Frankofoni (Francophonie); “Fransızca konuşan” ülkelere dayanarak, Fransa’nın, uluslararası sahnede daha önemli bir rol oynayabileceğini ima eden siyasi bir kavramdır. Burada, bu projenin sadece bir yönünü, yani “Frankofon Afrika” olarak adlandırılan, hemen hemen eski sömürge imparatorluğunu kapsayan alanı ele alacağız. Frankofoni’nin temel hedefi üstünde yoğunlaşmak için, aynı kapsamda olan Vietnam, Kanada ve başka ülkeleri bilinçli olarak bir tarafa bırakıyoruz.
Frankofoni, ’60’lı yıllardan itibaren gelişen ve birkaç yıldan bu yana da Frankofoni Uluslararası Örgütü (OIF) yaftası altında bir araya getirilen bir kurumlar toplamıdır. Fransa, eski sömürgeci ülke olarak, eski sömürgelerindeki nüfuzunu korumak için Frankofoni’yi kullandı.
’60’lı yıllardaki bağımsızlık mücadelelerinden sonra, Fransızca, “Frank bölge” ile “Fransafrika”nın (Françafrique) dili olarak kaldı; bu simgesel terimle, Houphouet-Boigny, eski “Fransız toplumu”nun sürekliliğinin altını çizmek istiyordu.
’80’li yıllarda yeni bir atılım gösterse de, ’80-90’lı yılların gelişmelerine ve halkların köklü karşı çıkış hareketine çarptı. Doğu Blok’unun çöküşü, kapitalist ve emperyalist ülkelerin tüm yöneticileri tarafından demokrasinin zaferi olarak ilan edilmişti. Afrika halkları, “Komünist tehlikeye karşı” mücadele adı altında meşru gösterilen bu durumun, diktatörlere verilen desteğin, egemenliklerine müdahalenin, ekonomik ve askeri vesayetin son bulmasına dönüşmesini beklediler.
Fakat, Fransız emperyalizminin temsilcileri ve çıkarlarının sözcüleri olarak ne Mitterrand’lar, ne de daha sonra Chirac’lar, bu egemenlik ve ganimet mekanizmalarını söz konusu yapmak istediler. Zaman kazanmak ve Gabon’da ortaya çıkarak, Benin’i, Togo’yu (Filidişi Sahili gibi komşu ülkeleri de unutmadan) vb. içine alan protesto dalgalasının geçmesi için, Mitterrand ve Fransa’nın hizmetinde olan Afrikalı devlet başkanları, “çok partililik” ve “ulusal diyalog” kartını oynadılar. Onbinlerce genç, işçi, köylü özgürlükleri ve kendi ülkelerinin geleceğine karar verebilmek için eylem yaptı, polis ve orduyla çatıştı. Gelişmelerin durumuna göre de, esas olanı kurtarmak için, çoğu zaman biçimsel (çok partili seçimler) birkaç taviz verildi. Halk hareketinin daha çok örgütlü olduğu bazı ülkelerde, yığınlar daha fazlasını kopardı.
Bu karşı çıkışı zayıflatmak için böl-parçala silahı tam olarak kullanıldı. Halkaları sefalete boğan, mültecileri milyonlar halinde sürgün yollarına düşüren etnik savaşlar ülkeleri yıkıma uğrattı. Resmi ve gayri resmi silah tüccarlarının elinde satılması gereken silah stokları (eski Doğu Bloku ordularından gelen silahlar) vardı. Ve daha sonra, bu ülkelerdeki silahlar, NATO silahlarıyla değiştirildi. Silahlı bir isyan “Fransa’nın dostu” bir rejimi tehdit ettiğinde ve rakip bir emperyalist tarafından desteklendiğinde, soykırımın silahları sağlandı ve soykırımcılar korundu. 1994 yılında, Ruanda’da bunlar yaşandı.
Bugüne kadar bu suç ortaklığı inkar edildi ve bu inkar, Mitterrand’cı sosyal demokrasi ile sağ arasında geniş bir mutabakata dayanıyor. Bu cinayet, uygulamadaki bir yanlışlık değil, “arka bahçesi”ni savunmak için emperyalist bir gücün nereye kadar gidebileceğini gösteriyor.
Ruanda, Afrika kıtasına ilişkin emperyalist güçler arasındaki çatışmada bir dönüm noktasıdır. Birleşik Devletler emperyalizmi “sınırlı avlanmalara” son verdiğini ilan etti. Frankofoni söylemleri ve kampanyaları, bu noktadan itibaren, (aynı zamanda Afrika’daki) Kuzey Amerikan hegemonyasına itiraz etmek için kullanılacak. Mart 2004’te Lyon 3 Üniversitesi’nde fahri doktora aldığında, Burkina Devlet Başkanı Blaise Compaore’nin de söylediği gibi, akıl hocaları, Frankofoni’yi, “küreselleşme içindeki tek yanlılığa” karşı sıçrama tahtası olarak savunacaklar. 10. Frankofoni Zirvesi Burkina Faso’da düzenlenirken, Gbagbo da (Fildişi Devlet Başkanı), isyancıların kontrolünde olan Fildişi Sahili’nin kuzeyini ele geçirmek için geniş bir askeri saldırı başlattı. Oysa bu güçler, şimdiye kadar Blaise Compaore’nin desteğini almıştı. Fransız makamları, Fildişi’ne 6 bin asker yerleştirdi; bu askerlerin iki güç arasında tampon görevi görmesi gerekiyordu, ama bunu yapmadı. Esas mağdurlarının halk yığınları olduğu bu gerici savaş, Frankofoni’nin çelişkilerinin bir yoğunlaşmasıdır. Frankofoni, “birlik içinde” bir yapı olarak sunulmasına karşın, bağrında büyük çelişkiler taşıyor. Bu çelişkilerin bir kısmı, emperyalist güçler, karşıt rejim veya silahlı askeri gruplar arasındaki çelişkilerin yansıması, diğerleri de, Afrikalı halkların gerçek demokrasi, barış, bağımsızlık ve sosyal ilerlemeye olan özlemlerinin ifadesidir. Biz, hiçbir koşul olmadan ikincileri destekliyoruz.
