Geçtiğimiz günlerde TRT ana haber bülteninde, üniversiteli gençlerle ilgili bir başarı haberi yayınlandı. Rutin bir haber akışı içerisinde verilen ve bir protokol haberi görüntüsüne sahip bu haberde, yapılan eleme sonucu finale kalan beş ayrı üniversitenin seçkin öğrencilerinin katıldığı bir nevi bilgi yarışmasını İstanbul Kültür Üniversitesi’nden dört genç kızın ortak projesinin (sanal ortamda yapılan) birinciliği kazandığını aktarıyordu. Haber herhangi bir rutin aktarım gibi görünüyordu, ancak ayrıntıya girdikçe ve bir profesörün ve genç kız öğrencilerin duyguları aktarılınca rutinin ötesine geçip ciddi bir soruna, daha doğrusu üniversite gençliğinin içinde bulunduğu bir trajediye dönüşüyordu.
Gençlerin eğitiminde ve zaferle çıkılan yarışmada elde edilen sonuçta haklı bir payı olduğunu ifade eden ve duygulanan, verdikleri eğitimin, emeğin karşılığını görmüş olmanın onurlandırıcı mağrurluğunu yaşayan profesörden sonra öğrenciler özellikle şunları söylüyorlardı: “Bu yarışma bir oyundu, sanal ortamda oynanılan bir oyun. İşletmecilik oyunu, yani biz bir nevi ‘patronculuk’ oynadık. Kendimize bir şirket kurduk ve temel bir ürünün en kısa zamanda en az maliyetle ve en mükemmel nasıl pazarlanacağına dair bir marketing oyunu.” Genç kızlar özetle bunları söylediler.
Eğitimin ve bilimin dört yıllık emeğin, çabanın sonucu; iyi bir patronculuk oyunu ve pazarlama tekniği! Hem de bir başarı öyküsü…
Bu öğrencilerin hangi sosyal katmanlardan geldikleri (gerçi adı geçen üniversite özeldir ama bu bağlayıcı değildir), eğitime, bilime ve bilim teorisine bakışları, siyasal perspektiflerinin ne olduğuna dair bilgimiz yok. Ancak kişiliklerinden bağımsız olarak söyleyecek olursak bu ‘standart’ın hangi yola evrildiği, kendine hangi sosyal katmanlarda, daha doğrusu sınıfsal eğilimde yer aradığı ve hangi siyasal (düşünsel) akıma gidiş halinde olduğunu anlamakta herhalde zorlanılmayacaktır.
Yazının girişinin bu haberden oluşmasının nedeni, üniversitelerimizde egemen akım halinde öğrenci gençliği etkisi altına alan ve içeriğinde her cins ve özellikte akımı da toplayan ‘liberal etkinin’ dolayısıyla bir siyasal, düşünsel bakışın hangi sonuçlara yol açtığını, açabileceğini bunun ne kadar doğal karşılandığını, bilim ile kapitalizmin zora dayanmayan gönüllü birliğinin nasıl sağlandığını göstermesi açısından bir belge halinde olmasındadır.
Üniversite gençliğinin içinde bulunduğu durum, onun bir hareket olarak ifade edilememesi ve barındırdığı -bir bakıma toplumun ileri kesimleri ve aydın kesimlerinin yansıması ve karşılıklı etkileşimini de içeren- ciddi sorunları her aşamada üzerinde durulan ve bu yirmi yıllık geçmişli ‘durumun’ değiştirilmesi çabası; bir açıdan ifade edilecek olursa bu bahsedilen siyasal-düşünsel akım ve gruplaşmaların karşıtlarıyla bir çatışması olarak şekillenmektedir.
Doğaldır ki, ülkemiz gençlik mücadelesinin önemli bir kısmını oluşturan (bugünkü gelişmeler ve mücadelenin sonucu olarak hem ulusal hem de uluslararası kapsamda gençlik hareketini oluşturan, hareketlendiren kesiminin İşçi gençlik olması dışında) üniversite gençliğinin hareketinin bu geriden gelen durumu çatışmanın boyutunu ve içeriğini etkilemekte, var olan sistemin olanaklarını, gericiliğini her açıdan güçlendirmektedir. Üniversitelerde egemen olan bu gerici düşünsel akımın etkinliğinin kırılması için ilerici devrimci öğrenci kesimleri çaba göstermekle birlikte, bu çabanın ‘kendi durumu’ ve hareketin (akademik hareketin) zayıflığı istenilen sonuçlara yol açmamaktadır.
Bugün, işçi sınıfının partisi açısından (dolayısıyla işçi-emekçi halk hareketinin yakıcı ihtiyaçları açısından) üniversite gençlik hareketinin, onun sağlayacağı zihinsel ve örgütsel katkıların ne derecede hayati bir önemde olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Ülkemizdeki ‘sosyalist’ aydın hareketinin sorunları ve darlığı açısından, yenilenmiş bir sosyalist genç aydın hareketinin işçilerin parti olarak örgütlenme çabalarına yapacağı aksatılamayacak derecede önemde katkılarını hepimiz bilmekteyiz.
