Bu degerlendirme yazısında, tükenebilir doğal kaynakların en önemlisi olan suyun dünya siyasetine nüfuz eden bir politika bileşeni olarak özel olarak ele alınması ve Türkiye’yi kapsayan Ortadoğu dengeleri üzerindeki etkinliğinin ortaya konulması amaçlanmıştır.
Öncelikle problemler ve genel durum ortaya konulacak, daha sonra muhtemel çatışma noktaları ve politikaların perde gerisi analiz edilmeye çalışılacaktır.
1. GİRİŞ
Su, miktarı azalan temel yaşam maddesi olması yanında tarihi ve ekonomik rolü artan bir politika bileşeni olarak da önem kazanıyor. Dünya üzerindeki suların büyük ölçüde tuzlu sulardan (denizler vs.) ve buzullardan oluşması, içme ve sulama suyuna duyulan ihtiyacın artış göstermesiyle bir arada degerlendirildiğinde, ‘sınırlı kaynağa hakim olma mücadelesini’ açıklayabilmek mümkün olmaktadır. Araştırma verilerine göre; “2,5 milyar insanın ‘yetersiz su kullanımı nedeniyle’ sağlıksız yaşama mahkum edildiği dünya fotoğrafında önümüzdeki 20 yılda su ihtiyacının %20 oranında artması bekleniyor” (World Water Shortages’tan aktaran Yakup Şalvarcı, Pax Aqualis, Zaman Kitap, 2003).
Özel olarak Ortadoğu’ya bakıldığında, burada suyun yoğun olarak tarımsal sulama için kullanıldığı görülüyor. 11 bin yıl önce savaşçı-toplayıcı sistemden yerleşik tarıma geçilen ilk bölge olarak kabul edilen Mezopotamya’da, o günden bu yana sulu tarım yapılmaktadır. Örneğin Diyarbakır’ın Karacadağ bölgesinin “buğday tarımı yapılan ilk bölge olduğu” Avrupalı gen bilimciler ve tarım uzmanları tarafından da kanıtlanmıştı. Kapitalizm çağında tarımsal üretimin artarak sürmesinde, bölge ülkelerinin ‘kendi ayakları üzerinde kalabilme yolu olarak’ tarımı öngörmeleri ve kapitalist tekellerin buralarda gelişmiş tarım makinaları üzerinden büyük rantlar elde etmeleri de etkili oldu.
Ortadoğu merkezli su sorunlarına genel olarak bakıldığında, tartışmaların iki boyutta değerlendirilebileceği görülüyor. İlk boyutta ‘sınıraşan sular’ yer almaktadır. Bir ülkenin ulusal sınırları içinden doğup başka ülkelere geçen ve oralarda denize dökülen suları tanımlayan ‘sınıraşan’ kavramı, geçen yıllar içinde ‘devletlerarası hukukun da’ önemli gündem maddelerinden biri oldu. Sınıraşan sular konusundaki tartışmalar, Türkiye’nin, komşuları Irak ve Suriye ile en önemli gündem başlıklarından birini oluşturmaktadır.
İkinci çatışma başlığı ise, ortak su alanlarını içeriyor. Aynı havzadan beslenen farklı ülkelerin ortak kullanımındaki sulara dair çatışmalar, belirgin olarak, İsrail-Filistin, İsrail-Ürdün ve İsrail-Suriye anlaşmazlıklarında gözlemleniyor.
2. TÜRKİYE EKSENLİ SU SORUNLARI
Türkiye’nin; Meriç Nehri’nin paylaşımına ilişkin Bulgaristan ile 1968 tarihli, Yunanistan ile 1934 tarihli anlaşmaları, Sovyetler Birliği ülkeleri ile de Arpaçay’a ilişkin 1927 tarihli anlaşmaları mevcut olup, bu ülkelerle su sorunu bulunmuyor (Hüseyin Pazarcı, Su Sorununun Hukuksal Boyutları, Tesav, 1994). Öte yandan güney komşuları olan Irak ve Suriye ile Fırat, Dicle ve Asi nehirlerinin kullanımı nedeniyle çeşitli sorunlar yaşamaktadır. Geçmişte zaman zaman alevlenen gerginlikler, kurak iklimi nedeniyle ‘su arzı düşük olan’ Ortadoğu’nun çatışmalı konumu nedeniyle önemini kaybetmedi. Son dönemde tartışmaların, GAP projesi çerçevesinde etkinlik kazandığı izleniyor.
