Kadın sorunu ve çalışması üzerine

“Doğdum babamın kızı oldum, evlendim kocamın karısı, sonra doğurduğum çocuğumun anası. Ben ne zaman ben olacağım?”
Bu sözler seçim çalışmaları sırasında yüz yüze geldiğimiz binlerce kadından birine aitti. Öyle okumuş yazmış da değil; köyü yakıldığı için İstanbul’a göçmek zorunda kalan binlerce Kürt kadınından biriydi. Barış istediğini söyledi ve savaşın açtığı yaraların sarılmasını. Kadınlara özgürlük istediğini söyledi, kızının ve gelininin kendisinin çektiklerini çekmesini istemediğini de.
Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nun seçim çalışmalarına katılan ve bu çalışmalarda yüz yüze gelinen binlerce kadın, eşitlik ve özgürlük sorununu, ilk kez bu kadar yüksek sesle ve güçlü bir şekilde dile getirdi, tartıştı. Başta Kürt kadınları olmak üzere, emekçi kadınlar seçim çalışmalarına damgasını vurdular. Daha önce tanık olmadığımız kadar çok kadın, bloğun ortaya koyduğu talepler etrafında birleşti ve seferber oldu.
DEHAP çatısı altında sürdürülen seçim çalışmalarının Türk, Kürt bütün emekçilere sunduğu kazanımlar ve bu sürecin önümüze koyduğu görevler, elbette pek çok yönüyle değerlendirilecektir. Ancak bu yazının çerçevesini, seçim çalışmalarının deyim yerindeyse bir kez daha gözümüze soktuğu bir sorunla sınırlayacağız;
1- Sosyalistler, kadınların eşitlik talebine ve demokrasi ve özgürlük mücadelesine katılımına seyirci kalabilir mi? Emekçi kadınları hangi talepler etrafında örgütleyeceğiz?
2- Milyonlarca emekçi kadını hem kendi kurtuluşları hem de tüm ezilenlerin kurtuluş mücadelesi yolunda birleştirmek ve örgütlemek üzere, işçi sınıfının devrimci partisinin bu alandaki mücadele aygıtı nasıl olmalıdır?

EZİLENLERİN EZİLENİ…
İlk soruya yanıt verebilmek için önce kadının eşitsiz durumuna bir bakalım.
Öyle çok gerilere ya da uzaklara gitmeye gerek yok, ülkemizdeki resmi makamlar tarafından açıklanan bu yılın bazı rakamlarına bir göz atalım:
Nüfusun yüzde 60’ı yoksulluk sınırının, yüzde 18’i ise açlık sınırının altında yaşamaktadır ve bu yük, büyük oranda kadınların omzundadır.
19 milyon 109 bin çalışabilir durumdaki kadından 11 milyon 700 bini ev kadınıdır yani mutfak işleri ve çocuk bakımına zincirlenmiş, bir başkasının eline bakar durumdadır.
5 milyon sigortalıdan sadece 600 bini kadındır ve 7 milyon civarında çalışan kadından yaklaşık 4 milyon 200 bini tarım kesiminde ve ezici çoğunluğu ücretsiz aile işçisidir. Bunların tamamına yakını ve kentlerdeki 2,8 milyon kadın ise sigortasız ve sendikasız çalışmaktadır.
Köyü yakılan, yerinden yurdundan edilen Kürt kadınları, göçtükleri büyük kentlerde bir yandan yoksulluk ve açlıkla boğuşmakta, bir yandan da anadilini ve kültürünü özgürce kullanamamanın sıkıntılarını yaşamaktadır.
Pek çok kadın hâlâ töre ve namus cinayetlerinin kurbanıdır ve Ceza Kanunu’ndaki ilgili hükümler, bu suçları teşvik eden bir anlayışın eseridir.
