Özgürlükleri savunmak

İşçi sınıfı, iktidar mücadelesinde özgürlüklere ihtiyaç duyar. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, grev hakkı vb. hak ve özgürlükler; işçi sınıfının ideoloji ve politikasının geniş kitlelere yayılması, bu politik hedeflere ulaşmak amacıyla örgütlenme ve eylem yapabilme için gereklidir. Bu yüzden, siyasal iktidarı ele geçirme mücadelesinde, yukarıda bazılarını saydığımız siyasal hak ve özgürlükleri kazanmak ve korumak büyük önem taşır.
Siyasal hak ve özgürlüklerin elde edilmesi mücadelesi ile işçi sınıfının siyasal iktidarının kurulması mücadelesi arasında diyalektik bir ilişki mevcuttur. Her iki mücadele birlikte ve iç içe yürümelidir. Bazı “sol” çevrelerin, hak ve özgürlükler için sürdürülen mücadele sonucu elde edilen küçük kazanımların işçi ve emekçi kitleler bakımından rehavete ve iktidar mücadelesine ilgisizliğe neden olduğu; emekçi kitleler üzerindeki baskı ve zulmün arttığı koşullarda kitlelerin daha da devrimcileştiği ve iktidar mücadelesine dört elle sarıldığı gibi, dünya pratiğinde örneği olmayan teorileri ciddi olarak savunduğu görülmüştür. Elbette, ezilen ve sömürülen emekçi kitlelere yönelik baskı ve şiddet, baskıcı siyasi iktidarlara yönelik nefreti ve bu iktidarlara karşı mücadele azmini arttırır, fakat bu tepkinin siyasal bir bilince ve örgütlülüğe dönüşmemesi koşullarında, tepki ve nefret bir burjuva kliğin peşine takılma, hatta faşizme taban oluşturma ile sonuçlanabilir. Devrim ve işçi sınıfının iktidarı örgütlü kitlelerin eseri olacaktır. İşçi ve emekçilerin sınıf iktidarı için örgütlenmesi ve mücadele etmesi ise, belli bir siyasi bilinci zorunlu kılar.
Siyasal hak ve özgürlükleri parça parça ve aşamalı olarak elde ederek, zamanla özgürlüklerin tümünün kazanılabileceği, siyasal iktidarın dahi bu şekilde elde edilebileceği tezi ise, bir başka yanlış yoldur. Egemen sınıflar ile yönetilen sınıflar arasındaki siyasal hak ve özgürlükler ilişkisi, halat çekme yarışına benzer: bir taraf için kazanım, diğer taraf için kayıptır. Bu mücadelede hem ezen, hem de ezilen sınıflar için kazanım olmaz. Ezilen ve yönetilen kitlelerin her kazanımı, egemen güçler için bir geri adım, taviz demektir. İktidardaki ezen sınıf, iktidarının yok olma tehlikesi ortaya çıkıncaya kadar taviz vermez, geri adım atmaz. Durum, iktidarını kaybetme noktasına kadar geldiğinde, ezen sınıflar için ölüm kalım kavgasından başka çıkar yol yoktur. Genellikle bir iç savaş olarak ortaya çıkan son hesaplaşmadan önce, askeri darbeler, faşist diktatörlükler, kitle katliamları ezen sınıfların iktidarının başvurduğu yöntemlerdendir.
İşçi ve emekçiler, uzun mücadeleler sonunda, bedeller ödeyerek kazandıkları hak ve özgürlükleri kendi sınıf iktidarlarını kurmadan sonsuza dek koruyamayacaklarını bilmelidir.
Siyasal hak ve özgürlüklerin sözde ve kâğıt üzerinde varlığından çok fiili olarak kullanılması önemlidir. Fakat hak ve özgürlüklerin hukuk alanında bir dizi kural olarak da düzenlenmesi, yasalarla korunması ihmal edilemeyecek bir kazanandır.
