Vaktiyle (çok da uzak olmayan bir ‘vaktiyle’), Batı’dan gelen kimi gazeteciler, Çarlığın devrilmesinden bunca yıl sonra, hâlâ dilenciliği ortadan kaldıramadığına göre, sosyalizmin çoktan iflas etmiş olduğunun –fotoğraflarla destekli– çürütülemez kanıtlarını ülkelerine aktarabilmek amacıyla, ziyaretleri boyunca, Moskova sokaklarında, bir “gerçek dilenci” bulmak için didinip dururlardı. Görev, bu görüntü avcıları için o kadar kolay değildi; çünkü Sovyet kentlerinde dilenciler giderek seyrekleşiyordu. Oysa bugün dilenciden geçilmiyor.”
Henri Alleg’in ‘Büyük Geri Sıçrama’ isimli kitabının girişinde de belirttiği gibi, 1917 Ekim Devrimi’nin ilk günlerinden itibaren Batılılar, sosyalist Sovyetler Birliği’nde yolunda gitmeyen bir şeyler bulmak için canla başla çalıştılar. Bu şekilde kendi ülkelerinin işçi sınıflarına, uğruna mücadele ettikleri sosyalizmin en sıradan sorunları bile çözme yeteneğinde olmadığını göstermek ve sosyalizm için mücadelenin gereksiz olduğunu ispatlamak istiyorlardı.
Yukarıdaki gözlem, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından ortaya çıkan manzarayı sergilemesi bakımından önemli. Yazar, artık sokaklarda dilenci görmenin sıradan bir olay olduğunu, Sovyetler Birliği’nin açıkça kapitalizme dönmesiyle birlikte yaşananlarda, sinekten yağ çıkarmada uzman Batılıların haber değeri taşıyan bir şeyler bulamadıklarından söz ediyor.
Batılılar için kendi sistemleriyle birleşmiş bir Rusya’da haber değeri taşıyacak bir şeyler bulmak o kadar da önemli değil. Onlar için önemli olan, mezarını kazdıklarını iddia ettikleri sosyalizm aleyhinde kullanabilecekleri “bir şeyler” bulmak. Batılılar, daha doğrusu Batı’nın kapitalist dünyasının savunucuları, yıllarca sosyalizmi kötüleyecek, onu kitlelerin gözünde değersizleştirecek kanıtlar bulmak için uğraşıp durdular. Yalanlardan, çarpıtma haberlerden medet umdular. Ancak bunlar gerçeğin duvarına çarpıp paramparça oldu. Dönem dönem “naylon çorap, ciklet” edebiyatı üzerinden sosyalizmin kitlelerin sorunlarını çözmediğinin kanıtlarını bulduklarını sevinç çığlıkları atarak ilan ettiler.
Oysa durum başkaydı. 1917 Ekim Devrimi’yle işçi sınıfı dünya tarihinde yepyeni bir sayfa açmış, dünya üzerinde ilk defa ezilen bir sınıf iktidara gelmiş ve sömürücü sınıfları tarih sahnesinin dışına itmişti.
İşçi sınıfının, yoksul köylülükle birlikte devrimi yapıp iktidarı alması ve Sovyet iktidarı özgülünde proletarya diktatörlüğünü kurması, daha işin başlangıcıydı.
Devrimin amacı, sömürücü sınıflar egemenliğine son verip sosyalizmi kurmak ve adım adım sınıfsız topluma geçişi sağlamaktı. Ancak devrim, Batı’yla kıyaslandığında hâlâ feodal ilişkilerin bütünüyle ortadan kalkmadığı geri kapitalist bir ülke olan Rusya’da gerçekleşmişti. Üstelik 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve devrim sonrası gelişen İç Savaş sonucu ülke ekonomisi büyük ölçüde tahrip olmuş ve ekonomi 1913’teki seviyesinin çok gerisine düşmüştü.
Soyalizm, her şeyden önce gelişmiş bir ekonomik yapıya ihtiyaç duyar. Dolayısıyla bu durum, devrimi yapmış işçi sınıfına ve öncüsü Bolşeviklere tahrip olmuş ekonomiyi düzeltmek ve en kısa sürede ileri kapitalist ülkeler seviyesine ulaşmak görevini yüklüyordu.
