Sosyalizmin kazanımları

Vaktiyle (çok da uzak olmayan bir ‘vaktiyle’), Batı’dan gelen kimi gazeteciler, Çarlığın devrilmesinden bunca yıl sonra, hâlâ dilenciliği ortadan kaldıramadığına göre, sosyalizmin çoktan iflas etmiş olduğunun –fotoğraflarla destekli– çürütülemez kanıtlarını ülkelerine aktarabilmek amacıyla, ziyaretleri boyunca, Moskova sokaklarında, bir “gerçek dilenci” bulmak için didinip dururlardı. Görev, bu görüntü avcıları için o kadar kolay değildi; çünkü Sovyet kentlerinde dilenciler giderek seyrekleşiyordu. Oysa bugün dilenciden geçilmiyor.”
Henri Alleg’in ‘Büyük Geri Sıçrama’ isimli kitabının girişinde de belirttiği gibi, 1917 Ekim Devrimi’nin ilk günlerinden itibaren Batılılar, sosyalist Sovyetler Birliği’nde yolunda gitmeyen bir şeyler bulmak için canla başla çalıştılar. Bu şekilde kendi ülkelerinin işçi sınıflarına, uğruna mücadele ettikleri sosyalizmin en sıradan sorunları bile çözme yeteneğinde olmadığını göstermek ve sosyalizm için mücadelenin gereksiz olduğunu ispatlamak istiyorlardı.
Yukarıdaki gözlem,  Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından ortaya çıkan manzarayı sergilemesi bakımından önemli. Yazar, artık sokaklarda dilenci görmenin sıradan bir olay olduğunu, Sovyetler Birliği’nin açıkça kapitalizme dönmesiyle birlikte yaşananlarda, sinekten yağ çıkarmada uzman Batılıların haber değeri taşıyan bir şeyler bulamadıklarından söz ediyor.
Batılılar için kendi sistemleriyle birleşmiş bir Rusya’da haber değeri taşıyacak bir şeyler bulmak o kadar da önemli değil. Onlar için önemli olan, mezarını kazdıklarını iddia ettikleri sosyalizm aleyhinde kullanabilecekleri “bir şeyler” bulmak. Batılılar, daha doğrusu Batı’nın kapitalist dünyasının savunucuları, yıllarca sosyalizmi kötüleyecek, onu kitlelerin gözünde değersizleştirecek kanıtlar bulmak için uğraşıp durdular. Yalanlardan, çarpıtma haberlerden medet umdular. Ancak bunlar gerçeğin duvarına çarpıp paramparça oldu. Dönem dönem “naylon çorap, ciklet” edebiyatı üzerinden sosyalizmin kitlelerin sorunlarını çözmediğinin kanıtlarını bulduklarını sevinç çığlıkları atarak ilan ettiler.
Oysa durum başkaydı. 1917 Ekim Devrimi’yle işçi sınıfı dünya tarihinde yepyeni bir sayfa açmış, dünya üzerinde ilk defa ezilen bir sınıf iktidara gelmiş ve sömürücü sınıfları tarih sahnesinin dışına itmişti.
İşçi sınıfının, yoksul köylülükle birlikte devrimi yapıp iktidarı alması ve Sovyet iktidarı özgülünde proletarya diktatörlüğünü kurması, daha işin başlangıcıydı.
Devrimin amacı, sömürücü sınıflar egemenliğine son verip sosyalizmi kurmak ve adım adım sınıfsız topluma geçişi sağlamaktı. Ancak devrim, Batı’yla kıyaslandığında hâlâ feodal ilişkilerin bütünüyle ortadan kalkmadığı geri kapitalist bir ülke olan Rusya’da gerçekleşmişti. Üstelik 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve devrim sonrası gelişen İç Savaş sonucu ülke ekonomisi büyük ölçüde tahrip olmuş ve ekonomi 1913’teki seviyesinin çok gerisine düşmüştü.
Soyalizm, her şeyden önce gelişmiş bir ekonomik yapıya ihtiyaç duyar. Dolayısıyla bu durum, devrimi yapmış işçi sınıfına ve öncüsü Bolşeviklere tahrip olmuş ekonomiyi düzeltmek ve en kısa sürede ileri kapitalist ülkeler seviyesine ulaşmak görevini yüklüyordu.
Batı’da yeni devrimlerle desteklenmeyen ve kendi ülkesinde eski sistemen kalıntısı sınıfların direnciyle karşılaşan Rus devriminin işi gerçekten zordu. Dış müdahaleler, ambargolar, sabotajlar birbirini izliyordu. Bütün bunların yanısıra, geri bir ülkede sosyalizmin inşa edilemeyeceğini ileri sürerek ayak direyen ve devrimi geri çekmeye çalışan Troçkistlerin yıkıcı faaliyetleri işin tuzu biberiydi.
Sıkıntılı süreçleri çözme ustası Bolşevikler, bütün bu zorluklara rağmen, uluslararası burjuvazinin ve onun içteki uzantılarının planlarını boşa çıkararak başarı üstüne başarı kazandılar; ekonomik olarak Sovyetler Birliği Batılı kapitalist ülkelerle boy ölçüşür, hatta bazıların geçer duruma geldi. Muzaffer işçi sınıfı ve Sovyet halkları sosyalizm yolunda ileri adımlar attılar, büyük kazanımlar elde ettiler.
1950’lerin ortalarından itibaren SBKP ve devlet içinde uç veren ve giderek egemen olan revizyonist mihrakın sosyalizmi tasfiye ederek adım adım kapitalizmi kurması ve nihayet 1990’ların başında revizyonist Sovyetler Birliği’nin yıkılarak ülkenin açık kapitalist bir ülkeye dönüşmesi, bu ileri adım ve kazanımların önemini azaltmaz. Aksine, yeni bir devrim ve sosyalizim mücadelesi dönemine adını yazdıracak olan işçi sınıfı ve ezilen halkların genç kuşaklarının önüne değer biçilemez zengin tecrübe ve deneyler sunarak daha büyük önem kazanır.

EKONOMİK KAZANIMLAR
1917 Ekim Devrimi başarılıp iktidar Sovyetler’e geçtiğinde, Sovyet hükümetİnin önünde yerine getirilmesi gereken büyük görevler vardı:
Daha devrimin ilk adımları atıldığında, Sovyet hükümeti, kendisini, İç Savaş’ın içinde buldu. Dış emperyalist güçlerle bir arada iç gericiliğin  son direnişiydi bu. Böylesi bir durum, ekonomide ‘Savaş Komünizmi’ olarak adlandırılan bir politikanın yürürlüğe konulmasını zorunlu kıldı. Sovyet Cumhuriyeti’nin ekonomik yaşamını, bütünüyle iç ve dış düşmanların saldırısına karşı savunmanın çıkarlarına bağlayan bir politikaydı ‘Savaş Komünizmi’.
İç Savaş işçi sınıfının zaferiyle sonuçlandığında, ‘Savaş Komünizmi’ politikası ile devam edilemezdi. Bu koşullarda meta kıtlığını ortadan kaldıracak ve pazarı canlandıracak tedbirlere ihtiyaç vardı. Mart 1921’de Bolşevik Partisi’nin X. Kongresi’nde Yeni Ekonomik Politika (NEP) benimsendi.
NEP’e göre, teslim yükümlülüğü ortadan kalkıyor, yerine gıda maddeleri vergisi konuyordu. Vergiden sonraki fazlalık köylülerin özgür iradesine tabiydi. Bu şekilde ticaret serbest bırakılmakla, başlangıçta kapitalizm de canlanacaktı. Bunun için özel işletmelere  izin verilecekti. Kuşkusuz, NEP politikası proletarya diktatörlüğünün denetiminde kapitalizmin canlandırılması politikasıydı ve geçiciydi. Sosyalist ekonominin güçlenmesiyle kapitalist unsurlar püskürtülecekti.