Bu durumla birlikte, daha ‘genel’ olarak görünen, sonuçları yukarıdaki ihtiyaçların bir uzantısı da olabilecek olan bir durum daha vardır. Her hafta ya da ay, bir seminerde, bir forumda, şu ya da bu sebeple tertiplenen birçok toplantıda, açıklamalarda, hangi vesile ya da duygu ile olursa olsun birçok bilim adamı, akademisyen yeniden Marksizm’e vurgu yapmakta, onu yeniden anlamaya, araştırmaya çalışmakta, her türden, gerici, liberal, düşünce akımlarının etkisinden sıyrılma belirtileri gösterilmekte, her gün yanımızda berimizde cereyan eden ve her kesimi bir şekilde etkisi altına alan uluslararası, ulusal, ekonomik, siyasal sonuçlardan oluşan umutsuzluk girdabından kurtulmanın yollarını, şimdiye kadar unuttuklarını, görmezden geldikleri (bir bölümü için çeşitli ders kitaplarındaki yarım sayfalık Marksizm ekonomi felsefe tanıtımlarının yeterliliği içerisinde iken) ‘bir şeyi’ hatırlama yoluna girmektedirler. İlk belirtiler halinde olan bu değişim, üniversite akademik çevrelerinde de bir bölünmenin gelişmekte olduğunu, umudunu ve bilimini emekçi sınıflarla, halkla ve Marksizm ile paylaşma eğiliminin güçlenebilme yoluna girebileceğini göstermektedir. Bu gelişme ve bölünme (sonuçları) öylesine belirgindir ki artık arada derede olanlar bir yana tercihini kapitalist sistem ve yönetiminde yapmış olanlar bile, tartışmalara sosyalizm-kapitalizm karşıtlığından bakma zorunluluğuna gelebilmektedir.
Bu konu ile yakın ilgisi bakımından bir örnek daha verelim: Afganistan’da Amerikan katliamının başladığı ilk gece TRT ekranlarında gece 05’e kadar aralıksız yorum yapan Ankara Üniversitesi SBF öğretim üyesi Prof. Hasan Köni, (ki kendileri yeni cingöz Türk stratejistlerinin duayeni ve Genelkurmay’a brifing verme onuruna nail olmuş bir akademisyendir) sunucunun 11 Eylül’ün hemen akabinde Türkiye’nin vereceği desteği pazarlık konusu yapmasının etik olmayacağını belirtmesi üzerine şöyle bir cevap vermiştir; “efendim, kapitalizm ya vardır ya da yoktur. IMF dayatmaları olunca kapitalizm, 11 Eylül olunca sosyalizm. Olmaz öyle şey. Kapitalizm de her şey alınır satılır ve paraya tahvil edilir…”
Artık gecenin o saatinde uyku bastırdı da nerede olduğunu mu unuttu, yoksa bu saatte kim dinleyecek bizi dedi de boş bir anına mı geldi; ne olduysa oldu. Ama Hasan Köni sadece doğru bir şeyi ifade etmedi, bununla birlikte artık sosyal bilimlerde (ve yaşamın her alanında) ekmeğini ve rakısını genç aydın kuşakların aptallaştırılması ve yozlaştırılması üzerinden kazanan bilim ve kültür! adamlarının ekmeğine kan doğrandığının ilanını da yapmış oldu. (Hadi bakalım şimdi en ileri toplumsal örgütlenme olarak Avrupa’yı örnek alıp, ‘post’luk yapanlar “Londra’da gecenin üçünde bir Afgan, Pakistan marketi açık olsun da, karısını ister dövsün ister kapatsın ben alışverişimi yapayım bu da multi-kültür olsun; alt kültürler ne güzel kardeş kardeş yaşıyor ne emperyalizmi”, masalını yuttursun bakalım. Murat Belge efendi ‘projelerini’ Bush, Blair konseptine ayarlıyordur artık.)
Ortaya çıkan bütün bu yeni durum ve olgular, yenilenmiş bir sosyalist genç-aydın hareketinin zeminini düşünsel-ideolojik planda güçlendirdiği gibi, (bu zeminin maddi temeli ekonomik, sosyal gelişmelerin sonucudur ve görülebileceği gibi ekonomik sosyal şartlar ve zorlamalar sınıf çelişkilerini keskinleştirmekte, sömürünün kapsamı üniversite gençliğini de bir bütün olarak keskinleşen mücadelede işçi sınıfı ile kader birliği yapmasına doğru yaklaşmaktadır. Öğrenciler ‘liberal’ olmakla ekmeğin havadan yağmayacağını görmeye başlamışlardır. Ama bu yazı ‘fikir akımı etkisi ile’ sınırlıdır) bu yeni durum, gençlik çalışmasının önündeki engelleri azaltmasından ziyade belirginleştirmekte, durumun kavranmasını kolaylaşmaktadır. Ve sık sık devrimci gençliğin gündemine giren, adımları atılan, ancak atılan adımların kavranılmasında zorlanılan, çoğu kez ‘alışkanlıkların’ içinde unutulan ve bir adım daha geriye dönülebilen şu ‘fikri akım olma’ işi ile bu yenilenmiş genç aydın hareketinin kopmaz bağı ve birbirine olan ihtiyaçları yeniden önümüze gelmektedir. Akademik ekonomik hareketin örgütlenmesi bir yana -ki bunlar ayrı değil yan yana gider- bununla birlikte, Emek gençliğinin olduğu kadar bir bütün üniversite gençliğini ilgilendiren, ilkini ilgilendirmesi herhalde zorunlu olan bu fikri akım olma durumunu ya da genel hali ile üniversiteler ve siyasal-düşünsel akımlar sorununu her aşamada ele almak, tartışmak, içeriğini yenilemek ve artık hayata geçirmek gerektiği kuşkusuz anlaşılırdır. Sadece bu değil fikri akım-hareket olmanın bir gereği, uzantısı olan politik perspektife sahip bir örgüt olma durumu… olduğu kadarıyla tartışmaya çalıştığımız temel noktalar bunlardır.
