PROF. DR. J. D. BERNAL*
(Londra Üniversitesi-Fizik Profesörü)
Aşağıdaki üç makale, “Science in Soviet Russia” (Sovyet Rusya’da Bilim) adlı kitaptan alınmıştır. Editörlüğünü Cambridge Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Joseph Needham ve Jane Sykes Davies’in yapakları kitapta Dr. Needham’ın da aralarında bulunduğu yedi ayrı İngiliz bilim adamının Sovyetler Birliği’nde bilimin değişik alanlarını inceledikleri makaleleri bulunuyor. 1942 yılında, Londra’da, Watts & Co. Tarafından yayınlanan kitapta aşağıdaki üç makalenin dışında, “Sovyetler Birliğinde Fizik Araştırmaları”, “Sovyet Tarım Bilimi”, “Sovyet Tıp Bilimi” ve “Sovyetler Birliği’nde Maden Kaynaklarının Geliştirilmesi” isimli dört makale daha yer alıyor. Kitapta yer alan ve aşağıda yayınladığımız “Sovyetler Birliği’nde Günümüz Bilim ve Teknolojisi” ve “Sovyetler Birliği’nde Biyolojik Bilim” adını taşıyan makaleler ise daha önce, dünyaca ünlü bilim dergisi “Nature”da yayınlanmış ve kitaba dergi editörünün izni alınarak konulmuşlardır. Her üç makale de Kemal Yıldız tarafından çevrilmiştir.
Bilim kolektif bir insan etkinliğidir; hiçbir ülke ya da ırka ait değildir. Bununla birlikte, farklı dönemlerde, en önemli çelişmelerini, ilk önce dünyanın bir yerinde, daha sonra da bir başka yerindeki kişilerin çabalarına borçludur. Modern bilim on altıncı yüzyılda İtalya’da ortaya çıktı, oradan aşağı ova ülkelerine yayıldı, daha sonra da İngiltere ve Fransa’ya sıçradı. Bilim alanında ilk etkili örgütlenme İngiltere’de, Kraliyet Topluluğu (Royal Society) içinde ortaya çıktı. On dokuzuncu yüzyılda dünyanın sanayileşmiş her ülkesinde, özellikle de Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bu tür örgütlenmelerin kurulduğu görüldü. Bu ülkelerin her birinde, hem yeni bilginin kapsamına, hem de bunu elde etme araçlarına karakteristik katkılar yapıldı. Bu yüzyılda, yeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bilime yaptığı katkı en azından geçmişte katkı yapanlarınki kadar büyüktür.
Kuşkusuz, bilim Rusya’da yeni bir şey değildi. Bilimin canlı bir güç olarak ortaya çıkışı on sekizinci yüzyılda çok yönlü bir deha olan Lomonosov’a kadar gitmektedir ve Ruslar, Mendelev ve Pavlov gibi kişilerin başarılarından gurur duyabilirler. Fakat bütün bunlar görece izole edilmiş işçilerdi. Devrim öncesinde Rusya’daki bilim İngiltere ve Almanya ile kıyaslanacak durumda bile değildi. Devrimin getirdiği büyük değişiklik, bütün toplumun yaşamı ve çalışması ile bilimin sistemli gelişmesi arasında gerekli olan bağlantıyı ilk kez bilince çıkardı. Bunda, elbette ki, yeni hükümetin, bilimin önemi ve ilerlemesi ile bütün yaşamları boyunca ilgilenmiş olan Marx ve Engels’in düşüncelerinden kaynağını almış olması etkili oldu. Lenin, dönemindeki öteki bütün devlet adamlarından daha geniş ve daha derin bir bilim bilgisine sahipti ve açlık ve iç savaşın en zor dönemlerinde bile bilimin tamamen yeni bir biçimde gelişmesinin kuruluşu ile uğraştı.
Almanya’da Kaiser Wilhelm Gesellschaft ve İngiltere’de Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Bakanlığı gibi bilimsel kurumlarda kesin uygulanıyor olmasına rağmen devletin bilimden bilinçli bir şekilde yararlanışı, batı demokrasilerine yabancı idi. Bu durum, Sovyet biliminin başarılarını, (batıdaki, ç.n.) birçok bilim işçisinin anlamasını ve değerini bilmesini zorlaştırdı. İzole edilmiş birkaç uzmanın çabasıyla üstlenilmiş olan görev başarılamaz ve bilginin sınırları ileriye doğru genişletilemezdi. Bu ancak, içlerinde sadece çok küçük bir azınlığının bilim ve teknoloji ile eski tanışıklığının olduğu 160 milyonluk balkın topyekûn bir üretkenliği ve kültürel faaliyeti ile başarılabilirdi. Sovyet Cumhuriyeti yaşamının ilk yirmi yılında ikili bir görevle meşgul oldu: Bilimsel eğitimi inşa etmek ve sanayi, tarım ve tıbbın ihtiyaçları doğrultusunda bilimi uygulamaya sokmak. Yapılması gereken ilk şey, Çarcı devletin ihtiyaçlarına yeterli gelen bir avuç bilimciden başlayarak bilim ilcilerini birleştiren bir yapı inşa etmekti. 1919’da, bütün Sovyetler Birliğinde, eğitim görmüş yalnızca 40 fizikçi vardı. Yeni okullar, yeni üniversiteler, yeni bilimsel araştırma kurumları kurulmak, buralara kadrolar atanmak ve bu kurumlar işin gerekli bilimsel ekipman ve araç gereç üretilmek zorundaydı. Aynı zamanda, elektrifikasyon, telekomünikasyon ve tarımın sorunlarının acilen çözülmesi gerekiyordu. Bu dev görev sadece tüm halkın coşkun ilgisi ve desteği arkasında olduğu için başarılabildi. Bu, bilginin yeni doruklara ulaşmasıyla belirginleşen ani ve hızlı gelişme dönemlerinin karakteristiğidir. Yunan Şehir Devletlerinin şafağında, İtalyan Rönesansı’nda, İç Savaş İngiltere’sinde de bu böyleydi. Ve bu başarı yalnızca Ruslar için değil, aynı zamanda Moğollar, Kazaklar, Türkmenler, Tatarlar, Gürcüler ve Ermeniler gibi eski imparatorluğun boyunduruk altına alınmış ulusları için de geçerliydi.