Ezen, egemen sınıflar iktidarına karşı ezilen sınıfların sürdürdüğü hak ve özgürlükler mücadelesinin önemli bir kazanımı da, kazanılan hak ve özgürlüklerin yasa ile düzenlemesi ve yasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Anayasa hukuku ya da insan hakları hukuku denilen haklar manzumesinin ortaya çıkması ve günümüzde en gerici ve ilkel devletlerde bile bazı anayasal hakların yasalarla düzenlenmesinin nedeni, yüzyıllardır süren bu mücadeledir. Burjuva demokrasilerinde varlığıyla övünülen İnsan Haklan Sözleşmeleri, Evrensel Beyannameler, Sosyal Şartlar vb. işçi sınıfının uzun mücadeleleri sonucu yasal düzenlemeler halini almış ve bu yasalara dayanarak işçi sınıfı bazı haklarını kullanmıştır. Şimdi, SSCB’nin dağılması ve sosyalizmin geçici yenilgisi koşullarında, burjuvazi, ulusal ve uluslararası yasalar ve sözleşmelerle korunan siyasal, ekonomik ve sosyal hak ve özgürlükleri kısıtlamak ve ortadan kaldırmak için atağa geçmiştir. Sosyalizme karşı alternatif olarak sunulan sosyal demokrasi ve sosyal devlet olgularından, yüz yıl önceki vahşi kapitalizm koşullarına yönelmiştir burjuva iktidarlar.
Bu koşullarda, yeni hak ve özgürlüklerin kazanılması mücadelesinin yanı sıra, kazanılmış hak ve özgürlüklerin kıskançlıkla korunması için mücadele önem kazanmaktadır.

SİYASAL ÖZGÜRLÜKLERİN KAZANILMASINA İLGİSİZLİK
57. Hükümet Dönemi, TBMM’nin adeta fabrikasyon serilikte yasalar çıkardığı, milletvekillerinin gece gündüz çalıştığı yıllar oldu.
Yangından mal kaçırırcasına yasalar çıkarıldı. Meclis gece yarıları, sabahlara kadar çalıştı. Siyasi partiler arasında, kamuoyunda, hatta hukuk çevrelerinde çok fazla tartışılmadan, bir biri ardına onlarca yasa yürürlüğe girdi.
Bu yasaların hemen hiçbiri, halkın bir takım taleplerini karşılamak için yapılmış yasalar değildi. Emperyalistlerin ve işbirlikçisi egemen güçlerin ihtiyaçları nedeniyle gündeme getirilmişti. Yasaların büyük kısmı, yaşanan ekonomik kriz sonucu, ekonomik sistemin dibe vurması ile ekonominin iplerinin IMF’ye teslim edilmesi; IMF, Dünya Bankası ve emperyalist odakların dayatması sonucu çıkarılan yasalardı.
IMF yasaları olarak da adlandırılan yasalar: uluslararası tahkim, uluslararası tekellere imtiyazlar tanınmasına olanak tanıyan yasal düzenlemeler, emperyalist tekellerin ülkemizi daha pervasız sömürmesine engel teşkil eden yasal düzenlemelerin yürürlükten kaldırılması, uluslararası tekellere “ekonomik bölge”, “serbest bölge”, “endüstri bölgesi” gibi adlarla oluşturulan alanlar yaratmak için düzenlenmiş yasalar vb. ile ilgili idi.
Ayrıca, Türkiye tarımını iflasa sürükleyecek ve ülkeyi tarımda tamamen emperyalizme bağımlı kılacak yasal düzenlemeler de (Tütün Yasası, Şeker Yasası vb. yasalarla) gerçekleştirildi.
Kamu işletmelerinin, madenlerin özelleştirilmesi ve yabancı şirketlere peşkeş çekilmesine olanak sağlayan yasal düzenlemeler ihanet çemberini tamamladı.
Ekonomi ile ilgili yasal düzenlemeler yanında, AB üyeliğine kabul edilmek için, AB’ye verilmiş sözler çerçevesinde çıkarılması kısa, orta ve uzun vadelere göre planlanmış yasalar da “uyum yasaları” diye adlandırılarak gündeme geldi.
Uyum yasaları adı verilen ve demokratikleşme adımları olarak tanıtılan yasalar, esas olarak, siyasal hak ve özgürlüklerin özünde bir değişiklik getirmeyen, Türkiye halkının demokratikleşme istemlerini istismar eden ve AB standartlarına uyum sözünü yerine getiriyormuş görünmek için AB’nin de adeta “danışıklı dövüş” misali onayladığı, göstermelik yasalardı.
Nitekim AB’ye uyum yasaları, “demokrasi paketleri” pratikte halkın hak ve özgürlüklerinin genişlemesine yol açmadı.
