Çok değil, bundan bir-iki ay kadar önce ülke gündemine girdi GDO’lu pirinç tartışması. Ama Mayıs ayının ilk haftalarında, bomba gibi açıklamalarla gündemde kendine dikkate değer bir yer edindi. Olayı kısaca hatırlayalım. Nisan ayı başlarında Mersin Limanı’nda bir Mersin Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü’nün operasyonu sonrasında, yurtdışından pirinç ithal eden üç firmanın yetkilisi sekiz kişi tutuklanmış, pirinçlerin GDO’lu olmadığı yönünde yapılan itiraz sonrasında, firma yetkililerinden biri hariç diğerleri serbest bırakılmıştı. El konulan pirinçlerden alınan örnekler TÜBİTAK’ın Ankara’daki laboratuarlarında analiz edildi. TÜBİTAK raporunun aslına ulaşamasak da, gazetelerden, TÜBİTAK raporuna göre, bu pirinçlerin GDO içerdiğini öğrendik. Firmaların itirazı üzerine alınan örnekler bazı üniversitelerin ilgili laboratuvarlarına ve TÜBİTAK’a gönderildi. İşte kıyamet de bundan sonra koptu.
İstanbul Teknik Üniversitesi Dr. Orhan Öcalgiray Moleküler Biyoloji- Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezi’nin (İTÜ-MOBGAM) 22 Nisan 2013 tarihli raporu, bu pirinçlerde, ABD kaynaklı GDO’lu pirinçlere özgü LLRICE601 geni ile Çin kaynaklı BT63 geninin tespit edildiğini ortaya koydu. Daha sonra medya aracılığıyla İTÜ-MOBGAM raporu üzerinden tartışmalar başladı. 11 Nisan 2013 tarihli Hürriyet web gazetesinin haberine göre , Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker pirinçte GDO olmadığını, güvenle tüketilebileceğini beyan ederken, Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı, Tekirdağ’da da GDO’lu pirinç ithalatı yapıldığı ve pirinçlere el konulduğunu açıkladı. Mehdi Eker, dünyada GDO’lu pirinç ticareti yapılmadığını ve tespit edilen GDO’nun bulaşıklıktan kaynaklandığını öne sürdü. İTÜ raporunun kamuoyunda duyulması ile birlikte İTÜ laboratuvarlarının akredite olmadığı yönünde söylentiler de yayılmaya başladı ki, bu bilgi doğru değildi. 8 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğü’nden yapılan bir açıklama ile İTÜ-MOBGAM’ın 22 Nisan 2013 tarihli raporunun geçersiz olduğu kamuoyuna duyuruldu. İstanbul Teknik Üniversitesi bu rapor konusunda bir soruşturma başlatmış ve bir heyet oluşturmuştu. Duyuruya göre, heyet GDO incelemesine ilişkin verilen raporlardaki sonuçların, “süreçteki usul ve deneysel kurgu hataları” nedeniyle teknik olarak geçersiz olduğunu bildirmişti. Bu heyetin kimlerden (hangi uzmanlardan) oluştuğu kamuoyuyla paylaşılmamaktadır. Aynı gün, İTÜ-MOBGAM Müdürü Doç Dr. Alper Tunga Akarsubaşı’nın soruşturma neticesinde açığa alındığı duyuldu. Ana akım medya, İTÜ raporunun yalanlandığı ve pirinçte GDO olmadığı yönünde haberler yaptı. Oysa heyetin raporu, İTÜ raporunun usul yönünden ve deneysel kurgu hataları nedeniyle geçersiz olduğunu vurgulamaktaydı. Heyet, deneyleri tekrarlayarak, pirinçte GDO olmadığını söylememekteydi. Doç. Dr. Alper Tunga Akarsubaşı, bu konuda, bildiğimiz kadarıyla sessizliğini korumaktadır. Mersin Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma ile ilgili olarak da gizlilik kararı bulunmaktadır.
*
Peki İTÜ raporu ne söylüyordu ve Rektörlük neden bu rapor konusunda bir soruşturma açtı?