Yeni dünyanın yaratılmasında en mükemmeli, en mantıklıyı ve eskiden kurulmuş ve yerine oturmuş toplumlara özgü ani ve hızlı bilgeliği aramak boşuna zaman harcamak olacaktı. Sovyetler Birliği’ndeki bilim, Danimarka ya da İsviçre’deki bilim gibi değildir. Bununla birlikte, Sovyetler Birliği’nin bilginin gelişmesine yaptığı katkı özellikle dikkate alınmaya değer ve önemlidir. Belirli alanlarda, özellikle de teknolojide, Sovyet buluşları ve uygulamaları yurtdışında çoktan derin bir etki yaptı bile. Örneğin fizikte, kristal deformasyonunun mekaniği üzerine Leningrad Okulu’nun yaptığı çalışma, madenlerin güçlerinin anlaşılmasında ve iyileştirme yöntemlerinde son dönemlerde gerçekleşen büyük gelişmelerin çoğunun çıkış noktası oldu.
Özellikle oksijen, hidrojen ve metanda olmak üzere, R. Kapitza’nın yeni yönteminin etkili bir biçimde geliştirildiği sanayi kullanımında düşük ısı tekniklerinin uygulanmasında da Sovyetler Birliği öncülük etti. Kömürün yeraltında gaza dönüştürülmesi, maden işçilerinin bütün yorucu işlerinin bir çırpıda ortadan kaldırılması gibi radikal buluş önerileri Sovyet yaklaşımının karakteristiğidir. Maden kaynaklarının yaygın ve titiz bir şekilde bilimsel araştırması daha şimdiden beklentilerin tümünün büyük düzeyde olduğu yeni maden yataklarının bulunuşuna öncülük etti.
Tarımın, geleneklerin ve çıkar çevrelerinin engelinden kurtarılıp bilimsel bir temele oturtulması, olağanüstü gelişmelerin yolunu açtı. Bunların arasında vernalizasyon (tohumun ilkbaharda nemlendirilerek çimlendirilmesi, ç.n.), iki yıldan fazla yaşayan buğday gibi yeni melez türlerin üretimi ve depoların iyileştirilmesi ile yapay dölleme üzerinde durulmaya değer gelişmelerdir. Toplum sağlığı hizmetlerinin evrensel düzeyde ve rasyonel temelde geliştirilmesi, insanların bu alandaki acil ihtiyaçlarının karşılanmasına, her şeyden daha fazla katkıda bulunmuştur; ve bugün dünya çapında kullanılan, kanın nakil için depolanması yöntemi; esas olarak Sovyet inisiyatifi ile gerçekleşmiştir.
Ancak, Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerin esas değeri bu başarılarda da değildir. Bunlar, sadece Sovyetler Birliği’nde değil, aynı zamanda bütün dünyada bilimin kullanımı ve örgütlü gelişimi ilkesi tam olarak gerçekleştiği zaman ortaya çıkacak olan durumun sadece birer işaretidir. Bilim çevrelerinde, hiçbir olay, Sovyetler Birliği’nde bilimin planlanması fikri ilk kabul edildiğindeki kadar ilgiye ve aynı zamanda böylesine büyük bir muhalefete yol açmadı. Muhalefet şu anda büyük bir sessizlik içinde. Çünkü savaş koşulları çoğu bilim işçisinin kendi pratiklerinde planlamanın sadece gerekli değil, aynı zamanda bireysel inisiyatif ve girişim ile de oldukça uyumlu olduğunu anlamalarını sağladı. Tuhaf ki, toplumsal ihtiyaçlara uygun olarak planlanmış bir bilim fikrinin kendisi, gelişmenin önündeki en büyük engeli oluşturan geleneksel düşünce kalıplarını yıkarak, yeni radikal buluşların yapılmasına yol açacak yeni sorunları da gün ışığına çıkarıyor.
SSCB’de son yirmi yılda giderek geliştirilen bugünkü planlama sistemi, savaş dönemi de dâhil, İngiltere’nin her döneminden daha kapsamlı idi ve ülke yaşamı ile çok daha bütünselleşmişti. Araştırmaların genel yönelimi, fahri bir topluluğun büyümesiyle oluşan ve bugün binlerce işçinin özellikle temel sorunlardaki araştırmalarını doğrudan kontrol eden Bilimler Akademisinin ellerindedir artık. Akademi, bir yandan bilimsel öğretim standartlarını hızla iyileştirilirken öte yandan da sayı ve büyüklükleri olağanüstü bir şekilde büyüyen üniversitelerle yakın ilişki içindedir. Tüm üniversite öğrencileri yeteneklerine göre seçilirler ve İngiltere’de yeni verilmeye başlanan bilim burslarında olduğu gibi, devlet tarafından desteklenirler. Öğrenciler, mezun olduklarında devlet hizmetinde dört ya da beş yıl çalışmak zorundadırlar. Bu sistem bilimsel ve teknik işler için en iyi beyinlerin geniş ölçüde sağlanmasını garanti altına alır. Daha şimdiden, 1934’te, genç kız ve erkeklerin yüzde beşi üniversiteye gitmektedir. Bu oran İngiltere’de yüzde ikidir. Nüfusun daha fazla olması ve daha geniş bir kesimin bilimle uğraşıyor olması göz önüne alındığında Sovyetlerdeki bilim işçilerinin yıllık üretimlerinin İngiltere’dekinden yaklaşık yirmi kat fazla olduğu görülmektedir.
