan filozofu Platon daha iki bin yılı aşkın bir süre önce kadının hak eşitliğini talep etmiş ve sonrasında sayısız başka düşünür, devrimci, yazar ve şair, varolan engelleri ve tarihsel önyargıları dikkate almadan aynı talebi yükseltmişlerdir. Çünkü kadın, sözün gerçek anlamıyla köleleştirilmiş ilk insandı.

Karl Marx, kadınların katılımı olmadan hiçbir büyük toplumsal devrimin gerçekleşemeyeceğini söylemişti ve Sosyalist Ekim Devrimi ile Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşasının tarihi bu düşünceyi kesin olarak doğrulamıştır. Bolşevik Partisi, 1917’deki zaferinin hemen ardından kadının gerçek hak eşitliğini hayata geçirdi. “Eski, kadını köleleştiren yasalardan geriye” diyordu Lenin, “taş üstünde taş kalmamıştır.” Kadınlar onlara gösterilen güveni parlak bir biçimde haklı çıkarmıştır. Sosyalist inşanın eşit değerdeki unsuru oldular ve en çetrefil, en ağır yönetsel ve politik görevlerin altından kalkacak yeteneği ortaya koydular. Kadınların Sovyetler Birliği’ndeki bu gelişimi bütün ülkenin gösterdiği olağanüstü yükselişi yansıtmaktadır.

Ekonomi ve kültürdeki yükselişe uygun olarak Sovyetler Birliği’nde kadının konumu da belirleyici bir biçimde yükselişe geçmiştir. Toplumdaki rolü, çok daha büyük bir önem kazanmış, hatta tüm alanlarda tamamen vazgeçilmez hale gelmiştir.

Çarlık zamanında emekçi kadın nasıl bir durumdaydı? Devrim emekçi kadınları Sovyetler Birliği’nin özgür yurttaşları haline getirmeden önce, uzun, zorlu ve ağır bedellerle yüklü bir yol katetmeleri gerekti.

Tüm kadınların yaklaşık % 85’i okuma yazma bilmiyordu; bazı geri kalmış, Çarlık tarafından ezilen ve sömürülen halklarda bu oran neredeyse % 100’ü buluyordu. Çarlık iktidarı kadını ezilen durumunda tutmak için her şeyi yapıyordu. Yasalar çerçevesinde kadın, aile içerisinde tamamen babanın veya kocanın vesayeti altındaydı.

Ne kadın emeğini koruyan, ne de anne ve çocuk güvenliğini öngören yasal düzenlemeler mevcuttu. Kadınlar için geçerli olan on bir saatlik işgünü, ancak bütün proleter güçlerin yoğun mücadelesi sonucunda elde edilebilmişti ve işgününde daha büyük bir kısalmayı o dönemde elde etmek mümkün olmamıştı.

Kadınların yüksek okullarda öğrenim görmesi, ancak çok sonraları ve çok sınırlı bir şekilde kabul edilmişti. Ünlü Rus matematikçi Sofia Kovalevskaya, Paris’te okumak zorunda kaldı. Olağanüstü yeteneği sayesinde Stockholm’de profesörlüğü elde edebildi. Fakat kendi vatanındaki kültür bakanı (bir grandük) “ne kadar yetenekli olursa olsun” bir yüksek okulda ona ayıracak bir yerlerinin olmadığını açıkça ifade etti.

Zihinsel mesleklerin neredeyse tamamı kadınlara kapalıydı; kadınların bu alanda sahip olabildikleri tek meslek öğretmenlikti; o da sadece bekar kaldıkları sürece.

Peki, bugün Sovyetler Birliği’nde kadının yaşamı nasıl bir tablo sergilemektedir? Devrimden yalnızca iki ay sonra özel bir kararnameyle anne ve çocuğun korunmasının “doğrudan devletin yükümlülüğü” olduğu ilan edildi. Kadın, daha anne adayıyken korunup destek görmektedir. Doğumdan önce 35 gün ve sonrasında 42 gün olmak üzere ücretli doğum izni vardır; yani 77 günlük, özel durumlarda ise 91 günlük izne sahiptir. Ayrıca devlet tarafından bir gebelik yardımı ve önemli bir ek beslenme ödeneği sağlanmaktadır. Doğum için de, Sovyet devleti, anne ve çocuğun yaşamını ve sağlığını en geniş anlamda güvence altına almaktadır. Kadın ve çocuklara hekim danışmanlığı sağlayan binlerce sağlık kuruluşu var, hamileler ve emzirenler için özel yurtlar var, fabrikalarda kreşler, garlarda vb. kamusal alanlarda anne ve çocuk için özel odalar mevcut. Kentlerde doğumlar neredeyse tamamen hekimler tarafından itinayla yönetilen özel yurtlarda gerçekleştirilmektedir. Kadınlar, loğusa döneminin normal seyrinde yedi gün ve özel durumlarda daha da uzun bir süre onlara özel bu kurumlarda kalmaktadırlar. Kırsal alanda da, giderek daha fazla sayıda loğusa evleri ve doğum yurtları kurulmaktadır. Çarlık döneminde tüm doğumların % 95’i herhangi bir hekim yardımı görmeksizin evlerde gerçekleştirilmekteydi, oysa bugün, Sovyetler Birliği’nde doğumların neredeyse tamamı doğum yurtlarında yapılmaktadır.