NEP politikası, sosyalist bir ekonominin kurulmasına girilmeden önce, savaştan ve iç savaştan dolayı açılan yaraların iyileştirilmesi ihtiyacının ürünüydü. Çünkü, dört yıllık savaş ve üç yıllık iç savaşın ardından, 1920 yılında, tarımsal üretim savaş öncesi üretimin yarısı, sanayi üretimi ise savaş öncesi üretimin yedide biri düzeyindeydi. Lenin, bu durumu, “Rusya, savaştan öyle bir durumda çıkmıştı ki, onun hali, ölesiye sopa yemiş bir insana benziyordu; yedi sene boyunca sopa yedi, ne şükür ki koltuk değnekleriyle hareket edebiliyordu.” diyerek tarif ediyor.
NEP politikasının sonucu olarak 1924-25 yıllarında, tarımda üretim savaş öncesi durumun % 87’sine, sanayi üretimi de savaş öncesi seviyenin % 71’ine ulaştı. Kitlelerin durumu da iyileşti.
1926 yılında Sovyet ekonomisi savaş öncesi seviyesine ulaştı. Ancak bu durum yetersizdi. SBKP(B)’nin 1925 yılındaki XIV. Kongresi’ne sunduğu raporda Stalin, ülkenin sosyalist sanayileşmesi politikasını ortaya koydu.
Buna göre, iç savaşın ardından yıkılmış bir ekonomiyi canlandırmak için tarımın geliştirilmesi  zorunluyken, artık sanayinin geliştirilmesi zorunluydu. Sosyalist sanayinin geliştirilmesi ise, her şeyden önce, ağır sanayinin, yani demir döküm, kömür, petrol ve makine sanayilerinin vb. geliştirilmesi demekti. Bu, ülkenin savunulması için gerekli sanayi dallarının kurulmasının yanı sıra, kırda sosyalizmin zaferi için, yani milyonlarca bireysel küçük köylü işletmesinin kolektif çiftliklerde birleştirilmesi ve büyük ölçekli sosyalist ekonomiye geçebilmesi için modern tarım makinelerinin üretildiği fabrikaların, traktör fabrikalarının kurulması anlamında da zorunluydu.
Sosyalist sanayileşme, kapitalist ülkelerde olduğu gibi, işçi sınıfı ve emekçilerin sömürüsü ve sömürgelerin yağmalanması temelinde değil, ülkenin bütün zenginliklerinin halkın elinde toplanması ve bunun Sovyet Hükümeti eliyle sanayiye yönlendirilmesiyle kuruldu ve bunun sonucu olarak, maddi refah seviyesi durmadan yükseldi.
Sosyalist sanayileşme sürecinde dünya ilk defa ‘Beş Yıllık Planlar’la karşılaştı. 1928’de başlayan Birinci Beş Yıllık Plan, dört yıl üç ayda tamamlandı, 1933’de başlayan İkinci Beş Yıllık Plan ise, yine vaktinden önce, 1937’de tamamlandı.
İlk beş yıllık planın hedeflerinden biri, sanayide sağlam bir temel yaratmanın yanı sıra, tarımın kolektifleştirilmesinin sağlanmasıydı.
Kapitalist dünya, 1929-30 büyük ekonomik bunalımının pençesinde çırpınırken, Sovyetler Birliği, Birinci ve İkinci beş yıllık planlarla, sosyalist ekonominin temeli olan ağır sanayii kuruyor, tarımın kolektifleştirilmesinde büyük adımlar atıyordu. Kuşkusuz bu, tarımda kapitalizmin temsilcisi olan kulakların direnişiyle karşılaştı ve kulakların tasfiyesiyle sonuçlandı.
Ülkenin her tarafı büyük bir şantiyeye dönüştü. Demiryolu ağı büyüdü, elektrifikasyon sorunu çözüldü. Üniversiteler, okullar, hastaneler, yemek salonları, konutlar, kültür parkları, çocuk yuvaları, kreşler inşa edildi.
Sanayileşmenin temeli olan demir döküm sanayii genişledi. İş aletleri sanayii, kimya, yapay kauçuk ve lif sanayii gelişti. Ülke; traktör, otomobil işletmelerine biçer-döver fabrikalarına, tarım makinaları üreten fabrikalara kavuştu. Uçak sanayii boy verdi, hidro-elektrik santraller inşa edildi.
Birinci Beş Yıllık Plan’ın başlarında bir buçuk milyon işsiz vardı. Planın sonuna doğru işsizlik tümüyle yok oldu. Büyük sanayi işçilerinin sayısı arttı, halkın ekonomik durumu giderek düzeldi.
İkinci BeşYıllık Plan döneminde birçok yeni işletme kuruldu, üretimin bütün dalları yeni bir teknik temel üzerinde şekillendirildi, emekçilerin durumu daha da iyileşti. Birçok konut, park, okul, sinema, tiyatro salonu vb. yapıldı. Birçok kent tramvay ve troleybüs hatlarına kavuştu, Moskova Metrosu inşa edildi.
İkinci Beş Yıllık Plan’ın sonuna doğru sosyalist mülkiyet, ülkedeki üretim fonunun yüzde 87’sine ulaşmıştı. Sanayi, 1929 yılına göre 4 kat, 1917 yılına göre hemen hemen 14 kat büyümüştü. Bu dönemde, tarımda çalışan bütün traktör ve biçer-döverler Sovyet işletmelerinde üretilmişti.
1933 yılında 64,36 milyon ton kömür çıkarılırken, 1937’de 127,968 milyon tona, elektrik enerjisi üretimi 13,5 milyar kw.’den 36,4 milyar kw.’ye, petrol 22,3 milyon tondan 30,5 milyor tona, demir madeni 12,1 milyon tondan 27, 8 milyon tona yükseldi. Dökme demir üretimi 6,2 milyon tondan 14,5 milyon tona, çelik üretimi 1932 yılında 5,9 milyon tondan 1937 yılında 17,7 milyon tona çıktı. Elektrik santralleri giderek artan tempoda inşa edildi.
Hafif sanayi, yün, keten, ipek dokumaları, ayakkabı üretimi önemli ölçüde arttı. Gıda maddeleri sanayii gelişti. Demiryolu ağı iki plan döneminde Çarlık Rusyası demiryolu ağına göre, 1,5 kat büyüdü.
İki plan döneminde, köyde kolektif ekonomi esas güç haline geldi. Tarımda eski teknik, yerini yeni, modern tekniğe bıraktı. Karasabanın, orağın, tırpanın yerini traktör, biçer-döver, harman makinesi aldı.
İki plan döneminin sonunda Sovyetler Birliği, bir tarım ülkesinden bir sanayi ülkesine dönüşmüştü ve sanayisi, brüt olarak, Avrupa’da birinci, dünyada ikinci; makine imali bakımından Avrupa’da birinci, dünyada ikinci sıraya, tarımsal makine üretiminde dünyada birinci, çekme çelik üretiminde Avrupa’da ikinci, dünyada üçüncü sıraya çıkmıştı.
İlk iki Beş Yıllık Plan döneminde ulusal gelir 71 milyar Ruble arttı. Bu, devasa bir büyümeydi ve hiçbir kapitalist ülke böylesi bir büyümeyle karşılaşmamıştı.
Üçüncü Beş Yıllık Plan, sosyalist ekonominin girdiği süreci daha da ilerletmeyi hedefledi. 1938’de başlayan plan, 1942’de tamamlanacaktı. Ancak Hitler faşizminin Sovyetler Birliği’ne saldırısı bu planı yarım bıraktı.
1940 yılında Sovyetler Birliği’nin ekonomik durumu şöyleydi: 15 milyon ton ham demir, yani 1913’e göre 4 kat fazla; 18.3 milyon ton çelik, yani 1913’e göre 4.5 kat fazla; 166 milyon ton kömür, yani 1913’e göre 5.5 kat fazla; 31 milyon ton petrol, yani 1913’e göre 3.5 kat fazla; 38.3 milyon ton tahıl, yani 1913’e göre 10 milyon ton fazla; 2.7 milyon ton ham pamuk, yani 1913’e göre 3.5 kat fazla.
