Dünya Bankası, 2012 Kalkınma Raporu’nu ağırlıklı olarak ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Kadın- Erkek Eşitliğinin Gerekliliği’ üzerine hazırladı. Eşitliliğin kârlılığı getireceği düşüncesinden yola çıkarak hazırlanmış bu rapor ve alınan bir dizi karar, kadınlar ve kız çocukları için daha iyi fırsatlar ve koşullar yaratan ülkelerin üretkenliklerini arttırabilecekleri ve kalkınma beklentilerini ilerletebileceklerini söylüyor. Raporda ülkelerin kadın-erkek eşitsizliğini ortadan kaldırarak üretimdeki verimi nasıl arttıracakları çeşitli örneklerle sunuluyor. Ancak ilginç olan, Dünya Bankası’nın yüz yıllardır var olan kadın emeği üzerindeki sömürünün, kadın emeğinin ucuz işgücü olarak görülmesinin ortadan kaldırılmasından ziyade –raporda da ifade edildiği gibi– küreselleşen ve gitgide daha rekabetçi bir hale gelen dünyada verimliliği ve kârlılığı arttırmak ile ilgileniyor olması.
Raporun incelemesine başlayacak olursak, ilk olarak, yazılma amacına ilişkin fikir edinebiliyoruz. Kadın-erkek eşitliğini toplumsal bir ihtiyaçtan öte ekonomik kalkınmanın bir aracı olarak gören Dünya Bankası ve uluslararası finans kuruluşları, eşitliliğin kârlılık getireceğini düşünüyor.
Dünya Bankası’na göre kalkınma için toplumsal cinsiyet neden önemlidir?
“Dünya Kalkınma Raporu (WDR) bu örüntülerin iki sebepten ötürü önemli olduğunu savunmaktadır. Öncelikle, toplumsal cinsiyet eşitliği kendi içinde önemlidir, çünkü kişinin kendi seçtiği hayatı yaşayabilme ve mutlak mahrumiyete düşmeme yetisi temel bir insan hakkıdır ve kadın veya erkek herkes için eşit olmalıdır. İkinci olarak, toplumsal cinsiyet eşitliği araçsal yönüyle de önemlidir, çünkü daha fazla cinsiyet eşitliği ekonomik verimliliğe ve diğer kilit kalkınma sonuçlarına ulaşılmasına katkıda bulunur.”
Raporda özetle denilmek istenen şey, ekonomik yatırımlardan yoksun kalmış, gelir seviyesi düşük ve az gelişmiş ülkelerde kadınlar iş yaşamına katılamıyor, bu sebepten ‘girişimci kadın’ modeli yaratılamıyor. UNDP’nin Cinsiyet Duyarlıklı Beşeri Kalkınma Endeksi ve kadınların çalışma yaşamına katılım oranına baktığımızda, bu durum anlaşılır niteliktedir.
Örneğin Kanada’da kadınlar erkeklere göre hem çalışma yaşamına daha az katılmakta, hem de daha düşük ücret almaktadırlar. Bu yüzden Kanada Beşeri Kalkınma Endeksine göre 1. sırada iken, Cinsiyet Duyarlıklı Beşeri kalkınma Endeksi’nde 8. sıraya gerilemektedir. Endeksin dikkate aldığı kriterler ışığında kadınların toplumsal konumunun en yüksek olduğu yer İsveç olarak önümüzde durmaktadır. Dünya Bankası’nın tezi bu haliyle doğrulanmaktadır, ancak bu tür endekslerde sadece ekonomik katkı kriter olarak alındığı için, kadınların ekonomik terimlerle hesaplanmayan katkıları göz ardı edilmektedir. Burada neyin ‘iş’ ve kimin ‘işçi’ olduğunun belki de yeniden açıklanması gerekmektedir. Kadın-erkek eşitsizliği, kadın emeğini ve emeğinin değerini görmezden gelmenin bir sonucudur. Çünkü fabrikalarda ya da atölyelerde yapılan üretim iş olarak algılanırken, evde kadının yaptığı, yani çocuk büyütmek, yemek yapmak, yaşlılara bakmak gibi işler verim sağlamayan ve “değersiz iş” olarak algılanmaktadır. Bunun en büyük kaynağı ise, egemen üretim ilişkileri ve ataerkil sistemin kadına biçtiği rol olarak açıklanabilir. Emek piyasalarında, kadınlar ve erkekler arasındaki ücret farklılıkları, kadın ve erkek işi olarak ortaya çıkan ayrımcılık, kadınlara karşı ayrımcılık içeren hukuk ve devlet sistemleri, bu farklılıkların nasıl kurumsallaştığına birkaç örnektir. Dünya Bankası toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sadece ekonomik katkılar üzerinden ele alarak, ‘kadının görünmeyen emeğini’ bir kat daha görmezden gelmiş, konuyu dar ve gerçekçi olmayan bir yere indirgemiştir.
Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü önemlidir, çünkü devletlerin sosyal politikaları bu sistem üzerinden şekillenmekte ve erkekle kadın arasındaki işbölümünü de doğallaştırmaktadır. Bu işbölümünün temel varsayımları ise; çekirdek bir aile, bu aile içinde görevi çocuklara bakmak ve ev işleri yapmaktan ibaret kadındır. Erkek ise, ailesinin geçimi için para kazanmakla yükümlüdür.