2.1. IRAK’LA YAŞANAN SU SORUNU
Elazığ’da bulunan Hazar Gölü’nden doğan Dicle Nehri, Suriye ile 40 km’lik bir sınır oluşturduktan sonra Irak’ta Fırat nehri ile birleşmekte ve Basra Körfezi’ne dökülmektedir. Bu nehre ilişkin su potansiyel ve kullanım bilgileri Tablo 1’deki gibidir (DSİ Raporu, 1984):
Tablo1: Dicle Nehri’nin su potansiyeli ve ülkelerin kullanım planlamaları (Yılda milyar
m3 cinsinden) – Tüketim yüzdeleri toplam su potansiyeli üzerinden verilmiştir.
TÜRKİYE SURİYE IRAK TOPLAM
Su Potansiyeli 25.24(%51.9) 0.0(%0.0) 23.43(%48.1) 48.67(%100)
Tüketim Hedefi 6.87(%14.1) 2.60(%5.4) 45.0(%92.5) 54.47(%112)
Irak’la Türkiye arasındaki su anlaşmazlığı, bu ülkenin kullanmak istediği su miktarının Dicle’nin debisine (su tutma kapasitesi) yakın büyüklükte olmasından kaynaklanıyor. Bu nehir üzerinde herhangi bir baraja sahip olmayan Türkiye, GAP’ın bitimine kadar Dicle Havzası’nda sahip olduğu potansiyelin üçte birini kullanmayı amaçlıyor. Öte yandan Dicle’den Fırat’a su nakledilmesiyle ilgili bazı projeler geliştirilmişse de, bu projeler halen 48 milyar m3 suyu tek başına kullanmayı sürdüren Irak tarafından kabul edilmemişti. Saddam Hüseyin döneminde su kullanımını askeri stratejisiyle de ilişkilendiren Irak’ın o dönemdeki ikinci adamı olan Taha Yasin Ramazan, askeri işbirliği anlaşmalarının yenilenmesinin ‘su sorunundaki uzlaşmaya bağlı olduğunu’ bildirerek, Kürt sorunuyla bu konuyu ilişkilendirmekten çekinmemişti.
2.2 SURİYE İLE SU GERGİNLİĞİ
Irak içinde Dicle ile birleşerek Şattülarap adını alan Fırat Nehri, Ortadoğu’nun en büyük su kaynağı durumundadır. Fırat Nehri’nin su potansiyeli ve suyun kullanımına ilişkin bilgiler Tablo 2’de verilmiştir (DSİ Raporu, 1984):
Tablo 2: Fırat Nehri’nin su potansiyeli ve ülkelerin kullanım planlamaları (Yılda milyar
m3 cinsinden) – Tüketim yüzdeleri toplam su potansiyeli üzerinden verilmiştir.
TÜRKİYE SURİYE IRAK TOPLAM
Su Potansiyeli 31.58(%88.7) 4.0(%11.3) 0.0(%0.0) 35.58(%100)
Tüketim Hedefi 18.42(%51.8) 11.5(%31.8) 23.0(%64.6) 52.92(%148.2)
Tablo’dan da görülebileceği gibi, üç ülkenin kullanım hedefleri toplamı havza kapasitesinin çok üzerinde. Bu durum tartışma yaratmakta ve paylaşım tartışmasının da kaynağını oluşturmaktadır. Suriye ile yaşanan su gerginliğinde, GAP Projesi içinde yer alan barajlarda su toplanması amacıyla –dönemsel olarak– Türkiye’nin suyu azaltması etkili olmuştu. Türkiye’nin suyu azaltmasına tepki gösteren Suriye ile yaşanan gerginlikler, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in, olayı Kürt sorunu ile birlikte ele almasıyla birlikte, tırmanmış, ve Birecik Barajı’nın inşasını Arap Birliği’ne şikayet eden Suriye, tartışmayı devletlerarası platforma taşımıştı.
Geçmişte (1975 yılı) Esad Barajı’nın inşası sırasında Fırat’ın suyunu keserek gerginliğe yol açan Suriye’nin Irak ile çatışması, Suudi Arabistan ve Sovyetler Birliği’nin girişimleri ile önlenmişti (Konuralp Pamukçu, Türk Dış Politikasının Analizi İçinde, Ed. F. Sönmezoğulları,2001).
Suriye-Türkiye su gerginliğinde Asi Nehri’nin paylaşımı da potansiyel bir problem oluşturuyor. Lübnan’da doğan bu nehrin, Suriye’yi geçtikten sonra Türkiye üzerinden Akdeniz’e boşalması, üç ülkenin anlaşmasını gerektirmişti. Suriye, halen bu nehir sularının yaklaşık olarak %90’ının tasarrufunu elinde bulunduruyor. Türkiye ise, nehir üzerindeki haklarını, Hatay Sorunu’nun yeniden tartışmaya açılmaması için geri planda tutmayı sürdürüyor.