NEO-SÖMÜRGECİLİĞİN ALETİ
İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden sömürgecilik krizi, Fransız emperyalizminin geçirdiği kriz ve düşüşün ana unsurlarından biri. Eski sömürge terimi “Frankofoni”, bu dönemde ortaya atıldı. Leopold Sedar Senghor ve Habip Burgiba, onu neo-sömürgeciliğin yol gösterici kavramlarından biri yapmak için raftan indirdiler.
Zayıflayan Fransız emperyalizminin, büyük güçler kulübünde yerini savunmak için, mutlaka eski sömürgelerine ihtiyacı var. Bugünkü dönem, tekellerin Avrupası’nı kurmak için Fransa’nın Almanya ile bir çıkar evliliğinin pazarlığını yaptığı dönemdir. Nüfuzundaki Frankofon bölgesini nişan sepetine koymak ister. Frankofoni, bu politikanın hizmetinde olan bir alet.
İlk kılıf, kültürel ve teknik işbirliğidir. Hemen 1960’da, Frankofon Ülkeler Milli Eğitim Bakanları Konferansı hayata geçirilir. Akabinde de, 1961’de Fransız Dili Üniversiteleri Derneği kurulur (Fransızcayı kısmi ve tam olarak kullananları kapsayarak), Fransız Dili Parlementerleri Uluslararası Derneği (1967), ve Frankofon Ülkeler Gençlik ve Spor Bakanları Konferansı (1969) kurulur. Frankofoni’nin hükümetler arası ilk kurumu; Kültürel ve Teknik İşbirliği Ajansı (ACCT), Niamey’de 1970’de hayat bulur. Aynı zamanda 1979’dan beri tam veya kısmi Frankofon Başkent ve Metropolleri Belediye Başkanları ve Sorumluları Uluslararası Derneği de bulunuyor. 1987’de Fransızca konuşan alanlar için üniversite kurulur, bununla birlikte, Fransızcayı kullanan ülkelerin Enerji Enstitüsü kurulur.
Teknik ve kültürel yardımın bedava olmadığı açık. Bu, eski sömürgecilik paktını başka biçimler altında doğuran ekonomik ve politik egemenliğin dayanağıdır. Bankalar, sanayi ve ticari şirketlerin neredeyse tamamı Fransız. Kurumlar, adli yapılar, yasa ve kurallar, her zaman metropoliten (Batı) modeline göre düzenleniyor. Ekonomi, temel olarak, (Avrupa’da üretilen tüketim mallarının akışı için) bir geçiş ve rant ekonomisidir; hammaddelere (petrol ve madenler) zorla el konuluyor, kültür ürünleri de (pamuk, şeker, kahve, kakao..) ihracata yönlendirilmiş durumda.
Fransa’nın kıtada büyük bir askeri gücü ve çok sayıda üsü var, defalarca–10 yılda yirmiden fazla: Nijerya, Orta Afrika, Çad, Ruanda vb.– müdahalelerde bulundu. Siyasi ve askeri elit tabakalar, askeri darbeler için yedek personel ve gizli servislerin yöneticileri Fransa’da eğitiliyor. Danışmanlar Fransız. 1990 yıllardaki işbirliği “reformu”na kadar, bu ülkelerle ilişkiler Elysee (Cumhurbaşkanlığı sarayı) ve İşbirliği Bakanlığı’na doğrudan bağlıydı, dışişleri bakanlığının alanına girmiyordu bile.
FRANKOFONİ VE KÜRESELLEŞME
Emperyalist küreselleşme, 20. yüzyılın son iki on yılında, dünya sahnesinde Birlişik Devletler’in hegomonyasına eşlik eden serbest dolaşımın hızlandırılması ve liberalizasyonu gibi ikili bir olgunun ürünüdür. Fransız emperyalizmi için, eski sömürgeleri, çoktan beri artık “sınırlı avlanmalar” değil. Artık tek başına savunamayacağı çıkarlarını korumak için, ilk önce, Avrupalı ortaklarıyla birlikte hareket etmeye razı olmak durumunda kaldı. (Yaounde ve Lome antlaşmaları). Şimdi de, daha çok sıklıkla ve açıktan, kendi eski sömürge imparatorluğunun tam kalbinde Kuzey Amerikan emperyalizminin büyüyen iştahına takılıyor. “Muz savaşı” ya da daha kısa süre önceki pamuk savaşı, Fransa ile -AB üzerinden- ACP (Pasifik Karayip Afrika) ülkelerini –ticari ilişkilerde bir rejimi tercih etmemeleri için uyarılmışlardı– birbirine bağlayan özel çıkar ilişkilerini zedeledi. Büyük Göller bölgesinde, Kongo’da, emperyalistler arası rekabet –ve düşmanlıklar– dehşet verici silahlı çatışmaları besledi.
Bu durumda da, Frankofoni, yeni savaş atlarını ileri sürüyor. Barış, demokrasi ve insan hakları, çok kültürlülük ve kültürlerin diyaloğu, bilginin gelişimi ve ulaşilabilirliği –daha fazlası sayılabilir– temaları, Amerikan hegomanyası ile olan “farklılığı” göstermenin vesileleridir. Fransız emperyalizmi, Frankofoni’yi uluslararası sahnede daha faal bir kurum haline getirmeye çalışarak, kendi ağırlığını koymak istiyor. 1986-87’den itibaren, zirvelerin düzenlenişi kurumsallaştı. Sovyet blokunun çöküşünden sonra, devlet ve hükümet başkanları, Frankofoni’nin politik boyutunu güçlendirmeye karar verdiler.