Yine Dünya Bankası’na göre;
“Kadın çiftçilerin gübre ve diğer tarımsal girdilere erkeklerle eşit erişime sahip olmasını sağlamak, mısır hasadının Malavi’de % 11 ila 16 ve Gana’da % 17 arttıracaktır.
“Burkino Faso’da kadınların mülkiyet haklarını iyileştirmek, hiçbir ek kaynak olmaksızın sadece kaynakları (gübre ve işgücünü) erkeklerden kadınlara kaydırmak yoluyla hanehalkı başına toplam tarımsal üretimde yaklaşık % 6’lık bir artış sağlayacaktır. Toplumsal Cinsiyet eşitsizliği verimi düşürdüğü gibi bir ülkenin uluslararası rekabet piyasasında varolmasını da zorlaştırır.”
Küreselleşen dünya ve rekabetçi, serbest piyasacı ekonomiye uyum sağlamak adına, toplumsal cinsiyetin sağlanmasını bir ön koşul olarak gören Dünya Bankası ve bir dizi finans kuruluşu kadınların işgücüne katılmasını istiyor. Ancak şimdi de yedek iş gücü olmanın yanı sıra, yedek sermaye ihtiyacından dolayı istiyor. Bir çeşit krizden çıkış yolu olarak da düşünülebilir aslında.
Dünya Bankası, “eşitlilik kârlılığı getirir” sloganını, hazırladığı raporda güzel bir şekilde ifade ediyor. Ancak rapor, kadın-erkek eşitliğinin ele alınış biçiminden tutun da, bilimselliğine kadar çarpık ifadelerle dolu bir çalışmadır denebilir.
Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan kapitalistleşme süreciyle birlikte kadının üretimdeki emeği marjinalleşmiştir. Eşitsizlikler üzerine kurulu kapitalist düzende emek-sermaye çelişkisi devam ederken, esnek kuralsız çalışma, işçi ve emekçilerin maruz kaldığı sigortasız sendikasız çalıştırma devam ederken, kadın-erkek eşitliğinin nasıl sağlanacağı bir tartışma konusu haline geliyor. Avrupa ve Amerika’da yaşanan kriz göz önünde bulundurulursa ve burjuva ideologlarının krizden çıkış yolları aradığı bir dönemden geçtiğimizi hatırlarsak, elbette Dünya Bankası’nın yayımladığı rapor da, “2012 Yılının Kadın Yılı” sayılmasının altında yatan sebepleri görebiliriz. Türkiye’de de hükümet ve burjuva ekonomistler, Dünya Bankası’nın yayımlamış olduğu bildirgeyi hızla ülkenin dört bir yanında uygulamaya başladı bile. “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” yaklaşırken dört bir yanda kadınlara özel seminerler, etkinlikler, sempozyumlar yapıldı. Tüm bu programlarda kadınlara ‘girişimcilik’ve rekabetçilik anlatılıyor.
Nitekim İstanbul ve Batman’lı Hey Tekstil işçileri bu çelişkinin örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Bağcılar’daki Hey Tekstil fabrikasında çalışan ve çoğu kadın olan işçiler, üç aylık maaşları verilmeden 10 gün önce işten çıkarılmıştı. Her biri 10-15 yıldır Hey Tekstil’de çalışıyordu. Türkiye’nin en büyük konfeksiyon hazır giyim üreticilerinden biri olduğu belirtilen Hey Tekstil şirketinin sahibi Aynur Bektaş, aynı zamanda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı.
Bektaş, kadınların iş hayatına katılımı için yaptığı çalışmaları nedeniyle 2010 TBMM Üstün Hizmet Ödülüne layık görülmüştü. Fabrikada çalışan işçiler, asgari ücretle 1000 TL arası maaş alıyordu; içlerinde hamile olanlar ve 4 engelli de vardı. Üç aylık maaşlarını ve tazminatlarını isteyen Hey Tekstil işçisi kadınlar 1 aydır fabrika önünde direnişlerini sürdürüyor. Kadın işçiler, kendilerini işten atan Aynur Bektaş’a layık görülen hizmet ödülünün geri alınmasını istiyorlar.
İşçiler Hey Tekstil fabrikasını kendi emekleriyle kurduklarını, ancak patronun onların 15 yıllık emeğini hiçe sayıp 420 işçiyi aynı anda işten attığını söylüyorlar. Bir ayı aşkın bir süredir direnişte olan işçiler, geçtiğimiz günlerde kendi kurultaylarını yaptılar ve direnişlerini büyütmenin yollarını aradılar. Eşitsizlikler üzerine kurulu kapitalist sistemde Dünya Bankası’nın uyguladığı neo-liberal ve cinsiyetçi ekonomi politikaları kadın-erkek eşitliğini sağlayarak kalkınmayı arttırmak bir yana eşitsizliği daha da körüklüyor. Bir tarafta Aynur Bektaş’a verilen Hizmet Ödülü, bir tarafta da işten atılan 420 Hey Tekstil işçisi… Ben sunumumu Hey Tekstil işçisi direnişteki kadınlara armağan ediyorum.