Bütün kapitalist ülkelerde hatta en demokratik olanlarında bile, kadınlara vaat edilen eğitim, kültür, medeniyet ve özgürlük gibi tüm cafcaflı sözlere, erkeğe ayrıcalıklar tanıyan, kadınları aşağılayan ve küçük gören alçakça yasalar eşlik eder. Pek çok burjuva cumhuriyet, aile ve evliliği düzenleyen yasalardaki rezil ve ikiyüzlü eşitsizliği bile tamamen ortadan kaldırmaya cesaret edememiştir. Sözde kadınları “kurtaracak ve kollayacak” bütün yasalara rağmen kadın, ev kölesi olmaya devam eder; bu işler onu, mutfağa ve çocuk bakımına zincirler. Kadın, emeğini hiçbir biçimde üretken olmayan, ufak tefek, sinir bozucu, aptallaştırıcı işlerde harcamaya mahkûm edilir. Sermaye, ihtiyacı olduğu dönemlerde dışarıda çalışmaya çağırdığı kadını bir an önce ait olduğu yere(!) yani dört duvar arasına gönderme çabasından hiçbir zaman vazgeçmez.
Çünkü kapitalizmde, emekçi sınıfların kadınları iki kere ezilir. İşçi ve emekçi kadın, hem evde hem dışarıda ezilir; hem ait olduğu emekçi sınıfların bir parçası olarak sömürülür, hem de ezilenlerin ezileni olarak… En demokratik burjuva cumhuriyetlerinde bile bazı haklardan mahrumdur, çünkü hukuk onu erkeklerle eşit tutmaz. Mutfakta ve ailenin bakımında en pis, en yıpratıcı ve aptallaştırıcı işlerin tüm yükü onun sırtındadır, “eve mahkûm” edilmiştir.
Bunlar, kapitalizmin genel olarak kadına biçtiği rolün ve onu, toplumsal yaşamda nereye koyduğunun basit bir özeti. Ancak 1980’lerden sonraki gelişmeleri, emekçi kadının yaşamında neleri değiştirdiği ve daha neleri değiştirmek istedikleriyle birlikte özel olarak ele almak gerek.

KÜRESELLEŞME DAHA ÇOK KÖLELEŞME
“Yeni Dünya Düzeni”, “Küreselleşme” adı altında başlatılan uygulamalar ve saldırılar, kadınların eşitsiz durumunu ve çilekeş yaşamlarını daha da çekilmez hale getirdi ve getirmeye devam ediyor. Özelleştirme, sendikasızlaştırma, sosyal güvenlik kurumlarının tasfiyesi, sosyal yardımların kısıtlanması, kadınlara ve çocuklara yönelik sosyal programların yürürlükten kaldırılması, emeklilik yaşının yükseltilmesi, eğitim ve sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesi gibi dünya çapında bütünlüklü bir saldırıya dönüşen tüm bu uygulamalar, bir yandan işsizlik ve yoksulluğu derinleştirirken, öte yandan da işçi sınıfının dişe diş mücadeleyle elde ettiği tüm haklara karşı görülmemiş bir saldırı başlattı. Özellikle sosyal güvenlik alanında ciddi gerilemelere yol açan bu saldırılar, en fazla kadınları vurdu. Kazanılmış haklar ve sosyal güvenceler büyük ölçüde tırpanlandı.
Benzer bir süreç bizde de işliyor. Eğitim ve sağlığı adım adım paralı hale getirdiler, emeklilik yaşını yükselttiler. Kısa bir süre önce de İş Yasası’nı tamamen patronların lehine değiştirerek, insanca çalışma ve yaşama hakkına ilişkin kısmi düzenlemeleri de emekçilerin elinden alacaklarını ilan ettiler. Elbette tüm bu saldırılar ilk elden ve en fazla kadınları etkiliyor:
Devletin çocuk bakımı ve eğitimini üstlenmemesi nedeniyle bu iş tamamıyla kadının sırtındadır. Sağlık gibi artık parayla satın alınır hale gelen kamu hizmetleri, giderek daha fazla kadın tarafından evlerde karşılanır olmuştur. Aynı şey hasta ve yaşlıların bakımı için de geçerlidir. Eğitimin paralı olması öncelikle kız çocuklarının eğitimlerini yarıda bırakmalarına neden olmaktadır. Özelleştirme sonucunda ve kriz nedeniyle işten önce kadınlar atılmakta, işini kaybeden kadınlar toplumsal yaşamın dışına itilirken, işsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede kadınların iş bulma şansı da elbette daha düşük olmaktadır. Emeklilik yaşının yükseltilmesi sigortasız çalışmayı teşvik etmekte, bu da özellikle kadınları kayıt-dışı çalışmaya yöneltmektedir. Devletin eğitim, sağlık ve sosyal güvenlikten yaptığı her kısıntı, öncelikle kadınların yaşamından alıp götürmektedir.
