Bulgar faşizmi ve Dimitrov

Dimitrov; köyde kalpak, şehirde kürk diken terzi bir babadan ve köyde orak biçen, şehirde dokuma tezgâhtarlığı yapan bir anadan 18 Haziran 1882 yılında dünyaya gelir.
Dimitrov’un doğumundan kısa bir süre sonra aile önce kasabaya daha sonra da Sofya şehrine taşınmak zorunda kalır. Sekiz kardeştirler. Dimitrov, sekiz kardeşin en büyüğüdür. Geçirdiği hastalık ve daha sonra da ekonomik nedenlerden dolayı öğrenimini orta birden ikiye geçtiği sene bırakmak zorunda kalır. Ancak, okuldan uzak düşmesine rağmen okumaya ve öğrenmeye olan merakı sona ermez. Arkadaşlarının ders kitaplarını alarak eğitimini kendi olanaklarıyla sürdürmeye çalışır.
Dimitrov okulu bırakmasıyla birlikte işçilik hayatına başlamaktadır. Okumaya ve öğrenmeye olan isteği ve merakından dolayı basımevinde çırak olarak çalışmayı tercih etmiştir. O artık, oniki yaşında bir işçidir. İş yaşamına başlamasıyla birlikte eve bağlı olmaktan kurtulur ve eve yardım eden ve kendi ihtiyaçlarını karşılayan, ailesinin ve toplumun durumunu kavrama ve ona göre davranmaya başlayan birisidir.
Dimitrov onbeş yaşındayken kendisini devrimci mücadelenin içerisinde bulur. Bu mücadele, kesintisiz olarak, tam elli iki sene devam edecektir.
Bulgaristan’da Dimitrov’un çocukluk ve gençlik döneminde Marksizmin yaratıcıları, yayıcıları ve partiyi oluşturanlar, yönetenler, Dimitir Blagoev, Georgi Kirkov ve Gavril Gorgiyev’dir. Georgi Dimitrov da çok geçmeden bu önderlerin arasına katıldı ve onlardan birisi oldu.
Dimitrov gençlik yıllarında okuduğu, Çernişevski’nin “Ne Yapmalı” romanını ve romanın, dayanıklı, direngen, cesur, soğukkanlı, fedakâr ve yaratıcı kahramanı Rahmetov’u kendisine örnek alıyor. Bu roman ve kahramanı Dimitrov’un kişiliğinin biçimlenmesinde belirleyici bir etkide bulunuyor.
Dimitrov matba işçisi bir arkadaşıyla birlikte, 1896 yılında, “Kukuriku” adlı bir mizah gazetesi çıkarmaya başlıyor. Bu dergi, daha çok evangelistleri (ruhban sınıfı) eleştiriyordu. Gazete iki sayı çıkıyor. Üçüncüsünde ruhban sınıfı tarafından kapatılıyor. Eleştiriler, din adamlarına ve ruhban sınıfına yönelikti. Dergi, evangelistlerin içerisinde dalgalanmalar yarattı. Sınıfı sömüren sadece fabrikatörler, tüccarlar, toprak ağaları değildi. Bunlar içerisinde din adamları da vardı. Dimitrov  onaltı yaşına geldiğinde basım işçilerinin önde gelen sendikacılarından biriydi. On sekiz yaşındayken de Basım İşçileri Sendikası’nın sekreterliğine getiriliyordu.
1902’de, henüz yirmi yaşında bir sendikacı olarak Sosyal Demokrat partiye girdi. 1903 yılında BSDİP içinde meydana gelen ayrışmada Dar sosyalistlerden yana tavır koydu. Ve bir kısım arkadaşlarıyla birlikte oluşturduğu BSDİP’in Sofya grubunun sekreteri oldu.
Bulgaristan proletaryasının kurtuluşu için mücadeleye atılan Dimitrov aynı zamanda ailesini de bu mücadele içine çekerek devrimcileştirdi. Kardeşlerinden Konstantin Balkan Savaşı’nda, Nikola Sibirya’da siyasi sürgünde, Todor 1923 ayaklanmasından sonra, 1925 yılında Sofya’da işkencede katledildi. Konstantin’in Balkan Savaşı’nda ölmesinden sonra bu acıya dayanamayan baba Dimitir Mihaylov da öldü.