Kısa dönemli araştırmaların daha büyük kısmı sanayi, tarım ve sağlık komiserlikleri enstitülerinde yapılmaktadır. Araştırma ve kalkınma birlikte ele alınmakta ve bilim işçileri atölye ve tarlalarda ortaya çıkan sorunlara yakın durmaktadır. Mevcut araştırma planı yukarıdan empoze edilmemekte, bilim işçilerinin kendi aralarındaki uzun tartışmalar sonunda ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, bu planlar yine de, kendi başlarına değil, Devlet Planlama Komisyonu ile yakın ilişki içinde hazırlanmakta ve böylece genel üretimin ve Sovyetler Birliği genel kültürel planlamasının bir parçası olarak biçimlenmektedir. Uzun ve kısa dönemli ana sorunlar bir bütün olarak ülkenin ihtiyaçları tarafından belirlenmektedir. Bilim işçilerini meşgul eden temel soru, bu sorunların en hızlı ve etkin bir biçimde nasıl çözüleceği sorusudur. Bu, ihmal edilemeyecek asıl çalışmayı görmek için gerekli olan koruyucu bir önlemdir. Birbirini tamamlayan bu çabaların sonucu, acil pratik uygulamaların çok daha ötesine, giderek bilimsel düşünen bir toplumu yaratmaya uzanır.
Özellikle savaş öncesi yıllarda görülen zorluklar, Sovyet bilimcilerinin kuşatma altına alınmış çalışması, esas olarak sistemin yararına göre benimsenmiş bilim dünyasının (Sovyetler dışındaki, ç.n.) geri kalanında sık
sık güvensizliğe öncülük etti. Savaşın acı deneyleri Sovyetlerin bu alanda da bizim bildiğimizden daha iyisini inşa etmekte olduklarını gösteriyor. Ortak bir amaç için birlikte mücadele eden İngiltere’deki bilim işçileri, SSCB’deki bilimi karakterime eden yeni ruh ve yöntemi herhangi bir tanımlamadan çok daha iyi anlayacakları ümit edilmektedir ve biz de, sırasıyla, uzun ve köklü bir buluş ve eleştiri geleneğinin bazı avantajlarını sağlama durumunda olabileceğiz. Hepimizin uğruna savaştığımız ve çalıştığımız yeni dünyanın, bilimin getirebileceği her türlü katkıya ihtiyacı vardır.
(Bu yazı İngilizce bilim dergisi “Nature”ın 27 Eylül 1941 tarihli sayısında da yayınlanmıştır.)
SOVYETLER BİRLİĞİ’NDE SANAYİ ARAŞTIRMALARI VE KALKINMA
DR. M. RUHEMANN
(Maiuri Refrigeration Ltd’de araştırma mühendisi, Fiziko-Technical Institue’de eski araştırma müdür yardımcısı ve SSCB, Kharkov’da, Düşük Isı Araştırma İstasyonu’nda araştırma müdürü.)
Sovyet dünyasında en radikal kavram, insanların yaşamda gerekli ihtiyaçlarını üretmek için kendi aralarında yaptıkları düzenlemeler ve aynı zamanda yasalar, gelenekler ve herhangi bir ülkede herhangi bir zamanda etkili olan fikirlerin doğa üzerinde yaşayanların doğayı kendi ihtiyaçlarına hizmet eder hale getirmelerine bağlı olduğu kavramıdır. Böyle bir felsefesi olan halk için, bilimsel araştırma -ki bu da, doğa yasalarına egemen olma sürecidir- belirleyici bir önem kazanmak zorundadır. Zira bunun sonuçları toplumun tüm yapısını belirler durumdadır. Sovyet halkını bu görüşe sahip olmaya kelimenin anlamıyla zorlayan, halkın kendine özgü ihtiyaçları ve dünyanın geri kalan kısmı ile ilişkili konumları, (bilimsel araştırmanın, ç.n) etkisini ancak artırabilir ve Sovyet otoritelerinin bilimsel araştırmalara vermiş oldukları değişmez önemin nedenini açıklar. Bu yaklaşım, Lenin’in “Sosyalizm nedir?” sorusuna verdiği ünlü “Sosyalizm, Sovyet gücü artı elektrifikasyondur” cevabından, Sovyet teknik yayınlarında çok daha yakın zamanlarda görülen makalelerdeki, “bilimsel araştırmanın yeniden yapılanması (re-organisation) devletin temel sorunlarından birisidir” tezine kadar Sovyet devlet adamı ve yazarlarının konuşma ve yazılarında tekrar ve tekrar görülebilir. Bilimsel araştırma insan etkinliğinin önemli bir parçası olmaya başlar ve halkın yaşamına sıkı sıkıya bağlanır. Zenginlik ve yoksulluk, mutluluk ve sefalet, yalnızca profesyonel araştırma işçilerinin çalışmasıyla değil, çok daha geniş anlamda, bütün halkın karşı karşıya kaldıkları sorunlara yaklaşımındaki bilimsel davranışı ile kendini gösteren bilimsel çabanın meyveleridir.
Sovyet sanayi araştırmalarının bu arka plan ve perspektife dayanarak görülmesi önemlidir; aksi halde, bilimcilerin halk arasında sevilmesiyle kendini belli eden prestiji ve Sovyet bilimcilerinin topluma karşı duydukları derin sorumluluk duygusunu anlamak olanaksızdır. “Kuramsal” ve “uygulamalı” bilimler, bilimciler ve mühendisler, teknik ve idari uzmanlar arasında bir çelişkinin bulunmayışı; bütün bunların oluşu, gayet basitçe, bilim kavramının, bir ülkenin üretici güçlerinin gelişimi için kesin bir silah olarak kullanılıyor olmasından kaynaklanıyor. Aynı noktadan kaynaklanarak, bilimin planlanışı üretimin planlanışının, biri olmadan diğerinin olamayacağı esaslı bir parçası olarak görülüyor. Sadece üretimin planlanışı bilimsel bir görev değildir, aynı zamanda her üretim planının, bilimsel başarının anlık (momentsel) seviyesi ile de zorunlu bağlantısı vardır. Bilimsel bilginin kendisinin değişmez olduğunu varsayarak üretimin gelişimi için bir plan yapmak açıkça saçmadır. Eğer insanoğlu bilimin gelişimini kontrol edemiyorsa, üretimi hiç planlayamaz.