3. İSRAİL’İN DAHİL OLDUĞU SU ÇATIŞMALARI
İsrail Devleti’nin kuruluşuna imkan veren İngiltere planında, –ilk aşamada– bu ülkenin verimsiz topraklarda (Necef çölü) kurulması ve teknolojik-bilimsel çalışmalarla ülkenin geliştirilmesi öngörülmüştü. Ardından yapılan Paris Barış Konferansı’nda ise, İncil’e atıfta bulunularak, “Kuzeyde Dan Suyu kaynaklarından güneyde Beercheba’ya kadar uzanan bölge” Musa Kavmi’nin yurdu olarak kabul edildi. Bu önemli kabul, sonraki yıllarda kurulan İsrail Devleti’nin; Dan Suyu olarak belirtilen ve Lübnan toprakları içinde yer alan bölgeyi işgal etmesinin ana gerekçesini oluşturdu.
Bugünkü İsrail’in kuzeyindeki su kaynakları ile ilgili olarak Paris Konferansı’na –bilgi vermesi için– çağrılan mühendis Aaron Aaroncohn, şu değerlendirmeyi yapmaktaydı: “….. Filistin’in ana su kaynakları kuzeydeki iki dağlık alandan gelmektedir, Lübnan ve Hermon Dağları. Filistin, kuzey ve kuzeydoğudan Hermon silsilesinin uzantıları ve bu dağlardan gelen sularla çevrelenmiş olup, sınırın su havzalarını da kapsaması ekonomik ve bilimsel bir gerektir.” (Wolf-1994’den aktaran Özden Bilen, Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, TESAV, 2000).
Siyonizm tarafından desteklenen bu tespit, İsrail’in su kaynakları bakımından zengin olan Golan Tepeleri’ni işgal etmesinin önde gelen referanslarından biri olmuştu. Halen Batı Şeria’daki gelişmiş kuyulardan önemli miktarda su çeken İsrail’in en büyük korkularından birini, bu bölgedeki kuyuların Filistinlilerin kontrolüne geçmesi oluşturuyor. Gazze’deki Filistinlileri temiz içme suyundan mahrum bırakan İsrail, buradaki kaynakları illegal olarak bölgeye getirilmiş Siyonist yerleşimcilere aktarmaktan da çekinmiyor.
3.1. İSRAİL-ÜRDÜN ANLAŞMAZLIĞI
Ortadoğu’nun önemli su kaynaklarından biri olan Ürdün Nehri ile bu nehrin yakınındaki Yamuk Nehri, su tartışmalarının odağında bulunuyor. İsrail’in Ürdün Nehri’ni, Suriye’nin ise Yamuk Nehri’ni kullanması nedeniyle zor durumda kalan Ürdün ve Filistin, bölgede yeterince su kullanamayan ülkeler durumunda.
Öte yandan Golan Tepeleri nedeniyle Suriye ile çatışma halinde olan İsrail, ABD’nin Ürdün’e yaptığı baskı sonucunda bu ülkeyle 1994 yılında bir “barış anlaşması” imzalayarak, pozisyonunu hukuksal garanti altına almayı başarmıştı.
3.2. STRATEJİK BİR PROJE: MANAVGAT SUYU
Yıllık 4.7 milyon m3 su akışı bulunan Manavgat Suyu üzerinde, halen, Manavgat ve Oymapınar Barajları –hidroelektrik üretimi amacıyla– kurulu bulunuyor. Manavgat Suyu’nun satışı, DSİ tarafından geliştirilen “Manavgat Arzı Su Projesi” belgesine dayanmaktadır. Belgede, arıtılmış nehir suyunun Akdeniz ülkelerinde ihtiyaç duyulan bölgelere transferinin amaçlandığı ifade edilmektedir. Projede, 500.000 m3’lük suyun 250.000 m3’lük bölümünün içme suyu, kalan 250.000 m3’lük kısmının ise kullanım suyu olarak değerlendirilmesi hedefleniyor (Konuralp Pamukçu, Su Politikası, Bağlam, 2000).