Dimitrov 1906 yılında, 24 yaşındayken, Lube Dimitrova ile evlendi. Lube İvaseviç Sırbistanlıydı ve çalışkan, yiğit, içi devrim ateşiyle yanan bir kadındı. Bu beraberlik 1933 yılına kadar devam etti. 1933 yılında Lube Moskova’da öldü. Lube öldüğünde Dimitrov Almanya’da Nazi zindanlarındaydı.
Dimitrov 1909 yılında, partinin 16. Kongresinde Merkez Komite üyeliğine seçildi. 1911’de Pernik madencilerinin grevinde ve Sofya yürüyüşlerinin başında Dimitrov vardı. Onun en önemli özelliği sendikalarla kurduğu bağ ve sendikalar üzerindeki etkisiydi. Bir işçi ve sendikacı olarak Dimitrov’un bu etkisi tesadüf değildi. Bizzat gecesini gündüzüne katarak sendikalar içerisinde yürüttüğü çalışmasından kaynaklanmaktaydı.

20. YÜZYIL BAŞINDA BULGARİSTAN

Balkan Savaşı’ndan bir yıl sonra 1913 yılında yapılan parlamento seçimlerinde Dar Sosyalistler 18 milletvekili kazandılar. Dimitrov da bu milletvekillerinin içerisindeydi. Çar Fordinstin parlamentodaki konuşmasını “kahrolsun çar, kahrolsun Monarşi” diyerek protesto eden sosyalist milletvekilleri topluca dışarı çıktılar. Parlamentoda Dimitrov kürsüyü büyük bir ustalıkla kullanıyor; işçi sınıfının çıkarlarının savunucusu olarak burjuvalara kaçacak delik aratıyordu.
Dar sosyalistler Balkan savaşlarına ve Birinci Dünya Savaşı’na karşı çıktılar. Birinci emperyalist paylaşım savaşına Almanya-Osmanlı ittifakı içerisinde yer alarak giren Bulgaristan, savaştan yenilmiş olarak çıktıktan sonra, Çar Ferdinand tahtan çekilmek ve yerini oğlu çar III. Boris’e bırakmak zorunda kalmıştı.
1918-1919’ların Bulgaristan’ında, tüm gerici burjuva partileri, tabanlarını ve inandırıcılıklarını kaybettiler. Bulgar halkının gözünde hiçbir değerleri kalmadı. Eriyen ve yok olan gerici düzen partilerinin yerini ise iki parti almaktaydı. Bunlardan birisi Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği (BHÇB), ve diğeri Bulgaristan Komünist Partisi idi. 1919 yılında yapılan seçimlerde BHÇB birinci parti ve BKP ikinci parti olarak çıktılar. Çiftçi Birliği, diğer partilerle ittifak yaparak koalisyon hükümetini kurar. Beklenen istikrarın gelmemesi üzerine 1920’de yapılan seçimlerde mevcut tablo değişmez. BHÇB yine birinci, BKP ikinci parti olarak seçimlerden çıkar. Her iki parti de önemli ölçüde oylarını artırır. BHÇB tek başına iktidara gelerek diğer partilere olan bağmılılıktan ve ihtiyaçtan kurtulur. Komünist Partisi, Çiftçi Birliği’ne destek vermez. Çiftçi Birliği kendisini tek siyasal güç olarak görür ve KP’yi önemli bir rakip olarak ilan eder. BHÇB’nin iktidarı, komünist parti militanları, taraftarları, ve çevresine yönelik bir terörü ve tutuklamalarla birlikte parti binalarına, lokallerine, derneklere abluka uygulamayı ve yasak koymayı beraberinde getirir. Çiftçi Birliği homojen bir örgüt değildir. Köylülüğün tüm kesimlerinin temsilcisi durumundadır. O daha çok kır burjuvalarının çıkarları doğrultusunda davranmaktadır. Bununla birlikte ilerici muhtevaya sahip kanunlar da çıkarmaktadır ve bu tür kanunları, komünist partisi desteklemektedir.
BHÇB içerisindeki zengin köylülüğün temsilcileri olan sağcılar, esas olarak komünistler ile ilişkilerinin gergin ve çatışmalı olmasını isteyen ve bunun zeminini yaratan kesimdir. Aynı durumu şehir burjuvaları, askeri kesim ve Çar Boris de istemekte ve bilinçli olarak iki siyasi gücün çatışmasını körüklemektedirler.