1991’de Frankofoni Daimi Konseyi (CPF) kuruldu. 1996’da Frankofoni şartı kabul edildi ve ACCT Frankofoni Ajansı’na dönüştürüldü. 1997 yılında bir Frankofoni genel sekreteri seçildi. 1998’de Frankofoni Uluslararası Örgütü adı kabul edildi. Bu karmaşık bir yapıdır: devlet ve hükümet başkanları zirvesi, bakanlar konferansı, daimi konsey, genel sekreteri ve çeşitli görevlileri olan parlamenter asamblesi, (Frankofoni Uluslararası Ajansı, Frankofoni Üniversite Ajansı…), bir televizyon kanalı (TV5)…
FRANSAFRİKA’YA SON VERMEK
Birçok sömürgesini bağımsızlığa götüren tarihsel hareketin önüne geçemeyen Fransız emperyalizmi, antiemperyalist bir yolda yürümeye devam etmeyi düşünen tüm ulusalcı liderleri tasfiye etmek veya uzaklaştırmak için elini çabuk tuttu. “Fransa’nın dostları”, Fransız servisleri (ordu, paralı asker veya gizli servis) tarafından seçilerek, çoğu kez de, on yıllar sürecek bir iktidar için o koltuklara getirildiler. Fransafrika’nın direği olanların veya Frankofoni’nin başlıca işbirlikçilerinin listesi uzun: hayatta olmayan Houphouet-Boigny (Fildişi Sahili), Bokassa (Orta Afrika), Mobutu (Zaire), Burgiba (Tunus), 2. Hasan (Fas); hala yerinde duranlar: Eyadema (Togo), Denis Sassu N’guesso (Kongo), Ömer Bango (Gabon), İdris Debi (Çad), Lazama Conte (Gine), Paul Biya (Kamerun), Compaore (Burkina), Kerekou (Benin), Bin Ali (Tunus)…
Fransa, katliam ve darbelerde (Togo, Burkina…) suç ortaklığı yaptı. Hileyle yapılan seçimleri onaylıyor (Çad…). Petrol, önlenmesi gereken Anglosakson emeller…, müdahale için her şey gerekçe yapılıyor. Fransa iç savaşları besledi (Kango), savaş suçlularını destekleyip silahlandırdı (Ruanda…). Fildişi Sahili’nde alabildiğine kışkırtıcı rol oynuyor, Fransız komutasındaki “tampon” güçler, hükümet güçlerinin askeri saldırısının yayılmasına izin veriyor.
Adil yönetme üzerine yapılan iki yüzlü konuşmalar ve demokratik özgürlüklere ilişkin tüccarlık, sadece işin gereçekleridir. Fransız makamları, toplumsal tepkiyi yönlendirmek veya kredisi fazlaca tükenmiş rejimlere baskı yapmak istediklerinde, bu söylemleri sıkça kullanıyor. Fransa dostlarının insan hakları ihlalleriyle ilgili Birleşik Devletler rapor yayınladığında, Fransız makamları, hizmetçilerini aklamak için her şeyi yapıyor. Burkina, Charles Taylor (Sierra Leon) ve Jonas Savimbi’yle (Angola) silah kaçakçılığı yapmakla suçladığında ve uluslararası yaptırımla tehdit edildiğinde, Blaise Compaore’yi, Paris kurtardı.
Afrika, haydutlara bırakılmış bir otlak, devlet kasalarıyla özel hesapları iç içe girmiş, kendi klanlarını semirtiyorlar. Fransa, bunları esas olarak, kendi adamları olduğu ve çıkar sağladığı için destekliyor. Paris’in uyarı ve hizaya girme çağrılarına rağmen, tabii ki bazen kontrolden çıkıyorlar, Gbagbo gibi, komşu ülkelerde (Fildişi Sahili…) tansiyonu yükseltmeye devam eden hayalperest Compaore gibi.. Kredileri çok tükendiğinde ve artık hiç bir şeyi kontrol edemediklerinde, Fransız emperyalizminin gözden çıkardığı uşakları oluyor. Fakat Fransız emperyalizmi, halk direnişlerinin şiddet, kan ve gericilikle dağıtılması veya engellenmesi gerektiğinde ise, hiç tereddüt etmeden, halklara karşı, her zaman zorbaların tarafını tutuyor.
GELİŞEN MÜCADELELER…
Frankofoni’nin 10. Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Burkina, son yıllarda önemli bir toplumsal harekete sahne oldu. Gazeteci Norbert Zongo’nun Aralık 1998’de Blaise Compaore rejimi tarafından katledilmesinden bu yana, tüm toplumsal alanlarda, işyerlerinde ve mahallelerde, liselerde ve üniversitelerde, entellektüeller, gazeteciler, hukukçular arasında ve kadın örgütlerinin inisiyatifinde, siyasi cinayetlerin cezasız kalmasına ve ekonomik cinayetlere karşı mücadeleler gelişti. Bu mücadelelerin sosyal, demokratik bir karakteri var ve toplumsal sorunları ele alıyor (eğitim, sağlık, iş, ekmek hakkı, GDO’ların reddedilmesi…), rejimin kendini yenilemek için yaptığı çeşitli girişimleri (Af edilme günü, göstermelik demokratik seçimler…) ve rejimin Fildişi’ndeki savaşla bağlantılı olarak kutsal ittifak girişimlerini yenilgiye uğrattı. Blaise Compaore’nin rejimine karşı halkçı, demokratik antiemperyalist bir alternatif ihtiyacını gündeme getiren bu hareketin gücü, Fransız diplomasisine de sorun yaratıyor; gerçek bir sömürge valisi olan büyükelçi, yüzbaşı Compaore’nin değiştirilmesi için herhangi bir çözüm bulamadı.