Sovyet ekonomisinin hızlı gelişimi örgütlenme ve araştırma yöntemlerinde birçok değişikliğe yol açtı. Hedef her zaman, üretim üniteleri ile yakın ilişkili araştırma kurumlarının kutun sistemini ve aynı zamanda, faaliyetlerinin genel hattı üzerinde merkezi kontrolü sağlama almaktı. Yakın zamana kadar ikinciden çok birinci ilkenin gelişiminde büyük ilerleme kaydedildi. Çok sayıda bilimsel araştırma kurumu inşa edilmiş, donatılmış ve üretim ile ilintili bütün devlet kurumlarıyla ilişkilendirilmişti. Esas olarak temel sorunlarla uğraşan büyük laboratuarlar, doğrudan Halk Komiserliklerine bağlanmıştı; daha özelleşmiş laboratuarlar, değişik “sektörler” ve Komiserlikler altında işleyen devlet kurumları tarafından kontrol ediliyorlardı; çok daha özelleşmiş laboratuarlar ise, hâlâ, bu kurumların kontrolündeki devlet fabrikaları, maden ocakları vb. tarafından işletiliyordu. Ormancılık, balıkçılık ve gıda sanayisinin her birinin çok sayıda araştırma kurumu vardı; Sağlık Komiserliği özellikle iyi donatılmıştı. Ayrıca, birçok devlet çiftliği ve kolektif çiftlik kendi deneme ve küçük ölçekli araştırma laboratuarına sahipti. Fakat şimdiye kadar, Devlet Planlama Komisyonu ile kıyaslanabilir, üretimin merkezi planlaması ile bağlantı içinde, bir bütün olarak bilimin gelişimi için geniş çaplı bir plan geliştirebilecek yeterince sorumlu bir kurum, organ yoktu. Böylesi bir organ, son yıllarda, şu anda kendi bilimsel araştırma kurumları ile çok geniş bir ağ içinde çalışan ve boydan boya ülkenin bütününde bilimsel gelişmenin genel yönlerini belirleyen Bilimler Akademisi re-organize edilmiş ve güçlendirilmiş bir biçimde öne çıktı. Planın bütün ayrıntıları bilimcilerin kendileri tarafından belirlendiği için, bu genel direktifler temeli üzerinde, Akademi ve Komiserliklerin ana görevlerinden birisi; her biri bir işte uzmanlaşmış ve ülkenin genel ihtiyaçları hakkında yetkin bilgiye sahip yüz binlerce araştırma işçisinin ortak inisiyatifini koordine etmektir.
Sovyet sanayi araştırma yöntemlerinin pratikte nasıl uygulandığı birkaç somut örnekten daha iyi görülebilir.
Yaklaşık on iki sene önce, tarımın hızlı kolektivizasyonu ve büyük ölçekli tarıma geçiş ile birlikte, çok kısa zamanda çok büyük miktarda sentetik gübreye ihtiyaç duyulacağı görüldü. Çoğu gübre çeşidinin ilk maddesi, kendisi de hidrojen ve azottan sentezlenmek zorunda olan amonyaktır. Bununla birlikte, bu gazların hiçbiri saf halde bulunmazlar. Hidrojen, kok kömürü gazı ve su gazı gibi çeşitli sanayi gazlarından elde edilebilirken, azot çok düşük ısıda rektifikasyon (sürekli distilize ile saflaştırmak, ç.n.) yoluyla havadan ayrıştırılmak zorundadır.
O sırada, Sovyet araştırma kurumları kuruluşlarının daha ilk aşamalarında idiler ve yeni sanayinin bütün bir serisini kurmak için tek başına bu kurumlara dayanmak henüz olanaklı değildi. Bu yüzden, ilk fabrika yurt dışına sipariş edildi, fakat bunun yanı sıra, Sovyet araştırma bilimcileri bu işlemlerde kendileri çalışmak ve yönetimi onlardan alarak gelişmeyi daha ileriye götürmek için hazırlanıyorlardı. Gerekli bilimsel verilerin çoğu yayınlanmamıştı ve Sovyet bilimcileri bunlardan yoksundu.
Örgütsel olarak, bütün sorun, o zamandan bu yana, çok sayıda özel kuruma bölünmüş ağır sanayi ile ilgili Halk Komiserlerinin ellerindeydi. O dönemler, bir Komiserlik “sektörü (alt örgütlenme ya da bölüm kastediliyor, ç.n.) azot tespiti ile ilgileniyordu. Bu bölümün araştırma laboratuarı, Chekin direktörlüğü altındaki Moskova Devlet Nitrojen (azot) Enstitüsü, amonyak sentezinde çalışacak bir fabrika projesi için gerekli bütün verileri toplamakla görevlendirilmişti. Hidrojenin düşük ısı yöntemleriyle kok kömürü gazından ayrıştırılmasına, Kharkov’daki Fiziko-Teknik Enstitüsünün düşük ısı laboratuarında çalışılırken, havadan azot üretimi ile ilgili sorunlar Tüm Sovyetler Otojen Tröstü (VAT)’nün Moskova’daki fabrikası ve laboratuarlarında ele alınıyordu. Bununla birlikte, bu laboratuar kısa zamanda bu görev için çok küçük olduğunu gösterdi, ve orada çalışan bazı bilimci ve mühendislere, ilk görevi bu çalışma hakkında veri toplamak ve yarı teknik ölçek üzerinde denemeler yapmak olan özel bir Düşük Isı Araştırma İstasyonu inşa etme ve donatma talimatı verildi. Aynı anda, Moskova’da, azot sanayisi için fabrika tasarımı yapma amaçlı bir enstitü kuruldu ve Tambov’daki bakır fabrikası için gereken teçhizatının kurulup inşa edileceği fabrikanın ihtiyacı olacak gerekli makinelerle donatıldı.