Gelişmelerin böyle cereyan etmesi işçilerle köylülerin arasını açmakta ve bu iki emekçi tabakayı birbirine düşman etmektedir. Çatışmalı durum, işçilerin ve köylülerin birleşik cephesinin yaratılmasının önüne set çekmektedir. Yaşanan olayları çok iyi bir biçimde değerlendiren, burjuvazi-saray-askeri birlik ittifakı 9 Haziran 1923 faşist darbesini gerçekleştirir. Böylece Bulgaristan’da, bir monarşist faşist diktatörlük kurulur.
Monarşist faşist diktatörlük tüm ülkede terör estirir. İşçi-köylü ve tüm emekçi tabakaları zorla susturmaya ve teslim almaya çalışır. İşçiler ve köylüler birçok bölgede faşist saldırıya karşı silahlı bir şekilde direnmeye başlarlar. Çiftçi Birliği lideri Stamboliski bu çatışmalar içerisinde öldürülür.
Bulgaristan Komünist Partisi, 9 Haziran 1923 faşist darbesini yansızlıkla karşılar. Tarafsız kalmasının nedenini, “kır ve şehir burjuvalarının çatışması” tespiti üzerine oturtur. Bu hatalı belirleme, çatışmaların fiilen dışında kalmayı beraberinde getirir. Partinin bu politikasına rağmen, tabanda işçiler, köylülerle birlikte kimi yerlerde çatışmalara girmektedirler. Hatta komünist partisinin militanları birçok bölgede, parti politikasına rağmen, işçi ve köylülerle birlikte Çiftçi Birliği üyeleri ile omuz omuza faşistlere karşı savaşırlar. Partinin bu hatalı tutumu uzun bir süre devam eder. Bir taraftan da, parti içerisinde yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Ama bu tartışmalar yansızlık politikasının terk edilmesini önlemeye yetmemektedir. Partinin hatasında inatçı bir şekilde ısrar etmesinde BHÇB ile daha önceden yaşanan çatışmalar ve BHÇB’nin komünistler üzerinde estirdiği terör belirleyici olmaktadır.
Sorunun çözülememesi ve yanlış politikanın terk edilmemesi üzerine Komintern sekreteri Vasil Kolarov ülkeye gelmek zorunda kalır. Vasil Kolarov’un yoğun mücadelesi ve uğraşları sonucu, parti, Ağustos ayının başlarında hatalı tespitinden vazgeçer ve silahlı halk ayaklanması kararını alır.
Ayaklanmayı yönetmekle Vasil Kolarov, Dimitrov ve Gavril Genov görevlendirilir. 23 Eylül 1923’de başlatılan ayaklanma yedi gün sonra yenilgiyle biter. Yenilginin sonrasında Dimitrov ve Kolarov, yoldaşlarıyla birlikte yurt dışına çıkarlar. Yurt dışında halka ve partiye yönelik bir açık mektup yayınlarlar. Bu mektuplarında halktan ve yoldaşlarından başlarını eğmemelerini ve dik tutmalarını isterler. Ayaklanmanın yenilgisinde birçok şeyin yanı sıra en önemli faktör işçilerin ve köylülerin birlikteliğinin sağlanamaması, partinin hatalı ‘yansızlık’ tutumu, BHÇB ile KP arasındaki ilişkilerin bozukluğu ve bunun tam olarak otadan kaldırılamaması, parti örgütünün ayaklanmaya göre hazırlanamaması ve buna uygun bir örgütlenmeyi başaramaması gibi nedenler vardır ve bu aynı hatalar, parti örgütü kadar sendikalar için de geçerlidir. Partinin başından beri yığın örgütlerinde iyi bir çalışması, ideolojik, siyasal etkisi örgütsel gücü ve yapısı olmasına rağmen, işçi sendikalarını harekete geçirip ayaklanma için seferber edememesi partinin durumunu somut olarak ortaya koyuyordu. Partinin içinde bulunduğu durum sendikaları direk olarak etkiliyor ve orada da yansımasını buluyordu.