İTÜ-MOBGAM tarafından 22 Nisan 2013 tarihi ile açıklanan rapora http://media.dunyabulteni.net/file/2013/itu-gdo-mersin-analiz-ll601.pdf web adresinden erişim bulunmaktadır. Raporu incelediğimizde, analizlerin Avrupa Birliği Referans Standartları ile İSO’nun ilgili standartlarına göre yapıldığının beyan edildiğini görüyoruz. Elbette deneylerin nasıl yapıldığını görmediğimiz için raporda yazılı beyanlara uyulduğunu varsayıyoruz. Rapora göre, Savcılık’ın Merkez’e yolladığı pirinç örnekleri ABD kaynaklı LLRICE601 adlı GDO’lu pirinç türüne ait spesifik DNA dizilerini içermektedir. LLRICE601, ABD’de geliştirilmiş GDO’lu pirinç türlerinden LLRICE ailesinin bir üyesidir. LLRICE601, uzun taneli, genetiği ile oynanmış bir pirinç türüdür. Bir tür herbiside (zararlı bitkileri yok eden ilaç) karşı direnç gösterebilmesi için genetiği ile oynanmıştır. Bayer tarafından geliştirilmiştir.
Raporda da belirtildiği üzere, ABD, LLRICE601 ve LLRICE604 türlerini onaylamamıştır. 2006 yılında, Bayer, LLRICE601’in bir cins uzun pirince bulaştığını bildirmiştir. Yine raporda yazıldığı gibi, ABD Tarım Bakanlığı’nın yaptığı bir araştırma, ABD’de üretilen pirinçlerin %30’luk bir kısmına LLRICE ailesinden LLRICE601, 604 ve 62 isimli GDO’lu pirinç türlerinden bulaşma olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle, Bayer, çiftçilere rekor miktarda tazminat ödemiştir.
Yine pirinçlerde tespit edilen Bt63, böceklere karşı dayanıklılık için genetiği değiştirilmiş bir pirinç türüdür. Çin’de geliştirilmiştir. Böcekler için toksik etki gösteren, yani böcekleri zehirleyen Bt63 geninin protein ürününü üretmektedir. Bu tür pirincin alerjik tepkimelere yol açtığı yönünde çalışmalar bulunmaktadır ve pek çok ülkede bu pirinç türü yasaklanmıştır.
Bunlara ek olarak, 2007 yılında yapılan bir araştırma, GDO’lu pirinç ile (bir çeşit lektin içeren) doksan gün boyunca beslenen sıçanlar ile kontrol grubu arasında kan kimyası, bağışıklık cevabı ve sindirim sistemi bakterileri bakımından farklılık olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yazarlar, araştırmanın sonuçlarının GDO’lu pirinç ile beslenen farelerde olumsuz etkileri gösterdiğini, ancak GDO’lu gıdaların güvenliği konusunda kesin bir karara varılması için yetersiz olduğunu ifade etmişlerdir. Bunun için daha uzun süreli çalışmalar gereklidir.
Yine 2008 yılında yapılan çalışma ile Bt içeren pirinç ile beslenen sıçanlarda sindirim sisteminde koliform türü bakterilerin daha fazla bulunduğu ortaya çıkarılmıştır. Ancak araştırmacılar bunun Bt toksini nedeniyle olmadığı yönünde görüş bildirmiştir .
Yine Bt toksini üreten GDO’lu pirinçlerle beslenen sıçanlarda yapılan bir başka çalışma, hem GDO’lu pirinç ile beslenen sıçanlarda, hem de normal pirinç ile beslenen sıçanlarda Bt proteinine özel bağışıklık cevabının görüldüğünü, sıçanların bağışıklık sisteminin çok küçük miktarlardaki Bt proteinine bile hassas olduğunu gösterdi. Kontrol sıçanları, diğer sıçanların toz halindeki yemlerinden gelen tozları soluyarak bağışıklık cevabı geliştirmişti.
Araştırmacılar, makalede, bu tür deneyleri yaparken, kontrol grubu sıçanları ile test grubu sıçanlarını bir arada tutmamak gerektiğini, bu proteinlerin ufak dozlarının bile sıçanlarda alerji cevabı yaratabildiğini ve potansiyel “yabancı” proteinlerin dünya pazarlarına sokulmadan önce yapılacak hassasiyet, alerji vb. testlerin çok dikkatlice tasarlanması gerektiğini vurgulamıştır.