Sovyet kadını bugün erkeklerle eşit eğitim olanaklarına sahiptir. Sovyetler Birliği’nin bugünkü yüksek öğrenim gençliğinin % 43’ünü genç kız ve kadınların oluşturduğuna işaret etmek yeterli bir veri olacaktır. Sovyetler Birliği’nde yalnızca 250 bin kadın teknisyen ve mühendis ve 100 bin kadın doktor olarak çalışmaktadır; üç milyon kadın zihinsel meslekler icra etmektedir. Bunların bir milyonu öğretmendir. 33 bin kadın bilimsel alanda çalışmaktadır.

Sovyet kadını, erkeklerle eşit politik haklara sahiptir; seçme ve seçilme hakkı erkeklerle aynı kriterlere göredir, yerel yönetimlerde ve devlet yönetimlerde ve her türlü resmi görevde bulunmasının önünde herhangi bir engel yoktur. Sovyet kadını okul yönetebilir, fabrika müdürlüğü ve ticari kuruluşların müdürlüğünü yapabilir, kısacası, bugün, daha önceleri yalnızca erkeğe açık olan her makamda ve görevde bulunabilir.

Sovyetler Birliği Yüksek Kurulu’nda 277 kadın temsilci bulunmaktadır ve dolaysıyla toplam bin yedi yüz kadının bulunduğu Sovyet cumhuriyetlerinin yüksek kurullarının yönetimlerinde de o oranda söz sahibidirler. 27 bin kadın, yerel sovyetlerin başkanı ya da başkan yardımcısı pozisyonundadır, yani yerel yönetimlerde ve kent yönetimlerinde bulunuyorlar. Yaklaşık 15 bin kadın kolektif üretim işletmelerinde başkanlık yapıyor, ilçe yönetimlerinde aza ve oy hakkıyla seçilmiş kadın temsilcilerinin sayısı yaklaşık 500 bini buluyor. (İdari kuruluşlarda çalışan kadınlar bu sayıya dahil değildir.) Bunlardan, kadının bugün Sovyetler Birliği’ndeki etkin yerini ve sahip olduğu gelişme olanaklarını görebilmemiz mümkün.

Elbette, Sovyet kadını eşit işe eşit ücret almaktadır ve eşit izin hakkına sahiptir. Aile içerisinde yasal olarak tamamen eşit haklara sahiptir ve hiçbir biçimde erkeğin vesayeti altında değildir.

Bu önemli ilerlemeleri kaydetmek için büyük güçlüklerin aşılması gerekti; bu, söz konusu olağanüstü değişimin tek bir nesil içerisinde sağlandığı dikkate alındığında anlaşılır bir şeydir. Öncelikle Birinci Dünya Savaşı’nın ve kapitalist devletlerin silahlı müdahalelerinin ağır sonuçlarının aşılması gerekti. Savaş ve müdahaleler, ülke ekonomisinin tamamıyla yıkılmasına yol açmış, bu da kültürel inşayı iki kat zorlaştırmıştı.

Bunun ötesinde, eski gelenekler ve önyargılar daha uzun süre etkilerini sürdürdüler ve zaman zaman ciddi bir engel oluşturdular. Yalnızca kadınları yeni baştan eğitip dönüştürmek ve kendi gücüne ve yeteneğine olan güvenini pekiştirmek yeterli değildi; ayrıca ve daha da önemlisi, erkeğin kadına bakışını temelden değiştirmek gerekliydi. Bu görev, kadının hiçbir hakka sahip olmadığı, baskının ve sömürünün, yüz yıllara dayanan geleneklerin ve dinin aracılığıyla en ağır olduğu ve kutsallaştırıldığı doğuda özellikle zorluydu. Kadının kurtuluşu, bu bölgede en büyük direnişle karşılaştı.

Sözü edilen zorlukların aşılması, her şeyden önce Bolşevik Partisi’nin kadın kollarının eseridir. Ekim Devrimi’nden çok önce devrimci bir kadın hareketinin yaratılmasında çalışan olağanüstü kadınlar, başından beri bu alanda etkin oldu.