Faşizme karşı ilk antifaşist halk ayaklanması özelliğini taşıyan Eylül 1923 ayaklanmasının yenilgisinden sonra, komünist partisi illegale çekildi. 1924 yılının Mayıs ayının ortalarında Vitoşa dağında yaptığı ilk gizli konferanstan sonra, partizan savaşının devam etmesi ve ikinci bir ayaklanmaya hazırlanma ve gerçekleştirme kararını aldı. Yürütülen partizan savaşı sonrasında istenilen amaca ulaşılamadı. Partizan savaşı kitle mücadelesinin yükselmesine, kitlelerin partizan savaşına katılmasına yol açmıyor tam tersine kitlelerin partizan savaşından uzaklaşması yaşanıyordu. Faşist diktatörlük kitle bağlarını güçlendiriyor ve yoğun bir terör estiriyordu. Bu durum parti içerisinde yoğun tartışmalara  neden oluyordu. Partide ve askeri örgütlenmede etkin olan sol sekterler, ikinci ayaklanma kararında direniyorlardı. 1925 Nisanında parti her düzeyde ağır kayıplar verdi, ağır operasyon ve katliamlarla karşı karşıya kaldı. Tüm bu gelişmelerden sonra, ikinci ayaklanmadan ve partizan savaşından vazgeçti. Buna bağlı olarak geri çekilme kararı aldı. Bütün bu kararlar, 1925 yılının yazında Moskova’da gerçekleştirilen konferansta alındı.
Geri çekilme kararından yaklaşık bir yıl sonra, merkez komitesi genişletilmiş toplantısı Eylül 1926 da Viyana’da yapıldı. Bu toplantıda, geri çekilme kararı kaldırıldı. Parti, yeniden, halk yığınlarıyla ilişkilerin yenilenmesi, karşı saldırıya geçme, emek blokunu yaratma kararlarını alıyordu.

FAŞİZME KARŞI YENİLGİDEN ZAFERE
Emek Bloku’nun oluşturulması çalışmalarına başlanmasıyla birlikte parti atağa geçti ve yeni açılımları yaratmanın yolunu açtı. Faşist diktatörlük her yönüyle komünist partisini mücadele alanından silmek ve dar bir alana hapsetmek istiyordu. Parti, diktatörlüğün bu oyununu bozdu. 1926 sonları ve 1927 başlarından itibaren yasaklanan İşçi Sendikaları Birliği’nin yerine bağımsız sendikalar birliğini, yasadışı öncü partinin legal biçimi olarak İşçi Partisini, günlük işçi gazetesini, Komsomol örgütlenmesinin legal açılımı olarak İşçi Gençler Birliği’ni (RMS) devreye soktu. Bu oluşumlar diktatörlüğün politikalarını boşa çıkardı. Emek Cephesinin yaratılmasına tüm küçük burjuva ve sosyal reformist güçler karşı geliyordu. Bu alanda işçi sınıfının siyasi oluşumu olarak işçi partisi tüm yükü omuzlarında taşıyordu.
İşçi partisi 1931 yılında yapılan yerel seçimlerde Sofya belediye başkanlığını kazandı. Dimitrov bütün bu başarıları, “uluslararası proletaryanın başarısı” olarak adlandırıyordu. Monarşist faşist diktatörlük komünistlerin bu başarısını hazmedemiyor ve komünist Sofya Belediye Başkanı’nı görevden alıyordu.
Komünist partisi Aralık 1927-Ocak 1928 yılında Berlinde ikinci gizli konferansını gerçekleştirdi. 1928 yılında sol sekterler MK genel kurulunu toplamayı ve çoğunluğu ele geçirmeyi başardılar. Sol sekterlerin partinin yönetiminden uzaklaştırılması ancak 1935 yılında gerçekleşecekti. Sol sekterlerin engelleyici ve zarar verici tutumlarına rağmen, komünist partisinin öncülüğünde, işçi sınıfının legal partisi mücadelesini başarıyla yürütüyor ve kitleler içerisinde önemli bir yer kazanıyordu. Sol sekterler işçi partisinin başarılarından kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmayı da ihmal etmediler.
Monarşist faşist diktatörlüğün 1934 yılında İşçi Partisi’ni yasaklamasıyla birlikte, fiilen iki yasadışı parti oluştu. 1938 yılında bu iki parti, Bulgaristan İşçi Partisi adıyla birleşti.