Bunlar, pratikte ortaya çıkan karmaşık sorunlardan sadece bir kaçıydı. Diğerleri, uygun kompresörlerin imali, katalizatörlerin hasırlanması vb. gibi şeylerdi. Bunların tümü. Ağır Sanayi Komiserliği ve çeşitli fabrikaların araştırma laboratuarlarında çözülmeye çalışıldı.
İlk fabrika Donetz Kömür Havzasında 1932’de Almanlar ve İtalyanlar tarafından inşa edildi. 1933 sonuna kadar. Sovyet mühendisleri karmaşık tekniklerin üstesinden geldi. Çok sayıda fabrika tam kapasite ile üretim yapıyordu ve bunların çeşitli biçimlerde geliştirilmeleri çoktan gerçekleştirilmişti. 1935’de, ilk Sovyet fabrikası tasarlandı ve 1936’da inşa edildi. 1937’de üretime başladı ve başladığı andan itibaren memnuniyet verici bir biçimde çalıştı. Bu olay, Düşük Isı Araştırma İstasyonu’nun tamamlanmasından önceydi ve o zamanlar bilimcilerin mühendislere yetişmek için yeteri kadar hızlı hareket etmedikleri kaydedilmişti. Kok kömürü gazının ayırışımı için gerekli yeni verilerin çoğu 1937 ve 1938’lere kadar ortaya çıkmadı ve kuşkusuz, daha sonra kurulan gelişmiş fabrikada bundan yararlanıldı. Araştırma ve geliştirme harcamaları yaklaşık bir milyon sterlindi. Sadece Düşük-Isı Araştırma İstasyonunun maliyeti, ağır sanayi maddelerinin satın alma gücü olan 250 bin sterline denk düşen 7,5 milyon ruble idi. 1937’de, istasyonda, bir düzine bilimci ve aynı sayıda kalifiye mühendis çalışıyordu. Teknik ve idari personel dâhil, toplam sayı yaklaşık 150 idi. Nitrojen Enstitüsü bu rakamın iki katından daha fazla kişiyi çalıştırıyordu.
Daha sonraki bir dönemde, 1936’lardan başlayarak, farklı fakat eşit karmaşıklıkta bir başka sorun daha da koordineli bir tarzda ele alınmıştı. Bu, buğdayın biçer-döver makinası ile biçildiği zaman çürümesi sorunu idi. Biçimin, tane hâlâ biraz nemli iken yapılması gerektiği ve çürümeyle ilgili kaybın önemli derecede sonraki kurutma döneminde ortaya çıktığı tespit edildi. Bu ana kadar, Bilimler Akademisi, bilim alanında merkezi koordinasyon organı olarak işlev görmeye başladı. Bu nedenle, Tarım Komiserliğinin yeni bir sorunun çözümünde yardım için başvurduğu yer Akademi idi. Çalışmanın örgütlenmesi, Akademi üyesi ve Moskova’daki Karpov Kimya Enstitüsü müdürü Prof. Bach tarafından ele alındı. Tüm ülke çapında on dört bilimsel araştırma enstitüsü, sorunu araştırmak ve çözüm bulmak için bir araya geldi. Kimya, bitki fizyolojisi, mikrobiyoloji, biyokimya, fizik ve benzeri alanlarda uzmanlaşmış laboratuarlar bulunuyordu. Bir araştırma planı ortaya konuldu ve ilgili laboratuarlar arasında paylaşıldı. Yaklaşık bir yıllık çalışma sonunda bir çözüm bulundu ve sonucu pratikte denemeleri için bir grup araştırma işçisi bir araya getirildi. Moskova’nın birkaç yüz mil doğusunda geniş bir çiftlik hizmetlerine sunuldu; fakat grup geldiğinde, tahılı beklendiğinden daha erken olgunlaştıran ani bir kuraklık biçiminde kendini gösteren talihsiz bir rastlantı ortaya çıkmıştı. Sonuçta, biçim elle yapılmak zorunda kalındı ve plan suya düştü. Buna rağmen, birkaç telgraf, ürünün iki hafta sonra toplanacağı Batı Sibirya’daki yeni bir arazi üzerine deneme yapılmasının olanağını sağladı. Bilimciler grubu Urallar üzerinden Sibirya’ya götürüldü ve deneyler başarıyla tamamlandı. Bazı ayrıntıların hâlâ tamamlanması gerekmesine rağmen, Bach, makalesinde, sonucun memnuniyet verici olduğundan emin olduğunu belirtiyordu.
Sovyet mühendislerinin en muhteşem başarılarından birisi, geçtiğimiz yüzyılda, ilk olarak Mendeleev tarafından bir fikir olarak ortaya atılan, daha sonra bu ülkede (İngiltere’de, ç.n.) Sir William Ramsey tarafından özenle işlenen ve Rus Devrimi’nden uzun yıllar önce çok büyük ekonomik öneme sahip bir şey olarak Lenin tarafından büyük bir istekle ele alınan kömürün yeraltında gazifikasyonu (yeraltında kömürden gaz elde edilmesi, ç.n) konusudur. Araştırma işçilerinin oynadıkları rol hakkında elimizde çok az bilgi olmasına rağmen, SSCB’de projenin göreceli olarak hızlı gelişmesi, hazırlıkların daha önceden laboratuarda tamamlanmış olduğunu gösteriyor.