Lenin’in eşi Nadejda Kontantinova Krupskaya’yı (1869-1839) anımsatmakla yetiniyoruz. Krupskaya, faaliyeti ve mücadelesinde Lenin’in en sadık, vazgeçilmez yoldaşıydı ve devrimden önceki yıllarda sekreteriydi. Lenin’in, devasa Rusya’nın, tamamıyla devrimin hizmetinde yürüttüğü ve çoğu zaman illegal koşullar altında gerçekleşmesi gereken muazzam mektup yazışmalarını yönetti ve onun bilimsel çalışmalarını da kolaylaştırdı. Lenin’in yazılarının illegalitenin en ağır koşullarından, Sibirya sürgünlüğünden ve mülteciliğinden geçip, neredeyse eksiksiz olarak bugüne taşınabilmiş olması, Krupskaya’nın sayesinde olmuştur. Devrimin zaferinden sonra, Nadejda Krupskaya, Sovyetler Birliği’nin örnek eğitim sisteminin inşasında çalıştı ve halkın bilinçlendirilmesi bakanlığının lider kadrolarından biriydi.

Krupskaya yalnız değildi; –yalnızca birkaçının adını anmak için– Lenin’in iki kız kardeşi Maria Ulyanova ve Yelisarova, ayrıca İnessa Armand ve Samoilova gibi muhteşem kadınlardan oluşan bir ekip onunla birlikte çalışıyordu.

Onların arasında, kısa bir süre önce vefat eden ve Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin daha 1903’te Londra’da yapılan Parti Kongresi’nde Bolşevik kanadın kazandığı zaferde katkısı olan Zemliyaçka da bulunuyor. Zemliyaçka, o tarihten beri daima en ön saflarda mücadele etti. Ekim Devrimi’nden sonra İşçi ve Köylü Denetimi Halk Komiserliği’nin yöneticiliğini yaptı; yani, devasa ülkenin ekonomik idaresinin kontrolü onun elinin altındaydı. Savaş sırasında, SSCB Bakanlar Kurulu’nun başkan vekilliğini yaptı. Bu kadının zekasını ve enerjisini ne derece ortaya koyması gerektiğini tasavvur etmek mümkün.

Yurtdışında özellikle Aleksandra Kollontai üne kavuştu. Rusya’da proleter kadın hareketinin ana kurucularından biridir. Bolşevikleri, birçok uluslararası sosyalistler kongresinde temsil etmiştir. Bunlardan biri, 1910’da Kopenhag’daki Kongre’dir. Bu kongrede, Klara Zetkin’in her yıl düzenli olarak “uluslararası bir kadın günü”nün kutlanması önerisi, onun katkısıyla karar altına alınmıştır. Kollontai, Ekim Devrimi’nden sonra, Sosyal Güvenlik Halk Komiseri olmuştur ve kısa bir süre sonra, Sovyetler Birliği’nin Norveç, Meksika ve İsveç’teki diplomatik temsilcisi olmuştur. Barışın korunmasına yönelik harcadığı olağanüstü çaba nedeniyle kısa bir süre önce Nobel barış ödülüne aday gösterildi.

Olağanüstü Sovyet kadınlarından bahsederken, burada, yine kısa bir süre önce aramızdan ayrılan Claudia Nikolayeva’nın adını anmamız gerekir. Petersburg’da sıradan bir tekstil işçisiydi ve Sovyet devletinin sağladığı olanaklar, yeteneği ve gayreti sayesinde uzun yıllar Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliği yaptıktan sonra, Sovyetler Birliği hükümetinin üyeliğine yükselmiştir. Nikolayeva, özellikle devlet bütçesi sorunlarındaki uzmanlığıyla öne çıkmış ve bu özelliğiyle yüz milyarlarca rublenin yönetildiği bütçe komisyonunun başkanlığını üstlenmiştir.

 

*

Sosyalizmin inşası, ülkenin üretici güçlerinin muazzam bir gelişimini gerektiriyordu; bu, ancak kadınlar da en yaygın katılımı sağlandığı takdirde başarılabilecek devasa bir işti. Lenin ve Stalin, bunu konuşma ve yazılarında özel olarak vurguladılar. “Kadınlar olmadan sosyalizm kurulamaz”, demiştir Lenin.

Kadın emeğine yalnızca tarımda ve fabrikalarda ihtiyaç yoktu. Bolşevikler, kadının çalışmalara katılımının idarelerde ve yönetimlerde, devlette ve yerel yönetimlerde de bir o kadar önemli olduğunu gördüler. Sosyalist devrim başarıyla taçlanacaksa, kadının her yerde –işletmelerde de– sorumlu, yönetici mevkilerde bulunması gerekiyordu.