Uluslararası proletaryanın seçkin bir önderi olarak Dimitrov, enternasyonal görevlerini de eksiksiz yerine getiriyordu. O kominternin yürütme kurulu (KEYK) üyeliği, Balkan Komünist Partileri Federasyonu sekreterliği, Batı Avrupa Bürosu yöneticiliği, Orta Avrupa ülkeleri sekreterliği, Komintern Genel Sekreterliği olmak üzere hemen hemen her kademede sorumluluklar üstleniyordu. Dimitrov sadece Komintern’de değil aynı zamanda Kızıl Sendikalar Enternasyonali’nin (Profentern) icra kurulu üyelerindendi.
Uluslararası planda faşizmin güçlendiği ve geliştiği dönemde, faşizme karşı yürütülen savaşta o, dünya komünist partisinin sekreteri olarak, SBKP Genel Sekreteri Stalin’le birlikte omuz omuza çarpışıyordu. O, aynı zamanda faşizmin sınıf temelini ve dayanaklarını parlak bir şekilde ortaya koyarak çözümlüyordu. Dimitrov yükselen faşizmin durdurulması, geriletilmesi, yenilgiye uğratılması, iktidardan indirilmesi, faşist diktatörlüklerin tepe takla edilmesi mücadelesinde statik ve şabloncu davranmıyordu. Her ülkenin özgül koşullarını, faşizmin geliş ve oluşum biçimine bağlı olarak işçi sınıfının önderliğinde Proleter Birleşik Cephenin bir biçimi olarak, Faşizme Karşı Birleşik Halk Cephesi’nin yaratılması fikrini ortaya atıyordu. Her ülkenin kendi koşulları bu cephelerin oluşturulmasında belirleyici olacaktı.
1 Eylül 1939’da faşist Almanya’nın Polonya’ya saldırması ile birlikte İkinci Dünya Savaşı başladı. İkinci paylaşım savaşının başlamasıyla, Bulgaristan’daki faşist diktatörlük, Almanya ile ilişkilerini geliştirerek Mihver Devletleri (Almanya-İtalya-Japonya) içinde yer almak istedi. Dimitrov ve Bulgar komünistleri Bulgaristan’ın faşist kampın dışında kalmasını, Sovyetler Birliği ile ittifak oluşturmasını istiyorlardı. Sovyetler Birliği’nin ve Bulgar komünistlerinin tüm uğraş ve mücadelesine rağmen, Bulgar faşist diktatörlüğü Mihver devletler kampına giriyor ve Almanya ile anlaşma (Mart 1941) imzalıyordu. Bu antlaşma ile birlikte 600 bin Alman işgalci birlikleri Bulgaristan’da üstlendi ve Balkan ülkelerine buradan saldırdı. Bulgaristan, fiilen Almanya’nın işgali altına girmişti. Ülke, ekonomik, siyasi, askeri olarak Almanya’ya bağlanmıştı. Sivil ve askeri sanayi Nazi ordularının ihtiyaçlarını karşılayan bir yedek depo haline getirilmişti.
22 Haziran 1941’de Nazi Almanya’sının sosyalist anayurda, Sovyetler Birliği’ne saldırması ve savaşın anti-faşist savaş olarak niteliğinin belirginleşmesi ile birlikte, Bulgaristan İşçi Partisi ülkenin faşist işgalden kurtarılması ve bağımsızlığını kazanması amacıyla ikinci partizan savaşını başlattı. Parti, partizan savaşının başlatılmasından bir yıl sonra (Temmuz 1942) Vatan Cephesini de yaratıyordu. Vatan Cephesi, Halk Cephesi’nin daha genişletilmiş bir biçimiydi. Vatan Cephesi fikrinin sahibi de Dimitrov’du. SSCB Kızıl Ordu’sunun işgalci Nazi ordularına indirdiği her darbe, Avrupa ve Balkanlarda olduğu gibi Bulgaristan’da da partizan savaşını direk olarak etkiliyor ve partizanlar bu üstün moral gücüyle Nazilere ağır darbeler indiriyordu.