Ayrıca yağmur gibi yağan zamlar ve eriyen ücretlerin kahrını en çok çeken, ekmek ve yardım kuyruklarında ömür tüketen, her gün daha az parayla tencere kaynatmak zorunda olan, hem ailede hem de toplumda en çok şiddete maruz kalan yine kadınlardır.
Son olarak da 1475 Sayılı İş Yasası’nda yapılması düşünülen değişiklikle kuralsız (esnek) çalıştırmanın yasalaştırılması hedeflenmektedir. Böylece kadın emeğinin, kısmi süreli işlerde, ucuz ve örgütsüz işgücü olarak daha rahat sömürülmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmak istenmektedir.

BU DURUMDAN ÇIKARI OLAN KİM?
Kadının bugün içinde bulunduğu durum aslında hem erkeği hem de kadını cinsiyetsizleştiren, ne kadını ne de erkeği karşı cinsle eşit ve özgür bir ilişki kuramaz hale getiren, her iki cinsi dolayısıyla da insanlığı utanç verici biçimde alçaltan ve aşağılayan bir durumdur.
Peki, bu durumdan çıkarı olan kim? Kadınların pek çok haktan mahrum bırakılması ve toplumsal yaşamın dışına itilmesi; bu duruma boyun eğmesi veya kayıtsız kalması kimin işine geliyor? Ya da daha doğru bir ifadeyle hangi sınıfın işine yarıyor? Şüphesiz bu durum doğrudan doğruya ezen sınıfın ekmeğine yağ sürüyor ve işçi sınıfının mücadelesini baltalıyor. Peki, o zaman kadınlar, hem kendi kurtuluşları hem de tüm ezilenlerin toplumsal kurtuluşu için mücadele etmek gerektiği fikrine nasıl kazanılacak?
Öncelikle, kadınların özgün talepleri için de mücadele ederek ve bunu asla küçümsemeyerek. Sosyalistler, kadın emeğinin özel olarak korunmasını, anne ve çocuk için sigorta hakkını, kadınların siyası haklarının tanınmasını talep eder ve ezilen cinsin çıkarlarını savunurlar: “Ev kadınlarının sosyal güvenceye kavuşturulması, isteyen her kadının çalışabilmesi, kadınların ucuz işgücü olmaktan çıkarılması ve eşit işe eşit ücret alabilmesi; hamile ve emzikli kadınlar için uygun koşulların sağlanması ve kreş hakkı; medeni kanun vb. yasalarda ayrımcılık içeren tüm hükümlerin değiştirilmesi; fuhuşa ve çocuk ölümlerine karşı mücadele; kadınların politik haklarının tanınması; konutların iyileştirilmesi; hayat pahalılığına karşı mücadele vb.”
Ancak sosyalistler hiç tereddütsüz şunu da söylemektedir: Her kim ki her türlü sömürü ve baskı ortadan kalkmadan ezilen cinse eşitlik ve özgürlük vaat ediyorsa, ikiyüzlüdür ve yalancıdır. Kadınlar, sömürü sisteminin erkeklere bahşettiği ayrıcalıkların mağduru olduğu sürece; işçiler ve emekçiler sermayenin boyunduruğundan kurtulmadığı sürece, gerçek bir “özgürlük” olamaz.
İşçi sınıfının devrimci partisi, kadınları, hem emekçi hem de kadın olarak cesaretle savundukça ve ezilen cinsin eşitliği ve özgürlüğü sorununu, işçi sınıfı davasının tali değil, asli sorunlarından biri olarak ele alıp mücadele ve örgüt planlarını buna göre düzenledikçe, kadınlar da bir o kadar istekle mücadeleye katılacak, işçi sınıfının, kadınların acil ve özgün talepleri için de mücadele ettiğini anlayacak ve güven duyacaktır.