HALKIN SESİ YÜKSELİYOR
Bu koşullarda, devlet başkanları zirvesinden önce, Frankofoni Hükümetlerarası Ajansı tarafından düzenlenen birinci “Frankofon sivil toplumu” forumuna, ülkenin gerçek sahiplerinin bir noktaya kadar damgasını vurması şaşırtıcı değil. Frankofon ülkelerden gelen 300 katılımcının önemli kısmı, çok resmi bir “sivil toplum”un temsilcilesiydi. Bu forum, düzenleyenlerin isteğinin tersine, gazeteci Norbert Zongo’nun katledilmesinden sonra, Burkina’da daha önce görülmemiş bir boyut alan mücadelelerin yankısını görmezden gelemedi. Forum, aynı zamanda, temsil edilen ülkelerde değişik boyutlarda gelişen direniş hareketlerinin talep ve eylemlerini tamamen sessizce geçiştiremedi. Forumu yapanlar, tartışmalarda açılan gediklerle yenildiler ve “Ougadougu çağırısı” (hükümetlerden bağımsız olamayan) projesi çoğunlukla ret edildi.
Sivil toplum forumundaki tartışmaların, devlet ve hükümet başkanlarının vitrinine kısır bir biçimde getirileceğini biliyorsak da, kabul edilen sonuçlar, yoksulluğa, eşitsizliklere ve sponsorloğunu çeşitli Frankofon hükümetlerinin yaptığı yolsuzluğa değinmek zorunda kaldı.
YAPISAL PROGRAMA KARŞI
Afrika’da yıkıcı sonuçlara yol açan neoliberal politikalara, yapısal uyum programına, özelleştirmelere, işten çıkarmalara, hayati yapıların yıkımına karşı birçok ülkede çeşitli mücadeleler yürütülüyor.
Bu mücadeleler, tüm halk kesimlerini, gençliği, kent emekçilerini, köylüleri, aydınları kapsıyor. Kadınlar ve sendikacılar çoğu zaman büyük bir rol oynuyor, çok sayıda halk örgütü mücadelede yer alıyor.
Bu günlük mücadeleler içinde, insan hakları için yapılan eylemlere dayanan uluslararası dayanışmalar, sendikal mücadeleler veya “Neoliberal küreselleşmenin şehit kenti” Kita’da (Mali) Haziran 2004’deki G-8 toplantısına karşı düzenlenen Halkların Forumu gibi daha politik tepkiler de ortaya çıkıyor.
FRANSIZ EMPERYALİZMİNİN NEO-SÖMÜRGECİ SİSTEMİNİN KRİZİ
Fildişi’nde egemen olan yanıltıcı sükunet, büyük Fransız medyasının dikkatini “başka yerlere” çevirmesine yol açıyor. Fakat Kasım ayı başındaki savaş günleri, bir dönüm noktası oluşturuyor ve sonuçları Fildişi’nin sınırlarını aşıyor. Fransız emperyalizmi, şimdilik, Güvenlik Konseyi’nin ve başlıca Batı Afrika devlet ve hükümet başkanlarının (hemen hepsi Frankofoni’nin 10. Zirvesi’ne katıldı) resmi desteğiyle işin içinden çıkıyor görünüyor. Ama bu göstermelik birlik, bu zorbaların önemli kısmının endişelerini gizleyemiyor. Kendi evlerinde bir “isyanın” patlayacağı gün, Paris’in kendilerine karşı nasıl bir tutum alacağı, onları düşündürüyor. Bu eski Fransız neo-sömürgelerinde derin bir öfke var, Fransız tanklarına karşı koyan “Fildişili kardeşlerle” dayanışma duygusu et kemiğe bürünmüştür. Halkın çoğunluğunu oluşturan bu ülkelerin gençiliği, “Fransa”ya, eski kuşakların gözüyle bakmıyor. Üstelik, bekleyebileceği çok büyük şeyler de yok: sınırları sıkıca kapalı ve öğrenciler için Montreal veya Washington, Paris’ten daha kolay ulaşılabilir. Roissy (Paris havaalanı), misafirperver bir ülkenin giriş kapısı olmaktan çok, gözaltına alınma kapısı olarak tanınıyor.
Bush’un Irak’a karşı yürüttüğü savaş, geniş kesimleri kapsayarak, onun politikasına emperyalist etiketini yapıştırdı; Fildişi krizi de, aynı şekilde, Fransız emperyalizminin poltikasına “sömürgeci” sıfatını giydirdi.
Fransız emperyalizminin, (ABD ile müttefik olan) ülkelerini “yeniden sömürgeleştirme”sine karşı, Haiti sokaklarındaki yürüyüşçülerin duyguları da böyle. Tahiti sokaklarında, Kanaky (Yeni Kaledonya) kentlerinde ve başka Fransız sömürgelerinde de aynı tepkilere rastlıyoruz. Bu halklar, Paris’in vesayetini ve ülkelerinin topraklarını kendi özel mülkiyeti olarak gören sömürgecileri, gittikçe daha az kabulleniyor. Bütün bunlar, Fransız emperyalizminin neo-sömürgeci –Fransız emperyalizminin de çarkı olduğu tüm sistemin genel krizine de bağlı– politikasının krizinin yansımaları. Bu kirizin boyutunu ve ağırlığını asgariye indirmek için, medya ve politik güçler herşeyi yapıyor.
Medyanın da, önemli ağırlığı olan taraflardan biri olduğunu söylemek lazım; TF1’i (tv kanalı) kontrol eden Bouygues, Bollore’den France Telecom’a, BNP’den Credit Lyonnais’ye kadar, Total’ı da unutmadan, birçok büyük tekel, bu önemli işin başını çekiyor. Afrika’ya yerleştirilen Fransız birlikleri, her şeyden önce, bu tekellerin çıkarlarını koruyor. Aynı zamanda, CFA Frankına dayanan –bugün Euro’ya uyarlanarak– binbir türlü ekonomik, politik, diplomatik bağımlılık ilişkilerinin Fransız zırhlıları ve toplarının gölgesinde savunulması anlamına da geliyor.