GEÇMİŞTEN GELEN
Konumuz açısından sorunu kısaca, birinci olarak üniversite gençlik hareketinin yirmi yıllık geçmişi ve ikinci olarak, genel olarak üniversite ve sosyalizm (bir yanıyla uluslararası) ilişkisi halinde ele alabiliriz.
İkincisinden başlayacak olursak hemen şunu belirtmek gerekir ki, Doğu bloğu ve Sovyet revizyonizminin biçimsel halinin de son bulması belki de en güçlü etkisini -ülkemizin özgün durumu ile birlikte 12 Eylül vb.- üniversiteler ve öğrenci gençlik üzerinde gösterdi. Denilebilir ki, genç kuşaklar, kendi tarihlerinde belki de ilk defa bu ölçüde, emekçi halklarla olan duygu bağlarını kaybetme durumuna geldiler ve düşünsel anlamda yer yer alternatifsiz bir görünüm arz ederek kapitalist parti fraksiyonlarının ve idealist-liberal her türlü düşünce akımının girdabına kapıldılar.
Yaşamın gerekleri ve gerçekleri ile düşünce alanının böylesine çelişki halinde olduğu bu durum, iki şekilde kendini açığa vurmuştur. İlki, işçi sınıfının, bir parti olarak örgütlenme çabasının ve hareketinin gelişmesinde üniversite gençliği, birtakım fedakârlıklar ve katkılarda bulunmuş olmakla birlikte, belki de ülkemiz gençlik tarihinde rastlanılmayan bir şekilde, sınıfın örgütlenmesi ve tarihinin en kapsamlı açık hareketinin yaşandığı dönemlerde, işçilerden ve bu hareketten etkilenmesi ve ona katılması olağanüstü derecede sınırlı ve etkisiz olmuştur. Ki bu durum, üniversitelerdeki ideolojik-düşünsel bozuşmanın en dolaysız ifadesi şeklindedir. İkincisi ise üniversite gençliğinin ilerici devrimci çevrelerinin şekillenişleri, etkilendikleri akımlar ve eylemleri ile yaşam tarzları açısından yarattığı tahribattır.
Bir bütün olarak bakıldığında köklü sayılabilecek bir gençlik hareketi ve üniversite gençliği mücadele geleneğine sahip olmasına rağmen, oturmuş, işçi sınıfı ve halklar açısından somut birtakım devrimci girişkenliklerin üzerinde yükselen sosyalist bir işçi hareketi (ve partisi) geleneği üzerinden şekillenmemesi ve bu saydığımız olguların yakın tarihin ve günümüzün mücadelesinin sonuçlarının yaratacağı bir durum olması, üniversite gençliğinin feyiz alacağı geçmişi daraltmış, onu sapkın akımların etkisinden kurtaramamıştır. İleri gençlerin Marksist teorik birikim ve devrimci, halkçı siyasal örgütsel gelenek ile etkileşimindeki kısırlığın en önemli sebeplerinden birisi yukarıda kısaca değinip geçtiğimiz uluslararası durum ise, bir diğer sebebi de kendi tarihinden ve içinde bulunduğu dönemin yarattığı akımların ablukasında ‘çaresiz’ bir halde olmasıdır, diyebiliriz.
Geride kalan on beş-yirmi yıllık dönemle ilgili göze çarpan en kötü durum şudur; toplumla (emekçi sınıflarla) üniversite gençlik ve örgütlenmesi arasındaki ilişki öyle bir hal almıştır ki, kaba gelebilecek bir söylem kullanırsak adeta halk, üniversitede çalışma yürüten, yuvalanan her türden örgüte, rüşvet olarak gençliğinin ufak bir bölümünü vermiş, bu örgütler de onu heba etmede hiç de çekingen davranmamışlardır. Bu ifade biçimi abartılı değildir. Bu dönemlerde üniversitelerde okuyan ilerici-devrimci gençler ve şimdikiler şöyle bir etrafına bakacak olursa, ne kadar gencin şurada burada heba edildiğini, her türden sapkın akımın kucağına itildiğini, halen itilmekte olduğunu, azımsanmayacak bir kesimi oluşturmasına rağmen ilerici gençlerin toplum ve üniversite yaşamı ile nasıl ve hangi noktalardan koptuğunu, dahası gelişebilecek akademik-politik (anti-emperyalist) üniversite kitlesel hareketinin -bilinen diğer sebepleri bir yana- gelişmesinin önünde ayak bağı olduğunu görebilecektir. Herkes kendine düşen payı almış ve işine gücüne bakmıştır!