Faşist diktatörlük, 1944 Haziran’ında Almanya’nın savaşı kaybedeceğini anlamasıyla birlikte hükümet değişikliğine giderek komünistleri aldatma yolunu seçti. Yeni oluşturulan hükümette komünistlere iki-üç bakanlık vereceklerdi. ABD ve İngiltere’nin bir planı olan bu hileye birçok komünist partisi düşmüştü. Bu hataya düşen partiler, iktidar perspektifi ile hareket etmiyorlardı. Arnavutluk Emek Partisi önderi Enver Hoca ve Dimitrov, bu hileye düşmeyen ve bu oyunu boşa çıkartanların başında geliyorlardı. Enver Hoca; “Savaşmak isteyen demokratik cephenin saflarına gelir, onun programını kabul eder, belirleyici olan Demokratik Cephe’dir” derken, Dimitrov; “bunun yerine, Vatan Cephesi hükümet olmalıdır” diyordu ve bu hükümete girmeyi reddediyordu.
Kızıl Ordu’nun faşist orduları önüne katıp kovaladığı ve Bulgaristan sınırına dayandığı günlerde, Bulgaristan İşçi Partisi 9 Eylül 1944 ayaklanmasını gerçekleştiriyor ve iktidar, Dimitrov’un öngördüğü gibi, Vatan Cephesi’ne geçiyordu.
9 Eylül 1944 Ayaklanmasının Bulgaristan’da zafere ulaşmasından sekiz ay sonra, 7 Mayıs 1945’de Kızıl Ordu, faşizmin başkenti Berlin’e orak-çekiçli kızıl bayrağı dikerek, faşizm karşısında kesin zaferini ilan ediyordu. Faşizm karşısında kazanılan zaferin Dimitrov açısından çok daha farklı bir anlamı vardı. Bu Dimitrov açısından ikinci zaferdi.
Hitlerci faşistlerin komplosuyla karşılaşan ve Alman Reichstag’i kundakladığı iddiasıyla yargılanan Dimitrov, bu faşist komployu, olağanüstü güçteki savunması ile boşa çıkartmıştı. Bir yıl Nazi zindanlarında kaldıktan sonra Berlin havalimanından uçağa binerken, faşist polis şefinin söylediklerine karşılık olarak Dimitrov, “yine geleceğiz ve bu sefer daha farklı olacak” demişti.
9 Eylül Ayaklanmasının başarıya ulaşmasının ve faşist diktatörlüğün yıkılmasının ardından Vatan Cephesi’nin iktidara gelmesi, bütün sorunların bittiği anlamına gelmiyordu. Vatan Cephesi’nin dışında kalan sömürücü sınıfların çıkarlarını savunan karşı devrimci muhalefet Vatan Cephesi hükümetine karşı bayrak açmış durumdaydı. Bu karşı devrimci siyasi mihrak, esas olarak, ABD-İngiltere ittifakına sırtını dayıyor ve onların desteğini alıyor; Nazi işbirlikçilerini ve faşistleri kendi bünyesinin içerisine alarak Vatan Cephesi’nin karşısına dikiliyordu. Böyle bir karşı duruşla, aynı zamanda, Vatan Cephesi’nin içerisinde çatlaklar yaratmayı, onu bölmeyi ve güçten düşürmeyi amaçlıyordu.
Vatan Cephesi’nin içerisindeki Çiftçi Birliği, Sosyal Demokrat Parti ve Zveno grubu üyesi sağcı unsurlar Vatan Cephesi’ni bölmeyi başaramayınca, kendi partilerinden de ayrılarak, karşı devrimci muhalefetle birleştiler ve onun başına geçtiler. Bunlar, seçimlerin yapılmasını engellemeyi ve uygun bir zamanda çıkış yapmayı düşünüyorlardı. Seçimlerin geciktirilmesini başardılar, ama yapılmasını engelleyemediler.
Böyle bir dönemde SSCB’den yurda dönen Dimitrov, halk tarafından büyük coşku ile karşılandı. 18 Kasım 1945 seçimlerinde Vatan Cephesi’nin Sofya listesinde Dimitrov birinci adaydı. Seçimlerden Vatan Cephesi güçlenerek çıktı ve büyük başarı elde etti.
8 Eylül 1946’da yapılan referandumda ise, halk monarşiyi reddetti ve Halk Cumhuriyeti’ni benimsedi. Kasım 1946’da yapılan seçimlerde Vatan Cephesi muhalefeti ezdi ve büyük bir zafer kazandı.