Tekellerin diktatörlüğüne, politik ve ideolojik gericiliğe, özelleştirme politikalarına, emperyalist yeniden paylaşım savaşlarına karşı –birine veya birkaçına karşı–, emperyalist bir gücün tarafını tutmadan mücadele etmek, ülkemizle sınırılı değil, çünkü bu tekeller ve onların çıkarlarını koruyan devlet aygıtı, çok daha ötelere yayılmış durumda. Hakimiyet, onur kırıcı talan ve zulüm sistemi olan neo-sömürgeci sisteme son vermek için, Afrika halklarıyla birlikte mücadele etmeliyiz. Frankofoni Zirvesi’ni teşhir eden eylemlerde haykırdığımız gibi, “Fransafrika çok sürdü, Afrika halklarıyla dayanışma”.
10. FRANKOFONİ ZİRVESİ: SAFLARI YENİDEN SIKLAŞTIRMAK İÇİN AİLE TOPLANTISI
Ougadougou Zirvesi, gergin bir politik ortamda yapıldı: Birleşik Devletler’de Bush’un yeniden seçilmesi, Fildişi’ndeki neo-sömürgeci kriz, Burkina’da VI. Cumhuriyet iktidarının tamamen iflası, Afrika’daki Fransız varlığına karşı güçlü halk tepkisi…
4. kez Afrika topraklarında toplanan Frankofoni, ekonomik ve sosyal planda, bundan daha parlak bir bilanço çıkartamazdı! Devlet başkanları “sürekli gelişme”den söz ediyor; fakat Frankofoni sahasında yer alan Afrikalı halklar hiç bu kadar az sağlık ve eğitim hakkından yoksun kalmamışlardı, işsizlik ve sefalet hiç bu boyutlara çıkmamıştı… Kendi etki alanı Afrika da dahil, Anglo-Sakson, Alman ve Japon emperyalizminin rakabetiyle karşılaşan Fransız emperyalizmi, Ougadougou’da, 10 yıllık (2005-2014) stratejik bir plan kabul ettirdi. Böylece kendi alanının sınırlarını bir süre daha korumayı umuyor. Fakat bunu sağlayacak olanaklara sahip olması gerekiyor. Afrika ülkelerini Fransız mali oligarşisine bağlayan ilişkilerini sağlamlaştırmayı amaçlayan, “Marşal planı”na benzeyan bu plan, gerileyen bir emperyalizmin planıdır.
Mikro krediler, sözümona “klasik finans yollarına” dahil etmek olarak sunuluyor. Fransız mali kuruluşlarının kâr etme yeteneklerinden şüphe duymuyoruz, fakat “bin yılın gelişiminin hedefleri”nin gerçekleşmesinin anahtarını görmek için, Chirac’ın verimli hayal gücünü göz önüne almalıyız. Yeşeren neo-sömürgeciliğin kutsanmış zamanlarının nostaljisini yapanlara ise, sadece demagojik retoriği kullanmak kalıyor.
İyi görünmek isteyen Chirac, yoksul ülkelerin gelişmesini finanse edecek imkanların bulunması için uluslararası bir vergilendirme çağrısı yaparak, küreselleşme karşıtı bir ağızla konuştu.
Amerika’nın sonuçları ağır para desteğini de eleştirerek, Afrikalı pamuk üreticilerinin “kabul edilemez” kötü durumuna değindi. Fakat, doğal olarak, hemen her fırsatla AB’nin de aynı politikayı geliştirdiğini söylemeyi unuttu.
Diplomatik alanda, Paris, kendi hanesine birkaç başarı ekleyebilir. 10. Zirve’de iki yeni ortak üye (Andora, Yunanistan), ve 5 yeni gözlemci alarak (Ermenistan, Avusturya, Hırvatistan, Gürcistan ve Macaristan) alarak çemberini genişletti.
Fildişi Sahili sorununa ilişkin, Frankofon “aile”, Paris etrafında saflarını sıklaştırdı. OİF’nin şu anki başkanı Abdou Diouf ve Fransafrika’nın yakın bekçilerinin tümü, Gbagbo’nun politikasını cilalamak ve Fransız ordusunun yürüttüğü “tek boynuzlu at” operasyonuna Afrika ve uluslararası düzeyde bir meşruluk vermek için sahneye çıktı. Fakat bu diplomatik zafer, bir Pyrrhus (sevinenlerin kendisine karşı dönebilecek düşsel zafer) zaferi olma tehlikesi taşıyor. Çünkü, Afrikalı neo-sömürgeci yönetimlerin itaatini, alçaklıklarını ve aynı zamanda iktidarlarının zayıflığını daha açık ortaya koyuyor.
Paris’i destekliyorlar, çünkü birçoğu, Fransa’nın desteği olmadan siyasi geleceklerinin olmadığını biliyor. Ama bununla birlikte, serumla yaşayan bu rejimlerle halklar arasında sürekli genişleyen uçurumu daha da büyütmekten başka bir şey yapmıyorlar. Özellikle de Compaore rejiminin durumu bu.
Ev sahibi ülke olarak, doğal olarak, zirvenin “başarılarıyla” övündü. Daha önce Houphouet-Boigny’nin sahip olduğu, alt-bölgede Fransa’nın ayrıcalıklı ortağı olma rolünü ele geçirme iddiasını güçlendirmek için, buna ihtiyacı da vardı. Para yardımlarını kasasına koymak ve 2005 başkanlık seçimlerinden önce siyasi geleceğini sağlama almak için, ekonomik yardım ve siyasi destek almayı umuyor.. Bu yönden, birkaç ciddi teminat aldı: zirvenin güvenliği için ayrılan devasa miktarlar ve seçkin askeri birliklerin Fransızlar tarafından eğitilmesi. Burkina iktidarı da, bu desteği, rejimini tehdit eden devrimci ve demokratik hareketin bastırılmasında kullanmak için hiç tereddüt etmeyecektir.