EGEMEN AKIM OLMA-FİKRİ AKIM VE ÖRGÜT İLİŞKİSİ
Türkiye üniversite gençlik hareketinde öne çıkan ya da yarattığı etkiyle bütünü kucaklama imkânı olan İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Eskişehir (kendi bölgeleri ile etkileşimi açısından Diyarbakır, Antep vb.) üniversitelerine şöyle bir göz attığımızda ilerici öğrencilerin kümelendiği akımları şu şekilde değerlendirebiliriz: ÖDP, SİP gibi platformunu ‘yenilemiş’ partilerin gençlik örgütleri, Troçkist gruplar vb. ile dergi çevreleri olarak ifade edilen kesimler ile gençlik hareketinin dışında bir mevzi ile şekillenen Kürt gençlik kesimleri, üniversitelerde her daim kendine ‘uygun’ sınırlı bir taban bulan akımlar olarak görülmektedir. Bütün bunlar ve saymadıklarımızla birlikte Emek gençliği, üniversitelerde ilerici gençlik kesiminin görüntüsünü veriyor olmakla birlikte (ve düşünsel-siyasal akım çatışmaları bu çevreler ve onların ‘dünya görüşleri’ arasında yapılıyor gibi görünmesine karşın, bu görüntü gerçeği ifade etmemektedir ve bütünün dar bir kısmını içermektedir) üniversite dünyasını etkileyen politik akım ve düşüncelerin bunlarla sınırlı olmadığı, dahası geneli etkisine alan, bir yönü ile geniş gençliğin nabzını elinde tutan ve klasik-bildik örgüt şekillenmelerinin dışında bir örgüt etkisine de sahip olabilen (şu ya da bu şekilde ideolojik sonuçları da olan) başka belirleyici akım ve hareketler de vardır.
Bu akım ve hareketler belirttiğimiz gibi, klasik bir örgüt şekline sahip değilmiş gibi görünüyor olsalar da, onun etkisi; siyasal düşünce ve yaşama bakış ya da dünyayı algılama ve kendini bir yere ait hissetme gibi daha genel görünen ancak, geniş bir öğrenci kesimini etkisine alan -bazı durumlarda örgütlü bir şekil alarak- akademik gençlik hareketinin önünü tıkayan bir işlev ile kendini gösteriyor. Bu söylenenlerin de ötesinde, bütün bunları da kapsayarak ve sonuçta son noktayı koyan bu liberal gerici etki yıkılıp etkisizleştirilmeden diğer hiçbir iş ve hareketin kıymetinin olmadığı, bir kapsama da sahiptir. Ve çoğunlukla idealist-liberal parti fraksiyon ve akımlarının (ki bu yukarıda saydığımız birçok akımın da meşrebinin dışında değildir) gençlik üzerinde, yaşam tarzları ve düşünce yapılarının oluşmasındaki ‘standardın’ ifadesi şeklinde görünmektedirler.
Bundan neyi anlamamız gerekiyor? Fikri akımlar -ki onun ne olduğu ve işlevi ile kesin ilişkisi içerisinde- ile örgüt ilişkisi, her zaman gözler önünde cereyan eden maddi bir oluşumun ötesinde bir anlamı da ifade etmektedir. Üniversitelerde bugün düşünsel etkinlik -ya da egemen olma hali- denilen durum genellikle bu şekilde kendini göstermektedir. Aynı şekilde bu siyasal fikri akımların temel amacının (ve dünya görüşlerinin) öğrenci gençliği örgüt olma fikrinden soğutan, kendi gemisinin kaptanı yapan (tayfa da lazım!) bireyci vb. standart kişilikte öğrencilere ihtiyaç duyuyor olması da bu akımların etkisiyle örgütsel görünüşleri arasındaki varmış gibi görünen çelişkiyi ortadan kaldırmaktadır.
Bu üzerinde önemle durulması gereken bir durumdur. Yaşanan örnekler oldukça öğreticidir. Bunlardan üçüne yakından bakacağız ama öncelikle belirtmek gerekir ki üniversiteler, de-politize olmuş, gericileşmiş vb. her türden eksik ve verimsiz bakışlar bir yana halen ülke siyasal (ve sınıfsal) gündeminden ilk ve en yoğun etkilenen -sonuçlarından bağımsız- çevreler olmaya devam etmektedir. Hatta diyebiliriz ki bu etkilenmeler eğer bunu toparlayabilecek başka bir akım ve ısrarlı bir çalışma ile karşılaşabilse farklı sonuçlara yol açabilecek, halka yakınlaşabilecek bir haldedir. Bunu bir kenara koyalım, buna rağmen, bazı durumlarda üniversiteli gençlik ‘kendince’ doğru ilerici halkçı olduğunu var saydığı akımlardan etkilenmekte ve karşılıklı bir iletişime girebilmektedir.