Kendilerine güvenlerini ve girişimci ruhlarını tam olarak geliştirebilmek için, geniş emekçi kadın kitlelerinin eğitimi ve öğretimi gibi devasa bir işin başarılması gerekliydi. Bolşevik partinin ve her şeyden önce partinin kadın kollarının çabaları bu hedefe hizmet ediyordu. İhtiyaç duyulan kadın güçlerinin oluşturulmasının en etkili araçlarından biri, delege toplantılarıydı.

Kadınların çalıştığı her yerde, fabrikalarda, mahallelerde ve köylerde, her sene büyük kadın toplantıları düzenleniyordu. Bu toplantılarda, işçi kadınlar, ev kadınları, köylü kadınlar, memur ve aydın kadınlar bir araya geliyor ve aralarından en iyi, en aktif kadınları seçiyordu. Seçilenler, köklü bir eğitimden sonra, halkın içinden gelen yetkin kişilere ihtiyaç duyulan görevleri üstleniyorlardı. Genel eğitimlerini ilerletmeleri ve doğrudan pratik içinde, uzmanların rehberliğinde gelecekteki görevlerine hazırlanmaları gerekiyordu. Bu şekilde, kadınlar, idarelerde, fabrika yönetimlerinde, sendikalarda, okullarda, hastanelerde, çocuk yuvalarında vb. çalışıyordu.

Böyle bir eğitim, yılların sonucunda yaklaşık 10 milyon kadına, kendilerini mükemmel, yaratıcı kişilikler halinde geliştirme olanağını verdi.

Bu gelişmeler, Lenin’in “çalışmalara katılarak kadınlar hızla öğrenecek ve erkeklere yetişecekler* sözlerinin doğruluğunu bir kez daha kanıtlamış oldu.

Bolşevik partisinin önderliğinde, kamuoyunun tamamı, kadınların kamusal yaşama çekilmesine katılmaktadır.

Sorumlu mevkilerde bulunan kadınlar, doğaları gereği, cinslerinin ihtiyaçları için özel bir duyarlılığa ve anlayışa sahipler. Devlet ve belediye bütçelerinde annelerin desteklenmesi için, çocuk eğitimi için ve emekçi kadınları aile ve mesleklerinden kaynaklı olarak üzerlerine binen çifte yükü hafifletecek diğer yardımlar için yeterli olanakların hazır tutulmasını denetliyorlar.

Kadınlara, gördükleri bu destekle yalnızca mesleklerinde özgürce gelişme olanağı tanınmış olmadı, aynı zamanda, çok yönlü gelişmelerinin önü de açılmış oldu. Bu amaçla, devrimden sonraki ilk yıllarda, daha yüksek bir okula devam etmek için gerekli zamana sahip olmayan bütün kadınlara evde eğitim almalarını sağlayan ve ev üniversitesi olarak anılan bir uygulama başlatıldı. Bu güzel davanın yarattığı heyecan o kadar büyük oldu ki, kendilerini elit görmeyen en yetkin profesörler bile ellerinden gelen bütün katkıları sağladılar. Kadınların genel anlamda ve yetenekli kadınların özel anlamda geliştirilmesi için yüzlerce milyon Ruble harcandı.

Sovyet iktidarının bu çabaları meyve verdi. Bugün Sovyetler Birliği’nde düşünsel alanda çalışan milyonlarca kadın var, bilim veya sanat alanında üstün başarılarından dolayı en yüksek nişan olan Stalin ödülünü alan 199 kadın bulunuyor.

 

*

Sovyet ziraatının kolektifleştirilmesinde de kadının katılımı büyük bir önem taşıyordu. “Kolektif işletmelerde kadınlar büyük bir gücü oluşturuyor. Bu gücü atıl bırakmak cinayet işlemek anlamına gelir** demişti Stalin.

Kolektifleştirmeyle birlikte, Sovyet köylerinde de, Sovyet kadının çalışmalara etkin bir katılım sağladığı, sıklıkla da liderlik ettiği köklü bir dönüşüm meydana geldi. Bunu yaparak, Sovyet kadını kendi konumunu da önemli oranda iyileştirdi.

En köklü değişimler ise, Sovyetler Birliği’nin doğu bölgelerinde ve Kafkaslarda yaşandı. Çarlık döneminde, bu bölgelerde tipik sömürgesel bir sömürü ve baskı egemendi. “Yerli” halk aşağı görülüyor ve içinde bulunduğu geriliğin daha da derinlerine itiliyordu.