İkinci Dünya Savaşı’nda Alman faşistleri işgal ettikleri bölgeyi büyük ölçüde tahrip ettiler. Almanların Sovyetler Birliği’nde yol açtığı zararın 679 milyar Ruble gibi bir büyüklük oluşturduğu tespit edilmişti. Savaş döneminde bütün bu tahribatlara rağmen, Sovyet Hükümetinin aldığı tedbirler sonucu, üretim, yalnızca yüzde 24 düşmüştü.
Savaş sonrası planda en önemli görev, SSCB’nin zarar gören bölgelerinin onarımı idi. Bunun 1948’de gerçekleştirilmesi hedeflenmişti.
Sovyetler Birliği’nde sanayi üretimi, 1929 yılına göre 1950’de 10.8 kat, 1951’de ise yaklaşık 13 kat artmıştı. Oysa aynı dönemde, bu oran, ABD’de 1950 için 1.8, 1951 için ise 2 kat idi. Aynı durum, tarımsal üretim açısından da geçerliydi, aynı dönemde kapitalist ülkelerde tarımsal üretim savaş öncesi duruma çıkmazken, SSCB’de yüzde 50 artmıştı.
Bütün bunların sonucu olarak, Sovyetler Birliği’nde işsizlik ortadan kalkmış, herkes emeğinin niteliği ve niceliğine uygun ücret aldığı bir iş güvencesine kavuşmuş, günlük çalışma saatleri 8 saate, belirli sektörlerde 6 saate, hatta 4 saate indirilmiş, hafta tatili, yıllık tatil, hamile kadınlar için doğum izni çalışma yaşamına girmiştir. 55 yaşına gelen her kadının ve 60 yaşına gelen her erkeğin emekli maaşı alması zorunlu hale gelmiştir.
Bütün Sovyetler Birliği yurttaşlarının yaşlılık, hastalık, sakatlık durumlarında maddi bakım görmeleri anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bütün sağlık hizmetleri parasızdı, dinlenme evleri ve tatil yurtlarında kalışlar da bedava ya da bedava gibiydi.
1936 yılında kabul edilen Sovyet Anayasası, dünyanın o güne kadar gördüğü en demokratik anayasaydı. Anayasanın kabul ediliş yöntemi de, Sovyetler Birliği’ne kara çalanları yalanlayacak bir yöntemdir. 1935 yılında Sovyetler Kongresi, bir komisyon oluşturdu ve bu komisyon bir Anayasa teklifi hazırladı. Hazırlanan teklif, 1936 Haziran’ında Sovyet hükümetince geçici olarak kabul edildi ve 6 milyon adet basılarak halka sunuldu. Tasarı 36 milyon kişinin katıldığı 527 bin toplantıda tartışıldı. Halk, tartışmayı gazeteler üzerinden de sürdürdü. 154 bin değişiklik teklifi yapıldı, değişiklik önerileri fiilen 43 maddede toplandı. Sonunda Sovyet Anayasası kabul edildi.
ULUSAL HAKLAR ALANINDA
Çarlık Rusyası bir halklar hapishanesiydi. Devrim’den sonra Çarlık döneminin köle halkları artık Sovyet Birliği’nin kurucu ve özgür halkları haline gelmişti. 30 Aralık 1922’deki Sovyetler’in Birlik Kongresi’nde, Sovyet halklarının federe devlet temeli üzerinde devlet olarak birleşmeleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ni oluşturmaları kararı alındı.
Başlangıçta Birlik’te, Rus Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Transkafkasya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti yer alıyordu. Daha sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ni oluşturan cumhuriyet sayısı 16’ya çıktı. Ayrıca cumhuriyetler içinde özerk sovyet sosyalist cumhuriyetleri, özerk bölgeler yer alıyordu.
Sovyetler Birliği’ni oluşturan bütün cumhuriyetler, gönüllülük temelinde katılmıştı ve bütün cumhuriyetlerin özgürce ayrılma hakkı vardı.
Bütün Sovyet Cumhuriyetleri’nde yaşayan halklar, kendi ulusal kültürlerini geliştirme, kendi anadillerinde eğitim yapma hakkı dahil, bütün ulusal haklarına kavuştular. Bunun sonucu olarak, bütün Sovyet cumhuriyetlerinde yaşayan her ulusun kendi dilinde eğitimini yaptığı ilk ve orta dereceli okullar, yüksek okullar açıldı. Farklı dillerde gazeteler yayınlandı, birçok dil yok olmaktan kurtuldu ve geliştirildi.
Kadın, ilk defa Sovyetler Birliği’nde eşit bir statü elde etti. Kadının üretime ve toplumsal yaşama katılımını engelleyen bütün önyargılar, gelenekler ve yasal dayanaklar birer birer yıkıldı. Sosyalist sanayileşme, kadının özgürleşmesinin yolunu açtı. Burjuva toplumlarda halen sürmekte olan aynı işte kadının daha düşük ücret alması uygulaması, Sovyetler Birliği’nde daha 1930’larda son buldu. Kadın, gerçek anlamda seçme seçilme hakkını elde etti. Bunun sonucu olarak kadın, hayatın her alanında daha ileri görevler alabildi. Kadının, kadın ve ana olarak sağlığa zararlı işlerde çalışması yasaklandı. Kadın, hamilelik ve doğum izni hakkına kavuştu.

EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDAKİ
KAZANIMLAR
Çarlık döneminde halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Çünkü, Çar III. Aleksandır’ın danışmanı Pobedonoszev’e göre, ‘okuma yazma bilmeyen bir halk daha kolay idare edilir’di. Halkın eğitimli olmasını kendi iktidarları için tehdit gören bir anlayıştan başka türlüsü de beklenemezdi.
Sovyet iktidarı, temel öğretimi zorunlu hale getirildi. Bu eğitim aynı zamanda anadilde olacaktı. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı, 1926’da yüzde 51’ken, 1934’te yüzde 10’a inmişti. Bu tablo, 1939 yılında çok daha düzelmişti. Şehirlerde ilk okulun 7 yıla çıkarılması zorunlu hale getirildi.
Okul sayısı da yıldan yıla arttı. 30’lu yıllarda Sovyet halkı gerçek bir aydınlanma yaşadı. İlk ve orta okullarda okuyanların sayısı 1933 yılında 23.4 milyondan 1939 yılında 33.3 milyona çıkmıştı. Yüksek okullarda okuyanların sayısı, 1939 yılında 601 bin kişiydi. Kütüphanelerin, kütüphanelerdeki kitapların, kulüplerin, tiyatroların sayısı yıldan yıla arttı. Çarlık Rusyası’nda yüksek öğrenimi bitiren kişilerin sayısı 105 bin iken, 1941 yılında bu sayı, Sovyetler Birliği’nde 1.5 milyona ulaşmıştı.
Çarlık Rusyasında 1917 yılında 859 gazete yayınlanıyordu ve bunların toplam tirajı 3 milyonu bulmuyordu. 1939 yılında gazetelerin yıllık tirajı 7 milyarı geçiyordu. 1917 yılında 8.9 milyon kitaba sahip 12 bin 600 kütüphane varken, 1940’larda  bu sayı yaklaşık 150 milyon kitaba sahip 80 bin kütüphaneyi bulmuştu.
Devrimden önce kitapların baskı sayısı 5-10 bini geçmezken, Sovyet iktidarı döneminde, onlarca dilde, milyonlarca baskı adedine ulaşmıştı. Örneğin, Puşkin 1939 yılına kadar 66 dilde 30 milyonu bulan bir sayıda basıldı. Toltoy, Sçedrin vb. Rus klasiklerinin eserleri milyonlarca basıldı. Maksim Gorki’nin eserleri Çarlık Rusyası’nda Rusya halklarının dillerinde hemen hemen hiç yayınlanmazken, Sovyet iktidarı yıllarında, 61 dilde 40 milyon adet basıldı.