Birinci örnek; başlangıcı Susurluk olayı sayılabilecek olan ve toplumu laik-şeriatçı şeklinde bölen Genelkurmay manevrasının yarattığı etkidedir. Bu dönem ve sonrasında ‘herkes’ birden ilerici olmuş, bütün ‘yeni’ revizyonist, reformist akımlar ve bunlarla birlikte sol-sosyal demokrat havalı Atatürkçü söylemler üniversiteleri abluka altına almıştır. Yine bu dönem ve sonrasında üniversitelerde Atatürkçü diye boy gösteren ‘laik’ akımlar örgütlenme çabası göstermiş, (ve asıl olarak propaganda etkisi -ki bu çoğu halde bir ajitasyon şeklinde vuku bulmuş- canlı tutulmuştur) ancak bunların görünür bir ‘ete kemiğe bürünememesi’, ileri gençliğin küçümsemesine ve ‘maskesi düşürülmesi gereken’ bir mihrak olarak görülmeyip gündemlerinin dışına atılmasına vesile olmuştur. Bugün bu çevrelere hitap eden ve üniversitelerde dağıtılan dergilerin okunurluk oranı ise bize başka bir şey anlatmaktadır.
İkinci örnek; AB’ye üyelik meselesi gündeme geldiğinde, yine doğal olarak -gündemin üniversiteler üzerindeki etkisiyle- en yoğun tartışmaların yapıldığı yerlerden birisi de üniversiteler olmuş ve olağanüstü bir sempati toplamış olmakla birlikte gençliğin gelecek hayallerine ambargo koyabilecek bir dereceye kadar ilerleyebilmiştir. Bu konuya duyarlı ilerici-devrimci öğrencilerin yaptıkları ‘gerçekleri ortaya seren’ çalışma hem dar ve bildik çevrelerle ve yöntemlerle sınırlı kalmış hem de kendi içerisinden hançerlenebilmiştir. (Birçok ‘ilerici’ çevre, grup, olmadık uyduruk gerekçelere sığınıp yan çizmiştir. Bunlardan biri çok ilginçtir. ‘Emeğin serbest dolaşım hakkı’. Hayret edilecek bir durum! İşçi deyince akıllarına ‘bıyık’ gelen bu çevreler emeğin serbest sömürülmesini -verili durumun yarattığı artı-değer sömürüsü yetmiyormuş gibi- arzuluyorlar!) Ve bu dönemle birlikte, eskiden de var olan ama nispeten etkisiz, değişik ve çeşitli örgütlenme biçimli gruplar mantar gibi ortalığı kaplamıştır. Devlet kurumlarının ve YÖK’ün büyük katkı ve teşviki ile birlikte ama büyük çoğunluğu gönüllü, AB ile ilgili konseyler, bileşimler, kulüpler, kültür değişim grupları vb. birçok yapı üniversitelerde etkin bir hareketlenme içerisine girmiştir. Bunlar genellikle ‘zengin çocuğu işi’ diye geçiştiriliyor -küçük dar yapılar önemsizmiş gibi görünüyor- olmasına rağmen üniversite gençliği üzerindeki liberal etkisinin (ki bu kavram artık orta malıdır, isteyen istediği elbiseyi giydiriyor) ‘merkez komiteleri’ gibi bir bayraktarlık görevleri vardır.
Üçüncü örnek; 11 Eylül olayları ile birlikte, kendi anketlerinde bile yüzde sekiz buçukluk destek gören ve bu yüzden, yüzde sekiz buçukluk diye bir unvan alan Amerikancı medyanın etkisi belki de en fazla, üniversitelerin ‘sessiz, sıradan’ denilen geniş kesimleri üzerinde bir bozuşmaya yol açmıştır. Modern yaşam (uzun yıllarca işlenmiş Amerikanizm sevdası) zehrini boşaltma alanını ve rezil yalanlarını yayma işini nispeten de olsa buralarda bulabilmiştir. Ki Serdar Turgut’çular, Can Dündar’cılar, Murat Belge’ciler buralardan yeşilleniyor.
Bütün bunlar ve sayılabilecek irili ufaklı diğer örnek ve olgular, durumu anlaşılabilir kılmaktadır. Egemen fikri akım ve liberal soysuzluklar, üniversite gençliği üzerindeki güçlü etkisini bu ve bu şekilde diğer biçim ve oluşumlarla gösterebilmekte, onu etkisiz kılabilmektedir. (Konumuz gereği, faşist-gerici grup ve akımların ve bunların belirli dönemlerdeki yoğun etkilerinin önemini unutmamakla birlikte bir kenara koyuyoruz.)
Üniversitedeki egemen akımın (ideolojik-siyasal ve bir bütün fikri) bakıldığında görülebilir olan çehresinin bu şekilde olması neyi ifade etmektedir? Biçim, şekilleniş ve etkileri ile bir arada ama çoğunlukla birebir değilmiş gibi görünüyor olmasına rağmen kapitalist partinin etkisini ifade etmektedir (buradaki parti kavramı dar değil genel bir ifadedir, parti ve sınıf egemenliği ilişkisinin bir tezahürü olarak anlaşılmalıdır).