Çarlığın sömürgeci boyunduruğu, özellikle, erkek tarafından köleleştirilmiş bulunan doğulu kadının sırtına bindirilmişti. Bu bölgelerde halen kadın kaçırma, alıp satma ve çok eşlilik hüküm sürüyordu. “Buhara’nın topraklarına sayısız gözyaşı dökülmüştür” –diye yazıyor yerli emekçi kadınlar–, “bu gözyaşlarını unutmamız mümkün değil…

Ekim Devrimi, sömürgeci baskıya ve kadının köleleştirilmesine hızla son verdi. Yüzyıllardır süregelen gelenekler ve kötü muamele ise, ancak zamanla giderek ortadan kaldırılabildi. Bugün, bunlar çoktan birer anıya dönüşmüş durumdadır. Bu arada, bu, daha kısa bir süre öncesine kadar geri durumdaki dünyadan, önemli kadınlar ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği Yüksek Kurulu’nun başkan vekili, örneğin Azerbaycanlı Çimnas Aslanova’dır. Çuvaş Özerk Cumhuriyeti Yüksek Kurulu Divan başkanı Zoe Andreyeva’dır ve Yakut Özerk Sovyet Cumhuriyeti’ndeki aynı pozisyonda bulunan, yine bir kadındır: Sofya Sidorova. Türkmen kadın Nuri Karadşeva ise, Türkmen Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanı’dır.

Sovyetler Birliği’nin her yerinde kadınlar en yüksek yönetim birimlerinde yer almakta ve sosyalist devletin inşasına belirleyici mevkilerdeki görevleriyle etkin olarak katılmaktadırlar.

Sovyet kadını, ülkesinin yenilenmesine bütün gücüyle katılmıştır. Emeğin büyük örgütleyicisi Stahanov’u örnek alan “atılım müfrezeleri” arasında hatırı sayılır sayıda kadın yer alıyor. Örneğin genç köylü kadın Yutkina, yürüttüğü özenli çalışmayla hektar başına 133 bin kiloluk patates hasadı elde etme başarısını gösterdiği için Stalin ödülüne layık görüldü. Onun edindiği deneyimlerden, bugün binlerce kolektif çiftlik yararlanmaktadır.

Kadın cinsinin kurtuluşu, geri bilinçli erkeklerin direnişiyle de karşılaştı. Kadının kurtuluşu, erkekler tarafından, önceleri kendi haklarının kısıtlanması olarak algılandı; kadınların ilerlemeleri sayesinde yaşamlarının ne kadar gelişeceğini, ne kadar zenginleşeceğini tasavvur edemediler.

Devrimin ilk yıllarında örneğin, Sibirya’nın bir köyünde erkekler kadınların köy seçimlerine katılmalarını engellemeye kalkıştı. Seçimleri, sabah saat 4’e aldılar; yani, tam da, kadınların inekleri sağdığı bir zamana denk getirdiler. Seçimler gerçekleştirildi, fakat geçersiz ilan edildi. Seçimlerin tekrarlanması gerekti. Bunun üzerine, kadınlar, seçimlere özellikle katılım sağladılar.

Kadının kurtuluşu karşısındaki en güçlü direniş doğuda oldu; özellikle Orta Asya ve Kafkaslarda. Bu bölgelerde, kadınlar için bir süre varlığını sürdüren özel kulüpler yaratıldı; çünkü erkekler, başlangıçta karıları ve kızlarının erkeklerin de gittiği kulüplere gitme izin vermiyorlardı. Yaşı ilerlemiş kadınlar da, gelişmenin karşısında durdu. Osetya’daki bir köyde yaşayan genç bir kız, hayalini izleyip, pilot oldu. Bir gün, üstlerinin izniyle doğduğu köye uçtuğunda, orada, özellikle yaşlı kadınların düşmanca yaklaşımıyla karşılaştı. Hatta “şeytanla işbirliği yapmakla” suçlandı. Fakat bir yıl sonra tekrar ziyarete geldiğinde, “Osetya’nın ilk kadın pilotu” olarak kutlamalarla ve sevinçle karşılandı; hatta köyün yaşlı kadınlarından biri, kadın pilottan kendisini “uçağıyla gezdirmesini” rica etti.