1933’de kurulan ilk deneysel fabrikada, yeraltındaki maden damarına, yatay bir kanal ile birbirine bağlanmış eğimli iki hava bacası açıldı. Gereğinden fazla oksijen içeren ya da içermeyen hava ve buhar bir bacadan aşağı üflendi, kömür kanalda tutuşturuldu ve yanabilen gaz, ikinci bacadan emilerek yukarı çıkarıldı. Birkaç denemeden sonra, projenin başarı kaydettiği anlaşılınca, bitişik fabrikadaki ısıtma kazanlarının gaz ihtiyacını karşılaması için, projenin sanayide ilk kullanımı, 1937’de gerçekleşti ve Donetz Havzası’nda buna uygun bir tesis kuruldu. Sonraki yıllarda bunun gibi birkaç istasyon da Moskova çevresinde ve Ukrayna’da inşa edildi. Bu zamana gelinceye kadar, bacaların açılmasının gereksizliği anlaşıldı. Bunun yerine, oksijen ve buhar birisinden verilirken, diğerlerinden yanabilen gazın çekildiği bir dizi dikey sondaj deliği açıldı. Böylece yeraltı işlerinin hepsi ortadan kaldırıldı. Alman işgalinden kısa bir süre önce, bir kimya fabrikası ve elektrik santralı ile bağlantılı çok büyük bir proje tasarlanmıştır. Bu proje için, oksijen, Kapitza tarafından kısa bir süre önce geliştirilen ve ekspansion türbininin kullanıldığı yeni bir yöntemle üretilecekti. Bu fabrika, saatte, 2.500.000 cb. ft (küp ayak, ç.n.) havadan 530.000 cb. ft. oksijen üretecekti ve aynı anda, akkor lambalarını doldurmak için çok değerli olan ve havada çok miktarda bulunan iki ayrı madde kripton ve ksenon’dan yılda, 17.000 cb. ft. çıkaracaktı. Bu tür lambaların, azot ve argonun yerini alarak kullanıma sokulmasının, ülkeye yıllık birkaç milyon kilowat saat elektrik tasarrufu sağladığı hesaplanıyor.
Maden ocaklarında, yeraltı emeğinin ortadan kaldırılması sadece insanlığa yapılmış eşsiz bir lütuf olarak sayılabilir. Enerji böylece, gaz halinde üretildiğinde, aynı enerjinin maden kömürü halinde üretilmesinin yaklaşık onda birine mal olmaktadır ve üstelik gazın kalitesi ve ısı değeri oksijen ve buhar akımı düzenlenerek ayarlanabilmektedir. Lenin’in dünya üretici güçlerindeki devrimci değişim öngörüsü gerçekleşecek gibi görünüyor.
SOVYETLER BİRLİĞİ’NDE BİYOLOJİK BİLİM
DR. JOSEPH NEEDHAM *
(İngiltere – Cambridge Üniversitesi Biyokimya Ana Bilim Dalında yardımcı profesör ve Cambridge Caius College’da akademik kurul üyesi)
Deneysel morfoloji gibi, ilişkili bulunduğum alanın bazı bölümlerinde, Rusların genel olarak bilginin önderliğinde bir yer ele geçirmelerine çok mutlu olmama rağmen, yine de, bir bilim işçisi için, Rus dünyasında, öylesine geniş bir alanı kapsayan biyoloji gibi birçok yanı olan bir çalışmanın tümünde adil bir değerlendirme yapmanın olanaksız olduğu açıktır.
1917 Devriminden bu yana, bilimin, hem moral hem de parasal olarak, diğer herhangi bir ülkede olduğundan daha fazla devlet desteğine sahip olmasından bilim, kuşku yok ki oldukça memnundur. Biyolojik bilim, bir bütün olarak, ağır sanayi ve bununla bağlantılı bilim dalları üzerinde yoğunlaşma politikası yüzünden (oldukça kabul edilebilir bir neden), başlarda, fizik ve kimyanın oldukça gerisinde kaldı. Rus biyolojisi, bunun yanı sıra, bir kısmı dil zorluğu ile ilgili, ama bundan çok daha fazla olarak da, devrimden sonra kapitalist dünyanın Rusya’yı boykot etmesi ile oluşan izole edilmeden zarar gördü. Çok başarılı bir organizasyonla yapılan 15. Uluslararası Fizyoloji Kongresi ile ilintili olarak 1935’te Rusya’yı ziyaret ettim. O sırada, Rus laboratuarlarında edindiğim izlenim, çalışmanın genel standardının Batı ülkeleri ya da ABD’deki kadar yüksek olmadığı yönünde olmasına rağmen, gelişmenin daha hızlı olduğu ve bu eşitliğe (Batı bilimi ile eşit düzeye geliş, ç.n.) çok geçmeden, ulaşılacağı ya da geçileceği yönünde bir fikrim oluştu.