TBMM’nin “yoğun” yasama faaliyeti sırasında, Meclis gündemine gelen ve alelacele yasalaşarak yürürlüğe giren yasalar kamuoyunda pek tartışılmadı. Gerek TBMM dışındaki siyasi partiler, gerek hukuk çevreleri ve işçi sendikaları ya da meslek örgütleri yasa tasarılarını Meclis gündemine geldikten sonra öğrendiler. Ve bütün bu örgütler yasama faaliyetinin (yasa tasarılarını tartışma anlamında dahi) fiilen dışında kaldılar.
Muhalif örgütlerin, yasama faaliyetine müdahale edememesinin nedenlerinden biri, siyasi iktidarın anti-demokratik, yangından mal kaçırma tutumu idi ise, diğeri de, muhalif örgütlerin yasama faaliyetine ve yasa değişikliklerine ilgisiz kalması idi.
İşçiler ve sendikal örgütleri, daha çok “mezarda emeklilik”, işsizlik sigortası, sendikalar yasasında yapılmak istenen değişiklikleri vb. gündemlerine aldı.
Aydınlar ise, düşünce özgürlüğü, cezaevleri sorunları, sanat eserlerine getirilen sansür gibi konularda etkinlikte bulundular.
Üniversite çevrelerinin hukuk alanındaki en çok ilgilendiği sorun ise YÖK Yasası ve bu yasada sık sık yapılan değişiklikler idi.
Genel olarak yasal alanda yapılan yeni düzenlemelere karşı, muhalif aydın ve emekçi kitlelerinin ortak bir tavrı ve mücadelesi söz konusu olmadı.
Aydınlar, üniversite ve hukuk çevreleri ile emekçilerin hukuk alanındaki mücadeleye ya da yasama faaliyetine ilgisizliğinin nedenleri farklı olabilse de, siyasi mücadelenin bir parçası olan hukuk alanındaki mücadelenin öneminin kavranmaması ortak yöndü.
Kimi çevreler, hukukun bir üst yapı kurumu ve mevcut ekonomik, sosyal ve siyasi sistemin ürünü olduğu, sistem değişmedikçe yeni bir hukuk sisteminin de mümkün olamayacağı gerçeğinden yola çıkarak; hukuk mücadelesini, ekonomik, demokratik, siyasi hakların ve özgürlüklerin kazanılması ve korunması mücadelesini küçümsedi.
Kimi çevreler ise, ekonomik, demokratik, siyasi vb. bütün mücadele alanlarında faaliyetlerini yasalar çerçevesi ile sınırladılar. Her iki tutum da yanlıştı.
Hukuk bir üstyapı kurumudur, devlet gibi tarihsel bir olgudur. Hukuk, insanların sosyal üretimi sürdürmek için giriştikleri ilişkilerin oluşturduğu toplumun ekonomik temeli üzerinde yer alır. Devlet her ne kadar sınıflar üstünde olduğu inancını yaratmaya çalışsa da, hukuk, özellikle medeni hukuk, bunu hiçbir zaman yapmaz. Çünkü medeni hukuk, kendi çerçevesi içinde temel sosyal ilişkileri dile getirmek zorundadır. Örneğin, mülkiyet ilişkileri, var olan üretim ilişkilerinin hukuksal yansımalarıdır. Sosyal sınıflar, belirli mülkiyet biçimlerine sahip olup olmadıklarına göre tanımlanırlar. Fakat sosyal bilincin siyasi ve hukuki biçimleri, ekonomik temellerden ayırt edilmektedir. Bunlar, ekonomik temellere bağımlılıklarını sürdürürken, kendileri de, bağımsız bir yaşama sahiptirler. Böylece, belli bir dönemdeki mülkiyet ilişkileri ve en çok da genel karakteri sömürüye dayanmak olan bu ilişkilerin olumlayıcısı hukuki normlar (örneğin Roma Hukuku), diğer dönemleri etkileyebilir. Ancak hukuk, hiçbir zaman toplumun var olan ekonomik yapısının ve dolayısıyla kültürel gelişiminin ötesinde olamaz. Fakat o dönemin ekonomik yapısının gerisinde kalabilir, genellikle de böyle olur. Eski biçimler, sosyal amaçlardaki değişiklikler için kullanılmadıkça veya yeni gereklere uygulanmak üzere yeniden yorumlanmadıkça, toplumun gelişmesine karşı büyük engeller ortaya çıkarır. Ve dolayısıyla politik mücadele, bu çelişmeyi çözümlemek üzere gerekli olur.