Öte yandan partili kadınlar da ezilen cinsin sorunları ve mücadelesi için daha cesaretle ortaya çıkmak ve bu çalışmada daha ileri sorumluluklar talep etmek zorunda. Milyonlarca emekçi kadını, yaşamsal talepleri etrafında birleştirmenin ve sosyalist harekete katmanın asıl yükü, örgütlü ve bilinçli kadınların omzundadır.

ÖZEL BİR AJİTASYON VE ÖZEL PARTİ ORGANLARI
Ancak seçimler sırasında çok yakıcı bir biçimde gördük ki, işçi sınıfının devrimci partisi kadınlar içindeki ajitasyon ve mücadele aygıtını biçimlendirmek ve yetkinleştirmek zorundadır, hem de bir tek saniye bile kaybetmeden…
Hepimiz bir kez daha fark ettik ki, kadın çalışmasını profesyonel bir çalışma olarak tepeden tırnağa yeniden örgütlemek sorumluluğuyla karşı karşıyayız.
Kadınlar içindeki çalışmamız, partili kadınların değişik alanlardaki sorumluluklarının yanı sıra kerhen ilgilendikleri ve “kadın sorununa duyarlı” (bu soruna duyarsız kadın olabilir mi!) kadınların kampanya dönemleri ya da 8 Martlarda el attıkları bir alan olmaktan çıkmak, istikrarlı bir parti faaliyetinin asli bir unsuru haline gelmek zorundadır. İl örgütlerinin ilçe örgütlerine, onların da birimlere havale ettiği ama işin sorumlusunun bir türlü belli olmadığı biçimindeki bir kadın çalışmasını derhal terk etmeli, her bir bölge, il, ilçe ve birim için özelleştirilen planlar üzerinden somut görevlendirmeler yapmalı ve bunun merkezden yönlendirilmesini ve takip edilmesini güvence altına alacak bir mekanizma kurmalıyız.
Şu tartışılmaz: Emekçi kadınlar eşit hak, yükümlülük ve değere sahip üyeler olarak erkek emekçilerle aynı devrimci partide örgütlenir.
Ancak şu da tartışılmaz: Kadının eşitsiz durumu ve örgütlenmedeki geriliği, zaman içinde kendisini gereksizleştirecek de olsa özel parti organlarını zorunlu kılmaktadır.
Kadınlar yasal ve toplumsal bakımdan sınıfının en mağdur üyeleridir, yüzyıllardır baskı altına alınmış, sindirilmiş ve zulme uğramışlardır. Kadınların aklını ve yüreğini harekete geçirmek için özel bir yaklaşım, özel bir çalışma ve buna uygun bir örgütlenme gerekir. Yani özel bir ajitasyon ve propaganda ve bunu yürütecek özel organlar.
Burada, “Niye emekçileri kadın-erkek diye ayırıyorsunuz?” diye soranlar olabilir ki sıkça karşılaşılan bir sorudur bu. “Niçin emekçi kadınlar için özel broşürler, işçi kadınlar için toplantılar, konferanslar? Böyle bir çalışmanın, feministlerin, burjuva kadın hakçılarının yaptığından farkı ne? Bu, işçi sınıfını bölmek anlamına gelmez mi?”
Emekçi kadınların ve burjuva kadın hakçılarının yolları, çok uzun zaman önce ayrılmıştır. Burjuva kadın hakçıları, emekçilerin sömürülmesi üzerine kurulmuş bir dünyayı değiştirmenin değil, böyle bir dünyada yaşamlarını daha güvenli ve daha iyi bir şekilde sürdürmenin peşindedir. Oysa ezilen sınıfın kadınları, bir yandan kadın ve anne olarak ihtiyaç ve talepleri ortaya koyarken, bir yandan da sınıfının ortak davası için mücadele eder. Çünkü kadınların talepleri, işçilerin ortak davasının hayati bir parçasıdır.