Bugün, kadınların hak eşitliği, bütün Sovyetler Birliği’nde doğal bir olgudur. Bu nedenle, Hitler sinsice Sovyetler Birliği’ne saldırdığında, Sovyet kadınlarının vatanlarının korunmasına katılmaları da şaşırtıcı değildir. Kızıl Ordu’ya yazılmak için yığınlar halinde başvuruda bulundular. Onları yerlerinde tutmak için, cephenin devasa malzeme ihtiyacı karşısında, her bir askere karşılık memlekette fabrikada çalışan dört-beş işçiye ihtiyaç olduğunun onlara açıklanması gerekti ve bu işin de, mücadelenin başarıyla sonuçlanması için vazgeçilmez asli bir öneme sahip olduğu anlatıldı. Buna karşın, sayısız kadın orduya katıldı ya da partizan olarak mücadele etti. Birçok kadın yaşamını feda etti. Örnek tutumları için 62 cesur kadın “Sovyetler Birliği Kahramanı” ilan edildi.

 

*

Sovyet kadınının kurtuluşu, kadının, ailede, devlette ve toplumdaki konumunu temelden değiştirmiştir ve bu, yalnızca biçimsel hukuksal düzenlemeler olarak gerçekleşmiş değildir. Sovyet kadını, bugün eşit haklara sahip olarak, erkekle eşit düzeyde yer almaktadır ve tıpkı erkekler gibi gelişip yeni bir insan tipi oluşturmuştur. Sovyetler Birliği’nde, bugün artık, bir zamanların ürkek, güvensiz, aşağılanmış kadını yoktur. Eşit yetenekte bir insan olduğunu, devletin yönetiminde, en büyük işletmelerin başında aynı şekilde başarılı olduğunu kanıtlamıştır; teknik, sanat ve bilim alanlarında erkekler kadar parlak başarılara imza atmıştır. Düşünsel gelişimi ve yeteneklerinin engelsizce geliştirilmesi için karşısında açılan uçsuz bucaksız bir ufka sahiptir. Sovyet kadını, kendini, Sovyet ülkesinin kültürü yükseldiği ölçüde geliştirmektedir.

Sosyalist devlette, annelik, toplumsal bir iş olarak kabul edilmektedir. Anneler, çocukları aracılığıyla bugünle gelecek arasında bir bağ kurduklarının bilincindedirler.

Bu nedenle, toplumun refahıyla ve sıkıntılarıyla ve onun geleceğiyle ilgilenmek, Sovyet kadını için yaşamsal bir ihtiyaçtır. Çarlık zamanında kadınları evin içine hapseden annelik, bugün Sovyet kadınına, toplumsal yaşamın çeşitliliğine bir pencere açmakta ve onu, bu ilerlemeci gelişmeye aktif ve yaratıcı bir biçimde müdahale etme isteğiyle doldurmaktadır. Sovyet kadını, sosyalist toplumun ona sağladığı çok yönlü kolaylıklar bütün yaratıcı güçlerini serbest kıldığı için, bunu, bir o kadar rahatlıkla yapma olanağına sahiptir. Sovyet kadını, ekonomik bakımdan bağımsızlığını kazanmıştır. Ailenin geçiminin önemli bir bölümünü üstlenmekte ve aile dışındaki etkinlik alanlarını da erkeklerle paylaşmaktadır. Böylelikle, aile de, farklı bir aileye dönüşmüştür. Kadın ve erkek her bakımdan yoldaş olmuşlardır. Aileden iki manalı her şey yok olmuştur ve aile, gerçek anlamda devletin temel birimi haline gelmiştir.

Sovyet ülkesindeki insanlar, Alman gazetelerinde yer alan, evlilik yoluyla örneğin bir bakkal dükkanına ortak olmaktan ya da bir babanın kızı için “sermaye gücü yüksek” bir damat aradığından bahsedilen evlilik ilanlarını okusalardı, herhalde şaşkınlıktan şaşkınlığa düşerlerdi. Sovyet insanları, bu türden bir ilanı insanlık onurlarına bir saldırı olarak duyumsarlar.

 

*

Sovyet kadının deneyimleri, Sovyetler Birliği’nin ötesinde, bütün dünya kadınları için büyük bir önem taşımakta, ilham kaynağı olmaktadır. Çünkü bu deneyimler, kadının hiçbir bakımdan erkeklerden geri olmadığını, onlar kadar yetenekli olduğunu, onlar kadar yaratıcı faaliyette bulunabileceğini göstermiştir. Hiçbir alanda erkeklerden daha az net ve daha az kararlı değil.

Sovyetler Birliği’nde, kadın kendine özgü birçok şey yaratmış ve birçok yeniliğe önayak olmuştur.

Böylelikle, büyük sosyalist ve kadın sorununun önemli teorisyeni Clara Zetkin’in bir zamanlar söylediği şu sözler doğrulanmıştır: “Kadın erkeğin başarısız bir kopyası değildir; insan olarak mücadele ve inşa için özel özelliklere ve yeteneklere sahiptir. Bu kadar uzun süre zincirli kalmış enerjisinin serbestçe gelişiminin, mücadelede ve yaratıcı çalışmalardaki başarısında büyük katkısı olacaktır.