Fildişi meselesi gibi önemli sorunlar eksik olmadı (Sudan, Haiti, Büyük Göller Bölgesi, Ruanda, Kongo Demokratik Cumhuriyeti). Tek nedeni bu olmamakla birlikte, tüm bu çatışmalar, büyük güçlerin uluslararası rekabetinin damgasını taşıyor. Tüm cephelerde daha çok kundakçı olarak yer alan Fransız emperyalizmi, bu yangınları söndürme gücünü gösteremiyor. Kanada’nın Fransafrika içindeki çıkışı, Frankofoni’nin emperyalistler arası çelişkilerden korunmuş bir alan olmadığını bir kez daha gösterdi. Frankofoni alanı içindeki ilerici, demokratik ve anti-emperyalist güçlerin dayanışmasını geliştirmek hiç bu kadar gerekli olmamıştı.
FRANSIZ BİRLİKLERİ FİLDİŞİ’NDEN DEFOL!
Fildişi krizine ilişkin Fransa’daki eylemler çok fazla değil. Partimizin ve kardeş partinin görüşlerini dile getirdiği birkaç miting, yürüyüş ve etkinlik düzenlendi.
Medya bu savaşta söz konusu olan çıkarları gizliyor, duygusal tepkilerle oynayarak, sıkça gündeme gelen asıl sorunu gizliyor. Bu sorun, Fransız birliklerinin varlığına ilişkindir. Bunu haklı çıkarmak için çeşitli argümanlar ileri sürülüyor. Bunlardan biri: “Fransız birlikleri giderse kaos yaşanır, Ruanda’da olduğu türden hesaplaşmalar olur…”
RUANDA GERÇEĞİ NEYİ GÖSTERİYOR?
Fransız ordusu, Akdeniz Fransafrikası’nın “dost” rejimini güvenlik altına almıştı. İsyan gelişip bu rejimi tehdit etmeye başladığında, Fransız birlikleri desteklemeye devam etti ve asgari düzeyde, milislerin silahlanmasına izin verildi. Hedefleri açıktı ve nefreti kusan radyolarda gün boyunca duyuruluyordu.
Soykırım başladığında, Fransız silahlı gücü de, tıpkı oradaki diğer güçler gibi, sivilleri korumadı. Korkunç amaç gerçekleştiğinde ve isyancılar kendilerini dayatacak noktaya vardıklarında, Fransız birlikleri katliamcıları ülkeden çıkardı ve onları korudu. Hem de bu işi, mültecilerin gözleri önünde yaparak. Bu milisler, Kongo’da törör estiriyor ve Ruanda’yı tehdit ediyor. Ruanda örneği, aynı zamanda, BM şemsiyesi altında gönderilen yabancı birliklerin varlığını haklı göstermek için sürekli ileri sürülen “sivilllerin korunması” argümanlarının, hiç de öncelikler arasında olmadığını gösteriyor. Fildişi’nde, Fransız birlikleri, 2004 Mart’ında Gbagbo yanlısı milisler eylemcileri katlettiğinde, kılını kıpırdatmadı. Kuzey bölgelerindeki çatışamalarda çok sayıda sivil hayatını kaybettiğinde de, sessiz kaldılar. Sadece Fransız askeri kampı bombalandığında harekete geçtiler. Başka bir deyişle, sivillerin korunması argümanı geçerli bir argüman değil.
“Paris bir Fransız barışı dayatmak için Fildişi’nde bulunmuyor, fakat uluslararası yetki doğrultusunda ve Markusis anlaşmaları çerçevesinde hareket ediyor.”
Bunlar, Chirac’ın Ougadugu Zirvesi’nde de söylediği sözler. Çeşitli isimler adı altında 10 bin askerin konuşlandırıldığı doğru. Bu anlaşmalar, Fransız emperyalizmi tarafından dayatıldı ve Gbagbo rejimini kurtararak, Burkina’dan ayrılan isyan güçlerini resmen tasdik etti.
Cephe çizgisini dondurdu, cephe arkasında iki taraf da durmadan silahlandı, çatışmaya hazırlandı, ulusal barış oyununu da oynamayı unutmadılar. Başından sonuna kadar Fransız emperyalizminin hazırladığı bu strateji, şimdi tuzla buz oldu. Buna rağmen, tek seçenek olarak tutuluyor ve Fransız birliklerinin kalmasının temel gerekçesi yapılmaya devam ediyor.
NEDEN?
Fransız emperyalizmi alan kaybetmek istemiyor. Eylül 2002’den bu yana, Fildişi’ndeki bu gizli savaşta, Fransız emperyalizmi, “ulusal uzlaşma” için değil, çıkarlarını korumak için çalışıyor. Her klik, değişik zamanlarda, diğerini desteklemekle suçladı. Oradaki Fransız varlığının kendisi, istikrasızlaştırıcı bir faktördür. Filidişi Devrimci Komünist Partisi’nin de altını çizdiği gibi, “Fransız işgal ordusunun gitmesini istemek acil bir taleptir, mevcut kirizin çözümünün kopmaz parçasıdır…”
Neo-sömürgeci antlaşmaların eşit koşullarda müzakere edilmediğini, fakat Fransız emperyalizmi tarafından dayatıldığını, bu antlaşmalarla ülkesinin bağımsızlığını hiçe sayarak, kendi siyasi yaşamını garanti etmek için Fransız ordusuna güvenen Houphouet Boigny’nin de işbirliği yaptığını herkes biliyor.
“Tek boynuzlu at” operasyonunun bir sorumlusu olan Gbagbo rejimi, bu anlaşmaları teşhir etmeye kalksa bile –ki bunu yapmaktan uzaktır–, Fransız birliklerinin –hem de BM şemsiyesi altında– kalmaya davam edeceğini söyledi.
“FRANSIZ BİRLİKLERİ GİDERSE YERİNE AMERİKALILAR VE MÜTEFFİKLERİ GELİR”
Bu, sıkça ileri sürülen bir argüman. ABD emperyalizmi uzun süreli ve derilemesine pençelerini Afrika kıtasına batırmaya çalışıyor, özellikle de ekonomik planda önemli olan yerlere. Bush’un “BOP” planı önemli çizgilerini ortaya koyuyor. Afrika’da artık “sınırlı avlanmaların” olmayacağını ilan etti ve Fransız emperyalizmi, bu hegomonya mücadelesinin içindeki büyük güçlerden biri. İlericilerin, anti-emperyalistlerin ABD emperyalizminden daha zayıf olan Fransız emperyalizmininin tarafına mı geçmeleri gerekiyor? Bu yanlış ve tehlikeli bir ikilem. Emperyalizme karşı mücadele, egemenlik ve talan sistemine karşı mücadeledir. “Seçenek”, emperyalizminin bayrağının renklerinden birini seçmek değil. Fransız emperyalizmine karşı mücadele ederek ve onun egemenliği altındaki halklarla dayanışarak, emperyalist sisteme karşı cepheyi güçlendirmiş oluruz.