Hukukun da içinde bulunduğu üstyapının doğrudan doğruya ekonomik koşulları yansıttığı doğru değildir. Üstelik hukuk, yalnız ekonominin baskısı altında değildir. Hukuk, aynı zamanda, ekonomik yaşama hukuktan daha uzak olan din ve felsefe gibi sosyal bilincin türlü bölümlerinden etkilenir. Öte yandan kuşkusuz, sosyal yaşamın türlü bölümlerinin bu etkileşmesinde, ekonomi, hâkim unsurdur.
Hukuk da devlet gibi, sınıflar mücadelenin ürünüdür ve egemen sınıflarca koşullandırılır. Bundan dolayı, hukuk, bu sınıfların ekonomik çıkarları ile birlikte gelişir ve ona hizmet eder. Karakteristiği, varolan üretim ilişkilerini onaylayıp olumlamaktır.
Yasa yapıcılarının içinde bulunmak zorunda oldukları çalışma alanına biçim veren şey, ekonomik sistemin ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların giderilme zorunluluğudur.
Medeni hukuk, ticaret hukuku, sigorta hukuku, borçlar ve miras hukuku gibi disiplinlerin, sömürü ilişkileri ve ekonomik sistem ile ilişki ve bağı daha kolay kurulur ve kavranabilirken; ceza hukuku, idare hukuku ve anayasa hukuku gibi alanlarda sosyal sistemle bağ konusunda burjuvazinin demagojik itirazları artar. Bu alanlarda “hukukun üstünlüğü”, “yasa önünde eşitlik” vb. gibi aldatıcı argümanlar daha geniş bir hareket alanı bulur.
Doğrudan ekonomik ilişkileri düzenleyen yasal düzenlemeler dışındaki sosyal ilişkileri düzenleyen yasalar da, esas olarak ekonomik düzenin olumlanmasına, korunması ve sürdürülmesine hizmet eder. “İnsanın doğal hakları”, “hukukun insanın doğasından kaynaklanan sosyal bir kurum olduğu”, “ahlak ve bilginin seviyesinin bir göstergesi olarak hukuk” vb. tartışmaları bu alandan gündeme getirilir.
Sonunda şuraya gelinir ki, geçmiş sömürü ilişkileri ve sistemleri gibi zorunlu olarak değişmek ve yerini sosyalizme bırakmak durumunda olan kapitalist ilişkilerin ortadan kaldırılışına bağlı olarak, onun olumlayıcısından başka bir şey olmayan bütün bir hukuk sistemi de müzelik olacaktır. Ancak buradan, bu köklü değişikliğe kadar hukuksal alanda yapılacak bir şey olmadığı ve olamayacağı sonucu çıkarılamaz.

KAZANILMIŞ HAK OLARAK YASA
Yasaların birer birer değiştirilmesi ile ekonomik, sosyal sistemin değişmeyeceği bilinse de, yasalar, işçi sınıfı ve emekçiler için hem bir kelepçe, hem de kelepçenin anahtarı rolünü birlikte oynayabilir. Her yasa bazı kısıtlamalar, kayıtlamalar getirir, hak ve özgürlüklerin çerçevesini, sınırını belirler. Burjuva kapitalist sistemde işçilerin haklarını kısıtlayan, sömürülmelerinin biçimini belirleyen kurallar getiren yasalar, aynı zamanda burjuvaziyi de kayıtlar. Her ne kadar burjuvazi, egemen güçler kendilerini yasalarla bağlı hissetmezler ve yasalara rağmen işlerini yürütürlerse de, burjuvaziyi de bağlayan yasalar, işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinde bir tutunma çivisi, bir atlama taşı görevi görebilir. İşçi sınıfının mücadele ederek kazandığı hakların korunması için bir mevzi rolü oynayabilir. “İnsan hakları”, “Anayasal haklar” da denilen ve demokrasi mücadelesinde dayanak alınan haklar, esasen egemen sınıflara karşı ezilenlerin mücadelesiyle kazandığı mevzilerin yasa olarak tescil edilmiş halidir.