Sovyet kadınlarının ortaya koyduğu örnek, diğer ülkelerdeki kadınların kendine güvenini artırmakta ve tam hak eşitliği mücadelesine güç vermektedir.

 

*

Sovyet kadını, kendi mutlu geleceğine ve ülkesinin geleceğine sağlıklı bir inançla doludur. Yarını için korku duymasına gerek yoktur; çünkü sosyalist vatanında işsizlik sorunu yoktur. Çocuklarının geleceği konusunda da endişe etmesine gerek yoktur; çünkü Sovyet devleti, onların gerekli eğitimi almasını, sağlıklı kalmalarını ve insana yaraşır yaşama koşullarını güvence altına almıştır.

Sovyetler Birliği’nin halklarının bugüne değin ulaştığı her şey, gökten zembille inmedi, aksine çok büyük emeklerle ve fedakarlıklarla kazanılması gerekti. Bu kazanımlarda kadınların önemli bir payı vardır, bu, hak eşitliğini tam olarak güvence altına aldıkları bir başarıdır. Kurtuluşları, sosyalist toplumun gelişimiyle el ele yürüdü. Toplumsal düzen eskisi gibi kalsaydı, büyük işletmelerin, toprağın ve ulaşım araçlarının kamulaştırılmasıyla insanların insan tarafından sömürülmesine son verilmiş olmayacaktı, dolayısıyla, kadınların hukuksal olarak eşitlenmesi, gerçek bir kurtuluşu getirmeyecekti. Ancak sosyalizm bütün insanların gerçek kurtuluşunun olanaklarını sağlar ve talep eder ve Sovyet insanları, işte bu özgürlüğe ulaşmaya çabaladıkları için ve sosyalizme, ancak kadınların da bir bütün olarak onun inşasına katıldıklarında ulaşılabileceğini kavradıkları için, bu nedenle, bütün halk, kadının kurtuluşu için mücadele etti. Kadınlar ve erkekler el birliğiyle bu olağanüstü eseri ilerletiyorlar; çünkü olabildiğince hızla belirleyici ilerlemeye ulaşmak istiyorlar: Sosyalizmden komünizme geçiş aşamasına.

Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin üzerinden geçen otuz yıl gibi kısa bir zaman aralığında Sovyet insanları sosyalizmi kurabildi; insanın insan tarafından sömürüsünün mümkün olmadığı, ancak halen, her emek harcayanın emeği ölçüsünde ücretlendirildiği bir toplumsal düzen kurdular. Şimdi ulaşılması gereken, sosyalist ekonomi sisteminin kazanımlarına dayanarak, bütün ülkenin üretici güçlerinin her insanın kendi emeğinden bağımsız olarak ihtiyaç duyduğu, hatta gönlünün arzu ettiği her şeye kavuşabileceği bir verimlilik düzeyini yakalamaktır. Böylelikle sosyalist toplumun en yüksek aşamasına, komünizm aşamasına ulaşılmış olacaktır. Vahşi Hitler savaşı bile bu gelişmeyi durduramamıştır.

 

*

Bulgaristan ve Yugoslavya gibi yeni demokrasi ülkelerini bir yana bırakacak olursak, şunu saptamamız gerekiyor: Avrupa ülkelerinde ve belirli ölçüde Birleşik Devletler’de de –özellikle de İkinci Dünya Savaşı’nın ardından– nüfusun daha büyük kısmını oluşturmalarına rağmen, bu ülkelerdeki kadınlar gerçek bir hak eşitliğine –buralarda çoğunlukla biçimsel bir burjuva demokrasisi egemen olmansına karşın– hiçbir yerde kavuşabilmiş değillerdir. Birleşik Devletler’de kadınlar eşit politik haklara sahip olmalarına rağmen, Amerikan Kongresi’nde (ikinci kamara) örneğin yalnızca yedi kadın temsil edilmektedir ve senatoda (birinci kamara) ise, yalnızca dört.

Bunun ötesinde, ABD’nin birçok eyaletinde, halen aile içinde tamamıyla kadınların hak eşitsizliği hüküm sürmektedir. Örneğin sekiz Amerikan eyaletinde, ailenin maddi varlıkları üzerinde, yalnızca erkek söz sahibidir ve ABD’nin altı eyaletinde, kadın, kendi geliri üzerinde bile hak sahibi değildir.