Projenin uzun süre Ürdün ve Filistin’in ilgisini çekmesine karşın, bugün bir İsrail-Türkiye projesine dönüşmesinde, Siyonist lobi ile birlikte 1990 sonrasında etkinlik kazanan Türk-İsrail ortaklığı etkili olmuştu. Özellikle şu anda Afganistan’da ABD-İsrail destekli NATO temsilciliği yapan Dışişleri Eski Bakanı Hikmet Çetin’in ‘perde gerisinden ateşlediği’ proje, geçen 10 yıl içinde İsrail-Türkiye stratejik yakınlaşmasının ana unsurlarından biri olarak önem kazandı. Deniz suyunun arıtılmasından daha pahalı olduğu gerekçesiyle İsrail içinden ‘ciddi eleştiriler alan’ projeyi hiçbir güç engelleyemedi. Nitekim 1998 yılında Başbakan Mesut Yılmaz ve yardımcısı Bülent Ecevit tarafından hizmete açılan su tesisinden İsrail’e su transferi, AKP hükümetinin Şaron hükümetiyle birlikte atacağı nihai imzaya kalmış bulunuyor.
Burada önemli olan noktalardan biri, Tansu Çiller’in Başbakan, Recai Kutan’ın ise Enerji Bakanı olduğu dönemde yapılan Ürdün ziyaretinde, bu ülkenin su talebine rağmen, Manavgat Projesi’nin Ürdün-Filistin eksenine kaydırılmamış olmasıdır. Yine geçen dönemde, Suriye de bu suya talip olduğunu bildirmiş olmasına karşın, herhangi bir boru hattı projesi yaşama geçirilmedi.
4. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Ortadoğu’da su kaynaklarının kullanımı tartışması, devletlerarası hukukun ötesinde ve doğrudan Ortadoğu siyaset dengelerinin içinde bir işlev yüklenmektedir. Nitekim Fırat ve Dicle havzalarındaki su tartışmaları uzun süreden bu yana Türkiye-Suriye-Irak denkleminde etkili olmakta ve kısmen ertelenen çatışma başlıkları olarak potansiyeller içermektedir. Burada iki temel sorun; Türkiye’nin Fırat ve Dicle’yi “uluslararası su yolu” tanımı içinde kabul etmemesi ve GAP ile birlikte Fırat’ın suyunun %50 oranında azalacak olmasıdır. Suriye’nin tarım politikasını sulu tarıma yöneltmesi (Konuralp Pamukçu, a.g.e) ve Irak’taki istikrarsız durumun ardından oluşacak yeni yönetimin tutumu, önümüzdeki yılları etkileyebilecek önemli köşe taşları olarak kaydedilebilir.
İsrail merkezli tartışmalarda ise, genel olarak bu ülkenin ‘gayri hukuki ve gayri meşru’ politikaları belirleyici olmaktadır. Filistin ve Lübnan topraklarını işgal ederek çatışmalara neden olan İsrail’in, Golan Tepeleri’ndeki pozisyonunu yitirmemek için, ABD’nin Suriye’ye baskıyı artırmasını teşvik ettiği biliniyor. Bu ülke için önemli bir stratejik destek olacak Manavgat Projesi ile birlikte, dengelerin İsrail lehine gelişmesi ihtimal dahilinde görünüyor. Bu nedenle, İsrail’le yapılacak anlaşmalara karşı tavır alarak, Ortadoğu halklarının tarafında yer alma tutumunun içine bu projeyi de yerleştirme zorunluluğu bulunuyor.
Su politikasıyla bağlantılı olarak ‘az tartışılan’ bir konu olan Kürt Sorunu da, bu aşamada özellikle ele alınmalı. Fırat ve Dicle havzalarının Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Mezopotamya’dan geçiyor olması ve Ortadoğu denkleminde bu sorunun giderek önem kazanması, bunu gerekli kılıyor. Merkezi İngiltere’de bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden Natasha Beschoner’in, “Su ve Ortadoğu’da İstikrarsızlık” başlıklı çalışmasında ifade ettikleri dikkate değer görünmektedir: “….. Su sorunları, Kürtler’e otonomi verilmesi ve PKK faaliyetleri gibi bölgesel güvenlikle ilgili meselelere nazaran gündemde daha az yer tutmaktadır…. Kürtler’in bölgenin su kaynaklarına ilişkin tutumları, genel bağımsızlık taleplerinden öteye geçmemiştir” (N.Beschomer, Water and Instability in the Middle East, IIFSS, London, 1992).
Bu verilerin ve değerlendirmelerin ışığında, İsrail’in Kuzey Irak’taki faaliyetlerini ‘Ortadoğu su sorunu ile de ilişkilendirmek’ fazla mı iddialı olur acaba?