Eski Rusya’da 153 tiyatro vardı, oysa Sovyetler Birliği’nde 1939 yılında tiyatro sayısı 790’a ulaşmıştı. Sinema sayısı da on binleri bulmuştu.
Sovyet iktidarında sahne sanatlarıyla uğraşan sanatçı sayısı alabildiğine arttı. Bu tür faaliyetleri eskiden üst sınıflardan gelen kişiler yürütebiliyorlardı, Sovyet iktidarı ise, her kesimden insanın bu tür alanlara yönelebilmesinin olanaklarını genişletti.
Sovyet iktidarı, edebiyata ve sanata yönelimi teşvik etti ve Mihail Şolohov, Mayakovski, İlya Ehrenburg, Yesenin, Aleksey Tolstoy, Konstantin Fedin gibi dünya ölçeğinde saygınlık kazanmış büyük romancı ve şairlerin yetişmesinin yolunu açtı. Bu yazar ve şairler, aynı zamanda, sosyalist gerçekçiliğin  temsilcileri oldular.
Müzik, resim, heykel, sinema, balede büyük sanatçılar yetişti. Bütün bu sanat dallarında ortaya konan eserler, sınırlı bir elit kesim içerisinde sıkışıp kalmadı, milyonlara ulaştı. Sovyet iktidarının köylü kadına opera izlettiğini söylemek gerçeğin bir başka türlü izahı olur.
Sovyet sisteminde konut, ısınma, haberleşme, ulaşım gibi sorunlar kökten çözüldü. Örneğin, Sovyet yurttaşları, ev kirası olarak, toplam gelirlerinin yüzde 5 ila 15’ini ayırıyorlardı. Kira, su, ısıtma, gaz, elektrik ve öteki yükümlülükleri de kapsıyordu. Telefon kullanımına, şehir içi konuşmalara ayrı bir fatura çıkarılmaksızın, 2-3 Ruble gibi bir para ödeniyordu.
Sovyetler Birliği’nde şehir içi ulaşım ve taşımacılık çok gelişmişti. Şehirlerarası yolculukta raylı sistem ve kara yolunun yanında hava yolu da çok kullanılıyordu ve bu yolculuklar, her işçinin kolaylıkla seyahat edebileceği kadar ucuzdu. Şehir içi yolculukta raylı sistem, tüm büyük şehirlerde yaygındı, bunlara dünya ölçeğinde üne sahip Moskova metrosu örnek verilebilir. Burada yolculuk 5 Kopek’ti.
Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin başarıları, dünyanın bütün ülkelerinde işçi ve emekçilerin sosyalizme yönelmelerinin yolunu açtı. Birçok ülkenin işçi sınıfları iktidar mücadelesine yöneldiler, partilerini, sendikalarını kurdular. Ülkelerinde egemen sınıfları tavizler vermeye zorladılar.
Batılı kapitalist ülkelerin egemenleri, işçi sınıfının bu yönelimini saptırabilmek için bir takım manevralara baş vurdular. Kendi ülkelerinin emekçilerini sömürmelerinin yanı sıra, sömürge, yarı sömürge ülkeleri yağmalamalarının da getirdiği avantajla, işçi sınıfına ekonomik, sosyal, siyasal birtakım haklar tanıdılar ve bu hakları yasal zeminlere de taşıdılar. Bu haklar tanınarak, işçi sınıfına, sosyalizme gerek olmadan, kapitalizm koşullarında birtakım taleplerin gerçekleşebileceği  mesajı verilmek isteniyordu ve bütün bu uygulamaların “sosyal devlet” adına gerçekleştirildiği iddia edildi. Batı ülkeleri burjuvazisinin bu tür geri adımları, giderek geri, yarı sömürge ülkelere kadar yayıldı. Ne var ki, burjuvazi bu tür geri adımlarla işçi ve emekçileri kendi düzenlerine bağlamak istiyordu ve bunda bir ölçüde başarılı da oldu. İşçi sınıfı örgütlerinde reformist eğilimlerin gelişmesi eğilimini kışkırttı.
Bugün Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı koşullarda, ‘sosyal devlet’in devre dışı bırakılmaya çalışılması, bir kere daha üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Sosyalizme karşı barikat olarak dikilen bir uygulamanın, sosyalizmin yıkıldığı bir ortamda gereksiz hale gelmesinde aslında anlaşılmayacak bir durum yoktur.

SONUÇ
Revizyonist ihanete kadar, iki büyük savaşın ve bir iç savaşın yıkıntıya uğrattığı bir ülkede, gericilik,  kıtlık ve sabotajlara rağmen, 35-40 yıllık bir pratiği olan sosyalizmin, elbette ki, bütün sorunları çözmüş olduğu gibi bir iddiada bulunulamaz. Bir ilk deney olması, geri bir ülkede inşa edilmesi, kuşatma koşullarında var olması gibi dezavantajlarına rağmen, Sovyetler Birliği’nde (ve hatta dünya ölçüsünde) sosyalizm, insanlığa bütün tarihi boyunca sahip olamadığı kazanımlar sağlamıştır. Bu kazanımlar sayesinde bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkları, Sovyetler Birliği nezdinde, sömürüden kurtulma mücadelelerinde kendilerini esinlendiren bir örnek görmüşlerdir.
Bugün eğer, işçi sınıfının en büyük kazanımı olan Sovyet iktidarı fiilen ortadan kaldırılmışsa, bu onun geçersizliğini, gereksizliğini ya da tarihsel bir sapma olduğunu ispatlamaz. Aksine, dünyanın işçilerine ve ezilen sınıflarına, sömürücü sınıfların iktidarını yıkıp, yerine işçi sınıfının iktidarını kurmanın zorunlu ve olanaklı olduğunu esinlendiren bir örneğin varlığından hareketle, daha deneyimli, daha bilinçli bir şekilde mücadeleyi yükseltmenin zorunluluğunu ispatlar. q

Ölümünün 85. yılında Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin

Lenin, bütün bir 20. yüzyıl boyunca adından en çok bahsedilen, eserleri en çok okunan ve tartışılan, ismi üzerinde en çok spekülasyon yapılan devrimci önderlerden biridir. Egemen sınıflar, bir yandan hakkında karalamalara başvururken, diğer yandan onun mirasını çarpıtmaya, gözden düşürmeye, geçersizliğini ispatlamaya yönelik faaliyetlerinden bir an için geri durmadılar. İşçi sınıfı ve ezilen dünya halkları ise, bütün bu karartma çabalarına inat, Lenin’in mirasından öğrenmeye ve onun adını ve eserini yüksekte tutmaya özel bir önem verdiler. Dünyanın yeni bir devrimci sürece ilerlemenin sancılarını çektiği günümüzde, Lenin’le ilgili bilinenleri bir kez daha özetlemek istedik.

LENİN’İN HAYATI
1870’de Orta Volga’da Simbirsk’te doğdu. Babası fizik öğretmeniydi; 1869’da Simbirsk eyalet ilkokullarına müfettiş, daha sonra da aynı eyalette İlköğretim Müdürü oldu, 1886’da öldü. Annesi öğretmendi ve Ekim Devrimi’nin bir yıl öncesine kadar yaşadı. Anne ve baba aydın kişilerdi. Altı çocukları oldu, bunlardan beşi yaşadı ve hepsi de devrimci oldular. Vladimir’in ağabeyi Aleksandr, o yıllarda Rusya’da etkili olan Narodnaya Volya (Halkın İradesi Partisi) örgütünün aktif üyesiydi ve 1887’de Çar III. Aleksandr’a karşı düzenlenen bir suikastte yer almıştı. 19 yaşındayken idam edildi. Çok sevdiği Aleksandr’ın idam edilmesi, Ulyanov’u derinden etkiledi. Ne var ki, Ulyanov, daha o yaşlarda, Narodniklerin izlediği terörist yöntemleri doğru bulmuyordu ve ağabeyinin idam edildiğini duyduğunda, “Hayır, gitmemiz gereken yol o değil” dediği söylenir.