Batı’da yeni devrimlerle desteklenmeyen ve kendi ülkesinde eski sistemen kalıntısı sınıfların direnciyle karşılaşan Rus devriminin işi gerçekten zordu. Dış müdahaleler, ambargolar, sabotajlar birbirini izliyordu. Bütün bunların yanısıra, geri bir ülkede sosyalizmin inşa edilemeyeceğini ileri sürerek ayak direyen ve devrimi geri çekmeye çalışan Troçkistlerin yıkıcı faaliyetleri işin tuzu biberiydi.
Sıkıntılı süreçleri çözme ustası Bolşevikler, bütün bu zorluklara rağmen, uluslararası burjuvazinin ve onun içteki uzantılarının planlarını boşa çıkararak başarı üstüne başarı kazandılar; ekonomik olarak Sovyetler Birliği Batılı kapitalist ülkelerle boy ölçüşür, hatta bazıların geçer duruma geldi. Muzaffer işçi sınıfı ve Sovyet halkları sosyalizm yolunda ileri adımlar attılar, büyük kazanımlar elde ettiler.
1950’lerin ortalarından itibaren SBKP ve devlet içinde uç veren ve giderek egemen olan revizyonist mihrakın sosyalizmi tasfiye ederek adım adım kapitalizmi kurması ve nihayet 1990’ların başında revizyonist Sovyetler Birliği’nin yıkılarak ülkenin açık kapitalist bir ülkeye dönüşmesi, bu ileri adım ve kazanımların önemini azaltmaz. Aksine, yeni bir devrim ve sosyalizim mücadelesi dönemine adını yazdıracak olan işçi sınıfı ve ezilen halkların genç kuşaklarının önüne değer biçilemez zengin tecrübe ve deneyler sunarak daha büyük önem kazanır.
EKONOMİK KAZANIMLAR
1917 Ekim Devrimi başarılıp iktidar Sovyetler’e geçtiğinde, Sovyet hükümetİnin önünde yerine getirilmesi gereken büyük görevler vardı:
Daha devrimin ilk adımları atıldığında, Sovyet hükümeti, kendisini, İç Savaş’ın içinde buldu. Dış emperyalist güçlerle bir arada iç gericiliğin son direnişiydi bu. Böylesi bir durum, ekonomide ‘Savaş Komünizmi’ olarak adlandırılan bir politikanın yürürlüğe konulmasını zorunlu kıldı. Sovyet Cumhuriyeti’nin ekonomik yaşamını, bütünüyle iç ve dış düşmanların saldırısına karşı savunmanın çıkarlarına bağlayan bir politikaydı ‘Savaş Komünizmi’.
İç Savaş işçi sınıfının zaferiyle sonuçlandığında, ‘Savaş Komünizmi’ politikası ile devam edilemezdi. Bu koşullarda meta kıtlığını ortadan kaldıracak ve pazarı canlandıracak tedbirlere ihtiyaç vardı. Mart 1921’de Bolşevik Partisi’nin X. Kongresi’nde Yeni Ekonomik Politika (NEP) benimsendi.
NEP’e göre, teslim yükümlülüğü ortadan kalkıyor, yerine gıda maddeleri vergisi konuyordu. Vergiden sonraki fazlalık köylülerin özgür iradesine tabiydi. Bu şekilde ticaret serbest bırakılmakla, başlangıçta kapitalizm de canlanacaktı. Bunun için özel işletmelere izin verilecekti. Kuşkusuz, NEP politikası proletarya diktatörlüğünün denetiminde kapitalizmin canlandırılması politikasıydı ve geçiciydi. Sosyalist ekonominin güçlenmesiyle kapitalist unsurlar püskürtülecekti.
NEP politikası, sosyalist bir ekonominin kurulmasına girilmeden önce, savaştan ve iç savaştan dolayı açılan yaraların iyileştirilmesi ihtiyacının ürünüydü. Çünkü, dört yıllık savaş ve üç yıllık iç savaşın ardından, 1920 yılında, tarımsal üretim savaş öncesi üretimin yarısı, sanayi üretimi ise savaş öncesi üretimin yedide biri düzeyindeydi. Lenin, bu durumu, “Rusya, savaştan öyle bir durumda çıkmıştı ki, onun hali, ölesiye sopa yemiş bir insana benziyordu; yedi sene boyunca sopa yedi, ne şükür ki koltuk değnekleriyle hareket edebiliyordu.” diyerek tarif ediyor.