*
İTÜ Rektörlüğü, böyle önemli bir konuda, hangi usül ve deneysel kurgu hataları nedeniyle raporun geçersiz olduğunu kamuoyu ile paylaşmamaktadır. Bu da, iktidarın ve firmaların iddiaları üzerine soruşturma açan Rektörlüğün kendi heyetinin bulgularına gölge düşürmektedir. Buna ek olarak, TÜBİTAK raporları ile diğer kuruluşlara yaptırılan raporlar da kamuoyu ile paylaşılmamakta ve bir dezenformasyon süreci yaşanmaktadır. Böylesi önemli olaylarda kafalardaki şaibelerin kalkması için, tüm raporların, heyet/uzman bilirkişi görüşlerinin kamuoyu ile bilimsel ve şeffaf bir biçimde paylaşılması gereklidir. İktidarın bilimsel bir rapora, üniversiteye müdahalesi olağanlaştırılmaktadır. Ancak sürecin gelişimi ve Rektörlüğün Bakanlığın açıklamalarından sonra aldığı tutum ve İTÜ-MOBGAM Müdürü’nün günah keçisi olarak açığa alınışı, tarihimizden tanıdık hikayeleri aklımıza getirmektedir.
İTÜ-MOBGAM’ın raporu gerçekten yanlış da olabilir, ancak bu usül hataları, deneylerdeki eksik kurgular daha önce neden fark edilmedi ve soruşturulmadı? MOBGAM, ilk defa Savcılığın isteği üzerine GDO analizi yapan bir kuruluş değil. İTÜ-MOBGAM, sanayiye ve İSKİ gibi kuruluşlara sürekli analizler yapan ve akredite edilmiş bir merkez. MOBGAM’ın web sayfasında, bu olaylardan sonra, GDO analizine dair herhangi bir bilgiye rastlayamadık; ancak bu olaylar öncesinde, bu konuda web sayfasında bilgilendirme yazılarının olduğunu ve bu olay sonrasında web sayfasından kaldırıldığını öğrendik. Bakanlık ve İTÜ Rektörlüğü, İTÜ-MOBGAM Müdürü’nü açığa alarak bu sorunu (!) çözeceklerini düşünüyorlar. Merkez, Rektörlüğe bağlı bir merkez ve Merkez Müdürü atama ile işbaşına gelmiş. O halde, ileri sürülen bu usül ve deneysel kurgu hataları gerçekten var ise, Rektörlüğün bu olayda hiç mi sorumluluğu yok? Böylesi bir hata var ise, bu, yine de, iktidarın üniversiteye bu şekilde bir müdahalesini haklı çıkarır mı?
*
Bu, ülkemizde ilk defa yaşanan bir olay değil aslında. Biz, bunu, Çernobil faciasından sonra, dönemin tek kanallı televizyonunda radyasyonlu çayları “afiyetle” içerek halka örnek (!) olan ANAP döneminin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral’da yaşamıştık. O dönem de, çayların radyasyonlu olduğu ve imha edilmesi gerektiğini vurgulayan bilim insanları yok sayılmıştı. Çok yakınlarda, bunu, Dilovası raporunu gündeme getirdiği için itibarsızlaştırılmaya çalışılan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na yapılanlarda gördük.
*
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker pirinçlerin GDO’lu olmadığını, GDO’lu pirincin ticaretinin yapılmadığını, yapılan analizlerde çıkan GDO’nun çeltiğe olan bulaşıklıktan kaynaklandığını öne sürmektedir. Dünyada GDO’lu pirinç üretiminin resmi olarak deneme tarlalarında yapıldığı bilinmektedir. Ancak Çin ve ABD kaynaklı GDO’suz pirince GDO bulaşması vakalarının sayısı oldukça yüksektir. Bunun dışında, Çin’de ve Hindistan’da kayıtdışı GDO’lu pirinç üretimi yapıldığı yönünde yayınlar da bulunmaktadır. Kaldı ki, deneme tarlalarından GDO’lu tahıllara aktarılan özel genler, normal tahıl üretilen tarlalara da yayılabilmektedir. Kontaminasyon, yani bulaşıklık, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Polenlerin rüzgar ya da böcekler yoluyla tarladan tarlaya taşınması, bunun yalnızca başlangıcını oluşturmaktadır.
2010 yılı Ağustos ayında, İrlanda Hükümeti yanlışlıkla yasaklı GDO’lu mısır tohumlarının ekimini yaptığını fark etmiş ve daha polen aşamasına gelmeden bu bitkiler itlaf edilmişti . Tarım, Balıkçılık ve Gıda Bakanlığı’nın yaptığı rastgele testlerde, her bin bitkiden üçüne bu GDO’lu mısır türünün bulaştığı tespit edilmişti . Yine 2010 yılında, Almanya’da, Monsanto firmasına ait GDO’lu mısır yaklaık 3000 hektarlık bir alanda yedi farklı eyalette tespit edildi. Almanya’da GDO’lu tahıl ekiminin yasak olduğunu hatırlatmamızda fayda var. 2005 yılında ise, İspanya’da yaşanan polen sızıntısı vakası ile, GDO’lu bir mısır türü olan MON810’un izinli ekim alanlarından organik ve geleneksel tarım yapan yüzlerce çiftçinin ürününe bulaştığını biliyoruz .