Lenin Simbirsk Lisesi’nde okurken, baş öğretmeni, 1917 Ekim Devrimi’nin devirdiği hükümetin Başbakanı olan Aleksandr Kerenski’nin babasıydı. Baba Kerenski, Lenin’i, “okulun gururu” olarak tanımlıyor ve “olağanüstü dikkati ve çalışkanlığını”, “sistematik düşüncesini”, “bilincini, izah tarzının açıklık ve netliğini” övüyordu. Lenin, Ağustos 1887’de, Kazan’daki yerel üniversitenin Hukuk Fakültesi’ne kabul edildi. Ancak dört ay sonra, bir öğrenci eyleminin ardından sürüldü.
St. Petersburg Üniversitesi hukuk sınavına girmesine ancak üç yıl sonra, 1891’de izin verildi ve Lenin, bu sınavlardan en yüksek notu alarak, diploma almaya hak kazandı. Ocak 1892’de, liberal bir avukatın yanında yardımcı olarak göreve başladı.
Lenin, daha genç yaşlarda devrimci olmaya karar vermişti ve ağabeyinin ölümünden bir yıl sonra, Marx’ın “Kapital”ini okuyordu. Kazan’da, yasadışı Marksist bir tartışma çevresine katıldı. Sınavlarına hazırlanırken, hukuk konularının yanı sıra, ekonomi politik ve istatistik de çalışıyordu.
Ailesi 1893’de Moskova’ya taşındı, Lenin de St. Petersburg’a gitti. Burada, fabrika işçileriyle ilişki kurmuş Marksist bir aydın grubuna katıldı. 1894 yılında, Narodnikleri eleştiren Halkın Dostları Kimlerdir’i yayınladı. İşçilerle daha sıkı bağlar kurmak için, fabrika işçilerine yönelik broşürler kaleme aldı.
1895 yılında yurt dışına gitti. Amacı, Plehanov ve diğer Rus göçmenlerinden yayınlar sağlamak, Rusya’da bir parti kurma olanaklarını tartışmaktı. Dönüşüyle birlikte, St. Petersburg’da, “İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği” kuruldu. Rusya’nın diğer sanayi merkezlerinde de benzer birlikler kuruluyordu. Yasadışı bir gazete çıkarmak için hazırlıklar yapıldı. Tam da birinci sayının baskısı için her şeyin hazır olduğu bir sırada, Aralık 1895’de, Lenin ve St. Petersburg Birliği’nin birçok öncüsü tutuklandı.
Lenin, bir yıldan fazla hapiste tutuldu. Bu süre boyunca, görünmez yazıyla yazılmış broşürler ve bildiriler çıkarmaya devam etti. Mahkeme onu, Sibirya’da, Yenisey eyaletinde Minusinsk yakınlarındaki Şusenskoye’de üç yıl sürgüne mahkum etti. Lenin, burada, “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” adlı eserini tamamladı. Sibirya’da sürgünken, daha St. Petersburg’dayken tanıdığı aktif bir öğretmen olan Nadejda Konstantinova Krupskaya ile evlendi.
Şubat 1900’de serbest bırakıldı. Hemen mücadelenin içine girdi. 1895’te kesintiye uğrayan ilişkileri toparladıktan sonra, illegal bir gazetenin basımını ve dağıtımını örgütlemek üzere yurtdışına çıktı. Lenin’in fikir babası olduğu ve yayın kurulunda yer aldığı Iskra (Kıvılcım)’nın ilk sayısı, Aralık 1900’de yayınlandı. Lenin, bu yıllarda, örgütlenme üzerine çalışmalarına ağırlık verdi; “Ne Yapmalı?” ve “Bir Adım İleri, İki Adım Geri” adlı eserlerini 1902 ve 1904 yıllarında yazdı. Temmuz-Ağustos 1903’de, daha Lenin sürgündeyken, 1898 yılında kurulan, ancak kuruluşunun hemen ardından bütün kurucuları tutuklanıp sürgüne gönderilen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin ikinci Kongresi yapıldı. Kongre’de parti üyeliği üzerine çıkan görüş ayrılığı, partinin Bolşevik ve Menşevik olarak iki kanada ayrılmasına yol açtı. 1912 yılına kadar, esasa ilişkin görüş ayrılıklarına rağmen, iki kanat aynı parti içinde bir arada kalmaya devam etti.
Lenin, 1905 Devrimi döneminde, St. Petersburg’a döndü. Orada devrimin örgütlenmesine katıldı. Devrimin yenilgisiyle birlikte, Finlandiya’ya çekildi, Aralık 1907’de Rusya’yı terk etti. 1905 Devrimi’nin yenilgisinin ardından yaşanan gericilik yıllarında, saflarda buhran ve parçalanma eğilimleri uç vermişti ve bazı sosyalistler, kendilerini, dine yönelik çalışmalara vermişlerdi. Bu dönemde bu eğilimlerle mücadeleye girişen Lenin, 1909 baharında “Materyalizm ve Ampriokritisizm” adlı eserini yayınladı.
1910’lu yıllarda işçi hareketindeki kabarmayı gözleyen Lenin, Çarlık Duması’nda çalışma ve günlük bir işçi basınının örgütlenmesi görevini öne çıkardı. 1912 yılında Pravda (Gerçek) gazetesi çıkarıldı ve yasaklanmalara karşı isim değiştirerek, 1914’de Rusya Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na girene kadar, yayınına devam etti. Emperyalist savaş yıllarında Lenin, “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” ve “Sosyalizm ve Savaş” broşürlerini kaleme aldı.
Lenin, 1917 Şubat Devrimi’nin yarattığı demokratik ortamın ardından, Nisan ortalarında Rusya’ya döndü ve faaliyetlerini açık olarak sürdürdü. Bolşevik Parti’nin Nisan Kongresi’nde, ünlü “Nisan Tezleri”ni sundu. Bu tezler, Şubat Devrimi’nden sonra ortaya çıkan değişiklikleri irdeliyor ve Şubat Devrimi’nin otokrasiyi devirerek demokratik devrim görevlerini yerine getirdiğini, sosyalist devrimin, Rusya’nın gündemine girdiğini belirliyordu. Yine buna bağlı olarak, Parti’nin taktik çizgisini de yeniliyordu. Lenin’in Nisan Tezleri’nin Ekim Devrimi’nin yolunu açtığını söylemek, bir gerçeğin ifadesi olur. Lenin, 1917 Temmuz’unda Bolşeviklere karşı girişilen karşı devrimci saldırılarla birlikte yeraltına çekildi, daha sonra Finlandiya’ya geçti. Bu dönemde, kaçakken, büyük eseri “Devlet ve İhtilal”i yazdı.
Kornilovcu karşı devrimin ezilmesiyle birlikte, bir sosyal devrim için koşullar giderek olgunlaştı. Lenin ve Parti, artık kendini, devrimin öznel koşullarını hazırlama ve “olgunlaşan meyvenin” çürümeden koparılması işine adadı. Fiilen devrimci görevlerinin başında olamadığı bu koşullarda, Lenin’in en  büyük yardımcısı, Stalin’di. Büyük Ekim Devrimi’nin (6-7 Kasım 1917) başarısı üzerine, Lenin, kurulan Sovyet Hükümeti’nin Başkanı oldu. Sovyet Hükümetinin ilk yaptığı iş, “Barış” ve “Toprak” kararnamelerini yayınlamaktı.