İçinde bulunulan durum zorlu bir mücadeleyi gerektirmektedir -ama devrimci gençlik zaten kendi tarihiyle kanıtlamıştır ki ‘kolay’ olana rağbet etmemekte, genç olmanın dinamizmini, yaratıcılığını böylesi ‘dönemeçlerde’ ortaya koymaktadır. Tersi yaşamın akışına aykırıdır, ancak bu durum değiştirilemez bir konumda olmadığı gibi bütün gelişmeler (bir yönüyle işçi sınıfının ve insan soyunun yeni bir sınavdan geçeceği) ulusal ve uluslararası değişimler, genel kapsamının bir parçası ama önemli bir parçası olarak bu sorunda da bir değişimin, yenilenmenin olacağını gözle görülür bir hale getirmektedir.
YENİLENMİŞ SOSYALİST GENÇ-AYDIN HAREKETİ VE DAYANAKLARI
Öncelikle belirtmek gerekir ki, yazının ana hatlarıyla gösterdiği gibi, genel üniversiteli gençlik hareketi ve sorunlarının bir bütününü değil, dolayısıyla onun bir parçasını, ancak bu hareketin ve sorunlarının belki de en önemli çıkış imkânlarından birisini oluşturan bir parçasını ele almaya çalışıyoruz. Ayrıca bu tartışılan olgu, üniversiteli gençlik mücadelesinin bir kısmı gibi olsa bile, özü itibari ile ondan daha kapsamlı sonuçlara ve ilişkilere sahip (yol açabilecek) bir niteliktedir.
Burada bahsedilen fikri hareket olma ve sonucu olabilecek olan yenilenmiş bir sosyalist genç aydın hareketine katkı meselesi, kendi başına bir ‘istek’, ‘arzu edilen bir şey’ olmanın ötesinde, böylesi ihtiyaçları zaruri kılan ortamın, gelişmelerin, genel olarak işçi hareketinin acil ihtiyaçlarının bir tezahürü olup, görülebileceği gibi bu ihtiyaçların maddi sonuçlarla birleşmesinin olanaklarının ‘herkesin görebileceği bir şekilde’ önümüzde berimizde duruyor olması ile karakterize olmaktadır. Oluşmakta olan bu dayanakları en görünebilir halleri ile şu şekilde özetleyebiliriz.
İMKAN VE DAYANAKLAR
* En başta şu görülüyor ki, yukarıda bahsedilmeye çalışılan üniversite gençlik mücadelesinin, tarihinin en geri durumunda bulunuyor olması ve onun üzerinde tahakküm kuran geriletici, burjuva-idealist (bir bütün olarak) akımın etkisinin sürüyor olması en temel engel olması ve bir çırpıda, hamleyle bu durumun alt edilemeyeceği gerçeği, başka bir gerçeğin üzerini örtememektedir. Bu gerçek; bütün geriletici etkenlere rağmen üniversitelerde devrimci, sosyalist fikirlerden etkilenen, şu veya bu şekilde ilerici-sosyal aktivitelerin içerisinde yer alan, duygu olarak yakın olan bir kesim mevcuttur. Bu kesimin büyük çoğunluğunun piyasa sosyalizmi olarak ifade edilen akımlar ve onun tezahürü küçük burjuva, halk dışı akımlar ve Kürt burjuva milliyetçi akımlarının etkisinde olması, bu akım ve grupların kendi sosyal-sınıfsal konumlarının üniversitelerdeki ‘geri’ pozisyonu ile çakışıyor olmasının avantajı ile vuku bulmaktadır. Bütünlüklü ve politik perspektifi kesin planlar dâhilinde olan ilerici-sosyalist gençlik hareketinin yaratacağı etkinin ya da en azından böyle bir çalışmanın kendisinin etkisinin, bu çevrelerin heba olmasını en asgari düzeye çekmeye büyük katkıları olacaktır.
* Ülkemizde, genç-aydın hareketinin yükseldiği geçmiş dönemlere bakıldığında, bu hareketin işçi sınıfı davasına yaptığı katkıların büyük önemi görülüyor olmasına karşın, esasında işçilerin politik partisine dayanan, onunla birleşen, ondan azami ölçüde öğrenen bir hareket olarak gelişememiş, bunun olmaması ya da asgari düzeyde oluşu, sosyalist genç-aydın oluşumlarının yönünü belirlemesi, Marksist teori ve birikimi ile ‘doğru olan yoldan buluşması’ gibi, bu hareketin karakterini belirleyen temel olgularda ciddi sorunların doğmasına yol açmıştır. Bugün bu durumun dâhilinde olan biri iyi diğeri kötü iki önemli özelliği vardır. İlki; işçi hareketinin bir parti olma sorunu ve onun ideolojik teorik platformu, bu eksikliği giderecek kapsamda bir tarih ve tecrübe birikimine yol açmış, bu şekli ile Türkiye sosyalist hareketinde bir ilk olarak genç-aydın sosyalist hareketinin oluşabilmesinde (ki özü itibariyle üniversiteli hareketinin) ‘el yordamı ile’ doğru yolu bulmasına gerek kalmayacak bir şekilde ‘külliyat’ ile karşı karşıya bulunması imkânı