NEP politikasının sonucu olarak 1924-25 yıllarında, tarımda üretim savaş öncesi durumun % 87’sine, sanayi üretimi de savaş öncesi seviyenin % 71’ine ulaştı. Kitlelerin durumu da iyileşti.
1926 yılında Sovyet ekonomisi savaş öncesi seviyesine ulaştı. Ancak bu durum yetersizdi. SBKP(B)’nin 1925 yılındaki XIV. Kongresi’ne sunduğu raporda Stalin, ülkenin sosyalist sanayileşmesi politikasını ortaya koydu.
Buna göre, iç savaşın ardından yıkılmış bir ekonomiyi canlandırmak için tarımın geliştirilmesi zorunluyken, artık sanayinin geliştirilmesi zorunluydu. Sosyalist sanayinin geliştirilmesi ise, her şeyden önce, ağır sanayinin, yani demir döküm, kömür, petrol ve makine sanayilerinin vb. geliştirilmesi demekti. Bu, ülkenin savunulması için gerekli sanayi dallarının kurulmasının yanı sıra, kırda sosyalizmin zaferi için, yani milyonlarca bireysel küçük köylü işletmesinin kolektif çiftliklerde birleştirilmesi ve büyük ölçekli sosyalist ekonomiye geçebilmesi için modern tarım makinelerinin üretildiği fabrikaların, traktör fabrikalarının kurulması anlamında da zorunluydu.
Sosyalist sanayileşme, kapitalist ülkelerde olduğu gibi, işçi sınıfı ve emekçilerin sömürüsü ve sömürgelerin yağmalanması temelinde değil, ülkenin bütün zenginliklerinin halkın elinde toplanması ve bunun Sovyet Hükümeti eliyle sanayiye yönlendirilmesiyle kuruldu ve bunun sonucu olarak, maddi refah seviyesi durmadan yükseldi.
Sosyalist sanayileşme sürecinde dünya ilk defa ‘Beş Yıllık Planlar’la karşılaştı. 1928’de başlayan Birinci Beş Yıllık Plan, dört yıl üç ayda tamamlandı, 1933’de başlayan İkinci Beş Yıllık Plan ise, yine vaktinden önce, 1937’de tamamlandı.
İlk beş yıllık planın hedeflerinden biri, sanayide sağlam bir temel yaratmanın yanı sıra, tarımın kolektifleştirilmesinin sağlanmasıydı.
Kapitalist dünya, 1929-30 büyük ekonomik bunalımının pençesinde çırpınırken, Sovyetler Birliği, Birinci ve İkinci beş yıllık planlarla, sosyalist ekonominin temeli olan ağır sanayii kuruyor, tarımın kolektifleştirilmesinde büyük adımlar atıyordu. Kuşkusuz bu, tarımda kapitalizmin temsilcisi olan kulakların direnişiyle karşılaştı ve kulakların tasfiyesiyle sonuçlandı.
Ülkenin her tarafı büyük bir şantiyeye dönüştü. Demiryolu ağı büyüdü, elektrifikasyon sorunu çözüldü. Üniversiteler, okullar, hastaneler, yemek salonları, konutlar, kültür parkları, çocuk yuvaları, kreşler inşa edildi.
Sanayileşmenin temeli olan demir döküm sanayii genişledi. İş aletleri sanayii, kimya, yapay kauçuk ve lif sanayii gelişti. Ülke; traktör, otomobil işletmelerine biçer-döver fabrikalarına, tarım makinaları üreten fabrikalara kavuştu. Uçak sanayii boy verdi, hidro-elektrik santraller inşa edildi.
Birinci Beş Yıllık Plan’ın başlarında bir buçuk milyon işsiz vardı. Planın sonuna doğru işsizlik tümüyle yok oldu. Büyük sanayi işçilerinin sayısı arttı, halkın ekonomik durumu giderek düzeldi.
İkinci BeşYıllık Plan döneminde birçok yeni işletme kuruldu, üretimin bütün dalları yeni bir teknik temel üzerinde şekillendirildi, emekçilerin durumu daha da iyileşti. Birçok konut, park, okul, sinema, tiyatro salonu vb. yapıldı. Birçok kent tramvay ve troleybüs hatlarına kavuştu, Moskova Metrosu inşa edildi.