Ancak işçi sınıfı, haksızlıklarla dolu bu sömürü dünyasında, kadının, sadece emeğini satan biri olarak değil, fakat aynı zamanda bir kadın, bir anne olarak da ezildiğini hemen anlayamayabilir. Erkek işçi ve emekçilerin önemli bir bölümü, sermayeye karşı verdikleri mücadeleyi kadınların yardımı olmaksızın tek başlarına başaracaklarını sanıyor olabilir. Ancak sınıfın ileri ve bilinçli unsurları, kadınların geride kalmasının, sınıf bilincinden yoksun bırakılmalarının davalarına zarar verdiğini fark etmek zorundadır. Fark etmek zorundayız ki, dünyayı ve memleketi mutfak penceresinin izin verdiği kadar görebilen, toplumda ya da aile içinde hiçbir hakkı olmayan bir kadının “kendine ait bir fikri”nin de olamayacağını görüp, gereğini yapalım. “Kendine ait bir fikri bile olamayanların”, genel mücadele çağrılarımıza cevap vermelerini ve seferber olmalarını beklemek, ne kadar gerçekçi olur? sorusuna doğru yanıt verebilelim.
Emekçi kadınlar arasındaki özel ve ayrı çalışma biçimi; onları bilinçlendirmenin ve daha iyi bir gelecek için savaşanların safına çekmenin olmazsa olmaz yoludur. Kadınları bilinçlendirmek için üstlenilen ağır ve titiz çalışma, işçi sınıfının bölünmesine değil birleşmesine hizmet eder. Bu nedenle emekçilerin, ne ayrı bir “kadın çalışmasından”, ne de kadın işçilere yönelik özel yayın organlarından ve örgütlenmelerden korkmalarına gerek var.
Kabul etmek gerekir ki “kadın erkek birlik, iş ekmek özgürlük!” sloganının bir anlam ifade etmesi için, öncelikle ezilen sınıfın kadınlarının kendi aralarında birlik olmaya ihtiyaçları var. Henüz kendi içinde birlik olamayan kadınları, bu alanda ciddi ve titiz bir çalışma göstermeksizin, sınıfının erkekleriyle birliğe çağırmak ne kadar etkili olabilir?
Sonuç olarak;
İşçi sınıfının devrimci partisinin, bu alanda ciddi ve titiz bir çalışmayı garanti altına alması için;
— Mümkün olan her yerde (il, ilçe, havza vb. düzeyde) derhal kadın çalışması sorumlularını belirlemeli ve yerel kadın çalışması planları oluşturmalıyız.
— Yerel çalışmalarımızı da güçlendirmek üzere emekçi kadınlar için ülke sathında bir “acil eylem planı” çıkarmalı ve burada yer alan talepler etrafında bloğun dinamiklerini de var gücümüzle bu sürece katmaya ve en geniş kadın kitlesini seferber etmeye çalışmalıyız.
— Bu çalışmayı kongre süreciyle birleştirmek ve kongreye, yerel kadın çalışmalarımızda ortaya koyacağımız ve zenginleştireceğimiz olumlu örneklerden edineceğimiz tecrübeler ve kazanımlarla güçlenmiş ve yenilenmiş olarak gitmeyi önümüze görev olarak koymalıyız. Ayrıca kongreden, kadınlara yönelik ajitasyon çalışmasını yürütecek özel organları belirlemiş ve seçmiş bir parti olarak çıkmayı hedeflemeliyiz.
— Yine kongrede, ülke çapında bir kadın konferansı örgütleme kararı almalı ve bu konferansı, değişik alanlardan ve bu alanların somut talepleri üzerinden mümkün olan en geniş kadın kitlesiyle (partili ve partisiz) yüz yüze geldiğimiz ve seferber edebildiğimiz; aynı zamanda günlük-yerel çalışmamızla birleşen bir mücadele platformu üzerinden örgütlemeliyiz. Yani işçi kadınların, ev kadınlarının, tarım işçisi ve köylü kadınların, kamu emekçisi kadınların ve Kürt kadınlarının (yerel özgünlükleriyle birlikte) sorunlarını tartışmasına, özlem ve taleplerini dile getirmesine ve bu talepler etrafında birleşmesine hizmet edecek yaygınlıkta örgütlenen bir kadın konferansı…
Ve elbette tüm bunları başarabildiğimiz oranda Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nun devamı ve güçlenmesi için üzerimize düşeni layıkıyla yerine getirebilmiş; halk hareketini örgütlemek gibi ağır ve çetin bir mücadeleye çok daha fazla kadının enerjisini ve yeteneğini sunmuş olacağız.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