Yenilmiş, ama bütünüyle ortadan kaldırılmamış gericiliğin son çırpınışı olan iç savaş ve dış müdahale, büyük tahribatlara yol açtı ve 1922 yılında Sovyet iktidarının başarısı ile son buldu. Bu yıllarda Lenin, sosyalizmin ekonomik alanda inşa faaliyetine girişti. 1921 yılında “Yeni Ekonomik Politika” (NEP)’yı ve “Kooperatif Planı”nı gündeme getirdi. NEP, sosyalist iktidar koşullarında kapitalizme kısmi tavizler anlamına geliyordu, geçiciydi ve sosyalist büyük sanayiin kuruluşu için temel yaratmayı amaçlıyordu. Aralık 1922’de, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği kuruldu . 
Ocak 1918’de Lenin, “sosyalist devrimci” bir saldırganın suikastine maruz kaldı. 1922 Kasım’ında ağır bir hastalığa tutuldu ve bu tarihten sonra aktif çalışmanın uzağında kaldı. 24 Ocak 1924 tarihinde arkasında büyük bir teorik ve tarihsel miras bırakarak yaşama gözlerini yumdu.

LENİN’İN TEORİK MİRASI
Lenin, Marksizmin teorik hazinesine büyük katkılar sağlamış bir devrimcidir. Lenin’in katkıları anlaşılmadan Marksizmi anlamak olanaksızdır. Marx ve Engels’in ardından gelen ve Marksizmin takipçisi olduğunu iddia eden birtakım kişiler, Marksizmi, ya donmuş, değişmez kurallar bütünü olarak ele almışlar ve Marksizm savunuculuğunu kuru bir tekrara dönüştürmüşler ya da değişen koşulları gerekçe göstererek, Marksizmin tahrifatı yoluna gitmişlerdir. Bunun sonucunda da, bir dönem Marksizmin teorisyenleri olarak el üstünde tutulan Kautsky, Bernstein, Plehanov gibileri, revizyonistlere, Marksizm döneklerine dönüşmüşlerdir.
Bütün bunlardan farklı olarak, Lenin, teoriyi, her şeyden önce, devrimci mücadelenin sorunlarına yol gösteren bir eylem kılavuzu olarak ele almış ve değişen koşulları, diyalektik materyalizmin yol göstericiliğinde çözümleyerek, karmaşık süreçlerin içinden çıkmayı başarmıştır.
Lenin’de büyük sorunları masa başında çözen bir entelektüelin tavrını göremezsiniz. O, mücadele içinde ve kendini devrime adamış bir eylem adamının tutumu içinde olmuştur her zaman. Daha 1894’lerde, ilk teorik eseri “Halkın Dostları Kimlerdir”i yazarken, nasıl, devrimci hareketin önünü açmak için, o günlerde Rusya’da etkin olan Narodnizmin cephaneliğini topa tutmanın zorunluluğunu kavramışsa, sonraki yıllarda da, devrimin önünde engel olan yaklaşımlarla mücadele etmeyi, devrimin temel sorunlarına çözüm getirmeyi bir amaç olarak benimsemiştir.
1903 yılındaki RSDİP kongresinde örgüt sorununu öne çıkarışı da, Birinci Paylaşım Savaşı döneminde emperyalizmin teorik temellerini ortaya çıkarışı da, 1917 Temmuz’unda devlet ve devrim sorununu ele alışı da, devrim sonrasında ‘sol’ komünistlerin tutumunu yerden yere vuruşu da, tek ülkede sosyalizmin inşasına ilişkin yaklaşımı da, onun teoriyi nasıl ele aldığının somut örneğidir.
Bu tutumuyla Lenin, Marksizmi, kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü 20.yüzyılın başlarında daha da geliştirmiş, kapitalizmin emperyalizm aşamasında, onu ve proleter devrimin temel sorunlarını çözümlemiştir. Bütün bunlardan yola çıkarak, Leninizm’i kapsamayan bir Marksizm’in eksik olduğunu, bir başka deyişle, Leninizm’in emperyalizm ve proleter devrimleri çağının Marksizm’i olduğunu söylemek, tam da gerçeğin ifadesidir. Bugün kurduğu sosyalist devlet yıkılmış olsa da, bırakmış olduğu teorik miras, devrim ve yeni bir dünya kurma mücadelesi veren işçi sınıfı ve ezilen halkların önünde bir eylem kılavuzu olmaya devam ediyor.
Lenin’in Marksizmin hazinesine kattığı başlıca unsurlar şöyledir:
Marx, Kapital’inde kapitalizmin tahlilini yapmıştı. Buna göre, kapitalizm varlığını canlı emek üzerinden sürdürdüğü artı-değer sömürüsü üzerine kurmuştu. Kapitalizmin egemen sınıfı olan burjuvazi, artı-değer sağlamadan ve bunu kâra dönüştürmeden yaşayamazdı. Marx’ın tahlilini yaptığı kapitalizm, daha 1870’lerden itibaren tekelci bir sürece evrildi ve 20. yüzyılın başlarında emperyalizme dönüştü.
Kuşkusuz bu, Marksizmin öngörmediği bir dönüşüm değildi. Marx, sermayenin eğiliminin yoğunlaşma ve tekelleşme olduğunu ortaya koymuştu. Engels son eserlerinde, iktisadi hayata egemen olan tekellerin gelişimine dikkat çekiyordu.
Ancak, kapitalizm, Marx ve Engels’in yaşadıkları dönemde tam olarak emperyalizme dönüşmemişti. Bu evrim, 20. yüzyılın başlarında tamamlandı, dolayısıyla emperyalizmin tahlilini yapmak görevi, Lenin’e düştü. Sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmesine, burjuva ekonomistler de işaret etmişti. Fakat  bunlardan hiçbiri, Lenin’in ulaştığı sonuçlara ulaşmayı başaramadı.
Lenin, emperyalizm tanımını şu şekilde yapmaktadır:
“1) Üretim ve sermayenin yoğunlaşmasının, ekonomik yaşamda belirleyici rolü oynayan tekelleri yaratacak kadar yüksek bir gelişme aşamasına ulaşmış olması; 2) Banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçip kaynaşması ve bu “mali sermaye” temelinde bir mali oligarşinin oluşması; 3) Meta ihracından farklı olarak sermaye ihracının özellikle büyük bir önem kazanması; 4) Dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin oluşması; ve 5) Yeryüzü topraklarının kapitalist büyük güçler arasında paylaşılmasının tamamlanması.” (V. İ. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Evrensel Basım Yayın, 3. baskı, sf. 119)
Her şeyden önce, emperyalizm, bütün dünyayı bir zincirin halkaları haline getirmiştir. 19. yüzyılda devrimler, feodalizmi tasfiye etmiş ve kapitalist gelişmenin belli bir aşamaya ulaştığı Batı Avrupa ve Kuzey Amerika için söz konusuydu. Emperyalizmle birlikte dünyanın bütün ülkelerinde devrimin koşulları olgunlaşmıştır. Sorun, devrimin hangi ülke ya da ülkelerde patlak vereceği sorunudur. Lenin buna, “zayıf halka” tanımını getirerek yanıt vermiştir. Emperyalist zincir, en zayıf olduğu halkada kırılacaktır.
Emperyalizm, kapitalizmin ilerici özelliklerini yitirdiği son aşamasıdır, yerini, kapitalizmin başka bir aşamasına değil, sosyalizme bırakacaktır. Çağ, aynı zamanda, proleter devrimleri çağıdır. 19. yüzyılda kapitalizme bağlanan demokratik devrimler, artık sosyalizme bağlanmıştır. Geri ülkelerin burjuva sınıfları tekelci sermayenin uzantıları haline dönüştüğünden, devrimci barutunu tüketmiş ve bu ülkelerdeki demokratik devrimleri başarma görevi, işçi sınıfının üzerine düşmüştür. Bu ülkelerin devrimleri, artık yalnızca demokratik görevlerini yerine getiren devrimler olmaktan çıkmış, proleter devrimin bir parçası haline gelmiştir. Ayrıca bu ülkelerde gelişecek demokratik devrimler, ülke gericiliğinin yanı sıra emperyalizmi de hedefe koymak zorundadır. Yani bu ülkelerde gelişen demokratik devrimler, kesintisiz olarak sosyalizme geçişi sağlayacaktır.