Bir gerçeğin bilincine varmak gerekiyor; bilinmeli ki, Fransız birliklerinin tutumu, sömürgecilik karşıtı karaktere sahip “anti Fransız” bir duygunun büyümesine yol açtı. Bu duygu, Gbagbo yanlısı milisleri aşıyor. Abidjan halk mahallelerinde binlerce gencin harakete geçmesine yol açtı; helikopterlerden kusan mitralyoz mermilerine rağmen, Fransız tanklarına karşı yürüdüler. Bu gençler bir adım attı ve Fransız askeri varlığı, onların tepkilerini kristalize ediyor. Tabii ki, anti-emperyalist mücadele hattı olan, onları örgütleme ve yönlendirme yeteneğine sahip bir örgüt olmadan, tepkilerinin zayıflama veya Gbagbo milislerince ya da etnik farklılıkları, yabancı düşmanlığını vb. kullanan, halkın çıkarlarına karşı davranan başka güçlerce kullanılabilir. Halkın önemli bir kesiminin birliklerin çekilmesini istemesi olgusu ve bu isteğin Filidişi’li komünist yoldaşlarca da dile getirilmesi, aldığımız tutumla örtüşüyor.
Ortaya çıkan soru, Fransız birliklerinin “hangi koşullarda bu ülkeyi” terk edecekleri değil, fakat bu şiarın nasıl büyütüleceği. Bu talep, Fildişi halkı ile ülkemiz işçi sınıfı ve halkı arasında dayanışmanın temel noktalarından biri. Askeri varlık, Fransız emperyalizminin uyguladığı egemenliğin temel direklerinden biri, hizmetindeki zorbaların desteklenmesine katkı yapıyor. Bu birliklerin geri çekilmesi, Fransız emperyalizminin politikasına ciddi bir darbe anlamına gelir. Hepimizin çıkarına olan da budur!
EKONOMİK BOYUTLAR
Fikirlerin yaygınlaştırılması, “Fransız dilinin korunması ve promosyonu”, insan, kaynak ve olanaklar gerektiriyor. Yazılı ve görsel medya tekellerinin ağırlığını gözönüne aldığımızda, bunlar, ikinci plana atılabilecek türden sorunlar değil.
Dünya Ticaret Örgütü ile yapılan müzakerelerde Fransız mallarına ilişkin savunulan özel durum (korumacılık), Fransız tekellerinin, Birleşik Devletler hegomonyasına karşı yürüttüğü kavganın parçası. Biz de kültürün metalaştırılması fikrine karşı çıksak da, Fransız kültür “ürünlerinin” Afrika ülkelerine ihracının ne tarafsız ne de saf olduğunu biliyor, asimilasyon sürecine ve sonuç olarak bu halkların bağımlılığna katkı sağladığını unutmuyoruz.
Ekonomik boyut, zenginliklerin gaspedilmesi, ekonomik egemenlik, bu ülkelerin ekonomilerinin genel olarak emperyalist sisteme, özel olarak da bazı tekellere (Total, Bouyges, France Telekom, Ballore vb.) tamamen bağlanması gibi çok daha geniş ve temel bir olgunun parçasıdır.
KAPİTALİST DEVLER
Fransafrika’nın gerçek ekonomik sahipleri Fransız tekelleridir. Burada birkaçına değineceğiz. Bu şirketlerden bazıları “sömürgeler zamanı”na dayanıyor (örneğin CFAO), başkaları bağımsızlık dönemecini ve neo-sömürgeciliği kullandı (Dagris). Sonuncular ise, IMF’nin, Dünya Bankası ve Paris Klübü’nün 80’li yılların sonunda dayattığı özelleştirme dalgasından yararlandı. Afrika’nın kamu şirketleri, Bouygues, EDF (Elektrik), France Telecom’a peşkeş çekildi ve su, telekomünikasyon ve enerji sektörlerini de ele geçirdiler. Bu tekellerin birçoğu kamuya ait olmasına rağmen, özelleştirme süreçleri başlatılmıştı. Bunların Afrika ve Latin Amerika’daki (Arjantin’de olduğu gibi) talancı politikalarına karşı, o dönem, sendikal alandan çok cılız bir ses çıktı. Kaldı ki, bu gelişmeler, Fransa’daki tekelleri de etkileyecek özelleştirme politikasının bir karikatürüydü.
Tüm sömürge döneminin ekonomik gelişmelerini sekteye uğrattığı ülkeler için, bu yağmanın sosyal ve insani zararları çok büyüktür. Neo-sömürgecilik dönemi, bağımsızlıklar dönemi ve emperyalist güce ekonomik, politik ve askeri bağımlılık süreci, belli bir ölçüde ekonomik gelişmeye tanık oldu. Fakat bu da dışa çok bağımlı kaldı.