İkinci Beş Yıllık Plan’ın sonuna doğru sosyalist mülkiyet, ülkedeki üretim fonunun yüzde 87’sine ulaşmıştı. Sanayi, 1929 yılına göre 4 kat, 1917 yılına göre hemen hemen 14 kat büyümüştü. Bu dönemde, tarımda çalışan bütün traktör ve biçer-döverler Sovyet işletmelerinde üretilmişti.
1933 yılında 64,36 milyon ton kömür çıkarılırken, 1937’de 127,968 milyon tona, elektrik enerjisi üretimi 13,5 milyar kw.’den 36,4 milyar kw.’ye, petrol 22,3 milyon tondan 30,5 milyor tona, demir madeni 12,1 milyon tondan 27, 8 milyon tona yükseldi. Dökme demir üretimi 6,2 milyon tondan 14,5 milyon tona, çelik üretimi 1932 yılında 5,9 milyon tondan 1937 yılında 17,7 milyon tona çıktı. Elektrik santralleri giderek artan tempoda inşa edildi.
Hafif sanayi, yün, keten, ipek dokumaları, ayakkabı üretimi önemli ölçüde arttı. Gıda maddeleri sanayii gelişti. Demiryolu ağı iki plan döneminde Çarlık Rusyası demiryolu ağına göre, 1,5 kat büyüdü.
İki plan döneminde, köyde kolektif ekonomi esas güç haline geldi. Tarımda eski teknik, yerini yeni, modern tekniğe bıraktı. Karasabanın, orağın, tırpanın yerini traktör, biçer-döver, harman makinesi aldı.
İki plan döneminin sonunda Sovyetler Birliği, bir tarım ülkesinden bir sanayi ülkesine dönüşmüştü ve sanayisi, brüt olarak, Avrupa’da birinci, dünyada ikinci; makine imali bakımından Avrupa’da birinci, dünyada ikinci sıraya, tarımsal makine üretiminde dünyada birinci, çekme çelik üretiminde Avrupa’da ikinci, dünyada üçüncü sıraya çıkmıştı.
İlk iki Beş Yıllık Plan döneminde ulusal gelir 71 milyar Ruble arttı. Bu, devasa bir büyümeydi ve hiçbir kapitalist ülke böylesi bir büyümeyle karşılaşmamıştı.
Üçüncü Beş Yıllık Plan, sosyalist ekonominin girdiği süreci daha da ilerletmeyi hedefledi. 1938’de başlayan plan, 1942’de tamamlanacaktı. Ancak Hitler faşizminin Sovyetler Birliği’ne saldırısı bu planı yarım bıraktı.
1940 yılında Sovyetler Birliği’nin ekonomik durumu şöyleydi: 15 milyon ton ham demir, yani 1913’e göre 4 kat fazla; 18.3 milyon ton çelik, yani 1913’e göre 4.5 kat fazla; 166 milyon ton kömür, yani 1913’e göre 5.5 kat fazla; 31 milyon ton petrol, yani 1913’e göre 3.5 kat fazla; 38.3 milyon ton tahıl, yani 1913’e göre 10 milyon ton fazla; 2.7 milyon ton ham pamuk, yani 1913’e göre 3.5 kat fazla.
İkinci Dünya Savaşı’nda Alman faşistleri işgal ettikleri bölgeyi büyük ölçüde tahrip ettiler. Almanların Sovyetler Birliği’nde yol açtığı zararın 679 milyar Ruble gibi bir büyüklük oluşturduğu tespit edilmişti. Savaş döneminde bütün bu tahribatlara rağmen, Sovyet Hükümetinin aldığı tedbirler sonucu, üretim, yalnızca yüzde 24 düşmüştü.
Savaş sonrası planda en önemli görev, SSCB’nin zarar gören bölgelerinin onarımı idi. Bunun 1948’de gerçekleştirilmesi hedeflenmişti.
Sovyetler Birliği’nde sanayi üretimi, 1929 yılına göre 1950’de 10.8 kat, 1951’de ise yaklaşık 13 kat artmıştı. Oysa aynı dönemde, bu oran, ABD’de 1950 için 1.8, 1951 için ise 2 kat idi. Aynı durum, tarımsal üretim açısından da geçerliydi, aynı dönemde kapitalist ülkelerde tarımsal üretim savaş öncesi duruma çıkmazken, SSCB’de yüzde 50 artmıştı.