Lenin’in emperyalizme ilişkin söyledikleri, bunlarla sınırlı değildir. Emperyalizmin doğasında savaş vardır. Çünkü, emperyalizm aşırı kâr demektir. Aşırı kârı elde etmenin yolu ise, yeni pazarlar ele geçirmektir. Dünyanın bütün pazarları paylaşıldığına göre, yeni pazarlar elde etmenin yolu, diğer emperyalistlerin elinde olan pazarları ele geçirmek için kıyasıya bir mücadeleye girişmektir. Bu mücadelenin doğal sonucu savaştır. Emperyalizm koşullarında savaşlar kaçınılmazdır. Bunun böyle olduğunu 20. yüzyılda yaşanan iki büyük paylaşım savaşı ve onlarca kez yapılan bölgesel savaşlar doğrulamaktadır. Günümüzün hegemon emperyalist devleti olan ABD’nin çıkardığı birçok savaş, Afganistan ve Irak’ı işgali, emperyalizmin niteliğinin değiştiğine ilişkin ileri sürülen iddiaları yalanlayan son örneklerdir.
Savaş ve devrimin koşulları, emperyalizmin kendi çelişkilerinin sonucu olgunlaşıyordu. Buna yol açan da, kapitalizmin eşitsiz ve sıçramalı gelişim yasasıydı. Eşitsiz ve sıçramalı gelişme sonucu, dünün nispeten zayıf ve geri durumundaki gücü, diğerini yakalıyor ve önde olanın avantajlarına ortak olmak istiyordu. Önde olan pazar alanlarındaki egemenliğinden vazgeçmek istemeyeceğinden, sorunu çözmenin savaştan başka yolu kalmıyordu. Aynı şekilde devrimin koşullarının yeterince gelişmediği ülkelerde, eşitsiz ve sıçramalı gelişim sonucu, devrimci durumlar ortaya çıkıyor ve devrimin öznel koşullarının da olgunlaştığı ülkelerde, bu devrimci durumlar, devrime dönüşüyordu.
Emperyalist savaşa karşı tutum ne olmalıdır? İkinci Enternasyonal’in dönek önderleri, savaşları, saldırı ve savunma savaşları olarak ayırarak, kendi ülkelerinin gerici sınıflarını destekler, savaş bütçelerine oy verip sosyal şovenlere dönüşürlerken; Lenin, emperyalist savaşın gerici özünü ortaya koyuyor ve savaş bütçelerine oy verilmemesini öneriyordu. Savaşın engellenemediği durumda ise, emekçilere, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme çağrısı yapıyordu. Bunu, yalnızca bir çağrı olarak bırakmıyor, kendi ülkesinde savaş yanlısı gerici iktidarı yıkmak için, emekçileri aydınlatma ve örgütleme faaliyetinden bir an bile geri durmuyor, adım adım Ekim Devrimi’nin yolunu açıyordu. Bunu yaparken de, emperyalistler ve gericiler arasındaki çelişkilerden yararlanmayı ihmal etmiyordu.
19. yüzyılda Marksistler kıta devrimini öngörüyorlar ve devrimin tek ülkede olanaksız olduğunu savunuyorlardı. Lenin, kapitalist emperyalizmin eşitsiz gelişme yasası nedeniyle, tek tek ülkelerde devrimin olanaklı olduğunu ve sosyalizmin tek bir ülkede de inşa edilebileceğini ortaya koydu.
“İktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki, sosyalizmin zaferi başlangıçta birkaç kapitalist ülkede ya da tek başına alınmış bir ülkede bile olanaklıdır. Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve kendi ülkesinde sosyalist üretimin örgütlenmesinden sonra, kendini diğer, kapitalist dünyanın karşısına koyacak ve diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekecek, onlarda kapitalistlere karşı isyanlar körükleyecek ve gerektiğinde sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı hatta silah zoruna bile başvuracaktır.” (Lenin, Eserler, cilt 21, 4. baskı, aktaran, Stalin, Sosyalist İnşanın Zaferi Uğruna Mücadele, sf. 14, İnter Yayınları)
Lenin, bu tespiti 1915 yılında yapmıştı. Birtakım Marksizm düşmanları, Batı Avrupa’da beklenilen devrimlerin başarısızlığa uğramasıyla Sovyet Devrimi’nin yalnız kalmasının sonucu olarak, Lenin ve Stalin’in mevcut durumu teori düzeyine yükselterek tek ülkede sosyalizmin inşasının olanaklı olduğunu savunduklarını iddia ederler. Kuşkusuz Lenin ve Stalin, Batı Avrupa ülkelerinde de devrimlerin gerçekleşeceği beklentisi içindeydiler. Ancak Sovyet Devrimi’nin başarısını, Batı Avrupa devrimlerinin başarısına bağlamamışlardı. Yukarıdaki alıntı da, Lenin’in konuya yaklaşımını tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Kaldı ki, sosyalizmin tek bir ülkede inşa edilmesiyle, sosyalizmin nihai zaferi ayrı şeylerdir. Kapitalist kuşatma koşullarında, tek ülkede sosyalizm kesin güvence altında değildir, her an geriye dönüş risklerini içinde taşır. Sosyalizmin nihai zaferi için, devrimin birden çok ülkede başarıya ulaşması ve kapitalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmaya bırakması şarttır. Ancak bunun böyle olması, sosyalizmin tek ülkede kurulamayacağı anlamına gelmez, kuşkusuz bunun zorlukları vardır, ama devrim de zor iştir.
Lenin’in en önemli katkılarından biri, örgüt sorununa yaptığı katkıdır. İkinci Enternasyonal’in partileri, gevşek, şekilsiz, reformist partilerdi. Parti üyeliğinin sınırı belli değildi. Lenin, her üyenin bir parti görevi üstlendiği ve bir parti organına bağlandığı bir parti üyesi tanımı yaparak, Leninist partinin çerçevesini çizdi. Demokratik merkeziyetçi bir işleyişin egemen olduğu, kararların demokratik bir şekilde alındığı, bir kere karar alındıktan sonra, bütün üyelerin bu kararlara uyduğu bir parti. Sosyalizm adına yola çıkan bir parti başka türlü olamazdı ve Lenin’in inşa ettiği Bolşevik Parti, dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan Rusya’da, bu büyük devrimci görevini yerine getirerek, sosyalist inşa faaliyetine girişti. Lenin, legal ve illegal çalışma arasında diyalektik bir bağ kurdu ve tasfiyeciliğin her biçimine karşı amansız bir mücadele verdi. Lenin’in partisinde hizipçiliğe, parti içi gruplaşmalara yer yoktu.
Marx ve Engels, daha Komünist Manifesto’da devletin tanımını yapmışlar ve devrimin sorunlarını ortaya koymuşlardı. Bu konudaki düşüncelerini, sonraki yapıtlarında daha da geliştirerek, burjuva devletin yerine ne konulacağı sorununu çözmüşlerdi. Burjuva devletin yıkılması sorununu, sınıfsız topluma geçiş sürecinin zorunlu bir aşaması olarak, proletarya diktatörlüğüne bağlamışlardı. Lenin, Marx ve Engels’in devlet ve devrim konularındaki görüşlerini daha da geliştirerek, bir sistematiğe kavuşturdu. Devrimin arefesinde kaleme aldığı “Devlet ve İhtilal”, bu konudaki görüşlerin yer aldığı en önemli eserlerinden biridir.   