Bunun gibi bir sürü vakayı bilimsel yayınlardan çok, Greenpeace, GDO karşıtı sivil toplum kuruluşları vb. raporlardan öğreniyoruz. Alan, karmaşanın ve çatışmaların fazlaca bunduğu bir alan olduğu için, bilimsel yayınlarda bu konudaki makalelere diğer konulara oranla az sayıda rastlanmaktadır. Hem bu konudaki araştırmalara fon bulmak zor olduğu için, hem de tekellerin karşısına böylesi bir araştırma ile çıkmak hem güç, hem de cesaret gerektirdiği için. 2001 yılında Nature’da, University of California, Berkeley’den Ignacio Chapela’nın yayınladığı çalışmada, Meksika’da Oaxaca bölgesinden arazilerde, eser miktarlarda GDO’lu mısıra rastlandığını ortaya çıkarttı. Ancak Chapela’nın çalışması da hemen ciddi eleştiriler aldı ve karşı duruşlara sahne oldu. Chapela, deneylerindeki hataları kabul etti, ama teorisini savunmaya devam etti. Daha sonra, aynı konuda yapılan çalışmalardan farklı farklı sonuçlar çıktı. Yani bilim, bu konuda bir ortak karara henüz varamadı .
Yani Mehdi Eker’in bulaşıklık diye açıkladığı şey, aslında o kadar da hafife alınacak bir durum değil. Öncelikle, GDO’lu gıdaların uzun vadede insan ve doğa üzerindeki etkisine dair yapılan sistematik bir çalışma bulunmamaktadır. Yapılan az sayıda çalışma önemli, ancak yetersizdir. GDO’lu organizmalara eklenen genlerin (transgen) uzun vadede gen havuzunu ne şekilde etkileyeceği, yabani bitki türleri ve bunların evriminde nasıl bir etki göstereceği belirsizdir. Buna ek olarak, pirinçlerde belirlenen şey bulaşıklık dahi olsa, hangi gıdaları tüketip tüketmeyeceğine, kamuoyunun her şeyi bilerek karar vermesi gereklidir. Kaldı ki, Mehdi Eker, GDO’nun pirincin kabuğuna bulaştığından bahsetmektedir. Burada, kendisinin sözünü ettiği bulaşıklık bambaşkadır. Bu konuda da bir kafa karışıklığı bulunmaktadır. Eğer Mehdi Eker’in sözünü ettiği bulaşıklık, pirinçlerin taşınması sırasında daha önce GDO’lu tahıl taşınmış bir araç ya da depoda tutulmalarından kaynaklanıyorsa ve kabukta ise, bunu tespit etmek oldukça kolaydır. Pirincin kabuğuna ve tanesine, çok sayıda örnek alınarak ayrı ayrı yapılacak bir analiz bu bulaşıklığı ortaya çıkaracaktır. 23 tonluk bir pirinç stoğundan bahsediyoruz. Bu stoğun farklı bölgelerinden alınacak çok sayıda örneğe analiz yapılmalıdır. Yine aynı analiz, bulaşıklığın transgen aktarımından kaynaklı olup olmadığını da ortaya çıkarabilecektir. Bakanlık bu noktada spekülatif açıklamalardan uzak durmalı, önceki analizlerin sonuçlarını, farklı farklı laboratuvarların yaptığı bağımsız analizleri kamuoyu ile paylaşmalı ve bu konuda bilimsel bir şekilde kamuoyunu aydınlatmalıdır. Sermayenin ve hükümetin üniversitelere müdahalesi, üniversite yönetimlerinin bilimin değil de siyasal iktidarların emrindeki, gölgesindeki kararları son bulmalıdır. Bu, ancak gerçekten bilimsel, demokratik ve özerk bir üniversite ile olacaktır. Bilimin ve bilimsel özerkliğin olmadığı, bilimsel sistematiğin, bilim etiğinin göz ardı edildiği yerlerde ise bu tür olaylar olağanlaşacaktır.