Bütün bunların sonucu olarak, Sovyetler Birliği’nde işsizlik ortadan kalkmış, herkes emeğinin niteliği ve niceliğine uygun ücret aldığı bir iş güvencesine kavuşmuş, günlük çalışma saatleri 8 saate, belirli sektörlerde 6 saate, hatta 4 saate indirilmiş, hafta tatili, yıllık tatil, hamile kadınlar için doğum izni çalışma yaşamına girmiştir. 55 yaşına gelen her kadının ve 60 yaşına gelen her erkeğin emekli maaşı alması zorunlu hale gelmiştir.
Bütün Sovyetler Birliği yurttaşlarının yaşlılık, hastalık, sakatlık durumlarında maddi bakım görmeleri anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bütün sağlık hizmetleri parasızdı, dinlenme evleri ve tatil yurtlarında kalışlar da bedava ya da bedava gibiydi.
1936 yılında kabul edilen Sovyet Anayasası, dünyanın o güne kadar gördüğü en demokratik anayasaydı. Anayasanın kabul ediliş yöntemi de, Sovyetler Birliği’ne kara çalanları yalanlayacak bir yöntemdir. 1935 yılında Sovyetler Kongresi, bir komisyon oluşturdu ve bu komisyon bir Anayasa teklifi hazırladı. Hazırlanan teklif, 1936 Haziran’ında Sovyet hükümetince geçici olarak kabul edildi ve 6 milyon adet basılarak halka sunuldu. Tasarı 36 milyon kişinin katıldığı 527 bin toplantıda tartışıldı. Halk, tartışmayı gazeteler üzerinden de sürdürdü. 154 bin değişiklik teklifi yapıldı, değişiklik önerileri fiilen 43 maddede toplandı. Sonunda Sovyet Anayasası kabul edildi.
ULUSAL HAKLAR ALANINDA
Çarlık Rusyası bir halklar hapishanesiydi. Devrim’den sonra Çarlık döneminin köle halkları artık Sovyet Birliği’nin kurucu ve özgür halkları haline gelmişti. 30 Aralık 1922’deki Sovyetler’in Birlik Kongresi’nde, Sovyet halklarının federe devlet temeli üzerinde devlet olarak birleşmeleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ni oluşturmaları kararı alındı.
Başlangıçta Birlik’te, Rus Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Transkafkasya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti yer alıyordu. Daha sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ni oluşturan cumhuriyet sayısı 16’ya çıktı. Ayrıca cumhuriyetler içinde özerk sovyet sosyalist cumhuriyetleri, özerk bölgeler yer alıyordu.
Sovyetler Birliği’ni oluşturan bütün cumhuriyetler, gönüllülük temelinde katılmıştı ve bütün cumhuriyetlerin özgürce ayrılma hakkı vardı.
Bütün Sovyet Cumhuriyetleri’nde yaşayan halklar, kendi ulusal kültürlerini geliştirme, kendi anadillerinde eğitim yapma hakkı dahil, bütün ulusal haklarına kavuştular. Bunun sonucu olarak, bütün Sovyet cumhuriyetlerinde yaşayan her ulusun kendi dilinde eğitimini yaptığı ilk ve orta dereceli okullar, yüksek okullar açıldı. Farklı dillerde gazeteler yayınlandı, birçok dil yok olmaktan kurtuldu ve geliştirildi.
Kadın, ilk defa Sovyetler Birliği’nde eşit bir statü elde etti. Kadının üretime ve toplumsal yaşama katılımını engelleyen bütün önyargılar, gelenekler ve yasal dayanaklar birer birer yıkıldı. Sosyalist sanayileşme, kadının özgürleşmesinin yolunu açtı. Burjuva toplumlarda halen sürmekte olan aynı işte kadının daha düşük ücret alması uygulaması, Sovyetler Birliği’nde daha 1930’larda son buldu. Kadın, gerçek anlamda seçme seçilme hakkını elde etti. Bunun sonucu olarak kadın, hayatın her alanında daha ileri görevler alabildi. Kadının, kadın ve ana olarak sağlığa zararlı işlerde çalışması yasaklandı. Kadın, hamilelik ve doğum izni hakkına kavuştu.
EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDAKİ
KAZANIMLAR
Çarlık döneminde halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Çünkü, Çar III. Aleksandır’ın danışmanı Pobedonoszev’e göre, ‘okuma yazma bilmeyen bir halk daha kolay idare edilir’di. Halkın eğitimli olmasını kendi iktidarları için tehdit gören bir anlayıştan başka türlüsü de beklenemezdi.
Sovyet iktidarı, temel öğretimi zorunlu hale getirildi. Bu eğitim aynı zamanda anadilde olacaktı. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı, 1926’da yüzde 51’ken, 1934’te yüzde 10’a inmişti. Bu tablo, 1939 yılında çok daha düzelmişti. Şehirlerde ilk okulun 7 yıla çıkarılması zorunlu hale getirildi.
Okul sayısı da yıldan yıla arttı. 30’lu yıllarda Sovyet halkı gerçek bir aydınlanma yaşadı. İlk ve orta okullarda okuyanların sayısı 1933 yılında 23.4 milyondan 1939 yılında 33.3 milyona çıkmıştı. Yüksek okullarda okuyanların sayısı, 1939 yılında 601 bin kişiydi. Kütüphanelerin, kütüphanelerdeki kitapların, kulüplerin, tiyatroların sayısı yıldan yıla arttı. Çarlık Rusyası’nda yüksek öğrenimi bitiren kişilerin sayısı 105 bin iken, 1941 yılında bu sayı, Sovyetler Birliği’nde 1.5 milyona ulaşmıştı.
Çarlık Rusyasında 1917 yılında 859 gazete yayınlanıyordu ve bunların toplam tirajı 3 milyonu bulmuyordu. 1939 yılında gazetelerin yıllık tirajı 7 milyarı geçiyordu. 1917 yılında 8.9 milyon kitaba sahip 12 bin 600 kütüphane varken, 1940’larda bu sayı yaklaşık 150 milyon kitaba sahip 80 bin kütüphaneyi bulmuştu.
Devrimden önce kitapların baskı sayısı 5-10 bini geçmezken, Sovyet iktidarı döneminde, onlarca dilde, milyonlarca baskı adedine ulaşmıştı. Örneğin, Puşkin 1939 yılına kadar 66 dilde 30 milyonu bulan bir sayıda basıldı. Toltoy, Sçedrin vb. Rus klasiklerinin eserleri milyonlarca basıldı. Maksim Gorki’nin eserleri Çarlık Rusyası’nda Rusya halklarının dillerinde hemen hemen hiç yayınlanmazken, Sovyet iktidarı yıllarında, 61 dilde 40 milyon adet basıldı.
Eski Rusya’da 153 tiyatro vardı, oysa Sovyetler Birliği’nde 1939 yılında tiyatro sayısı 790’a ulaşmıştı. Sinema sayısı da on binleri bulmuştu.
Sovyet iktidarında sahne sanatlarıyla uğraşan sanatçı sayısı alabildiğine arttı. Bu tür faaliyetleri eskiden üst sınıflardan gelen kişiler yürütebiliyorlardı, Sovyet iktidarı ise, her kesimden insanın bu tür alanlara yönelebilmesinin olanaklarını genişletti.
Sovyet iktidarı, edebiyata ve sanata yönelimi teşvik etti ve Mihail Şolohov, Mayakovski, İlya Ehrenburg, Yesenin, Aleksey Tolstoy, Konstantin Fedin gibi dünya ölçeğinde saygınlık kazanmış büyük romancı ve şairlerin yetişmesinin yolunu açtı. Bu yazar ve şairler, aynı zamanda, sosyalist gerçekçiliğin temsilcileri oldular.
Müzik, resim, heykel, sinema, balede büyük sanatçılar yetişti. Bütün bu sanat dallarında ortaya konan eserler, sınırlı bir elit kesim içerisinde sıkışıp kalmadı, milyonlara ulaştı. Sovyet iktidarının köylü kadına opera izlettiğini söylemek gerçeğin bir başka türlü izahı olur.