Biyokimyada, önemli bir gelişmenin olduğu ortaya çıktı. Buna örnek olarak, son dönemlerde Rusya’da gerçekleştirilen temel biyokimyasal buluşlardan iki tanesi verilebilir: Birincisi, Engelhardt ve Ljubimova tarafından bulunan adenyl-pyrophosphatase’ın myosin ile açıklanmasıdır. Bu buluş, ilk kez, enerji sağlayan phosphorylation çemberini vücudun kontraktil mekanizması ile ilişkilendirdi. Kasın ana unsuru myosin proteinidir ve şimdi biliyoruz ki, bu proteinin molekülleri gibi zincirler bilfiil kasılma ve gevşemeye neden olurlar. Bu nedenle, Engelhardt’m buluşunun önemi, aynı zamanda atılmış bir maya, bilginin daha da ayrıntılandırılması ve bu suretle de enerjinin, adenyl-pyrophosphate’ın çok daha küçük moleküllerinden kurtarılmasıdır. İkincisi ise, Braunstein ve Kritzman’ın bulduğu, transanimasyon fenomeninin aydınlatılmasıdır. Bu, canlı hücrede, bugüne kadar çok iyi bilinen fosfor ve hidrojen transferinin yanı sıra, onunla paralel bir biçimde azot transferi de olduğunu ortaya çıkardı. Rusya’da çalışma seçimi özgürlüğüne ilginç bir örnek, Leningrad’da Askeri Tıp Akademisindeki biyokimyacıların, kimyasal embriyolojinin sorunları -ki, olağanüstü bir şekilde barışçıl bir konudur- üzerinde uzmanlaşmalarıdır. Bu alanda, Galvialo, Vladimirov ve arkadaşları tarafından çok değerli katkılar gerçekleştirildi. Benzer bir örnek, iyi tanınan canlı bilimcisi (vitalist) ve mitogenetik ray hipotezinin kurucusu Gurwitsch’in, resmi görüşten farklılıkları olmasına rağmen, Moskova’daki sandalyesini her dönem elinde bulundurması örneğidir. Diğer ülkelerde, bu konunun işitilmesi çok küçük ölçülerdedir, fakat buna rağmen, iyi hatırlanacaktır ki, rayların varlığı konusunda talep edilen destek -ki, bu talep çalışmanın çoğunda vardır- Rusya dışından yapıldı ve Kiev’li Moisseyeva örneğinde olduğu gibi, ilk ve en keskin eleştirileri yapanların bir kısmı yine Ruslar oldu.
Deneysel morfoloji ve embriyolojide eskiden iki ana okul vardı: Biri, omurgasızların gelişimi ile ilişkili Amerikan okulu, diğeri ise omurgalılarla ilişkili Alman okulu. 1933’ten bu yana, bu alandaki, Entwicklungsmechanik (gelişme mekaniği) adını taşıyan Alman kökenli görüşe sahip işçilerin (işçiler ya da bilim işçileri denilirken bilim adamları kastediliyor, ç.n.) hemen tümü sürgüne gönderildi ve yeni Rus okulu korumaya alındı. Yeni Rus okulunun önderleri arasında, Koltzöv (1912 gibi uzun yıllar öncesinde, Fischer ile birlikte polipeptid zinciri teorisini geliştiren ve kromozomun, bir yan zincir olarak genlerle birlikte, dev bir protein molekül olabileceğine dikkat çeken kişi), Schmalhausen (yazar ve büyüme oranları üzerindeki önemli çalışmayı teşvik eden kişi), Balinsky, Filatov, Dragomirov ve ötekiler geliyordu. Balinsky ve Filatov, burun ve kulağın indüksiyonu üzerinde uzmanlaştılar; nazal rudimentin olağanüstü gücünü ve kulak veziküllerine, amfibyen nörolanın bir yanından gelişmiş güdük bir organın yol açtığını buldular. Umanski, kanser dokusunun indükleyici gücünü buldu ve bütünlüğün nöral indüksiyona doku cevabını gerektirdiğini keşfetti. Göz lenslerinin Wolfiyan rejenerasyonu, Popov, Manuilova ve arkadaşları tarafından yoğun bir biçimde incelendi. Bu çalışmada, şimdiye kadar hiçbir dönem bilimin gelişimine katkı yapma fırsatı bulamamış Uzak ve Orta Asya ırklarından Sikharulidze ve Murtasi gibi isimlerin ortaya çıkışının belirtilmesi ilginçtir.
Rus deneysel morfologları tarafından girişilen gelişimin karakteristik çizgilerinden birisi, kesin bir çizgiyle, diyalektik materyalist niceliğin niteliğe dönüşümü görüşü tarafından muhtemel bir teknik olarak önerilen aynı maddenin çeşitli parçalarının birlikte birleştirilmesinin (füzyon yaptırılması) gerçekleştirilmesidir. Nitekim, Lopaschov, önemli çalışmasında, sonuçları araştırdı ve birden on organize yapıya kadar, izole edilip birlikte büyütüldüklerinde bunların farklılaşma içinde olduklarım keşfetti. Benzer biçimde, Polezaiev, gelişme halindeki blastemaların önceden belirlenip belirlenmedikleri yönündeki tartışmalı soruları, bir kerede birkaçının birden, (çoğu zaman arada kaynadığı gibi) yalnızca bir yönde değil, bir başka yönde de transplantasyonunu sağlayarak çözecek kadar ilerleme sağladı. Bu yolla, gelişmenin her zaman kendine özgü kurallarının olduğunu, yeni değil eski çevresinin üzerinde şekillendiğini buldu. Rejenerasyon sürecinin biyokimyasal görünümü daha önce hiç araştırılmamışken, rejenerasyon yeteneğinin kaybı sorunu, Schaxel, Liosner, Voronzova ve diğerleri ile birlikte bu işçi (bilim işçisi, ç. n) tarafından daha derinden gözden geçirildi. Aynı şekilde, Okunov, Blacher, Orechovitch, Kozmina, Valdimirova ve daha birçoğu tarafından da konu incelendi. Farklılaşma sürecinin hareket tarzı ile paralel bir biçimde, değişik proteolitik enzimlerin hareket birliği böylece incelendi. Kimyasal ve histolojik veriler arasındaki bir diğer ilişki olayı, Demjanovski, Zolotarev ve diğerlerinin başarılı bir şekilde peşine düştükleri böcek metamorfozu çalışması ya da Trifonova okulunun yaptığı balıklarda solunum sistemi gelişmesinin araştırılması çalışması oldu.
Sovyetler Birliğinde, deneysel morfolojinin ileri boyutlara ulaşan desteği ile biçimlenen özellikle değerli yoğunlaşmanın, genel ortak kanı tarafından, sadece en acil pratik uygulamalara yönelik araştırmaların destek bulduğunun sanıldığı bir ülkede ortaya çıkmış olduğu görülüyor. Hiç kimsenin neyin pratik uygulama olduğunu söyleyemeyeceği gerçeğe bilim sahip olabilir. Şimdi olduğu gibi, Ruslar bu kuramsal bilimin birikiminden büyük ölçüde yararlandılar, çünkü göz plantasyonunun artan bilgisi, ölülerden alınan gözlerin, görmeyen hastalara nakil edilmelerine ve böylece yeniden görmelerine olanak sağladı. Bu iş Filatov’un adı ile birlikte anılır.