Lenin, ulusal sorunun çözümüne ilişkin Marx ve Engels’in yaklaşımlarını daha ilerilere taşıdı. Ulusların kendi kaderlerini, ayrılma hakkı da dahil, özgürce tayin etmesi ilkesini getirdi. Ulusların bir arada yaşamasının koşulu gönüllü birlikti, ve bu birlikte, bütün uluslar için eşitlik esastı. Lenin’in bu yaklaşımı, Stalin’in de katkılarıyla, bir halklar hapishanesi olan Rusya’da hayat buldu. Birçok ulusun yaşadığı Rusya, ulusların kardeşçe, bir arada yaşadığı, bütün ulusal hakların anayasal güvenceye kavuştuğu, yok olmaya yüz tutmuş ulusal azınlıkların ve dillerin bile kendini geliştirme olanağına kavuştuğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne dönüştü. SSCB’nin dağılmasından sonra yaşanan, özellikle ABD emperyalizminin kışkırttığı ulusal çatışmalara bakıldığında, Lenin’in ortaya koyduğu tutumun ne kadar doğru olduğu anlaşılır.
Lenin, sosyalist inşanın ekonomik temellerine ilişkin de önemli belirlemelerde bulunmuştur. Sosyalist ekonominin temeli, büyük sanayi ve kolektif çiftçilikti. Ancak, savaştan tahrip olmuş bir ekonomiyle çıkan, ayrıca zaten geri bir ekonomik temele sahip olan Rusya’da, bunu hemen başarmak olanaksızdı. Bu koşullarda, Lenin, sosyalist kuruluşun temellerini oluşturmak için, önce NEP politikasını ve kooperatifçilik planını ortaya koydu. Sonra bütün ülkenin elektriklendirilmesi planını sundu. Erken ölümü nedeniyle bunun sonuçlarını göremedi kuşkusuz. Ancak Stalin önderliğindeki SBKP(B) ve Sovyet işçi ve emekçileri, sosyalist inşayı çok ilerilere götürdüler. 1950’lerde Sovyetler Birliği, sanayi ve tarımda dünyanın en önde gelen iki ülkesinden biri olma başarısını göstermişti.

STRATEJİ VE TAKTİK USTASI LENİN
Lenin, üzerinde faaliyet sürdürdüğü zemini, yani Rusya toprağını çok iyi tanıyordu. Daha işin başında, sürgünde iken yazdığı “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” adlı eserinde, Rusya’nın koşullarını derinliğine tahlil etmişti. Lenin, bir konuda bir şey söyledi mi, sonuna kadar körü körüne onu takip etmez, şayet söylediğini yaşam doğrulamıyorsa, eksiğini düzeltirdi. Ya da dün söylendiğinde doğru olan, bugün doğru olmaktan çıkmışsa, değişiklikleri anlamaya çalışır ve doğruyu bulana kadar bıkıp usanmadan araştırırdı.
Lenin, Rusya’nın yarı feodal, yarı kapitalist bir ülke ve demokratik devrim sürecinde olduğunu savunuyordu. Ancak 1917 Şubat Devrimi gerçekleştikten sonra, aksini iddia eden birçokları olmasına rağmen, demokratik devrim görevlerinin yerine getirildiğini, artık söz konusu olanın sosyalist devrim görevlerini yerine getirmek olduğunu tereddütsüz ileri sürdü ve Parti’ye benimsetti. Bu, büyük bir stratejik dönüşümdü ve Lenin, yine bir kez daha, yaşamın canlı pratiğinin içinden bunu çıkardı, doğrultusunu belirleyerek, sonuna kadar gitti.
Taktik konularda da, Lenin, ne kitlelerin kuyruğuna takılarak temel hedefi gözden kaçırdı, ne de kitlelerin durumunu görmezden gelerek sekter bir çizgi izledi. Yalnızca 1917’nin Şubat’ıyla Ekim’i arasında izlediği taktik çizgi bile, onun ne kadar büyük bir taktik dehası olduğunu göstermeye yeter. Şubat Devrimi’nin Çarlığı yıkmasının ardından ikili iktidar durumu ortaya çıktığında, Lenin, Nisan Tezleri’nde çizgisini ortaya koyuyordu: “Geçici Hükümete Destek Yok, Bütün İktidar Sovyetlere!” Temmuz olaylarının ardından, Sovyetler Geçiçi Hükümetin yedeği haline dönüştüğünde, “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını geri çekiyor ve Kornilov ayaklanmasının bastırılmasının ardından, Sovyetler yeniden sömürülen kitleler için çekim merkezi haline geldiğinde, aynı sloganı, yeniden, ancak bu sefer eylem sloganı olarak, ileri sürüyordu.
Şubat Devrimi’ni izleyen demokratik ortamda Bolşevik Parti bütünüyle açık çalışmaya girerken, Temmuz gericiliğinin ardından yeraltına çekiliyor, bunu izleyen günlerde açık çalışmayla yeraltı çalışmasını birleştiriyordu. Bütün bunları, ancak Lenin gibi büyük bir önder, bir strateji ve taktik ustası yerine getirebilirdi.        

ÖZEL YAŞAMI VE KİŞİLERE KARŞI TUTUMU
Lenin, yaşamını devrime adamış, her şeyi devrimin çıkarlarına göre planlayan büyük bir Marksistti. Kendisi için, sıradan bir işçinin sahip olduğundan daha fazlasını istemedi. Giydiği elbisesi, bir işçininkinden farksızdı. Devrim sonrası, sevgilerinden dolayı köylülerin ona getirdiği erzakın hepsini, ihtiyacı olan kişilere ve yurtta kalan öğrencilere gönderirdi. Bir keresinde, kendisine sormadan maaşını yükselten devlet görevlisini sertçe azarlayıp, maaşının önceki seviyeye inmesini sağlamıştı. Lenin’e göre, yöneticilerin aldığı ücret, ortalama işçi ücretinden yüksek olmamalıydı. Kaldığı bütün evlerde lükse kaçan hiçbir eşyası olmazdı. Mütevazı ve alçak gönüllüydü.
Dostlarına ve birlikte çalıştığı kişilere karşı dostça davranır, onlara yol gösterirdi. Yanlış yapanlara karşı acımasız davranır, ancak kimseyi kırmamaya özen gösterirdi. Tutumları devrime karşı olanlara karşı sertti. Bu kişiler, daha önce birçok şeyi paylaştığı, hatta belli bir yere kadar ortak iş yaptığı kişiler de olsa, durum değişmezdi. Gerek devrim öncesi, gerekse devrim sonrası, devrime katkı sağlayabileceğini düşündüğü herkesi kazanmaya çalıştı, daha önce devlet kademelerinde görev almış kişilere bile, yeteneğini sunduğunda, devrime yararlı olabileceğine inandığında, görev vermekten kaçınmadı, gerektiğinde bu kişileri sonuna kadar savundu. Lenin için israfın her türü dayanılmazdı.
Kuşkusuz Lenin için söylenecekler bu kadarla sınırlı değil. Yaşamına 45 cilt eser, dünyanın ilk büyük proleter devrimini sığdırmış, hakkında kütüphaneler dolusu kitap yazılmış bir devrimci için ne kadar şey söylense yeridir. Devrim yapmak iddiasında olan herkes, Lenin’i ve eserlerini inceleyip dersler çıkarmasını bilmelidir. Bir de olaya şöyle bakmakta fayda var: Ölümünün üzerinden 80 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün Lenin’in söyledikleri ve yaptıkları çıkarılırsa geriye ne kalır?

Yaralanılan Kaynaklar:
– Lenin ve Rus Devrimi, Christopher Hill, Evrensel Basım Yayın,
– Lenin İsviçre’de, Maurice Pianzola, Evrensel Basım Yayın,
– Yönetmeyi Nasıl Öğrendik?, Evrensel Basım Yayın,
– Her Yönüyle Lenin, David Shub, Ceylan Yayınları,
– Eserler, cilt 15, Stalin, İnter Yayınları
– Lenin’in değişik eserleri.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