Bergama Köylülerinin mücadelesi emekçilerin mücadelesi içinde hukuk alanındaki mücadelenin rolünü gayet güzel bir biçimde göstermiştir.
Son yılların en militan mücadelelerinden biri olan, Bergama Köylülerinin Eurogold (daha sonra Normandy) şirketinin siyanürle altın arama faaliyetinin durdurulması mücadelesi; işgal eylemleri, yürüyüşler, medyaya yönelik gösteriler, çatışmaların vb. yanı sıra, mevcut yasalara dayanarak açtıkları çok sayıda davayı kazanmaları sayesinde de başarılı olmuştur.
İzmir İdare Mahkemelerine ve Danıştay’a yapılan hukuki başvurular Bergama Köylüleri lehine sonuçlanmıştır.
Mevcut yasaları mücadelelerinin bir unsuru olarak kullanmak, bu yasalardaki haklara sahip çıkmak, yargı alanını siyasal mücadelenin bir parçasına dönüştürmek konusunda Bergama Köylülerinin başarıları gibi pek çok örnek de verilebilir.
Metin Göktepe Davası da bu örneklerden biridir. Göktepe’den önce çok sayıda işkence sonucu ölüm ve gazeteci ölümü yaşanmışken, ilk defa Göktepe Davası’nda politik ve hukuki sonuç alınabilmiştir. Bu sonuçta belirleyici olan, Göktepe’nin yoldaşları ve gazetesinin politik tavrıdır ve bu politik tavır içinde hukuk alanında mücadeleye verilen değer somut hukuki sonuçların elde edilmesini sağlamıştır.
89 Bahar eylemlerinde, diktatörlüğün yoğun baskısını kırarak sınıf mücadelesini ilerletmenin adımlarını atan işçiler, çok basit denebilecek bazı hakları; örneğin vizite eylemlerinde, doktora çıkma hakkı gibi vb. kullanarak, ilerideki daha büyük ve kitlesel eylemlerin yolunu açmıştır.
Yasaları kullanmanın yanı sıra, yasalardaki bazı hakları korumanın işçi sınıfının iktidar mücadelesinde yerini gösteren en iyi örneklerden biri de, 15–16 Haziran eylemleridir.
İşçi sınıfının sendikal alandaki bazı kazanımlarını ortadan kaldırmak, sendika bürokrasisine, sarı sendikacılığa karşı mücadeleci sendikacılık iddiası ile ortaya çıkan DİSK’i tasfiye etmek amacıyla yapılmak istenen bir yasa değişikliğine karşı ayağa kalkan işçi sınıfının görkemli eylemi, burjuvaziye geri adım attırdı. Yasa değişikliğinden vazgeçmek zorunda kaldılar. İşçi sınıfı, 15–16 Haziran eylemi ile sadece kazanılmış haklarını korumakla kalmadı, hazine değerinde mücadele deneyleri de elde etti. 15–16 Haziran eylemi, birleşik eylemin gücünü, işçi sınıfının bir sınıf olarak burjuvaziye karşı mücadele olanaklarını, sonuç alıcı eylemde kitleselliğin rolünü ve benzeri çok sayıda tecrübeyi işçi sınıfının bilincine kazıdı.
DİSK’in DGM’lere karşı yürüttüğü mücadele ve bu mücadele sonunda yetmişli yıllarda DGM’lerin kapatılması da, yasal mevzilerin savunulmasının iyi bir örneği idi.
Mezarda emeklilik yasasına karşı işçi sınıfının giderek büyüyen eyleminin bir 15–16 Haziran’a dönüşmemesi ise, önderlik ettikleri işçi kitlelerini satmakta 1970’lerdeki öncellerinden daha atik davranan sendika bürokratları sayesindedir.
Bir hakkın kazanılması için yürütülen hukuk mücadelesinin son yıllardaki en güzel örneklerinden biri ise, kamu emekçilerinin sendikal haklar için yürüttüğü mücadeledir. Kamu emekçileri, bırakın sendika kurmak, dernek kurmanın bile yasalarla yasaklandığı koşullarda, önce dernek, sonra sendikalar kurarak ve iktidarın bu sendikaları tanımamasına karşın yıllarca fiilen kongreler yaparak, toplu iş sözleşmeleri imzalayarak sürdürdükleri mücadeleyi, kamu emekçilerinin sendika kurabileceğinin yasalarla düzenlenmesi hakkını kazanarak bir başka aşamaya taşıdılar.