Vatan Cephesi’nin başarılarında Bulgaristan İşçi Partisi’nin belirleyici bir rolü vardı. Partinin karşı devrimci muhalefete karşı izlediği uzlaşmaz çizgi ve her alanda gerici, faşist odakların dağıtılması, ezilmesi ve yenilmesi, Vatan Cephesi’nin birliğini daha da pekiştiriyor ve sağlamlaştırıyordu. Partinin yönlendiriciliği, yöneticiliği ve öncülüğünde halk cumhuriyetinin yaratılması, sosyalizmin yolunun açılması, aynı zamanda Vatan Cephesi’ni siyasi partilerin ortaklığı olmaktan çıkartıyor ve gerçek anlamda bir iktidar organı yapıyordu.
Karşı devrimci muhalefetin yenilgiye uğratıldığı Kasım 1948 seçimlerinde Vatan Cephesi oyların % 93’ünü aldı. Vatan Cephesi içerisinde de en çok oyu komünistler kazanıyordu. Dimitrov, Vatan Cephesi tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi. Komünistler tek başına  hükümeti kurabilecek güçte olmalarına rağmen, Dimitrov böyle yapmadı. Vatan Cephesi içerisindeki diğer siyasi oluşumlarla birlikte hükümeti kurdu. Dimitrov’un antifaşist güçleri birleştirici ve kapsayıcı politikası, Vatan Cephesi içerisindeki partilerin birliğinin sağlanmasında belirleyici oluyordu. O, kime vuracağını ve kiminle birleşeceğini biliyor ve zamanlamasını da mükemmel ayarlıyordu. Dimitrov’un savunduğu birlik ne idüğü belirsiz bir birlik değildi. O, belirli amaçların gerçekleşmesi için birlikten yanaydı. Bunun somut ifadesi Vatan Cephesi’nin programının benimsenmesi ve bu program etrafında birleşmekti.
Vatan Cephesi’nin 42.765 üyesi ve 4.762 komitesi vardı. 3 Şubat 1948’de yapılan 2. Kongre’ye Vatan Cephesi’ni oluşturan yığın örgütlerinin ve partilerin 1.105 delegesi katıldı. Kongre, Vatan Cephesi’nin demokratik, antiemperyalist, yurtsever bir güç olarak birleşik halk kuruluşu ve siyasi örgütü olmasına oy birliği ile karar verdi. Vatan Cephesi ilk oluşumunda bir koalisyon görünümündeydi, partiler komitelerde eşit olarak temsil ediliyorlardı. Ama seçilmiş yönetim bu görünümü ortadan kaldırdı. Koalisyon sona erdi, örgüte dönüştü. Kongrede Vatan Cephesi’nin programı değiştirildi, sosyalizmi hedefleyen bir programa sahip oldu. Dimitrov, Kongre tarafından Vatan Cephesi’nin başkanlığına getirildi.
Vatan Cephesi’nin 2. Kongresi’nden sonra, Ekim 1948’de, SDP kendisini fesh etti ve BİP’e katıldı. Çiftçi Birliği, sosyalizmi benimsedi ve Vatan Cephesi’nin programını kabul ederek siyasi varlığını sürdürdü; Şubat 1949’da Zveno grubu, kendi varlığına son vererek Vatan Cephesi’nin programını kabul etti. Aynı şeyi Mart 1949’da Radikal parti yaptı.
Dimitrov, Bulgaristan İşçi Partisi’nin, adını değiştirip Komünist Partisi ismini aldığı Aralık 1948’de yapılan 5. Kongresine sunduğu raporda, partinin verdiği mücadeleyi ve geçirdiği evreleri derli toplu bir biçimde ortaya koyuyor ve gelecekte izlenecek rotayı belirliyordu. Bu Kongre’de Dimitrov, Parti Genel Sekreterliği’ne getiriliyordu.
İlerlemiş yaşına ve hastalığına rağmen Dimitrov, odasına kapanıp kalmıyordu. Ülkeyi bir baştan öbür başa gezerek, emekçilerin iktidarlarında, partilerinin öncülüğünde sosyalizmi inşa edişlerini gözlemliyor ve onlarla içiçe yaşayarak sorunlarını dinliyor ve içten sohbetler yapıyordu.
1949 başında Dimitrov tedavi amacıyla Sovyetler Birliği’ne gitti. Ama yakalandığı verem hastalığından kurtulamadı. 2 Temmuz 1949’da Moskova’daki Boroviça Senatoryumunda mücadelelerle ve başarılarla dolu yaşamı son buldu.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