Ücret düzeyine baktığımızda, bütün kapitalist ülkelerde, eşit iş söz konusu olduğunda bile, kadınların erkeklerden daha düşük ücret aldığını saptamak zorunda kalıyoruz. Birleşik Devletler’de hammadde işleme sanayiinde, kadınlar erkeklerin gelirinin yaklaşık yüzde 60’ını alabilmektedir. İngiliz makine ve gemi inşaat sanayinde, kadınların ücretleri, erkeklerin ücretlerinin yüzde 53’ü kadardır; neredeyse yarı yarıya.

Yani, “sosyalist” olarak nitelendirilen bir işçi hükümetinin yönetimde bulunduğu İngiltere’de dahi, kadınların ücreti erkeklerin ücretleriyle eşitlenememektedir. İngiliz kadınına, bugün, eşit iş karşılığında, erkeklerden önemli oranda düşük bir ücret verilmektedir. Oysa seçim kampanyalarında, kadınlara, eşit işe eşit ücret vaat edilmişti. Annelik koruması da güvence altında değildir. Gebelik sırasında yasal bir izin hakkına, kadın, ne İngiltere’de ne de Birleşik Devletler’de sahiptir. Burada, kadınların, hamileliklerinin ilk belirtilerinde işten atılması, sık rastlanan bir olgudur. Sovyetler Birliği’nde ise, hamile bir kadının işten atılması ağır bir biçimde cezalandırılmaktadır.

Almanya’da kısa bir süre önce, Högner –o sırada Bavyera eyalet başkanı ve SPD başkanıydı ve halen partinin lider kadrolarındandır–, kadınların politik haklara kavuştukları için üzüntülerini dile getirmiştir. Bavyera “anayasa komisyonu” bir başka bakanı, ünlü bay Hundhammer, mecliste yaptığı bir konuşmada, kadınların erkeklerin üstleri olmasının yakışık almadığını söylemiştir. Ve yine kısa bir süre önce, “Münih Reich-demiryolları müdürlüğü bülteninde” şu satırları okumak mümkündü: “Kadınların devirlerinin geçtiğini artık kavramaları gerek ve bundan böyle kendilerine erkeklerin yedekleri olarak ihtiyaç bulunmamaktadır.

Kadının gerçek hak eşitliği, burjuva toplum koşulları altında mümkün değildir; gerçek hak eşitliği, ancak toplumun temelden bir değişimi ile iktidarın geniş emekçi tabakalarının ellerine devredildiği bir yerde mümkün olacaktır.

 

*

Sovyet Rusya’da kadın cinsinin eşitlik mücadelesinin çoktan hedefine ulaştığını, kadınların orada devletin yönetimine mükemmel bir biçimde katıldıklarını, ülkenin kaderinin belirlenmesine etkin olarak katıldıklarını görüyoruz. Ama aynı zamanda, geri kalan dünyada, kadınların, bu tür bir konumdan ne kadar çok uzakta bulunduklarını da görüyoruz.

Fakat Sovyet örneği –daha önce de belirtildiği gibi–, diğer ülkelerin kadınlarının giderek daha fazla tam hak eşitliği mücadelesine katılmasını teşvik ediyor. Yalnızca aile içinde, meslek yaşamında ve devlette eşitliğe kavuşmak istemekle yetinmiyorlar kadınlar, aynı zamanda, insanlığın kendi kaderini yaratmasına katılmak da istiyorlar. Bu nedenle, kadınların birleşmesinin yeni hedeflere sahip yeni biçimleri ortaya çıktı: Bugün 49 ülkede toplam 88 milyon üyeyi kapsayan Uluslararası Kadın Federasyonu, kadının kurtuluşu ve her şeyden önce barışın korunması için mücadele ediyor.

Dünya kadınlarının bu mücadelesi, Sovyet Rusya’nın kadınları arasında coşkulu bir yankı bulmaktadır. Çünkü hiç kimse, bu ülkenin özgür kadın vatandaşlarının dışında hiç kimse, yalnızca en yakınlarının yaşamlarının güvencesi anlamına gelmekle kalmayan, aynı zamanda kendilerine tam hak eşitliğini gerçek anlamda sağlayan sosyalist devrimin kazanımlarının güvenliği anlamına gelen barışı daha içten dileyemez.

Sovyet kadınları, ellerini, tüm ulusal sınırları aşarak, barış ve özgürlük için mücadele eden milyonlarca kadına uzatmaktadır.

Her kadının yüreğinde yanan analık duygusu, halkların mutluluğu mücadelesinde itici güç haline gelmek zorundadır.


* Lenin, Eserler, Cilt XXV, sf. 43 (Rusça)

** J.V. Stalin, Leninizmin Sorunları, Moskova 1947, sf. 508

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