Sovyet sisteminde konut, ısınma, haberleşme, ulaşım gibi sorunlar kökten çözüldü. Örneğin, Sovyet yurttaşları, ev kirası olarak, toplam gelirlerinin yüzde 5 ila 15’ini ayırıyorlardı. Kira, su, ısıtma, gaz, elektrik ve öteki yükümlülükleri de kapsıyordu. Telefon kullanımına, şehir içi konuşmalara ayrı bir fatura çıkarılmaksızın, 2-3 Ruble gibi bir para ödeniyordu.
Sovyetler Birliği’nde şehir içi ulaşım ve taşımacılık çok gelişmişti. Şehirlerarası yolculukta raylı sistem ve kara yolunun yanında hava yolu da çok kullanılıyordu ve bu yolculuklar, her işçinin kolaylıkla seyahat edebileceği kadar ucuzdu. Şehir içi yolculukta raylı sistem, tüm büyük şehirlerde yaygındı, bunlara dünya ölçeğinde üne sahip Moskova metrosu örnek verilebilir. Burada yolculuk 5 Kopek’ti.
Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin başarıları, dünyanın bütün ülkelerinde işçi ve emekçilerin sosyalizme yönelmelerinin yolunu açtı. Birçok ülkenin işçi sınıfları iktidar mücadelesine yöneldiler, partilerini, sendikalarını kurdular. Ülkelerinde egemen sınıfları tavizler vermeye zorladılar.
Batılı kapitalist ülkelerin egemenleri, işçi sınıfının bu yönelimini saptırabilmek için bir takım manevralara baş vurdular. Kendi ülkelerinin emekçilerini sömürmelerinin yanı sıra, sömürge, yarı sömürge ülkeleri yağmalamalarının da getirdiği avantajla, işçi sınıfına ekonomik, sosyal, siyasal birtakım haklar tanıdılar ve bu hakları yasal zeminlere de taşıdılar. Bu haklar tanınarak, işçi sınıfına, sosyalizme gerek olmadan, kapitalizm koşullarında birtakım taleplerin gerçekleşebileceği mesajı verilmek isteniyordu ve bütün bu uygulamaların “sosyal devlet” adına gerçekleştirildiği iddia edildi. Batı ülkeleri burjuvazisinin bu tür geri adımları, giderek geri, yarı sömürge ülkelere kadar yayıldı. Ne var ki, burjuvazi bu tür geri adımlarla işçi ve emekçileri kendi düzenlerine bağlamak istiyordu ve bunda bir ölçüde başarılı da oldu. İşçi sınıfı örgütlerinde reformist eğilimlerin gelişmesi eğilimini kışkırttı.
Bugün Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı koşullarda, ‘sosyal devlet’in devre dışı bırakılmaya çalışılması, bir kere daha üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Sosyalizme karşı barikat olarak dikilen bir uygulamanın, sosyalizmin yıkıldığı bir ortamda gereksiz hale gelmesinde aslında anlaşılmayacak bir durum yoktur.
SONUÇ
Revizyonist ihanete kadar, iki büyük savaşın ve bir iç savaşın yıkıntıya uğrattığı bir ülkede, gericilik, kıtlık ve sabotajlara rağmen, 35-40 yıllık bir pratiği olan sosyalizmin, elbette ki, bütün sorunları çözmüş olduğu gibi bir iddiada bulunulamaz. Bir ilk deney olması, geri bir ülkede inşa edilmesi, kuşatma koşullarında var olması gibi dezavantajlarına rağmen, Sovyetler Birliği’nde (ve hatta dünya ölçüsünde) sosyalizm, insanlığa bütün tarihi boyunca sahip olamadığı kazanımlar sağlamıştır. Bu kazanımlar sayesinde bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkları, Sovyetler Birliği nezdinde, sömürüden kurtulma mücadelelerinde kendilerini esinlendiren bir örnek görmüşlerdir.
Bugün eğer, işçi sınıfının en büyük kazanımı olan Sovyet iktidarı fiilen ortadan kaldırılmışsa, bu onun geçersizliğini, gereksizliğini ya da tarihsel bir sapma olduğunu ispatlamaz. Aksine, dünyanın işçilerine ve ezilen sınıflarına, sömürücü sınıfların iktidarını yıkıp, yerine işçi sınıfının iktidarını kurmanın zorunlu ve olanaklı olduğunu esinlendiren bir örneğin varlığından hareketle, daha deneyimli, daha bilinçli bir şekilde mücadeleyi yükseltmenin zorunluluğunu ispatlar. q