KESK’in peşinden, onu örnek alan Tür-Köy Sen de bu alandaki çalışmalarını başarılı bir şekilde sürdürmektedir.
Elbette, kamu emekçileri sendikası yasasının yürürlüğe girmesi kamu emekçilerine sınırlar, kısıtlamalar, kayıtlamalar getirmiştir. Kamu emekçileri, bir sendika yasaları olmadığı zaman belki çok daha rahat ve kendi istedikleri gibi hareket edebiliyordu. Aynı durum, son yasal düzenleme yapılmadan önce, özel radyo ve televizyon yayını alanında hiçbir yasal düzenleme olmadığı için daha serbest olan radyo ve televizyoncuların elini kolunu bir yerlerden bağlamaya çalışan RTÜK Yasası örneğinde de görülmektedir. İnternet yayını ve haberleşmesi için bir yasal düzenleme yapıldığında da bu alanın sınırları ve sınırlarla birlikte yasakları ortaya çıkacaktır.
Televizyon yayınlarının günlerce kesilmesi, radyolara, yayınlarının bazen bir yıl gibi fiilen kapatmaya denk düşen yayın kesme cezaları uygulanması RTÜK Yasası ile mümkün olmuşken, aynı yasa ile İdare Mahkemelerine itiraz hakkı, haksız cezalara karşı tazminat hakkı gibi haklar da elde edilmiştir.
Kamu emekçileri gibi görece siyasi bilinçli kitlelerin eyleminin yanı sıra, salt ekonomik talepler için mücadele eden kitleler açısından da, siyasal hak ve özgürlüklerin önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Topraklarında siyanürle altın arandığında insanların ve topraklarının yavaş yavaş zehirlenerek öleceğini bilen Bergama Köylüleri; her eylemlerinde karşılarına çıkan jandarma ve polisi görerek, sık sık gözaltına alındıklarında en haklı talepleri için bile eylem yapmanın yasalarla nasıl zorlaştırıldığını yaşayarak, haklarında açılan çok sayıda davada yargılandıklarında yargının kimin için ve nasıl çalıştığını anlayarak, yüzde yüz haklı oldukları bir davayı başkalarına anlatmaya çalıştıklarında karşılarına çıkan ceza ve basın yasalarını tanıyarak, siyasal hak ve özgürlüklerin önemini öğrendiler. Artık, Bergama Köylülerine örgütlenme özgürlüğünün, basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, toplantı ve gösteri yapma hakkının, adil yargılanma hakkının ne kadar gerekli olduğunu kimsenin anlatmasına gerek yok. Onlar, bu hak ve özgürlükleri herkesten daha kararlı savunur duruma gelmişlerdir. Ekonomik, demokratik haklar için mücadelenin, demokrasi mücadelesi ile birlikte yürümesi gerektiğini yaşayarak öğrenmişlerdir.
Tabii, Bergama Köylüleri ve KESK’li kamu emekçileri gibi eyleme giren emekçiler demokratik ve siyasal hak ve özgürlüklerin önemini yaşayarak kavrayacaktır. Eylem içinde, yaşayarak öğrenmek en iyi öğrenme biçimlerinden biridir. Fakat hak ve özgürlüklerin gerekliliğini kavramanın tek yolu, eyleme girmeyi beklemek değildir. Devrimcilerin, sınıf bilinçli işçilerin, aydınların, devrimci işçi partisi militanlarının yapacağı propaganda ve ajitasyon, işçi ve emekçilerle her gün yüz yüze konuşma ve onlarla Türkiye’nin bütün sorunlarını tartışırken, yukarıda anlatmaya çalıştığımız hukuk alanındaki mücadeleyi de anlatmaları yararlı olacaktır.
O zaman, belki, uyum paketleri çıkarken, Anayasa değiştirilirken, Kürtçe eğitim ve yayın hakkı, idam cezasının kaldırılması tartışılırken, daha fazla emekçi tartışmalara katılacak ve yapılmak istenen yasal düzenlemelere kendi sınıf çıkarı doğrultusunda müdahale edebilmek için harekete geçecektir.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