Fizyolojik morfoloji ve genetik arasındaki sınır çizgisi üzerine oldukça fazla iş yapıldı. Burada, bu konuda, sadece, Ilyins’in katmanların rengi üzerine çalışması, Rappoport’un sineklere metal tuzları uygulayarak phenocopi üretmesi ve Vassin’in, koyunlardaki embriyojenik gill yarıkları üzerinde ısrarla durarak doğal yoldan oluşan yarı öldürücü genetik anormallikleri tespit etmesini belirtecek kadar yerimiz var.
Kuramsal genetikte de büyük bir çaba var. Rusların bilimdeki en büyük adamlarından biri, Vavilov bütün dünyayı dolaştı ve benzeri olmayan bir bitki materyali koleksiyonu topladı. Halihazırda, Vavilov’un okulu, Sovyetler Birliğinin Burbank’ı olarak adlandırılan Lissenko ile ünlü bir tartışmaya tutuşup, büyük bir fikir ayrılığının içine girerek oldukça önemli bir iş yapıyor. Lissenko bitki fizyologu kökenli ve en hoş şey olan Rus kış iklimi yüzünden kış ekimi tahıldan bahar ekimi tahılı üretip vernalizasyon olarak tanınan bir metot buldu. Bu başarının dünya çapında uygulama bulup bulmayacağı henüz kesin değil. Lissenko ve okulu, daha sonra, klasik Mendelizmin genel kabul gören ilkelerinin en sert eleştirenleri haline geldiler ve şimdi Mendeki teoriyi temellendiren ana deneylerin çoğunu tekrar ediyorlar. Kazanılmış karakterlerin kalıtımı üzerindeki deneylerinin önceki benzer bütün deneyler gibi aynı sonuçları verip vermeyeceğini, ya da belki de, süreç içinde, şimdiye kadar gözden kaçırılmış bazı değerli bilgilerin ortaya çıkıp çıkmayacağını sadece zaman gösterecek. Bazı genetikçiler, Lissenko’nun elde ettiği sonuçların güvenirliliğinin virüs enfeksiyonları ile açıklanabileceğine inanıyorlar. Zaten, bu tartışmanın bizzat kendisi, gelecekte Sovyetler Birliği bilim işçilerinin diğer ülkelerle çok daha yakın ilişki içine girmesini getirecek fevkalade bir yardımın örneğidir.
Genetikçilerin hayvan ziraatı ile ilgilenerek büyük gelişme gösterdikleri yer yine Rusya’dır. Sovyet çiftlik hayvanı ıslahatçıları, diğer ülkelerde var olan, büyükbaş hayvan kitlesi ıslah edilmezken özel mülk sahipliği içinde soy üretimi yapılmaya çalışılmasında adını bulan zorluklar tarafından engellenmiyorlar. Ivanov ve ötekilerce gerçekleştirilen yapay döllenme, büyük ölçüde uygulama alanı bularak, yararlı niteliklerin çok geniş yayılımına olanak tanıyor.
Başını Pallas ve von Baer’in çektiği kişilerce kurulan geçtiğimiz yüzyılın büyük geleneğini değerli bir biçimde izlediklerinin belirtilmesi dışında, daha önce sözü edilen araştırmada, Rus Zoolog ve botanik sistematikçileri hakkında çok az şey söylendi. Yine de, en azından biri Murmansk yakınlarında, öteki Kırım kıyılarında ve üçüncüsü Vladivostok civarında olmak üzere, var olan birkaç deniz biyoloji istasyonu hakkında bir söz eklemek gerekiyor. Burada verilebilecek ilk isimler, karşılaştırmalı biyokimya üzerine, Kreps ve Verjbinskaia’nın; karşılaştırmalı fizyoloji üzerine Koschtoyanz’ın değerli çalışmaları belirtilmeli ve üçüncü olarak da Okunev’in rejenerasyon üzerindeki çalışması eklenmeli. Bunların dışında, Kafkas kıyılarında, Sukhum-Kale örneğinde olduğu gibi, tamamen maymun deneysel nörolojisine ayrılmış ve muhtemel Amerika’da, Yale Üniversitesi Fizyoloji Fakültesi dışında tek yer durumundaki güvenilir, özel istasyonları olduğu söylenmeli.
Sonuç olarak, Rus biyologlarının elinde bulunan mevcut olanaklar hakkında söylenecek söz şu olmalı: Rus laboratuarlarındaki işin, burada, İngiltere’deki ya da ABD’deki işe oldukça yakın göründüğü yönünde izlenimlerim var. Yalnız bir ayrıcalık göze çarpıyor: Araştırma işçilerinin (araştırmacı ve bilim adamları kastediliyor, ç.n.) kullanımları altında, kendi asıl işlerini yapma, planlama, çalışmalarını tamamlama ve deneylerini yorumlamada yoğunlaşmalarına olanak sağlayacak, oldukça fazla sayıda teknisyen bulunuyor.
Hiç kuşku yok ki, SSCB’nin, dünya bilimine geniş bir katkısı, özel nitelikte, vazgeçilemeyecek bir katkısı var. Bu savaştan sonra, demokrasilerdeki bilim işçileri ile Sovyetler Birliğindekiler arasında, geçmişte olduğundan çok daha samimi ilişkiler kurulmasını umuyor ve bunun gerçekleştirilmesi gerektiğinde ısrar ediyoruz.
(Bu yazı İngilizce bilim dergisi “Nature”ın 27 Eylül 1941 tarihli sayısında da yayınlanmıştır.)
Haziran 1999