ortaya çıkmıştır. İkincisi; bu külliyatın ilerici gençlik tarafından gerektiği gibi kullanılamaması, yapılan çalışma ile sonuçları arasındaki çelişki ya da bu birikmiş teorik ve örgütsel tecrübenin bugünkü gençlik (üniversiteli) ile buluşmasında ortaya çıkan sakatlıklar; geçmiş gençlik hareketi ile ilişki halindeki ideoloji, teori, siyasal bakış ve örgütsel sonuçların bugün de devam ediyor olması ve gençliği onun ilerici öğelerini sınıfa kazanmada ‘doğru’ biçim ve eğilimlerin bir tecrübe olarak kısırlığı ve bunun bugünkü ileri gençlik kesimleri üzerindeki etkileri olarak görülmektedir. Şöyle ki, uzağa gitmeye gerek yok, devrimci gençliğimizin kendisi ve etkilediği çevreler açısından ele alındığında bile Marksist-Leninist teori ve örgüt anlayışının ‘öğrenilmesinde’ bu birinci elden kesimlerde bile bir ‘kötü öğrenme’ ya da var olan tecrübe ve kaynağa rağmen buna başvurmada zorluklar çıkaran ‘alışkanlıkların’ varlığı bir sır değildir. Diğer gençlik kesimlerinin durumunun ne olduğu her halde bilinebilir bir şeydir. Her türden sapkın felsefi akımların gördüğü ilgi, garabet halindeki teorik açılımların ‘Marksizm’i öğreten’ (kendi kaynak ve her türlü birikimi dışında) akımları bu ileri gençlerin gündemini fazlası ile meşgul edebilmektedir. Eğer örnek gerekiyorsa, bu çevreler ve bunların duayenlerinin teoriyle ilgili bar muhabbetini geçmese ve çoğu raflık da olsa Marksizm’i öğrenmenin yolunun onun eleştirisi üzerine olan kaynaklar üzerinde olması, E. Mandel, M. Weber vb. ve sıfatı kendinden menkul ülkemizde bolca bulunan kitaplar, altmışlı yılların Marksist düşünce sistematiğine ve felsefi yaklaşımına bir saldırının sonucu olarak çıkan ama öyle görünmeyen Varoluşçuluk ve Camus, Sartre gibi akım ve yazarların felsefe öğrenme kaynakları oluşu… yeterlidir.
Bir iyi bir kötüyü götürmüyor, ancak birinci şıktaki durum ile yenilenmiş bir fikri akım, teorik, felsefi, siyasal, kültürel bütünlüklü bir çalışmanın günlük seferberliği yapılır ve üniversitelerde en asgarisinden de olsa gerici akımlarla bir çatışmaya girilmesi başarılır ise bu ‘kötü öğrenmenin’ bir alışkanlık olmaktan çıkacağı da kesin bir haldedir.
* Bahsedilen külliyat durduğu yerde durmamakta, özelde bilim teorisini kapsayacak bir şekilde, burjuva bilimi ve onun çarpıtmalarını içeren görüşler ile bir hesaplaşmaya da girmekte ve bilindiği gibi 1940-50’li yıllarda tarihinin en yoğun biçimi ile dünya bilim ve akademik çevrelerine damgasını vuran bilimsel çalışma ve tartışmaları yeniden gün ışığına çıkarmakta, gençliğin ve bir bütün olarak sosyalist hareketin bu bilimsel değerlerin kaynağına inmesine özel bir önem verildiği bilinen bir durumdur.
Bu durum ve kapsamdaki diğer gelişmeler, en çok kimi ilgilendirip bir heyecan yaratacaktır? Her gün burjuva bilimi ile eğitilen, onun gericiliğine maruz kalan ama dünya görüşü olarak bu bilime bakışı ve çarpıtmalarını reddeden ilerici üniversite gençliğini ilgilendiriyor cevabını vermek tartışılmazdır. Böylesi bir çalışma ve burjuva bilimi ile çarpışmanın kapsam ve çapının genişletilmesi hiç uzatmadan iki temel sonuca yol açıyor; üniversiteli öğrenci gençliğin hem genel fikri mücadelesinin güçlenmesine ve hem de bilimin her disiplini ile olan ilgi ve ilişkinin yenilenmesine yol açacaktır. Bunun ilk elden üniversiteli gencin yaşamının kendisi olduğu da aşikârdır, ikincisi ise, sonuçları görünen bu çalışmanın genişleyebilmesi, yenilenip güncelleştirilmesindeki temel çıkışın üniversitelerde bilimin her an içinde olması gereken ilerici üniversite gençliğinin bir sorumluluğu olmasının bilinmesidir.
Bu çalışmaya katılabilmenin ve üniversite çalışmamızın bir yönü ile günlük bir bileşeni haline getirebilmenin ya da en azından bu konularda elle tutulur bir çalışmanın örgütlenebilmesi için, hiçbir hareket ve akımın sahip olamayacağı çok yönlü ve kapsamlı her türlü araç ve kürsünün, imkânların olduğu da bir gerçektir. Ancak araç ve imkânların artması ile bunlardan yararlanmadaki tembelliğin artmasının orantılı gidişi bir ‘kader’ olmasa gerek.