Bu ülkeler düşük fiyatla hammaddeler (tarım ve maden ürünleri) sağlıyordu –sağlamaya devam ediyorlar– ve tekellerin ürünlerinin pazarı olarak güvence altındaydılar. Borçla bağımlı kılma mekanizmasına, bir de CFA Frank’ı (Afrika Finans Topluluğu) üzerinden, Fransız Frank’ı yoluyla parasal bağımlılık eklendi. Başka bir deyişle, Frank bölgesinin 15 ülkesinin hiç bir parasal egemenliği yok. Euro ortaya çıktığında, CFA Frankı ona “dayandırıldı”; bu güçlü “döviz”, onu kullanan ülkelerin ekonomisinin bir yansıması değil. Bu, CFA Frank’ı olarak kaleme alınmış fiyatların, değerinin üstünde olduğu anlamına gelir. Bu ülkelerin ihracat malları yapay şekilde yüksek, bu da, onları dünya pazarında cezalandırıyor. Euro dolar karşısında yükseldiğinde, bu, bu ülkelerin ihracat ürünleri üzerinde dramatik sonuçlara yol açıyor (pamuk, kakao vs.), Frank bölgesi dışındaki komşu ülkelerin mallarının ve aynı zamanda dolar üzerinden fiyatlanıdırılan malların rekabetine uğruyor. Ocak 1994’deki devalüasyon, köylü yığınlarının, kent çalışanlarının, zanaatçıların ve küçük esnafın zaten zayıf olan alım gücünü bir günde yarı yarıya düşürdü. Bunun karşısında, vurguncular tedbirlerini alarak, iki kat zenginleştiler. Ekonomi çevreleri de dahil, birçok çevrede, CFA Frankı mekanizmasının lağvedilmesi talebi yükselmeye başladı.
BOLLORE
Bollore grubu, servetinin büyük bir kısmını Afrinka’da sağladı, kazancının üçte birini orada elde ediyor. Grubun güçlü yönü, tüm kıtadaki taşımacılığı (43 Afrika ülkesinde faaliyeti var!); kamyondan trene, hangarından liman hizmetine, konteynerine kadar hepsini kontrol ediyor. Grubun, aynı zamanda, Liberya’daki kauçuk ağacı alanlarında, Kamerun’da hurma yağı ve Senegal’de turizmde çıkarları var. Fildişi kakaosundan çekilmeye başladı. Paronunun (Michel Roussin) kişiliğinin büyük etkisini taşıyan bu grubun özelliği, “darbe” yöntemiyle hareket ediyor ve önüne daha büyük bir fırsat çıktığında, bulunduğu yerden çekilmekten hiç tereddüt etmiyor olması. Bollore, Liberation’un (günlük Fransız gazete) sermayasine ortak olmak için aday oldu. Televizyon ve gazetesi olan bir medya dalı kurma projesi var. Roussin, Fransafrika’nın en etkin örneği, şahsi ekonomik çıkarlarıyla, haberalma (istihbarat) teşkilatlarını ve orduyu birbirine karıştıran biri. Medef’in (Fransız patron örgütü), Afrika-Karaip bölgesinin görevlisi, Bollore’ye danışmanlık yapıyor bugün.
CFAO
Eski sömürge tezgâhı olarak, yüz yıldan beri Afrika kıtasında bulunuyor. Silgisinden makina ve arabaya kadar birçok şey satıyor. Stratejisi, 1997’den bu yana, Frank bölgesinin sınırlarını aşıyor: Magrip’e ve Anglofon Arika’ya uzandı, satışları yüzde 66’ya çıktı. Hedefi, telekomünikasyon ve bilgi-işlem sektörleri.
CASTEL GRUBU
Nerede olursanız olun, Etiyopya’dan Tunus’a, Frankofon Afrika’nın 16 ülkesinden birinde, bir bira istediğinizde, bir Castel içiyorsunuz ya da diğer ulusal markalarından birini. Şarap, Coca-Cola veya Orangina tercih ediyorsanız da, yine Castel’in müşterisi olursunuz.
DAGRİS
Kamu sermayeli olan bu şirket, 1948’dan bu yana “Fransız” pamuğunu kontrol ediyor, başka bir deyişle, Burkina, Senegal, Gambiya, Togo, Zimbabve, Madagaskar, Fas ve Cezayir’in de aralarında bulunduğu yirmi ülkede üretilen pamuğu konntrol ediyor. Şimdiki müdürü, Afrika’daki şirketlerin özelleştirilmesi sürecini ve bunların kontrolünü ele almak (çoğunluğu almak) için düğmeye bastı. Bir anlamıyla şöyle diyebiliriz: “French cotton belt” (Fransız pamuk kuşağı).
TOTAL
Dünya çapındaki bu dördüncü petrol ve gaz grubu da, kazancının üçte birini Afrika’da elde ediyor. Birleşme ve isim değişikliğinden önce, Elf, “Devletler içinde devlet” idi. Fransafrika’nın babalarının da şahitlik yaptığı gibi, yolsuzluk, kaçakçılık ve politikaya karıştı. Anglosakson şirketlerinin Çad, Gine, Angola’daki çıkışları, Birleşik Devletler emperyalizminin kıtaya yerleşme ve petrol sahalarının kontrolünü ele alma isteğini gösteriyor.
SOCİETE GENERAL
Kamerun, Fildişi, Sengal bankacılık sektörünü ve Gana, Tunus, Fas bankacılık sektörünün bir kısmını kontrol eden en büyük Fransız bankalarından biri. Frank bölgesinde ve Magrip’te en büyük banka durumunda ve durmadan yayılıyor. 2002’de 7,5 milyar dolar bilançosuyla, 503 milyon dolar kâr sağladı.
***
“Fransafrika”ya son verilmesi, neo-sömürgeci antlaşmaların iptali, Fransız askeri üslerinin kaldırılması, borçların hiçbir koşul olmadan iptali ve ilerici, ulusal ve sosyal haraketlere destek talepleri, PCOF’nin (Fransa İşçileri Komünist Partisi) Ocak 2004’te kabul ettiği, Halkçı ve Demokratik Bir Alternatif İçin, Tekellere Karşı Birlik ve Halklarla Dayanışma Programı’nın önemli talepleridir. Fransız emperyalizminin kendi egemenlik bölgesindeki varlığına karşı mücadele de bu anlama geliyor.
*Fransız ordusu Fildişi’nden defol!
*Fransafrika, yağma, rüşvet ve zulümdür!
*Borç öldürür, borçlar iptal edilsin!
Afrika halkalarıyla dayanışmayı yükseltelim!