* Akademik -güncel yaşamsal üniversite sorun ve taleplerinin ve çalışmasının; (yapılan iyi çalışmalara haksızlık etmeden) üniversitenin, eğitiminin gerekleri ve ihtiyaçları üzerinden şekillenen, derinden hissedilen bir güncel mücadelenin konusu olmasından ziyade, bunun geniş öğrenci kesimleri gözünde, örgütlerin yaşam alanı ve kullanma gibi -ki bu birçok akım ve grubun sığ çalışmasında mevcuttur- görülüyor olması, başka şeyler bir yana ilerici gençler ile geniş öğrenci kesimleri arasında bir sağırlar diyaloguna dönüşebilmektedir. Konumuzla ilgili olan yanından alacak olursak bilim disiplinleri içerisindeki çalışmalarımız ile geniş öğrenci kesimlerinin günlük üniversite yaşamının, aktüalitesinin buluşması, çakışması, akademik mücadelenin bir ayağının doğrulması anlamına geleceği de ortadadır.
* Daha önce bir biçimi ile ifade edilen, bilim çevrelerindeki bölünmenin belirtilerinin güçlenmesi ve bu çevrelerden Marksist teoriye olan ilgi ve ondan yararlanma eğilimi; hem bu bölünmenin doğru bir şekilde ve doğru bir kanala akması için hem de bu bölünmenin en önemli bileşeni olması gereken öğrencilerin cephesinden bir karşılık bulması, bu eğilimin kapsam ve içeriğini değiştirebileceği gibi yenilenmiş bir genç aydın hareketi çalışmasına yapacağı büyük moral katkılar da ortadadır.
* Gençlik kesimlerinin üzerindeki etkisi bilinen liberal ve YDD’ci (yeni dünya düzeni) her türden akım ve mihrak artık eskisi kadar rahat at koşturup zehrini, cici ambalajlarla öğrencilere akıtmakta zorlanacaktır. Güncelin kendi akışı, 11 Eylül olayı sonrası liberal kalelerin, özgürlük ve adalete kutsanmış maskeli tezlerinin nasıl yerle bir olduğu artık bu söylemlerin ardındaki gerici despotizmin (liberalizmin özü) kapatılamaz bir berraklığa kavuşuyor oluşu… Vb. her tür güncel gelişme ve olgu, üniversitelerimiz üzerinde kesin bir şekilde etkisini gösterecek, öğrenci gençliğin duygu, düşünce, hayatı anlama ve gelecek hayallerini derinden sarsacaktır. Bu sarsıntının ne olacağı, neye yol açacağı ve hangi yeni duygu ve düşüncelere yol açacağı ise bu bahsedilen fikri akım olma ve çalışma ile olan ilgisini, hak eder bir ciddiyetle ele almakta fayda vardır. Unutulmamalıdır ki yirmi yıllık geçmişli üniversite tarihinde, liberalizm mahreçli her türlü gerici, uyuşturucu akım ilk defa böylesine çıplak ve desteklerinden birer birer mahrum olma pozisyonundadır. Hem bu pozisyonun güçlenmesi hem de üniversite gençliğinin şu ya da bu şekilde ‘yenilenecek olan’ aynı mahreçli akımların uyuşturucu etkisine tekrar düşmesini engelleyecek olanın, yapılacak bahsedilen çalışmanın kapsamının genişletilmesi ve ciddiye alınması ile alakalı olduğu ortadadır.
POLİTİK BİR GENÇLİK ÖRGÜTÜ OLARAK…
Bütün bunlar ve saymadığımız ama herkesçe görülebilir neden, imkân ve dayanaklar yürütülecek olan üniversite çalışmasının kapsamını ortaya koymaktadır. Ve bununla birlikte kendi başına bir derinliği ve önemi olan politik perspektif sorunu (politik bir gençlik örgütü olma) bu yürütülen çalışma ile ilişki halinde gerçek mecrasına kavuşabilecektir. Güncel-aktüel her konu ve gelişmeye tavır alan, kendi görüş ve bakış açısını günlük olarak gençlikle buluşturabilen bir politik perspektife sahip olma sorunu, yukarıda bahsedilmeye çalışılan fikir akımı olma diye ifade edilen bir çalışma olmadan kadük kalacağı herhalde anlaşılırdır. Bunlar ikiz kardeşlermişçesine bir arada olan, birbirini besleyen olgulardır.
Bu konularda bir çabanın olduğu, emek sarf edildiği bilinmektedir. Ancak hem bu çabaların Emek gençliğinin geneline sirayet eden bir hava haline gelememesi ve hem de karşılaşılan güçlükler, yanlışlıklar bunların değişmez gündem olmasını baltalayıcı etkenler olmuştur. Ki dediğimiz gibi bu kapsam içinde atılan adımlar, bu adımların kavranılmasındaki zorluklar ve bazen alışkanlıkların kınlamaması sonucu geriye düşmeler olmakta ve bu küçük sorunlar gözlerde büyüyebilmektedir. Oysa gençlik örgütümüzün, üniversiteli gençlik karşısında edindiği pozisyon, onun hareketinin (ya da çoğunlukla hareketsizliğinin) yol açtığı, açacağı durumlar ve parti külliyat ve yaşamının olanak ve önemi bize enerjimizin tazelenmesinin ‘ciddi’ imkânlarını da göstermektedir.
Lenin bize şöyle cevap veriyor: “Görevleri gerçekleştirme yolunda yinelenen girişimler için enerji olunca, geçici başarısızlıklar sadece küçük talihsizliklerdir.
Ocak 2002